GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP GRUBUNUN, GRUP BAŞKAN VEKİLİ IĞDIR MİLLETVEKİLİ PERVİN BULDAN TARAFINDAN, SURİYE'DE BAŞTA ROJAVA HALKINA KARŞI OLMAK ÜZERE HALKLARA KARŞI VAHŞET UYGULAMALARI İLE BİLİNEN IŞİD VE EL NUSRA ÖRGÜTLERİNİN ÜLKEMİZ GENÇLERİNİ SURİYE'DEKİ SAVAŞA SÜRÜKLEMELERİ İÇİN YAPTIKLARI FAALİYETLERİN ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 14/4/2014 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN GENEL KURULUN 15 TEMMUZ 2014 SALI GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE ÖN GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:116
Tarih:15.07.2014

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bugün araştırma önergemizle, bu mübarek ramazan günü, Suriye'deki istikrarsızlığı fırsat bilerek dünyanın dört bir yerinden topladığı lejyonerlerle, silahlı güçlerle, arkasında emperyal silahlı güçlerin olduğu El Kaide, El Nusradan IŞİD'e, en son IŞİD olarak Irak'taki istikrarsızlığa, Irak'taki Sünni bölgede Musul'un zapt edilmesi, arkasından hilafet olarak kendilerini ilan etmeye, oradan Türkmenlere, Asurilere, Ezidilere, Kürtlere yapılan saldırılara ve bütün dünyanın gözü önünde cereyan eden kesilen başlara, sökülen ciğerlere ve kurşuna dizilen sivillere, İslamiyet adına, "Müslümanım." diyen herkesin artık bir ses vermesinin, dur demesinin zamanı gelmiştir.

Bu çetelerin Suriye'nin istikrarsızlığından yararlanarak Musul'da elde ettikleri Irak ordusuna ait tanklarla, toplarla, üstün silahlarla Kobani'de, birkaç günden bu yana Cerablus bölgesinde, Reyadine etrafında, Suruç sınırında, Birecik sınırında, sınırımızın üstünde saldırıları vahşice sürmektedir. Bu saldırılar karşısında, "İnsanım." diyen, "Müslümanım." diyen, insanlıktan nasibini alan herkesin kınaması gereken bu olayda şunun unutulmaması lazım: Kobani demek, Türkiye'nin içine bu saldırıların devamı demektir.

Kobani'de, biliyorsunuz, Kürt halkının ilan ettiği kantondan sonra kanton yönetiminde yer alan Araplar, Türkmenler, Cizire yönetiminde Süryaniler; bu halklar kendi kendilerini koruyor, kendi müdafaalarını yapıyor. Ancak, çatışmaların artması üzerine dünden bu yana sınır boyuna askerî birliklerin Türkiye tarafından da gönderildiğini görüyoruz. Burada çok açık söylüyoruz, Musul Konsolosluğu çalışanlarını hâlâ elinde rehin tutanların yaptığı bu saldırılar karşısında elbette ki Grup Başkan Vekilimiz açıklama yaptı, Filistin halkına İsrail'in yaptığı saldırıyı, sivillere yapılan katliamların hepsini kınıyoruz ama bu Meclisten şu duyarlılığı beklerdik: Kobani halkına, Kürt halkına üç yıldır, üstelik Müslüman, üstelik Sünni ve bu zihniyette Müslümanlık adına saldıranların karşısında olduğunu Hükûmetin açıkça ifade etmesini. Ki burada bazı bakanlar terörist bir örgüt olarak ifade ediyorlar ancak elimizdeki verilere göre, hâlâ Türkiye'den lojistik destek aldıkları, Türkiye'de üsleri bulunduğu, Türkiye'den giriş çıkış yaptıkları ve Türkiye'den saldırı düzenledikleri yönündeki bu haberlere karşı Hükûmetin çok daha dikkatli ve duyarlı olması gerekiyor. Çünkü çözüm ve barış stratejisi içinde Türkiye halkı şöyle bir seçenekle karşı karşıyadır: Ya Afrin'den, Antakya'dan Kobani'ye, Cizire'ye, oradan Habur'dan Urmiye'ye kadar bütün güney sınırında ve doğu sınırında 45 milyon Kürt halkıyla yine bin yıl daha stratejik birlikte yaşama arzusunu hayata geçirecek ya da bu çetelerin, katliam yapanların, başı açık değil, en ufak görüntüsünü dahi gördüğü zaman kadınları kurşuna dizenlerin ve kendine göre vahşet yasaları ilan edenlerin ve bir yerlerden çok açıkça beslendikleri, takviye edildikleri ve kontrol edildikleri sabit olan bu çetelerin Kobani halkına saldırısı karşısında, ellerinde tuttukları sınır kapılarını, Türkiye'nin Hükûmet olarak bu kapıları kapatması, diğer yandan Kobani halkının, Kürt halkının, oradaki Türkmenlerin, orada, Kobani'de yaşayan Arapların, Cizire'deki Süryanilerin, Türkiye'nin geleceği ve stratejisi açısından mutlaka izlenmesi, araştırılması ve bu konuda doğru politikaların geliştirilmesi gerekiyor.

