GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU TARAFINDAN KURULAN BAKANLAR KURULU PROGRAMI'NIN GÖRÜŞÜLMESİ
Yasama Yılı:4
Birleşim:135
Tarih:04.09.2014

CHP GURUBU ADINA HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62'nci Hükûmet Programı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlarım.

Öncelikle bir şeyi ifade etmek istiyorum: Biraz önce saymaya çalıştım AKP grubundan kaç kişi bu Hükûmet Programı'yla ilgili diye, 30 kişiyi zor buluyorlar. İnşallah, önümüzdeki dönem seçimlere girdiklerinde halkımız da onların kendi Hükûmet Programlarına gösterdiği ilgi kadar onların iktidarına yahut partilerine ilgi gösterir! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, öncelikle bir konuyu öğrenmek istiyoruz: Bu Hükûmeti kim kurdu? 61'inci Hükûmetten 62'nci Hükûmete değişen bakan sayısı 4. Ben o bakanlardan birkaç tanesinin ifadelerini de dinledim; o birkaç tanesi de teveccühlerinden dolayı Sayın Cumhurbaşkanına teşekkür ettiler.

Daha önemlisi, bir olay daha oldu; Hükûmet Programı hazırlandı, öyle duyduk, gazetelerde yazıldı -yani, Cumhurbaşkanına teşekkür edilebilir çünkü nihayetinde Hükûmete yetkiyi o veriyor, Anayasa öyle ama Hükûmet Programı'nın Cumhurbaşkanına gittiğini hiç duymamıştım taslak olarak- Hükûmet Programı'nın ekonomi kısmından Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan'ın koyduğu metin çıkarılmış çünkü metinde "Hukuk devleti olmadan güçlü bir ekonomi olmaz." yazıyormuş ve "Yolsuzlukların üstüne gidilmeli." yazıyormuş, Cumhurbaşkanı "Bunu çıkarın." demiş. Doğru mu yanlış mı, bunun açıklanmasını istiyoruz. Gerçek Başbakan Davutoğlu mu, yoksa Köşk'te diyeceğim ama başka bir saraya gitti, orada oturan Sayın Erdoğan mı bunu öğrenmek istiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bir "yeni Türkiye"dir gidiyor. Aslında, biz sizin "yeni Türkiye"yle ne söylediğinizi biliyoruz. Siz "yeni Türkiye" diyerek, Tayyip Erdoğan'ın her dediğinin olduğu, her şeyin onun tarafından tayin edildiği bir Türkiye'yi söylüyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet Programı'nda bir anayasadan bahsediliyor, "Yeni bir anayasa yapılsın." deniyor. İşte Anayasa'dan 12 Eylülden kalma tüm maddeler çıkacakmış. Ya, bu Anayasa'da 12 Eylülden kalma pek bir madde kalmadı ki; tam 17 kez, 113 madde değiştirildi. Gerçekçi olun. Sizin yeni anayasadan anladığınız nedir? Başkanlık sistemi, tek istediğiniz o. Ya, Türkiye'de, AKP'den milletvekili olmamış bana bir anayasa hukuku profesörü söyleyin de "Başkanlık sistemi Türkiye için uygun." desin, bir tane seçilmemiş anayasa hukuku profesörü. Tüm anayasa hukuku profesörleri "Başkanlık sistemi Türkiye için uygun değil." diyor.

Değerli milletvekilleri, son birkaç haftadır bir "seçilmiş Cumhurbaşkanı" muhabbeti yapılıyor, bir tezvirat. Herkes "Seçildi, millî irade, yüzde 52 oy aldı..." Güzel. Seçilmiş milletvekilleri yıllarla tutuklu kaldı, onların hapishanelerde kalmasını nasıl reva gördünüz? Eğer ki Anayasa Mahkemesi müdahale edip de bu adaletsizliği ortadan kaldırmasaydı, onlar şimdi gelip burada oturamayacaklardı. Demek ki millî irade Cumhurbaşkanı için geçerli ama milletvekilleri için geçerli değil. Bu doğru değil.

Değerli arkadaşlar, önemli bir noktaya işaret etmek istiyorum Cumhuriyet Halk Partisi bakımından. Biz CHP olarak Cumhurbaşkanının meşruiyetini sorgulamıyoruz, o makama gayet saygılıyız, burada hiç kuşkunuz olmasın. Bizim söylediğimiz şudur: Eğer Cumhurbaşkanı hukuka uymazsa biz Anayasa ve hukuktan yana oluruz diyoruz, bizim söylediğimiz budur.

Değerli milletvekilleri, Anayasa'da parlamenter sistem varken siz eğer başkanlık sistemini uygulamaya kalkarsanız bu olmaz; bu, rejimin omurgasını kaydırır. Omurgası kaymış bir rejim de ayakta duramaz, çöker. Bu bir anlamda şuna da benzer: Futbol sahasına çıkıyorsunuz, futbol maçı oynanacak, siz kriket oynuyorsunuz. Ya, buna tribünler de şaşırır, hakem de şaşırır. Yanlış yerde yanlış şey oynuyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, şimdi size bir lideri anlatmak istiyorum; bakayım, bu lideri çıkarabilecek misiniz. Bu lider girdiği her seçimde seçimleri büyük farkla kazanıyor, muhalefet partilerine göz açtırmıyor. Başvekili o tayin ediyor, bakanlar kurulunu o belirliyor. Tüm sözde vesayetleri kaldırmış, tek vasi kendisi olmuş. Her cuma ayrı bir camide namazını kılıyor -Allah kabul etsin- çıkışta da açıklamalar yapıyor ve ülkede bu lidere bağlı bir istihbarat örgütü var; çok güçlü, kimsenin dokunamadığı bir istihbarat örgütü, her yerde herkesi izleyebiliyor, dinletebiliyor. Bir de resmî haber ajansı var, devletin resmî haber ajansı. Bu, devletin resmî haber ajansı sadece iktidar partisini veya özellikle onun liderini gösteriyor, muhalefet partilerine pek yer ayırmıyor. Bir sürü televizyon kanalı var ama çoğu onun ve o kanallarda sadece onun izin verdiği kişiler veya onun bakanları boy gösterebiliyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu rejime ve bu lidere çok karşıyız.

