GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2012 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2010 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:35
Tarih:12.12.2011

MHP GRUBU ADINA LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği Bakanlığının bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüş belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Avrupa Birliği Bakanlığının, Ulusal Ajansı da içeren 2012 yılı bütçe tasarısı toplam 151 milyon 171 bin TL olarak onayımıza sunulmuş bulunmakta. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak biz ne kadar görüşlerimizi dile getirsek de ve karşı oy kullansak da AKP Grubunun çoğunluk oylarıyla elbette bu tasarı da onaylanacaktır. Ancak konuştuğumuz konu, tek taraflı platonik bir aşk gibi AB üyeliği hayali yolunda kurulan Avrupa Birliği Bakanlığının bütçesidir. Evet, Aralık 2004'te müzakere tarihi almamızı, üye olmuşuz gibi gündüz vakti havai fişeklerle kutladığınız, sonrasında da müzakere yapıyormuş gibi davranıp uğrunda pek çok taviz verdiğiniz ama havanda su dövdüğünüz Avrupa Birliği sevdası için kurulan bir bakanlığın bütçesi.

2000 yılında kurulan Avrupa Birliği Genel Sekreterliğini yeterli görmeyip kapattığınız ve Haziran 2011 seçimlerinden sadece birkaç gün önce kanun hükmünde kararnameyle apar topar ihdas ettiğiniz bir bakanlığın bütçesi bu. Bu yüzden bütçe rakamlarını tek tek ele alıp eleştirmek, sorgulamak yerine bu Bakanlık neden kurulmuştur, bu bütçe ile dokuz yıllık iktidarınızda Avrupa Birliği üyeliği yolunda yapamadığınız neleri başarabileceksiniz sorularının cevabını istemek daha doğru olur. Zira, şu andaki Bakan zaten daha önceki hükûmetlerde de baş müzakerecilik görevini sürdüren Egemen Bağış'tır. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kapatılmış ancak tüm personeli her türlü borç, alacak ve yükümlülükleriyle bu Bakanlığı kuran kanun hükmünde kararname ile Avrupa Birliği Bakanlığına devredilmiştir.

Sayın Egemen Bağış Avrupa Birliği Bakanlığının bütçe sunuş konuşmasında, göreve geldiği günden itibaren Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine ilişkin haklı tezlerini ve beklentilerini anlatmak için 41 ülkeye tam 118 ziyaret gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. O hâlde eksik olan nedir? Sayın Bakan, siz tezlerimizi yeterince anlatamıyor muydunuz? Avrupa Birliği Bakanlığı olmadığı için mi tezlerimiz kabul görmüyordu? Keza bu konuşmada "Ne arzu ettiğimiz ne de hak ettiğimiz noktadayız." diyen Sayın Bakan şu itirafı da akabinde yapıyor: "Müzakerelere başlamamızın üzerinden altı yıl geçmesine ve Türkiye bu yolda gerekenleri yapmaya devam etmesine rağmen ne yazık ki Avrupa Birliğinde akıl tutulması yaşandığı bir dönemden geçiyoruz." Sayın Bakan, yeni mi anladınız? Acaba akıl tutulması içinde olan elli yıldır bildiğimiz Avrupa Birliği midir yoksa müzakere bağı kurulmasını bir anlamda Avrupa Birliğinden alacağı siyasi meşruiyet güvencesi olarak görüp uğrunda her türlü tavize razı olan Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı mıdır?

Esasen, 12 Ekimde yayınlanan Türkiye-Avrupa Birliği İlerleme Raporu, altı yılda müzakerelerde ve Türkiye-AB ilişkilerinde ne kadar yol aldığımızın ve Türkiye'ye hangi koşulların dayatıldığının da en son göstergesidir.

Avrupa Birliği Bakanı Sayın Bağış, bütçe sunuş konuşmasında, AB'nin çifte standart uyguladığına, Türkiye'ye haksızlık yaptığına da değindi ancak siyasi kriterler alanında yürütülen çalışmalardan söz ederken Avrupa Birliğinin Türkiye'den en büyük beklentisinin yeni bir sivil anayasa hazırlanması olduğunu söyledi; hukukun üstünlüğü, demokrasinin, insan haklarının ileriye taşınması ve bu konuda yüzde yüz görüş birliği içinde olduğunu yansıttı.

