GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP GRUBUNUN, GRUP BAŞKAN VEKİLİ İZMİR MİLLETVEKİLİ OKTAY VURAL, GRUP BAŞKAN VEKİLİ KAYSERİ MİLLETVEKİLİ YUSUF HALAÇOĞLU VE ANKARA MİLLETVEKİLİ ZÜHAL TOPCU TARAFINDAN, SÜREKLİ DEĞİŞEN VE GELİŞEN BİLİM DÜNYASINDA TÜRKİYE'NİN DE ADININ GEÇMESİ İÇİN AKADEMİSYENLERİN ÖZLÜK HAKLARIYLA İLGİLİ DURUMLARININ ULUSLARARASI VE ULUSAL ARENADA DETAYLI BİR ŞEKİLDE ARAŞTIRILMASI AMACIYLA 21/1/2014 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 16 TEMMUZ 2014 ÇARŞAMBA GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE ÖN GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:117
Tarih:16.07.2014

ORHAN ATALAY (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bizim üniversiteleri nereden nereye getirdiğimizi cümle âlem biliyor. Görmek istemiyorsanız size söyleyecek sözümüz de yok. Ancak, ben bu konuşmamda, özellikle bütün dünyanın gözü içerisine baka baka Filistin ve Gazze'de sergilediği vahşete ilişkin, İsrail'i kınamaya dönük bir konuşma yapacağım değerli arkadaşlar.

İnsanlık tarihine kelimelerle tarifi imkânsız, sayısız vahşetlerin yegâne müsebbibi olarak geçmeyi en fazla hak eden Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan güçlerin hasis menfaatlerinden gayri hiçbir esas gözetmedikleri bir paylaşım sonucu teşkil ettikleri Orta Doğu'nun her geçen gün daha da derinleşen trajedisi gerçekten tahammül sınırlarını çoktan aştı. Asırlarca her türlü dinî, etnik mezhebî ve kültürel kimlikleriyle birlikte yaşamanın tabii geleneğini oluşturmada nispeten daha başarılı, daha ileri bir evreyi temsil eden Orta Doğu toplumlarını tahrik edip kendi elleriyle inşa ettikleri yapay devletçiklere bölüp sonuçta ötekinin canını, malını, ırzını kendisine haram bilmiş insanların her birini, bugün yek diğerinin kurduna çevirmiş, yurtlarını cehennem kılmış, istiklallerini dara çekmiş, istikballerini idam etmiş emperyalizmin maskeli vicdanı ve yalancı yüzü eminim ki yüzüne tükürülmeyi bir kere değil, binlerce defa hatta fazlasıyla hak etmiştir. Tırnak içinde "beyaz insanın" eşkıyalığına kurban edilmiş hangi coğrafyaya bakarsanız bakın, dün için kökü kazınmış Kızılderililerden, Hint kıtasına veya bugün için bir ateş çukuruna dönüştürülmüş Orta Doğu'dan "kader" diye açlıktan ölüm gömleği giydirilmiş kara Afrika'ya kadar beyaz ayakların uğradığı toprakların vicdanına derinden kulak verecek olursanız eminim duyacağınız feryat Akif'in şu mısralarına rahmet okutacaktır:

"Tükürün Ehli Salib'in o hayasız yüzüne!

Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!

Medeniyet denilen maskara mahluku görün,

Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün!"

Birinci Dünya Savaşı'yla Osmanlıyı tasfiye ettikten sonra tıpkı açlıktan gözü dönmüş bir sırtlan kümesi misali doyumsuz bir hırsla Orta Doğu'ya saldıran emperyal güçlerin bölgenin zaman içinde tabii olarak oluşmuş birlikte yaşama geleneğini ifsat ettikleri günden bu yana bölge insanına kan kusturan bu projenin en büyük eseri, hiç kuşkusuz göğünde gazap bulutları eksik olmayan, yerinde ise sadece azap üzümleri yetişen, his yoksulu, vicdan sefili, hak ve hürriyet katili İsrail devleti olmuştur. Eminim ki Batı medeniyetinin bundan daha büyük bir medarıiftiharı olamazdı. Tarihsel sicili, bizzat kendi peygamberlerinden kendisine put talebinde bulunmakla, peygamberlerini ve adalet talebinde bulunan insanlarını katletmiş olmakta kirlenmiş; Mısır'da yaşadığı köleliğin, Roma ve Babil sürgünlerinin ya da Nazilerden çektiği cevricefanın ifsat ettiği hasta töresiyle İsrail devleti, efendilerinin gölgesinde, bugün kendisine siyonizmi tanrı, şiddeti din, vahşeti ise günlük ibadet kılmıştır.

Ağlama Duvarı'nın dibinde, sabah akşam "kutsal" diye niteledikleri kitaplarından tezekkür ettikleri şu sözde ayetleri duyduğumuzda ise siyonizmin sadece Filistinliler için değil tüm insanlığı tehdit eden nasıl bir tehlike olduğunu daha iyi idrak edeceğiz. Sözde ayetlerinde şöyle der:

"Rab, İsrail'e şöyle dedi: 'Sen benim topuzum ve cenk silahımsın; seninle milletleri kıracağım, ülkeleri helak edeceğim. Seninle atı ve binicisini, cenk arabasını ve binicisini, erkeği ve kadını, kocamış adamı ve genci, ere varmamış kızı, çobanı ve sürüsünü, çiftçiyi ve çiftini, valiyi ve kaymakamı kıracağım.' (Yeremya, bap 51)

'Ey Kenan, Filistinlilerin vatanı, Rabb'in sözü size karşıdır; seni yok edeceğim, öyle ki artık sende oturan kimse kalmayacaktır.'