Şimdi, sizin aklınıza muhtemelen şu kişi geliyor, değil mi? Hayır, benim bu bahsettiğim kişi Beşar Esad. Beşar Esad'ın ülkesinde böyle bir rejim var ve biz Beşar Esad'ın böylesi bir rejimine karşıyız.

Gördünüz mü resmi, bilmiyorum.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) - Hayır, bir daha göster.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Görünmedi mi?

İDRİS ŞAHİN (Çankırı) - Kendi arkadaşlarınız da anlamadı.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Göstereyim, çok şık. Bunu biz yapmadık, bunu The Economist dergisi kapak yaptı, The Economist dergisi kapak yaptı.

NURETTİN DEMİR (Muğla) - Hükûmet de görsün, Hükûmete de göster.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bir "yeni Türkiye" sakızıdır çiğnenip duruyor. Gelin, ben size yeni Türkiye ile eski Türkiye'yi bazı rakamlarla anlatmaya çalışayım.

Şimdi, Hükûmet Programı'nda bir 2023 vizyonu var. Şöyle deniliyor: "2023 yılında dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına gireceğiz." Ben bir hesap yaptım, bakalım, nasıl oluyor diye; olur ya... Hükûmet hesaplamış, bir de ekonomi profesörü hesaplasın.

Biliyorsunuz, son yıllarda, 2007'den beri ortalama olarak Türkiye ekonomisi yüzde 3,5 büyüyor. Varsayalım 7 büyüsün, daha fazla olsun, 8 büyüsün. Sürekli yüzde 8 büyürsek ve bizim üstümüzdeki ekonomiler de durgunluğa girerse 2023 yılında biz dünyanın 10 büyük ekonomisine giremiyoruz ama 16'ncılıktan 13'üncülüğe çıkıyoruz. Bakın, aldatmacanın daniskasına bakın, Hükûmet Programı'nda ha! Bunlar sonra çıkacaklar o televizyon kanallarına boy boy, söyleyecekler, hayal tacirliği yapacaklar.

Değerli arkadaşlar, eski Türkiye'de, yani siz henüz çırakken, yeni iktidara gelmişken, 2002 ile 2006 arasında -tabii, orada muazzam bir küresel likidite bolluğunun katkısıyla- ekonomi yüzde 7,2 büyüdü ortalama. Güzel bir performans. Sonra siz usta oldunuz, ilerlettiniz işleri. Ne olması lazım? Ekonomik büyüme daha da yüksek olacak değil mi? Hayır, 3,5'a düştü, 2007'den bugüne kadar ortalama büyüme yüzde 3,5. Ya, siz ustalaştıkça ekonomideki performans düşüyor, ekonomi yavaşlıyor. Daha da kötü bir şey var: Siz çırakken, yani eski Türkiye'de verilen cari açık o büyüme için bugünkü ortalama cari açığın yarısı kadardı. Maazallah, siz ustalaştıkça işler daha da kötü olacak gibi gözüküyor.

Değerli arkadaşlar, 2003 yılının sonunda -yani eski Türkiye'de- Türkiye'de işsiz sayısı 2 milyon 493 bindi. O tarihte iş aramayan, "Arasam bulamam." diyen fakat "Tabii ki iş bulsam çalışacağım." diyenler yani umutsuzlar 1 milyonun altındaydı, 946 bindi. Bugün ne biliyor musunuz? Son mayıs ayında bugünün verileri açıklandı: 2 milyon 551 bin. Daha kötüsü şu: Umutsuzlar 2,5 milyona çıktı yani 1,5 milyon insan daha "Bu iktidar döneminde ben artık iş bulamam, boş yere aramayayım." diyor. Sizin eski Türkiye'de işsiz sayısı 3,4 milyondu, bugün 5 milyon. Bunları ben uydurmadım ha, TÜİK verisi; herhangi bir sendikadan filan da almadım, TÜİK...

Gelin, size bir başka Türkiye'den bahsedeyim: Millî gelir arttı mı? Arttı. Bu Hükûmet başarılı mı? Böyle bakarsanız başarılı. Bir de vatandaşın hâline bakalım. Sizin eski Türkiye'de vatandaşın borcu, harcanabilir gelirinin yüzde 3,4'üydü. Yeni Türkiye oldu, bu borç nereye geldi biliyor musunuz, yüzde 57'ye. Ya, siz milleti borçlu hâle getirdiniz. Borçlu hâle getirdiğiniz için de her bir bakanınız ayrı bir rol kesiyor Merkez Bankası faizleri indirsin diye. Ya, faizleri indirteceğinize şu borcu küçültün, millet borçtan kurtulsun.