Ben, Sayın Bağış'a, 67'nci Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu toplantılarına katılmak üzere 28-29 Kasım 2011 tarihlerinde ziyaret ettiğimiz Brüksel'de karşılaştığımız tabloyu hatırlatmak istiyorum: Eş başkanlığını Sayın Afif Demirkıran ve Fransız Helene Flautre'ın yaptığı oturumlarda başta Miss Flautre olmak üzere tüm Avrupalı parlamenterler sürekli hapisteki gazeteciler ve milletvekilleri konusunu gündeme getirdiler.

Demek ki işe sadece Anayasa ve yasaları değiştirmekle değil, önce kafalarınızı ve hatalı uygulamalarınızı değiştirmekle başlamanız gerekmekte.

Daha güncel bir örnek vereyim size: Fevziye Cengiz olayı. İzmir Karabağlar'da polis karakolunda polislerce nasıl dövüldüğünü hepimiz dehşet içinde televizyonlarda izledik. İzmir il emniyeti bu polisleri görüntüler ortaya çıkana dek görevde tuttu, üstelik kadının konsomatris olduğu gündeme getirildi. Yani olay kayıtlarıyla ortaya çıkmazsa ve hatta kadın konsomatris ise şiddete maruz kalabilir, öyle mi? Nerede sizin işkenceye karşı sıfır tolerans söyleminiz? Nerede kaldı Avrupa Birliği normlarınız? Oysa, Türkiye, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ni parlamentoda ilk onaylayan, 29 Kasımda yürürlüğe koyan bir ülke oldu.

Bir kez daha vurguluyorum: Göstermelik olarak Anayasa ya da yasaları değiştirmek, uluslararası sözleşmeler imzalamak değildir önemli olan. Önemli olan, bunları yorumlayan, uygulayan kafalardadır esas görev, esas sorumluluk.

Çoğu devlet görevlisi olan, babası, dedesi yaşındaki 26 kişinin 12-13 yaşındaki çocuğa tecavüzünü "rızasıyla olmuştur" diye hangi yasa aklar? Karar veren, bu karara müsamaha gösteren yöneticilerin çarpık kafalarındadır esas sorun, yasalarda değil. Siirt'te iki yıl boyunca 4 çocuğa tecavüz eden 35 sanıklı davada Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu uzmanları sanıkların daha az ceza almalarına imkân verecek şekilde 4 kızın tecavüzlerden önce psikososyal gelişmelerinin olumsuz olduğunu rapor ediyorsa, zaten tuz kokmuş demektir. Kaldı ki, bu davadaki sanıklardan biri, duruşmadan üç gün öncesine dek on dokuz ay boyunca polis tarafından yakalanamadı.

Kalemleri ve beyinlerinden başka suç aleti kullanmayan milletvekillerimiz, basın mensuplarımız, sözde suçlamalarla hapse tıkılıp aylardır, yıllardır peşinen cezalandırılırken, şiddet ve tecavüz zanlılarına bu ayrıcalık neden diye sormadan geçemiyor insan. Şiddetin insan bedenine ve ruhuna verdiği hasarın tespiti, önlenmesi ve cezalandırılması konusundaki tutumunuzun Van depremindeki tespit ve sözde çözümlerinizden de öteye gitmediğini maalesef görüyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türkiye-Avrupa ilişkilerinin niteliği, zemini ve çerçevesinin açıklığa ve yeni bir tanıma kavuşturulmasını gerekli görmekteyiz. Şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarının izlediği yöntem, bizi üyeliğe yaklaştırmak yerine uzaklaştırmaktadır ve ulusal gururumuzla oynamaktadır. "Sonuç önemli değil, süreç yararlıdır." tezi geçerliliğini yitirmiştir artık. AB'nin siyasi ve ekonomik geleceğiyle bu tabloda Türkiye'ye biçilen rol acilen değerlendirilerek yeni bir Türkiye-AB vizyonu şekillendirilmelidir. AB Bakanlığından da en öncelikli beklentimiz budur. Umarım ve dilerim, yıllardır aynı görevi sürdüren eski bakan ve eski kadrolarla yeni bakanlık ihdası, yeni kadrolar eklenmesi ve daha büyük bir bütçeyle dokuz yılda yapamadıklarınızı bu dönemde başarabilir ve yaptığınız hataları anlayarak da telafi etme imkânı bulursunuz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkkan.