GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ARAŞTIRMA ALTYAPILARININ DESTEKLENMESİNE DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:111
Tarih:02.07.2014

ÜMİT ÖZGÜMÜŞ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, yirmi bir yıl önce -içerisinde çok sevdiğim değerli arkadaşlarımın da olduğu- Sivas'ta hunharca, insanlık dışı yöntemlerle öldürülen değerli canları rahmet ve saygıyla anıyorum. O sene Sivas'ta yangın söndürüldü ama bilinmeli ki içimizde hâlâ yanıyor, yüreğimizde hâlâ yanıyor.

Bugün, Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz aldım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

AR-GE, araştırma, katma değerin yükseltilmesi Türkiye'de en çok konuşulan konulardan bir tanesi, neredeyse son yirmi yıldan beri konuşulan bir konu. Ama, Türkiye'de anlamadığım bir şey var, o da şu: Çok konuşulan konularda mı az iş yapılır, yoksa gerçekten Türkiye'de az iş yapıldığı için mi o konunun üzerinde çok konuşulur, onu bir türlü anlayamadım. Bu konu da, AR-GE konusu da, araştırma konusu da, üniversite-sanayi iş birliği konusu da üzerinde çok konuşulan konulardan bir tanesi. Son on sene içerisinde yapılan AR-GE toplantılarının, TÜBİTAK toplantılarının, üniversite-sanayi iş birliği toplantılarının tutanaklarına bakarsanız hemen hemen hep aynı şeylerdir, birbirinden alınmış, birbirini kaynak gösteren aynı konuşmalardır. Hep şu konuşmaya rastlarsınız: "İşte 1 kilogram kum ihraç edersek 1 sent, eğer o kumu cam hâline getirirsek 5 sent, o kumu çip hâline getirirsek 30 dolara satabiliriz." Peki, nasıl yaparız, bunu nasıl yapacağız; onunla ilgili ciddi bir çalışma yok. Zaman zaman moda deyimler vardır. Son dönemlerde, işte iki yıl öncesinden başlayarak 2011'de Amerikalı bir hocanın ortaya attığı kavram "orta gelir tuzağı." "Aman orta gelir tuzağına düştük, aman orta gelir tuzağından çıkmamız gerekir." Son zamanlarda üniversitelerde, bürokraside, konuşmaların tamamında bu geçer: "Orta gelir tuzağı", "orta gelir tuzağı." Orta gelir tuzağından çıkma, katma değer yükseltmek için de çeşitli öneriler ortaya konulur ama bunlar da yine genelgeçer öneriler. Bir tanesi der ki: "Toplam faktör gelirlerini artırmalıyız, verimliliği artırmalıyız, toplam tasarrufu artırmalıyız, AR-GE yatırımlarını artırmalıyız." ya da "Bugüne kadar Türkiye'nin en büyük eksiği olan, Türkiye'de bu tür çalışmalarda bilimi üretmek yerine, teknolojiyi üretmek yerine hâlâ daha bilim ve teknolojiyi satın almalıyız, lisans almalıyız, know how almalıyız ve onun üzerinden gelişmiş ülkeleri yakalamalıyız." gibi çeşitli öneriler ortaya konulur.

Değerli arkadaşlar, Batı'dan gelişmiş teknolojiyi nasıl alacağız? Birincisi: Batı bizden iki yüzyıl önce sanayileşmiş; daha sonraki yüzyıl içerisinde ordularını göndermiş, Afrika'da, Asya'da sömürgeler tutmuş, onların kaynaklarını sömürmüş ve bunun karşılığında da çok ciddi bedeller ödemiş; sonra, o biriktirdiği kaynakla AR-GE'ye yatırım yapmaya başlamış ve bu dönemde de zihniyeti de değiştirmiş, zihnî modellerini de değiştirmiş. Yani, 1600'lerde feodalizmden kapitalizme evrilme sürecinde geleceği görerek bütçelerinden AR-GE'ye, araştırmaya, ürün geliştirmeye pay ayırmışlar ve bugün artık sanayi modelini, Sanayi Devrimi'ni atlamış sanayi ötesi toplum modeline geçmişler.

Bakın zihnî modelin değişikliğine şu örneği verebilirim: Newton bir ağacın altında yatıyor, yatarken üzerine elma düşüyor. "Normal koşullarda bu elmanın düşmemesi gerekir, niye düşüyor?" diye üzerine düşerek bir süre sonra Yerçekimi Kanunu'nu buluyor. Aynı dönemlerde yaşadığı varsayılan Nasrettin Hoca bir ceviz ağacının altında yatıyor, kafasına bir ceviz düşüyor ve yanındaki, bostandaki karpuzlara bakarak diyor ki: "Oh, çok şükür, iyi ki karpuzlar ağaçta yetişmiyor." Zihnî model ya da zihniyet değişikliği dediğim o yıllardan itibaren bu.