Değerli milletvekilleri, eski Türkiye'de, anımsayın, 1994 yılında bir mali kriz olmuştu. O nasıl olmuştu hatırlıyorsunuz değil mi? Başbakan, Hazine Müsteşarına "Faiz şu olmalı." demişti ve mali dengeler bozulup sonunda kriz patlamıştı. Şimdi o eski Türkiye'nin alışkanlıklarının depreştiği görülüyor. Bakın, Merkez Bankası bağımsızlığını yitirmiş, her bir bakan ayrı bir telden çalıyor, Bremen Mızıkacıları gibi bir Hükûmet, biri "fa" diyor, biri "la" diyor, biri "mi" diyor, biri de akıllı, "Ben sesimi çıkarmayayım, bunların hepsi yanlış söylüyor." diyor. O burada yok şimdi, bu sıralarda oturmuyor, baktım burada oturuyor mu diye.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başvekil -"vekil" demem gerekiyor- Hükûmet sunumunda gelir dağılımının düzeldiğini de söyledi, rakamlar verdi, ben rakamlara baktım.

Şimdi söyleyeyim size gerçek rakamları: 2003 yılında Türkiye'nin en yoksul yüzde 20'si millî gelirden yüzde 6 pay alıyordu, 2006'da da aynı rakamdı üç aşağı beş yukarı, bugün de aynı. En varlıklı yüzde 20 de millî gelirden yüzde 48 pay alıyordu, sonra 47'ye düştü 2006'da, bugün de aynı. Gelir dağılımında hiçbir düzelme olmadı, boş palavra, değişen hiçbir şey yok.

Benim anladığım şudur: Sayın Başvekil TÜİK yayımları, bültenleri önüne geldiğinde -o koklamayı çok seviyormuş- o bültenleri kokluyor ama içini açıp bakmıyor, içini açıp okumuyor, o anlaşıldı çünkü AKP Grubunda ben gördüm "Kâğıt koklamayı çok severim." dedi, ara sıra içini açıp okusa çok iyi olacak. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Hükûmet Programı'nda, Onuncu Kalkınma Programı'nda, 2014 ile 2018 arası için yani beş yılda 250 milyar dolar kamu yatırımı yapılacağı söyleniyor. Ya, ayıp be! Ya, bu hayalî bir rakam. Yani, hayalî böyle kanallar manallar yapıyorsunuz da, bu rakama bu ekonomik konjonktürde, bu dünya konjonktüründe ulaşmanız mümkün değil, bu da bir hayal tacirliği.

Değerli milletvekilleri, yeni Türkiye'nin en önemli parçalarından biri olarak çözüm süreci niteleniyor. Biz bu sürecin ne olduğunu bilmiyoruz, hiç kimse bilmiyor, Genelkurmay Başkanı da bilmediğini söyledi. HDP'nin Grup Başkan Vekili Pervin Buldan da geçenlerde söyledi: "Ben, Beşir Atalay'dan randevu alabilmek için defaatle kendisini aradım, alamadım. Biz, 30 Eylülün yol haritasını öğrenmek istiyoruz." dedi, onlar da bilmiyor. Şimdi, öyle anlaşılıyor ki bu çözüm sürecinde Meclis devre dışı kalmış. Meclisin devre dışı kaldığı bir barış sürecinin de demokratik olduğunu nitelemek, kabul etmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, Kürt sorunu Türkiye'nin demokrasi ve insan hakları sorununun bir parçasıdır. Türkiye'de Kürt sorunu ne sadece Kürtlerle ne de sadece devletle çözülebilir. Kürt sorunu ancak bir büyük uzlaşmayla, halkın bütün kesimlerinin bir araya gelmesiyle sağlanabilir, kalıcı olarak sağlanabilir. Parlamenter sistemde onun sağlanacağı yer bu Meclistir, çözüm süreci buraya gelmelidir.

Değerli milletvekilleri, ana dili Türkçe olanların ilkokul diploması olmayan oranı yüzde 9'dur, ana dili Kürtçe olanların ilkokul diploması olmayan oranı yüzde 46'dır. Ana dili Türkçe olanların yüzde 10'unun yüksekokul diploması vardır, ana dili Kürtçe olanların yüzde 2'sinin yüksekokul diploması vardır. Bakınız, güneydoğudan her yaz Ordu'ya fındık toplamaya, Adana'ya pamuk toplamaya giden yurttaşlarımızın ne sigortası vardır ne de kalacak, içine girecek bir çatıları. Bu sefalet sürdükçe, bu gerçekler oldukça Kürt sorunu çözülebilir mi? Silahların bırakılmasıyla Kürt sorunu çözülmez, onunla sadece ateşkes olmuş olur. Kürt sorununun çözülmesi için Kürt kökenli yurttaşlarımızın özgürlüğe ve adalete kavuşması gerekir. Bu konuda da iktidarın attığı hiçbir adım yoktur.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Daha önce "Kürt" kelimesini ağzınıza bile almıyordunuz.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bu memlekette her etnik kökenden insan vardır ve hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin değerli vatandaşlarıyız, eşit değerli vatandaşlarıyız.