Türkiye Orta Doğu'da seyirci konumunda kalarak pasif destekleyici konumunu sürdüremez arkadaşlar. Bakın, Tuzhurmatu'da Türkmenlere yapılan saldırıda Türkmenlerin göç yolları Erbil'e doğru giderken başka gidilecek bir yer var mıydı? Elbette ki kader bunu bu şekilde zorluyor ve burada halkların demokratik, özgür bir yönetim içinde Orta Doğu'da yaşamını belirlemesi, kaderini belirlemesi elbette ki en doğal haklarıdır.

Buradan şunu ifade etmek istiyoruz: Özellikle Suriye'deki yanlış politikalar yüzünden üç yıldan bu yana Kobani'ye, Afrin'e, Cizire kantonuna durmadan saldıran IŞİD unsurlarına bu konuda Türkiye'nin artık net bir tavır koyması gerekiyor, net değil, caydırıcı bir tavır koyması gerekiyor. Çünkü bu saldırıların ucu Suruç sınırında durmaz arkadaşlar, Türkiye'nin içine girer, Türkiye'nin içine gelir.

Bakın, son çatışmalara bakın, Kahramanmaraş'ta Suriyeli mültecilerle, Adana'da öyle, Antakya'da öyle. 1 milyona yakın mülteci; Ankara'nın her trafik lambasının altında bir Suriyeli mülteci, bir kadın, bir çocuk var. Bu manzara, bu yanlış politikanın sonuçları, bu mübarek ramazan gününde kaldırılan cenazeler, ölümler, Halep'te Kürt olduğu için -üstelik mezhep ayrımı da yapılmadan- yapılan katliamlar kabul edilebilir mi? Buna karşı Hükûmetin net bir tavır koymadığını görüyoruz. Musul'daki rehineler için IŞİD'e "Lütfen onları bırakın." demek sizce doğru mudur arkadaşlarım?

Kendi yurttaşlarını rehin alan, konsolosluğunu basan, Türkmenlere saldıran, Kürtlere saldıran, Ezidilere saldıran, Süryanilere saldıran, kendinden olmayan herkese saldıran böyle bir örgüt, bir çete karşısında ve üstelik Afganistan'dan Libya'ya, Libya'dan Yemen'e, belli bir güç dâhilinde bir araya getirilen, arkasında Katar'dan Suudi Arabistan'a, Suudi Arabistan'dan emperyal ülkelere kadar bunları taşeron olarak kullanan güçlerin Orta Doğu'da yaptığı bu oyunlar karşısında Türkiye'nin daha dikkatli olması gerekmiyor mu?

İşte bu çerçevede biz, Halkların Demokratik Partisi olarak bu konuda çok ciddi bir araştırmanın yapılmasının gerekliliği üzerinde duruyoruz arkadaşlar. Orta Doğu'nun geleceği, Suriye'nin geleceği, oradaki halkların kaderi, Irak'ın mezheplere bölünmesi durumunda, etnisiteye bölünmesi durumunda geleceği, Türkiye'ye etkileri... Bunların tespitleri yapıldıktan sonra Meclis olarak doğru kararları, doğru tavırları nasıl geliştireceğimizi tespit edebilmek ve oradaki saldırılar karşısında sınırları açmak, yaralılara yardım etmek, çocuklara süt, mama, ilaç gibi en zaruri ihtiyaçların karşılanması konusunda engel çıkarmamak, Türkiye'nin resmî politikası olarak Hükûmetin görevi, sorumluluğu değil mi?

Bu ramazan günü elinizi vicdanınıza koyun ve bir düşünün. Bu konuda hep beraber artık bunu araştırmamızın zamanının geldiğini söylüyoruz.

Saygı sunuyorum.