'Ve gömülmeyecekler, toprağın yüzünde gübre gibi olacaklar; leşleri de yerin canavarlarına ve göklerin kuşlarına yem olacaktır.' (Yeremya, bap 26)

'Ve senin kökünü kıtlıkla kazıyacağım, arta kalanların da öldürülecektir. Ey ulu kapı, feryat et ey şehir, baştan başa ey Filistin, artık eridin, yok oldun sen.'"

Evet, sakın "ayet" diye zikrettiğim bu metinlerde geçen "Rab" kelimesiyle büyük peygamber Musa'nın Rabb'ini, kitabın da Musa'ya inmiş Tevrat olduğunu düşünmeyesiniz. Çünkü, Musa'nın Rabb'i, Tevrat'ta: "Her kim yeryüzünde haksız yere bir canı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir..." Dolayısıyla, ifadelerde yer alan "Rab" olsa olsa vahşi siyonizm olur, tıpkı bir zamanlar İsrail kavminin kendisine firavunu rab edinmiş olması gibi.

Açıktır ki, bu bilgi ve bilincin vücuda getirdiği sosyal, siyasal, kültürel ve dinsel bir iklimde İsrail devletinin ötekilerle barışık yaşama imkânı asla kalmamıştır. Keza, yarım asrı aşkın tarihinde, hangi mazeret ve yalanlara sığınırsa sığınsın, İsrail'in asla vazgeçemeyeceği geleneksel politikasında bir değişiklik beklemek gerçekten safdillik olacaktır. Çünkü, bağımsız bir Filistin devletiyle sonuçlanacak her bir sürece vahşice saldırmak, Kudüs'ün en küçük bir parçasından dahi vazgeçmemek, diasporadaki Filistinlilerin dönüşünü engellemek, işgal ettiği topraklarda yeni Yahudi yerleşimlerini sürdürmek ve başta su olmak üzere tabii kaynakların bulunduğu toprakları ne pahasına olursa olsun elde tutmak... İsrail'in yegâne varlık sebebi olduğu asla unutulmamalıdır. Nitekim, en sağından en soluna, en liberalinden dincisine kadar iktidara gelen hangi hükûmet olursa olsun bu politikayı izlemiştir. Bundan ödün verenlerin sonu ise Kasım 1995'te fanatik bir dinci tarafından öldürülen İzak Rabin'in akıbeti gibi olacaktır.

Son günlerde Filistin direniş tarihinde önemli bir parametre olan El Fetih ile Hamas arasında gerçekleşen ittifak sebebiyle morali bozulmuş olan İsrail öfkesini, yeryüzünün en daracık zindanına dönüştürdüğü Gazze'ye vahşice saldırılarıyla hem de bütün dünyaya meydan okurcasına, âdeta Filistinlileri bu ittifaka pişman ettirmek istercesine gidermek istiyor.

Bu vahşetin mimarı Netanyahu'nun "Sivilleri yanlışlıkla öldürüyoruz." ifadesine gelince: Bunun, açık bir yalan olmanın ötesinde, esasında insanlığın zekâsı, aklı ve vicdanıyla alay etmekten başka bir anlamı olmadığını hepimiz biliyoruz. Zira, İsrail'in kurulduğu tarihten bu yana katlettiği insanların yüzde 99'u zaten sivildi.

Yukarıda aktardığım sözde kutsal metinlerinde de açıkça görüldüğü üzere, "düşman" diye tanımlanan Filistinlilere ilişkin asker sivil, genç yaşlı, kadın erkek, insan hayvan, hatta bitki diye bir ayrıma dahi gitmeksizin karşı tarafta yer alan her canlıyı yok etmek artık İsrail için kutsal birer görevdir.

O nedenle, her kim ne derse desin, bugün insanlık için en büyük tehlike, ötekisine karşı kalbine kutsal kitabından kan çekip kin kusan, ateş yağdıran siyonizm tehlikesidir. Başta Orta Doğu olmak üzere, dünyada hiç kimsenin bu tehlikeyi görmezlikten gelmek veya onunla yüzleşmek için yarınları beklemek gibi bir lüksü olmadığı kanaatindeyim.

Son yarım asırlık zamanın açıkça ortaya koyduğu bir başka hakikat ise şudur değerli arkadaşlar: Başta mazlum halklar olmak üzere dünya insanlığının kaderi bugün Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin veto hakkına sahip 5 daimî üyesinin çıkar odaklı reylerine mahkûm edildiği gerçeği artık görmezlikten gelinemez. Dünya bunu mutlaka sorgulamak zorundadır. Uluslararası ilişkilerde eşitlik, adalet, özgürlük ve merhamet kavramlarını telaffuz etmeyi bile irrasyonellik addeden modern diplomasinin öncüleri bu güçlerin, aynı zamanda dünyanın en büyük silah tüccarları oldukları gerçeği de unutulmamalıdır. Bu çelişki çözülmedikçe mazlumların dünyasında kan durmayacak, fesat bitmeyecek ve feryat dinmeyecektir.

Öyleyse, barışa hasret bu dünyanın mazlum halkları başta olmak üzere herkesin unutmaması gereken bir hakikat var, o da şudur: Son asırda on milyonlarca insanın katili olmuş savaşların galipleri tarafından kurulmuş mevcut dünya düzeninde köklü değişiklikler gerçekleşene kadar herkesin ama bütün, bütün insanlığın "adalet, adalet, adalet" diye haykırmak en temel insani ve ahlaki mecburiyetidir.

Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)