| Konu: | AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine; 4, 21 Ekim 2014 ile 4, 11, 18 ve 25 Kasım 2014 Salı günkü birleşimlerinde bir saat sözlü soruların görüşülmesini müteakip diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 15, 22 Ekim 2014 ile 5, 12, 19 ve 26 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 14.10.2014 |
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Az önceki AKP'li arkadaşımız, burada. Recep Tayyip Erdoğan propagandası yaptı; herhâlde, Başbakanlığa aday zannediyorum, tekrar Başbakan olmak istiyor. Onun için, Başbakanlığa aday olduğu için reklam yapıyorlar. Şimdi, arkadaşımıza hatırlatayım, Recep Tayyip Erdoğan seçimlerde Cumhurbaşkanı oldu, artık Başbakan olmak için tekrar propaganda yapılmasına gerek yok zannediyorum.
Değerli milletvekilleri, AKP tarafından bundan sonra, kasım ayı sonuna kadarki gündemimizi belirleyen bir Danışma Kurulu teklifi geldi. Bizim herhangi bir şekilde bu tekliflere itirazımız söz konusu değil ancak şunu özellikle belirteyim: Tabii ki bugün, Türkiye'nin gündeminde çok önemli konular varken sadece uluslararası sözleşmelerden söz etmek zannediyorum yerinde olmayacaktır.
Biraz önce, yine, konuşan arkadaşımız Kürtçe kasetlerin serbest bırakılmasından bahsetti, "Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı bırakılır mıydı?" dedi. Biliyorsunuz, Kürtçe kasetlerin serbest bırakılma tarihi 25 Ocak 1991'dir, Turgut Özal dönemidir. Dolayısıyla, verilen bilgileri de doğru vermeye çalışın hiç olmazsa, yanlış yapmayın.
Şimdi, değerli milletvekilleri, geçen gün, Sayın Cumhurbaşkanı Gümüşhane'de konuşma yapmak için oraya gitti ve enteresandır ki koruma ordusunu yine beraberinde taşıdı. Polis arkadaşlarımızı ta Malatya'dan oraya götürdüler, gelirken, geri dönüşlerinde kaza yaptılar ve bu kazada 3 polisimiz şehit oldu: Beşir Kurt, Malatya'dan, Emrah Horoz, Adapazarı'ndan ve Fatih Çevik, Mersin'den ki bunların küçük çocukları da vardı, bunlar şehit oldular. Şimdi, bir konuşma yapmak için Türkiye'nin her tarafından polis çağıran bir anlayışın Türkiye'yle, Türkiye'de halkla nasıl bütünleşebildiğini iyi değerlendirmek gerekir. Bundan önce de aynı şekilde, Bingöl tarafında yaptığı bir konuşmaya-Başbakan iken- Kayseri'den giden polislerimiz yine yolda kaza geçirmişler ve hayatlarını kaybetmişlerdi. Bunların hepsinin vebalinin kimin üzerine olduğunu herhâlde herkesin iyi bilmesi gerekir.
Öte yandan, arkadaşlarımız bir çözüm süreci başlatmışlardı. Cumhurbaşkanı bu çözüm sürecinin hâlâ arkasında olduğunu söylüyor. Herhâlde, Sayın Cumhurbaşkanı hâlâ kendisini Başbakan zannediyor, Türkiye Büyük Millet Meclisine polislerle ilgili yeni yasaların geleceğinden söz ediyor. Artık, Sayın Cumhurbaşkanı, siz Başbakan değilsiniz, bunu söyleyecek olan Sayın Davutoğlu'dur, hangi yasaların geleceğini söyleyen o olacaktır. Zira, siz Cumhurbaşkanlığının verdiği ağırlığı taşımak zorundasınız çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkacak yasaları onaylayacak merci sizsiniz. Siz, burada görüşülecek kanunlarda ön yargıyla, önceden "Şunlar yapılacaktır." diye görüş beyan edemezsiniz çünkü onu onaylayıp onaylamama gibi bir fonksiyona sahipsiniz. Onun için, lütfen, artık çok konuşmayın.