Değerli milletvekilleri, açık söyleyeyim ki AKP Hükûmetinin en başarısız olduğu alan dış politikadır. Ne yazıktır ki bu dönem cumhuriyet tarihinin en kara dönemidir çünkü dış politikanın kaptanı maceraperest birisidir. İşin üzücü yanı, bu kaptan Çankaya'da oturan zat tarafından -Çankaya'da diyeceğim ama Çankaya'yı kabul etmedi, gitti- Başvekilliğe terfi ettirilmiştir. Bakınız, dünyanın neresinde 49 tane diplomat teröristler tarafından rehin alınsa o ülkenin dışişleri bakanı anında istifa eder. Oysaki -neredeyse üç ay geçti- bu konuda basın yasağı getirildi ve onunla da yetinilmedi, biraz önce dediğim gibi bu Dışişleri Bakanı Başvekilliğe terfi ettirildi, çok üzücü.

Değerli arkadaşlar, Suriye'de 2002 yılında bir iç savaş yoktu, bugün var. Bugün 9 milyon insan Suriye'de evini terk etti, 3 milyon insan mülteci olarak yaşıyor ve bunun yarısı Türkiye'de. Suriye'de ölen sayısı 200 bini aşmış durumda.

Şimdi, gerçeğe bakalım değerli arkadaşlar. 2011 yılında şu gerçeği öğrenmedik mi: Bu Hükûmet Suriye'deki muhalifleri silahlandırdı. Bunu dünya âlem biliyordu, biz bilmiyorduk ama ne zaman ki kapkara Apaydın Kampı'nı aydınlattık, her şey ortaya dökülmeye başladı. Tırlarla giden füze başlıkları, Adana'da yakalanan sarin gazının faili, Reyhanlı'da patlayan bombanın gerçek failinin El Kaide olduğu... Bakın, hâlâ muhaliflerle beraber Suriye'de savaşan Türklerin ne sayısını biliyoruz ne kimliklerini. Ölüleri geliyor buraya, cesetleri geliyor, kimlikleri açıklanmıyor. Sınırlar kevgire dönmüş vaziyette. Bu haftaki Ekonomist dergisinde teröristlerin Türkiye'ye üç noktadan geçtiği, IŞİD teröristlerinin üç noktadan geçtiği, Akçakale'den, Reyhanlı'dan ve Kilis'ten geçtiği yazıldı; ne utanç verici bir durum! Ve o El Kaide elemanları Türkiye'de hastanelerde tedavi edildi. Sonunda bölgede dünyanın en büyük terörist örgütü olan IŞİD oluştu. Bunlar geceleri Türkiye'de turist, gündüzleri Suriye'de ve Irak'ta terörist. O IŞİD, Irak'taki Türkmen kardeşlerimize aylarca zulmetti, onları Musul'da, Tuzhurmatu'da katletti, hunharca katletti. Hükûmetten de hiçbir yardım almadılar, işin gerçeği bu. Neden? Yine mi aynı neden? Yine mi mezhep? Ne ayıp!

Değerli milletvekilleri, şimdi bu Hükûmete iki can alıcı soruyu sormak istiyorum. Birincisi: 2 Eylül 2012, İstanbul'da CIA Başkanı Petrus MİT Müsteşarı Hakan Fidan'la dört saatten fazla görüşüyor, özel bir görüşme, çıkışında "Suriye'yle ilgili görüştük." diyorlar. Ne görüşüldü dört saatten fazla Suriye'yle ilgili?

Değerli arkadaşlar, ikinci sorum şu: 16 Mayıs 2013, Başbakan Erdoğan, daha sonra vekâlet bıraktığı Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Washington'da ABD Başkanı Obama'yla görüşüyorlar ve içeri Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisini almıyorlar. Neden, neden almıyorlar? Bu görüşmenin zabıtları nerede? Bakın, şöyle bir söylenti var, diyorlar ki: "Obama 'Biz sizin orada radikallerle neler yaptığınızı iyi biliyoruz.' demiş." Bu doğru mu? Bu doğruysa çok vahim bir durum.

Sayın Başvekil, şunu bilin: Türkiye'de halk gerçekleri öğreninceye kadar biz sizin peşinizde olacağız. Halk bütün gerçekleri öğrenmeli.

Değerli milletvekilleri, Batılı müttefiklerimizle ilişkilerimiz hiç iyi gelişmiyor. ABD'yle ilişkilerimiz eskisi gibi değil. Doğrusu bu, açık olalım. Cumhurbaşkanının yemin törenine ABD sadece bir maslahatgüzar yolladı. Merkel Türkiye'yi dost ülke olarak nitelemedi ve öyle anlaşılıyor ki artık Türkiye'nin AB üyeliği çok uzak, çok ırak bir olasılık.

Değerli milletvekilleri, bakın, dış dünyada geldiğimiz noktayı ben size bir önemli olayla göstermeye çalışayım. Cumhurbaşkanının yemin törenine hangi devlet başkanları geldi size sayayım: Benin, Togo, Fildişi Sahili, Ruanda, Çad, Komorlar, Burundi, Burkina Faso. Bunların haritada yerlerini bilen var mı? Bunların nüfusunu bilen var mı? Komorların devlet başkanı kimdir bilen var mı? Evet, itibarınız bu ülkelerde ama diğer ülkelerin size yolladığı temsilciler Türkiye'nin dış politikada geldiği noktayı gösteriyor.

