| Konu: | TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN GÜÇLENDİRİLMESİNE DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 113 |
| Tarih: | 08.07.2014 |
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önemli bir yasa tasarısı inşallah burada müzakere edilecek ve hayırlısıyla geçecek. Çözüm süreci bakımından da bir milat. Zamanlamasını manidar bulanlar var, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak halka mesaj verme şeklinde değerlendirenler var. Esasen, çözüm süreci çok daha önce başladı, bu Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündemde yoktu -2009'u hatırlayın- ama Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik bir mesajı olsa bile bunu demokratik teori içerisinde makul görmek gerekir. Amaç zaten halkın desteklediği kararları sahaya çıkarmak, pratiğe taşımak değil midir? Demek ki çözüm sürecine ilişkin bu yasa tasarısının anlamı da halk tarafından destek görecektir, destek göreceğini ifade eden bir yaklaşımın o eleştirinin arkasında olduğunu belirtmek için söylüyorum.
Mesele şu: Türkiye, bu Kürt meselesi dolayısıyla toplumsal ve politik kriz yaşıyor. Bu kriz sadece PKK'yla başlamadı, bu işin geçmişi de var, 1984'ten sonra daha farklı bir evreye yöneldi. Gerçekten de bu ülkenin insanları büyük bedeller ödediler. Kaybedilen bütün canları, ödenen bütün bedelleri, sonuçta geniş bir ufukla baktığımızda, bu ülkenin maliyetleri olarak görmek gerekir. Eğer derdimiz bu ülkenin içindeki insanları, gerçek insanları, doğuda, batıda yaşayanları bir araya getirmekse onların acılarını hesaba katmaksızın, onların kayıplarını hesaba katmaksızın, onların çektikleri dertleri ve ızdırapları hesaba katmaksızın bunu sağlayamayız.
Bu kürsüden kollarımızı uzatarak bütün Türkiye'yi kucaklayamayız ama bu kürsüden konuşma yaparken sözlerimizle bu ülkenin farklı yerlerinde yaşayan insanları kucaklayabiliriz. Diyarbakır'da yaşayan, Hakkâri'de yaşayan, İzmir'de, İstanbul'da yaşayan insanlar da eğer burada ifade edilen sözler içinde kendi hikâyelerini bulurlarsa, kendi acılarını bulurlarsa, geleceğe ilişkin birlik ümitlerini bulurlarsa işte o zaman manevi olarak da kollarımızla bütün bu insanları kucaklamış oluruz, millî birliği de ancak bunun üzerine kurabiliriz.
Değerli arkadaşlar, demokrasi güzel şey hakikaten. İnsanlar -görüyorsunuz- geliyorlar, korkularından bahsediyorlar, kaygılarından bahsediyorlar, endişelerinden ve umutlarından bahsediyorlar. Bütün bunlar birer veridir. Eğer birileri kendilerini güvensiz görüyorsa yaşanan süreç dolayısıyla, bu bir veridir. İktidar olan akıl, bunları da hesap ederek yoluna devam eder. O yüzden burada söylenen her bir söz değerlidir, önemlidir. Problemi çözme konusunda bir karşılığı vardır. MHP'nin de HDP'nin de CHP'nin de söylediklerini biz elbette dikkate alarak yolumuza devam edeceğiz ama dikkate almak, denileni aynen yapmak anlamına gelmez. Dikkate almak demek, toplumdaki bu konuya ilişkin, çözüme ilişkin, duyarlılıklarının neler olduğunu hesap eden ve mümkünü gerçekleştiren bir yaklaşımdır. Bismark'ın o lafını bilirsiniz: "Siyaset mümkünün sanatıdır."
Toplumsal ve politik krizleri öyle herkesi bir anda aynı çizgiye getirerek, saf tutturarak çözemezsiniz. Ara dönemler yaşanır, kafa karışıklıkları olur, güvensizlikler olur, alacakaranlığın getirdiği problemler olur ama güçlü ve cesur bir irade, bütün bunlara rağmen, bütün bunları aşarak bu ülkenin birliğini ve dirliğini sağlayabilir. Birtakım problemlerin yaşanması, süreç içerisinde kimi eleştirilecek konuların ortaya çıkması, çözüm iradesinin sonuca varamayacağı, bu işin tamamlanamayacağı anlamına gelmez. Hiç kimse bu tür problemleri tereyağından kıl çeker gibi çözemez. Gerçek insanlardan bahsediyoruz, yaralı insanlardan bahsediyoruz. Birtakım repliklerin, birtakım sözlerin kendilerine hitap etmediği, karşılık bulmadığı insanlardan bahsediyoruz. Mesela "Et ile tırnak gibiyiz." diyoruz, değil mi? Çok kullanılan sözlerden birisi ama bazı insanlar ne anlıyor biliyor musunuz? "Evet, ben tırnak gibiyim ama travma yemiş, kanamış ve artık parmaktan düşen bir tırnak gibiyim." diyor. Böyle hissettiğini anlayacaksın. Eğer birileri böyle hissediyorsa "et ile tırnak" sözü o insana batıyorsa, niçin battığını anlayacaksın. Bunu anlamadan, yeniden o tırnağı yerli yerine oturtmadan, o kanamayı durdurmadan "et ile tırnak" sözünün ne kadar işe yaramayan, aslında aynı zamanda provoke eden bir söz olduğunu hatırlayarak davranacaksın; bunları halletmeden birliği sağlayamazsın. Biz, evet, kardeşliği kurmak istiyoruz, bu coğrafyada hep beraber bir geleceği inşa etmek istiyoruz. Mesele sadece Türkiye'nin barışı da değil. Yaşadığımız coğrafyayı görüyorsunuz. Bu coğrafyada sayısız kimlik var, sayısız inanç var.