Diğer taraftan, çözüm sürecinin, geçen 6-10 Ekim arasında meydana gelen olaylarla fiilen sona erdiğini artık görmezlikten gelemezsiniz. Zira, 212 okul binasının tahrip edildiği, yakıldığı, 67 emniyet binasının, 25 kaymakamlığın, 29 parti binasının, çocuk yuvalarının, Kızılay kan merkezinin, belediye binalarının yakıldığı bir durumdan söz ediyoruz, tam 1.113 bina tahrip edildi ve yakıldı. Ayrıca, çoğu sivil olmak üzere 1.117 araç yakıldı ve tahrip edildi, 39 insanımız hayatını kaybetti. Hani, analar ağlamayacaktı ya! Yüzleri maskeli ama Kobani sebebiyle, ona karşı gösteri yapacağız diyerek çıkanların nedense yüzlerini göstermeye utanır bir vaziyetleri vardı. Hangi sebeple yüzlerini kapatıyorlardı, mademki Kobani'ye destek vereceklerdi? Ama, onların Kobani'ye destek vermek gibi bir düşünceleri olmadığı ortaya çıktı. Aslında, dediğim gibi, bayrağı yakan, Atatürk büstlerini tahrip eden, bu kadar aracı yakan, binayı tahrip eden, çocuk yuvalarını tahrip eden bir anlayışın herhâlde samimi olduğunu düşünmeniz mümkün değildir. Nitekim, bunları provokasyon olarak nitelendirmeye çalıştılar ama görüldü ki aslında, PKK terörü, bütün köşe başlarını sizin bu çözüm süreci sebebiyle tutmuş ve size birtakım şantaj yapacak yaptırımlara girişmiştir.
Aslında, bu 6-10 Ekimde meydana gelen olaylar, size çözüm sürecinde atacağınız adımlarda nasıl bir belayla karşılaşacağınızı gösteren önemli bir ayaklanma göstergesidir, provasıdır. Bunu göz önüne almak zorundasınız. Yani, dün Tunceli'deki iki askerî birliğe, Çukurca'daki çatışmalara, şunlara bunlara baktığınız zaman, aslında meselenin Kobani olmadığını görürsünüz. Türkiye'nin Kobani'ye yardım edip etmediği sürekli söyleniyor. Mademki Kobani'ye Türkiye'nin yardım etmesini istiyordunuz, neden tezkereye onay vermiyorsunuz? Diğer taraftan, mademki Türkiye'nin oraya girmesini istemiyorsunuz, neden o zaman Kobani'ye yardım etmediğini söylüyorsunuz? Hangisine inanacağız, hangisini göz önüne alacağız? Dolayısıyla, bu gibi konulara baktığınız zaman, burada Hükûmetin kimlerle masaya oturduğunu, nasıl şantajlarla karşı karşıya kaldığını bugüne kadar çoktan görmesi gerekirdi. Kuru bir inatla hâlâ yanlış politikaları devam ettirmek, aslında sadece aklınıza hıyanet etmek anlamına gelir. Dolayısıyla, bu konuyu yeni baştan ele alın ama zaten, çözüm sürecinin sona erdiğini gösteren en önemli söylemlerden bir tanesi de Cumhurbaşkanı tarafından söylenmiştir: Polisin yetkilerini artırmak, gasplarla ilgili, yağmalamalarla ilgili gerekli cezai uygulamaları Meclise getirerek yükseltmek.
Değerli arkadaşlar, hem teröristlere istediği imkânı vereceksiniz, silahlarını terk edip Türkiye dışına çıkacaklarken, ilk anlaşmanızdan itibaren silahlarını terk etmeyecekler ve yurt içinde kalacaklar ve siz hâlâ "çözüm" diye devam edeceksiniz ama buna rağmen, her şehirde ortalığı yakıp yıkacaklar, kişilerin mal ve mülklerini yağmalayacaklar ve hırsızlayacaklar, ondan sonra, bu kadar, 35 ilde olay olurken hâlâ diyeceksiniz ki "Biz, çözüm sürecinin arkasındayız, bu provokasyondur." Hangi provokasyon? Açık ve net söyleyin PKK, Türkiye üzerinde bağımsız bir devlet kurmak istiyor mu, istemiyor mu? Önce bunu kendi aranızda tartışın, görün. Tüzüklerine bakın, ne yapmak istediklerine bakın, söylediklerine bakın, hepsini bir araya getirin, ondan sonra anlayacaksınız ki aslında, demokraside havada kalan, siyaseten söylenmiş bir söz hem de Kobani'ye Türkiye'nin güvenli bölge oluşturması konusunda karşı çıkmaları da aynı şekilde sadece siyaseten söylenmiş, havada kalan bir söz. Çünkü, Türkiye oraya girer güvenli bölge oluşturursa, Türkiye'deki Araplar oraya nakledilirse, Türkmenler oraya nakledilirse, o zaman Irak'taki gibi bağımsız bir bölge oluşturmak mümkün olmayacaktır. Eğer, gerçekten, Türkiye'de Kobani için ayaklananlar kendilerini çok güçlü hissediyorlarsa gitsinler Kobani'ye, orada IŞİD'le çarpışsınlar. Niye yüzlerini kapatıyorlar? Kapatmasınlar, gitsinler IŞİD'le mücadele etsinler orada. Burada Türkiye'nin müdahale etmediği iddiasıyla ortaya çıkanlar, gitsinler yiğitlerse orada çarpışsınlar, IŞİD'i halletsinler.
Dolayısıyla, bu çerçeve içerisinde değerlendirilmesini diliyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)