Değerli arkadaşlar, vahim bir durumla karşı karşıyayız çünkü Sayın Davutoğlu'nun bir hayali var. Yedi cihanda egemenlik kurmuş Osmanlıdan feyzalarak 2014 yılında Türkiye'nin bir restorasyona gitmesini telaffuz ediyor. Ancak ben bir şeyi hatırlatmak istiyorum: Rüya ile hayal arasında bir fark vardır. Rüya gören insan sabah kalkar "Rüya gördüm." der, gerçeğin farklı olduğunu bilir. Başvekil ise hayal görüyor. İşin kötü tarafı şu: Hayal gören hep bunu gerçek zanneder, gece gündüz onunla dolaşır, bir türlü onun gerçek olmadığını anlamaz. Başvekil Sayın Davutoğlu, Misakımillî'nin bir tarihsel gerçek ve uluslararası sistem içinde de vazgeçilmez bir sınır olduğunu göz ardı ediyor. Sayın Davutoğlu'na hatırlatmak isterim ki, hayal gören liderler, hayalperest liderler sadece kendi ülkelerinin değil başka ülkelerin halklarını da felakete sürüklerler.

Değerli milletvekilleri, Gazze konusunda bu Hükûmet esti, gürledi ama yağmur damlası yağmadı. Gazze'de 2.147 kişi öldü, sonunda ateşkes sağlandı ancak ateşkesin sağlanmasında Türkiye'nin hiçbir ciddi rolü olmadı, bu Hükûmetin olmadı. Gazze'de hâlâ abluka sürüyor. Peki, bu abluka nasıl sürüyor, ona bir bakalım; bunun bir hukuki dayanağı var mı? Hatırlayalım, 2010 yılında Mavi Marmara olayı olmuştu, Mavi Marmara olayı olunca Türkiye'den Hükûmet gitti Birleşmiş Milletlere, bir komisyon talep etti, dedi ki: "Bize bir komisyon yollayın, görevlendirin, bu Mavi Marmara'yı incelesin, Gazze'yi incelesin." Palmer Komisyonu oluştu, Türkiye de bir temsilci verdi, Komisyon, raporunun sonuna şunu ekledi: "Uygulanan abluka haklı ve gereklidir." dedi. Onun üzerine, bizim temsilcimiz oturdu muhalefet şerhi yazdı. Yazdı ama iş işten geçti, Palmer Komisyonunda hukuki bir dayanak oluştu, onu da bu Hükûmet sağladı. Yani Gazze'de Dimyat'a pirince giderken Gazze'deki Müslüman kardeşlerimiz ellerindeki bulgurdan oldular. Şimdi feryat figan ediyorlar ya, boş, boş. Gazze'deki ablukanın hukuki dayanağı bir anlamda bu Hükûmet sayesinde oldu.

Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; Hükûmet Programı'nda 2023 vizyonunun insan kaynağıyla elde edileceği söyleniyor. Nasıl olacak? Eğitimle olacak tabii. Şimdi, eğitimde -beni yakalayan milletvekilleri bile söylüyor- kepazeliğe bakın: 1 milyon 300 bin kişi sınava giriyor, temel eğitimden ortaöğrenime geçiş sınavına... Yani sorunların bütün hepsini biliyorsunuz da ben size işin ironik tarafını söyleyeyim: Gayrimüslim öğrenci imam-hatip lisesine konulmuş, adam çıldırıyor, şu kepazeliğe bakın! Ya, bu millî eğitim sisteminin geldiği durum bir felaket, artık trajikomik sahneler yaşanıyor. Şimdi, gazetelerde görüyorum, eski Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin sözlerini yazıyorlar "Ya, şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim." diye.

Değerli milletvekilleri, bu hafta bir olay daha oldu. Çiftçinin borcu var, elektrik borcu. Niye var? Niye var? Çiftçi zorda da onun için var. Çiftçinin elektrik borcunu gidiyorlar, destekleme priminden kesmeye kalkıyorlar. Kepazeliğe bakın, ne ihanet! Çiftçinin elektrik borcunu adamın başka bir alacağından nasıl kesersiniz? Adam nasıl ekip biçecek? Ya, bu Hükûmet çiftçiyi düşünmez mi, köylüyü düşünmez mi?

Değerli milletvekilleri, şimdi ilginç bir olayı anlatacağım size müsaade ederseniz. Hani şu devrin Başbakanının Cumhurbaşkanı olur olmaz Köşk'e taşıdığı danışman var ya, herkes biliyor değil mi o danışmanı? Fiyakalı bir danışman.

MUSA ÇAM (İzmir) - Jöleli, jöleli!

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bu danışman 26 Mayıs 2014 tarihinde Star gazetesinde -gazetenin ne tip bir gazete olduğunu biliyorsunuz- bir köşe yazısı yazmış ve devrin Başbakanını Sadrazam Mahmud Nedim Paşa'ya benzetmiş fakat yazıda bunun nedenini açıklamamış. Bakın, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa bu. Şimdi, ben, Sadrazam Mahmud Paşa ile Başbakan arasında bir benzerlik bakıyorum bakıyorum bulamıyorum, yazıda da bunu anlatmamış. Şimdi Cumhurbaşkanı oldu, devrin Başbakanı. Tabii, herhâlde huyları yahut da kişilikleri benziyor, onu da ben bilmiyorum, burada tarihçi profesör var, Sayın Halaçoğlu, o birazdan gelsin, anlatsın. Ben, açıkçası, Başbakanı benzetsem benzetsem sadrazamlardan Koca Sinan Paşa'ya benzetirim, onu da anlatır Sayın Halaçoğlu, neden benzettiğimi.