Şimdi, böyle bir durumda yani bizden iki yüz yıl önce sanayileşmiş, yüz yıl uğraşmış, sömürgelerin kaynaklarını sömürmüş ve AR-GE'ye, teknolojiye yatırım yapmış ülkelerden onların geliştirdiği teknolojiyi almamız ve gelişmiş teknolojiyle üretim yapmamız bekleniyor, isteniyor. Bu mümkün değil. Bilimi ve teknolojiyi satın almak yerine kendimizin üretmemizden başka yolumuz ne yazık ki yok. Bu da bugünden yarına olmaz. Yani iki yüz yıllık açığı iki sene, on sene, yirmi sene, otuz sene içerisinde kapatamayız. Orta ve uzun vadeli, ciddi, üzerinde çalışılmış stratejilere ihtiyaç var.

Son on sene içerisinde bazı olumlu gelişmeler oldu. Bunlardan bir tanesi, 2004 yılında TÜBİTAK'ın AR-GE bütçesi ciddi biçimde artırıldı, bunu çok olumlu karşıladık ve hâlâ da olumlu karşılıyoruz. Ondan sonra, o zaman ilk başlarken adı ÜSİMP olan üniversite-sanayi işbirliği modeli programı daha sonra da üniversite-sanayi araştırma merkezlerine dönüşen ÜSAM modeli de çok doğru modeldi. Adana'da biz Adana ÜSAM'ı kurduk o zaman ve çok başarılı oldu, üniversite-sanayi iş birliğini sağladık. O kadar başarılı oldu ki bugün Avrupa'da, dünyada söz sahibi olan TEMSA Otobüs Fabrikası, kendi bünyesinde yüzlerce AR-GE elamanı, mühendisi olmasına rağmen, gelip birçok çalışmasını Adana ÜSAM içerisinde yaptı. Burada, o merkezdeki, ÜSAM'ın yapısı içerisindeki sanayicilerin koyduğu kaynak kadar, devlet, TÜBİTAK da kaynak aktarıyordu ama Türkiye'de şöyle bir söz var, "Hiçbir başarı cezasız kalmaz." diye. ÜSAM'lar da başarılı olduğu için bir süre sonra cezalandırıldı, bazı sudan sebepler gösterilerek TÜBİTAK'ın ve devletin desteği çekildi. Ortada bir boşluk var.

Şimdi, burada araştırma altyapıları... Bu konuda genel olarak çok olumlu bir yasa tasarısı. Çünkü dünyanın hiçbir tarafında, gelişmiş ülkelerde zaman zaman örnek alınan, Güney Kore gibi, gelişme modeli örnek alınan ülkelerde eğer üniversite işin içerisinde değilse orada bilim de üretilemiyor, teknoloji de üretilemiyor. Ama şunu da söylemem gerekir: Üniversitelerde ortaya çıkarılan, geliştirilen bilim veya teknolojilerde eğer üniversitenin raflarında kalacaksa o da bir işe yaramaz, onun da ticarileştirilmesi gerekir.

Şimdi, burada, araştırma altyapıları tüzel kişilik kazandıktan sonra, gerek ÜSAM'larda gerekse araştırma altyapılarında üniversite hocalarının çalışması isteniyor. Değerli arkadaşlar, üniversite hocalarını özellikle, sanayide çalıştıracaksak, eğer sanayide çalışmalarını sağlayacaksak onlara bir motivasyon gerekir ya da oralarda çalışması için bir gerekçenin olması gerekir. Neredeyse on yıl, on beş yıldan beri YÖK'le yaptığımız toplantılarda, Millî Eğitim Bakanlığıyla yaptığımız toplantılarda bir önerimiz vardı. Önerimiz de şuydu... Sayın Bakanım önerim size, Sayın Bakanım, bir önerim var; bu, on yıldan beri, Sanayi Odası Başkanlığı yaptığım dönemden beri gelen bir öneri, öneri de şu: Üniversite hocaları akademik kariyer yapmak için bir makale yazmak zorunda ve bu bilimsel dergilerde yayımlanmak zorunda. Siz de biliyorsunuz ki bunların çok önemli bir kısmı intihal ya da yapıldıktan sonra orada kalan, bir işe yaramayan şeyler. Ama şunu önerdik biz uzun yıllardan beri: Eğer bu merkezlerde üniversite hocaları çalışacaksa, KOBİ'lerde ya da sanayide çalıştıklarında ürün geliştirebiliyorlarsa ya da maliyet düşürebiliyorlarsa ya da bilim, buluş geliştiriyorlarsa YÖK Yasası'nda değişiklik yapılarak bilimsel yayın yapmış gibi, oradaki yaptığı çalışmalar onların akademik kariyer yapmalarına yarar sağlamalı ya da akademik kariyer yapmaları için bir etken olmalı. YÖK Yasası'nda yapılacak değişiklikle bu yapılırsa raflarda kalan makaleler yerine üniversite hocaları o zaman oradan bir yarar sağlayacağı için sanayinin içerisinde olacak, KOBİ'lerin içerisinde olacaktır diye düşünüyorum.

Maddelerle ilgili ufak tefek eleştirilerimiz var, yanlışlıklar var, onları da maddelere geldiği zaman konuşuruz.

Tekrar saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)