Amin Maalouf'un "Ölümcül Kimlikler"ini okuyanlar bilirler. Lübnan'ın dağlarında küçük bir köyde 13'üncü yüzyıla dayanan ailesinden bahseder. "Biz Hristiyan'dık. Osmanlı sayesinde Hristiyan olarak kalabildik. Eğer aynı dönemde, mesela İspanya'da olsaydık bu mümkün olmazdı." der. Isabel ve Ferdinand'ı hatırlayacak olursanız, o dönemin uygulamalarını, evet, mümkün olmazdı.
Kastım şu: Her kovukta, her köşede, her yerde kimliklerin, inançların harman olduğu bir coğrafyada, siz belli bir kimliğin, özellikle 19'uncu yüzyılda inşa edilmiş şekliyle belli bir kimliğin ısrarı üzerinden birlik sağlayamazsınız, 19'uncu yüzyıl ulus devlet mantığıyla birlik sağlayamazsınız. 19'uncu yüzyıl ulus devlet mantığı -Claude Levi-Strauss vardır, Fransız antropolog- yutma ve kusma esasına dayanır; yutma asimilasyondur, kusma da nüfus mübadelesidir. Bütün ulus devletler, bu iddiada olanlar hem kendilerinin hedef kitlesi olan milletleri dönüştürmek için hem de diğerlerini dönüştürmek için yutma ve kusmayı yapmaya çalıştılar ama olmadı. 20'nci yüzyıl ulus devletlere şunu gösterdi: Hem demokrasi, insan hakları hem de ulus devlet nasıl olacak? Kendini farklı hissedenleri, sen, bu ulus devletin birer vatandaşı olarak o aidiyet duygusunu ne üzerine kuracaksın? Hem demokrasi hem insan hakları hem kendilerini ifade etme hem özgürlükler hem de homojenleştirme devlet marifetiyle, bu ikisi bir arada olmaz. O zaman vatandaşla barışacaksın, gerçek insanlarla barışacaksın, onlar kendilerini nasıl tanımlıyorsa, nasıl düşünüyorsa öylece siyasete ve müzakerelere katılabilecekler, konuşabilecekler, örgütlenebilecekler. Senin tanımladığın biçiminde olmayacaklar, onlar da seni tanımlamayacaklar. Demokrasinin ve özgürlüklerin bize öğrettiği bu. Biz de şimdi, çözüm süreci marifetiyle böyle bir Türkiye'yi inşa etmeye çalışıyoruz.
Birilerinin korku ve kaygı içinde olmasını anlayabiliyorum. Geçmiş, herkes için çok yaralı. Biraz önce rakamlardan bahsetti Sayın Tanrıkulu. 23 bin PKK'lı öldürülmüş arkadaşlar; 8.300 kamu görevlisi hayatını kaybetmiş, şehit olmuş; 5.600 sivil vatandaşımız hayatını kaybetmiş. Bu yöntemle devam edersek bunları katladığınızı düşünün. Kanın olduğu yerde barış olmaz. Önümüzde de iki yol var, başka yol yok; ya barışacaksın ya dövüşeceksin. Dövüşmek çözüm değil, o zaman barışacaksın. Akıllı olan insan kendi toplumuyla dövüşmez, kendi toplumunu anlamaya çalışır, ona nüfuz edecek bir dil geliştirmeye çalışır. Bunun için de bir toplumsal ve politik iklim inşa etmek gerekir. Akıl sınırlıdır ama akılsızlığın sınırı yoktur, çılgınlığın sınırı yoktur. Bazen hamasi nutuklar da önemlidir ama bazen hamasi nutuklar izolasyonun ve belli bir kimlik hapishanesinin içinde gelişir. İnsanlarla ilişki kurdukça, başka yerlerde de mukabil hamasi nutukları öğrendikçe insan daha normalleşir. Bir laf vardır: "İnsan biyolojik ilişkiyle, insanlık da toplumsal ilişkiyle kurulur." Başkalarını dinleyeceksin, başkalarıyla konuşacaksın, onların konuşmalarını, dertlerini hesaba katan bir akılla davranacaksın. İşte AK PARTİ, Türkiye'nin her yerinde oy alırken aynı zamanda bu insanların akıllarını, fikirlerini, duyarlılıklarını kendi çatısında toparlıyor, karar ve iradesini de bu coğrafyanın gerçekliğinden çıkartıyor, kendi hayallerinden değil. Çözüm süreci de bunun neticesidir ve inşallah barış yolunda başarılı olacaktır.
Saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)