Değerli milletvekilleri, bu iktidar, mücadele alanlarından biri olarak en başında yolsuzluğu göstermişti ama en çok da yolsuzluklardan suçlandı. Bakın, telefon dinlemeleriyle ilgili, bakan -o devir ilgili bakandı- 28 Ocak 2009 tarihinde şöyle bir şey söyledi: "Yasal olmayan bir işiniz yoksa dinlenmekten korkmayın." dedi. Doğru, katılıyorum buna, yasal olmayan bir işimiz yoksa dinlenmekten korkmamalıyız. Ama devrin Başbakanı 17 Aralık 2013 tarihinde bir operasyon yapıldığında "Ben Başbakanım, benim telefonumu nasıl dinlerler?" diye feryat figan etti.

Sonra bir olay daha var. Şimdi, ben, mesela kızımla, çocuklarımla normal telefondan konuşuyorum, nasılsa dinleniyorum, yasal olmayan da bir işim yok ama çocuklarımla kriptolu telefondan konuşmuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, Başbakan çocuklarıyla neden kriptolu telefonla konuşuyor, bunu açıklaması lazım.

Şimdi, değerli arkadaşlar; bir insan haksız yere bir ithamla karşılaşırsa veya yersiz bir iftirayla karşılaşırsa gider yargıya. Bakınız, 11'inci Cumhurbaşkanı öyle yaptı. Biter bitmez görevi, dedi ki: "Bir konu var, gideceğim, onunla ilgili adli mercilere ifade vereceğim." Ama ne yapıldı o zaman? Bu yapılmadı, yargı derdest edildi, yargıyı paramparça ettiler, yargı derdest oldu ama şaibeler ortadan kalkmadı ki, tam aksine şaibeler büyüdü.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de yolsuzluk, hırsızlık ve irtikâptan hüküm giymiş -tutuklular dâhildir bu sayıya- 56.156 kişi var. Baktım, Adalet Bakanlığından aldım rakamları. Bunların bir kısmı da Kandıra F Tipi Cezaevi'nde. Biliyorsunuz, ben Kandıralıyım. Şimdi, orada, Kandıra F Tipi Cezaevi'nden, hemşehrilerimden, bana söylentiler geliyor. Orada bu tür mahkûmların hepsi şöyle diyormuş: "Biz masumuz, biz hırsızlık filan yapmadık, paralel devlet bize kumpas kurdu, bunların hepsi Haşhaşi; öyle bir hükûmet gelmeli ki bunların inlerine girip köklerini kazımalı ve bizi derhâl serbest bırakın." diyorlarmış. (CHP sıralarından alkışlar) Anlayın siz artık.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin şu "paralel devlet" diye tutturduğu oluşumla ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Niye biliyor musunuz? Aile içi mesele, mahremiyet taşıyor. Bir ailenin kendi içindeki meseleleri çok fazla konuşmaya gerek yok ama bir iki konuya değinmeden geçemeyeceğim. Şimdi, bu "Haşhaşi" diye nitelenen paralel devletin Pensilvanya'daki başıyla ilgili bir açıklamayı, bir görüşme sonrası bir kişinin açıklamasını okumak istiyorum, şöyle diyor: "Konu Amerika olunca, ben doğrusu Türkiye'den ayrılmadan, mümkün olursa Hocaefendi'yi bir ziyaret edebilir miyim diye gönlümden geçirmiştim. Sayın Başbakanımıza da gitmeden önce konuyu açtım. 'Fırsat bulursam böyle bir ziyaret yapmak istiyorum, izin verir misiniz, uygun görür müsünüz?' dedim. Çok memnun oldu. Hatta 'Keşke bizim için de mümkün olsa, biz de görüşebilsek.' dedi ama programları çok yoğundu." Devamla da şöyle diyor: "Bize çok büyük iltifatlarda bulundu, dostane karşıladı. Geçmiş dostluğumuzun hiç eksilmediğini, belki arttığını gördük. Hükûmetimizle, Sayın Başbakanımızla ilgili düşünceleri de müspet. Daha başarılı olmamızı, çok daha temkinli ve dikkatli olmamızı, hem çevremizdeki, bölgemizdeki olaylarda hem dünya politikasında hem de bazı konularda hassasiyet göstermemizi istiyor."

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Kim o?

MUSA ÇAM (İzmir) - Kim o Haşhaşi?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Kim o biliyor musunuz? Bu görüşme, yolsuzluk operasyonundan tam yedi ay önce, 15 Mayıs 2013 tarihinde, burada oturan Sayın Bülent Arınç tarafından yapılmış ve bu söylentiler onun tarafından söylenmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Tam yedi ay önce.

OSMAN KAHVECİ (Karabük) - Sizden kimler gitti, sizden? Onları da söyle, sizden gidenleri de söyle.

FATOŞ GÜRKAN (Adana) - Sizden gidenleri de söyle.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bizden gidenler böyle ifade etmiyor. Bizimle ilgili de yolsuzluk araştırmaları, yolsuzluk suçlamaları yok, böyle bir şey yok.

Değerli milletvekilleri, Hükûmet Programı'nda yine adaletten, yine yargı reformundan bahsediliyor. Kaçıncı yargı reformu Allah'ınızı severseniz? 2010'da da bir yargı reformu yapmıştınız, referanduma gidilmişti, hem HSYK hem Yargıtay üyelerini değiştirmiştiniz. Sonra ne oldu? Bu atanan kişiler, sizin istediğiniz gibi hareket etmeyince, şimdi yine değiştirmeye kalkıyorsunuz. O zaman "vesayetçi" diyordunuz, şimdi "paralel devlet" oldu bahane.

Değerli arkadaşlar, asıl niyet belli. Asıl niyet adalet, hakkaniyet değil. Her denene uyacak, iktidarın vesayeti altında olacak bir yargı aranıyor. Bakınız, Hükûmet Programı'nda Başvekil, Adalet Akademisiyle ilgili şöyle dedi: "Öyle bir Adalet Akademimiz var ki sadece Türkiye'deki hâkimlere ve savcılara eğitim vermiyor, artık yurt dışındaki hâkim ve savcılara da hizmet veriyor." Ya, iyi, güzel de daha bu yılın başında Adalet Akademisinin yasasını değiştirirken demedik laf bırakmadınız. Madem bu kadar iyi bir yerdi, niye değiştirdiniz bu Adalet Akademisinin yasasını?

Değerli arkadaşlar, devlet, vatandaşları arasında hakkaniyetle davranırsa adalet ortaya çıkar. Yani devlet, tüm vatandaşlar ve tüm insanlar karşısında onlara eşit davranmalıdır.

(Hatip tarafından Esma el Biltaci ve Ali İsmail Korkmaz'ın fotoğrafının gösterilmesi)

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - 14 Ağustos 2013. Mısır'da Rabiatül Adeviye Meydanı'nda 17 yaşında bir fidan, Esma el Biltaci. Darbe karşıtı gösterilerde güvenlik güçleri tarafından, keskin nişancılar marifetiyle yaralanıyor. Hastanede annesine "Ben iyiyim." diyordu. Ameliyata girdi, sağ çıkamadı. Bu Mecliste Esma el Biltaci'ye yüreği yanmayan var mı? Bu Mecliste Esma el Biltaci'ye, bu fidana yüreği yanmayan var mı?

2 Haziran 2013. Türkiye'de, Eskişehir'de, Kurtuluş Mahallesi'nde, Sanayi Sokak'ta, Harman Fırını'nın önünde 19 yaşında bir fidan, Ali İsmail Korkmaz, Gezi Parkı eylemlerinde. (CHP sıralarından alkışlar) Sivil polisler onu öldüresiye dövüyorlar, otuz sekiz gün sonra yaşamını yitiriyor. Bu memlekette, bu Parlamentoda Ali İsmail Korkmaz'a yüreği yanmayan var mı? (CHP sıralarından "Var, var" sesleri) Varsa, sıratımüstakimden geçerken onun ifadesini verirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bizim için Alevi-Sünni farkı yoktur.

AHMET TOPTAŞ (Afyonkarahisar) - Gülünecek ne var da gülüyorsunuz?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bizim için Alevi-Sünni farkı yoktur, bizim için Müslim-gayrimüslim farkı da yoktur. Biz, insanı Yaradan'dan ötürü severiz ve biz Cenab-ı Allah'a da samimiyetle inanırız.

Değerli milletvekilleri, 5 Ağustos 2014 tarihinde dönemin Başbakanı, NTV-Star ortak yayınında "Affedersiniz, bana çok çirkin şeylerle 'Ermeni' diyen bile oldu." dedi. Daha önce Rumlarla da aşağılayıcı aşağılayıcı ifade kullanmıştı.

TÜLAY KAYNARCA (İstanbul) - Cümlenin tamamını söyleyin.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Cümlenin tamamı bu; cümlenin tamamı bu ve çok ayıp. O tarihlerde Dışişleri Bakanı bunu dünya kamuoyuna nasıl anlattı ben merak ediyorum, herhâlde çok mahcup olmuştur.

Ne yazıktır ki bu ülkede bir başbakan "Reyhanlı'da 53 Sünni yurttaşımız şehit edildi." demiştir. Böyle bir ayrımcılıktan dolayı ben büyük utanç ve üzüntü duydum.

Değerli milletvekilleri, bu Hükûmet Programı'nda bir Roman açılımından bahsediliyor. Kaçıncı Roman açılımı? Deniyor ki Romanlarla ilgili enstitü kurulacakmış, onların hayat standartları iyileştirilecekmiş. Yeni uyandınız, on iki yıl sonra.

Değerli arkadaşlar, bu işler enstitüyle filan olmaz.

GÖKCEN ÖZDOĞAN ENÇ (Antalya) - Neyle olur?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Ülkemizde Romanlar işsizdir, eğitimsizdir, devlette iş bulamazlar, yoksuldurlar. Türkiye'de kaç Roman devlette iş bulabilmiştir, kaç Roman yükselebilmiştir, kaç Roman'ın yüksek tahsili vardır? Evet, Romanlar candan insanlardır ama bu ülkenin en dışlanmış insanlarıdır. Öyle, gırnata dinlemekle -gerçi siz onu da dinlemezsiniz ya- göbek atmakla, enstitü kurmakla Roman açılımı olmaz.

Değerli milletvekilleri, devletin adil olması demek, vatandaşlarına karşı vicdan duygusunun olması demektir. Bu, onların yaşam standardını da ilgilendirir.

2007 yılında Tuzla tersanelerinde işçilerimiz öldüğünde iş kazalarını anladık. Ne yapıldı? Hiçbir şey. Hiçbir şey yapılmadı, Soma'dan çıktı. Aslında Türkiye'de en çok iş kazaları madenlerde veya tersanelerde olmuyor, Türkiye'de en çok iş kazaları inşaatlarda oluyor. Her gün ortalama olarak 1 yurttaşımız, 1 işçimiz inşaatlarda ölüyor, haberi bile yapılmıyor.

NURETTİN DEMİR (Muğla) - Günde 4 işçi ölüyor, 4 işçi.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Hatta daha üzücü tarafını söyleyeyim: Geçen sene ülkemizde 1.235 kişi iş kazalarında yaşamını yitirdi. Bunun 18'i 14 yaşının altında 59 çocuk, iş kazalarında yaşamını yitirdi, 59 çocuk!

Sizin iktidarınızda iş kazaları arttı, istatistiklerle söylüyorum, özellikle de madencilikte arttı. Soma, bir insanlık faciası olmanın da ötesinde, bu iktidarın işçilere nasıl bir zulüm yaptığını gösteren çok açık bir belgedir. Meclise Soma'yla ilgili bir özür yasası getirdiniz. Ne oldu özür yasasına? Komisyonlarda paramparça ettiniz. Zaten, Soma'yla ilgili, o tarihte Hükûmetin başında olan kişi "Bu işin fıtratında bu var." dedi. Dedi de ne oldu biliyor musunuz? Soma'da ölen şehitlerimizin kabirlerde kemikleri sızladı.

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında "Biz sizin yaşam tarzınıza saygı gösterdik, siz bize göstermediniz." diye serzenişte bulundu. "Sizi, bizi" bilmem ama ben halkın yaşam tarzına ilişkin birkaç rakam vereceğim: Türkiye'de 400 bin insan aç, 14 milyona yakın insan da yoksulluk sınırının altında yaşıyor.

Sayın Cumhurbaşkanına bir rakam daha söyleyeyim: 2,5 milyona yakın insan, taşeron işçi olarak çalışıyor.

Bir rakam daha söyleyeyim: Türkiye'de nüfusun yüzde 15'inin sağlık sigortası yok, yaşlıların üçte 1'inin de emeklilik sigortası yok.

Bakın, bir başka acıklı rakam daha vereyim: Türkiye'de 6 ile 14 -bakın "14", "18" demedim- yaş arasındaki çocukların yüzde 6'sı çalıştırılıyor. Türkiye'de çocuk işçiler hayli yaygın. Türkiye'de her 3 kadından 2'si çalışmıyor, engelli kadınlarımızın ise yüzde 93'ü işsiz.

Değerli milletvekilleri, bu ülkede kadınların yüzde 85'inin emeklilik güvencesi yok, bu ülkede çalışanların yüzde 90'ının sözleşme hakkı yok, bu ülkede engellilerin neredeyse üçte 1'inin okuma yazması yok, bu ülkede 15-19 yaş arasındaki kız çocuklarının yarısı okula gitmiyor! Hangi yaşam tarzı Sayın Cumhurbaşkanı, hangi yaşam tarzı? Bu ülkede özgürlükler kısılmış, insanların fikirleri köleleştirilmiş, sosyal adalet kalmamış! Hangi yaşam tarzı Sayın Cumhurbaşkanı?

Sayın Cumhurbaşkanı, işte, bu ülke bu hâldeyken, doksan bir yıllık Köşk'ü beğenmeyip 700 trilyona yapılmış saraya geçtiniz, 160 kişilik korumanız var. Bu ne şaşaa, bu ne debdebe? Evet, biz böyle bir yaşam tarzına saygı göstermiyoruz Sayın Cumhurbaşkanı. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, yeni Türkiye, büyük bir adaletsizlik gösteriyor; yeni Türkiye özgürlüklerin kısıtlandığını gösteriyor. Yeni Türkiye, demokratik barışı değil pazarlığı gösteriyor. Yeni Türkiye, tek adam devletini gösteriyor. Yeni Türkiye, tekleyen bir ekonomi anlamına geliyor.

Değerli arkadaşlar, yeni Türkiye'nin adında "adalet" var ama vicdanından, yüreğinden adalet silinmiş.

Biz, bu nedenlerle 62'nci Hükûmete, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, asla güvenmiyoruz ve bu 62'nci Hükûmetten de asla umutlu değiliz.

SALİH KOCA (Eskişehir) - Millet de size güvenmedi, millet.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Türkiye'de bu 62'nci Hükûmet, 61'inciden daha iyi olmayacaktır.

Şimdi, bu 62'nci Hükûmetle ilgili şunu söyleyeyim: Dervişin önüne üç şarap koymuşlar, içmiş, "En kötüsü bu." demiş. "Diğerlerini tatmadın." demiş öbürü." O da demiş ki: "Bundan daha kötüsü olmaz." Bundan daha kötüsü olmaz. 62'nci Hükûmetle 61'inci Hükûmet aynıdır. Sadece vekâlet verilmiştir, vekâlet. Başındaki kişiye vekâlet verilmiştir, başı Mecliste değildir.

MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) - Yüzde 52'yle verildi, yüzde 52.

NESRİN ULEMA (İzmir) - O yüzden on iki senedir iktidardayız.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Evet, evet...

Ancak şuna eminiz: Türkiye, mutlaka bir gün özgürlük ve adalete kavuşacaktır ama o özgürlük ve adalet, bu Hükûmetle asla olmayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)