| Konu: | HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Iğdır Milletvekili Pervin Buldan tarafından, yüz on altı yıllık geçmişi olan Kürt basınının 20'nci yüzyılın son çeyreğinde halkların doğru haber almasının mahkemeyle, öldürmeyle, toplatmayla engellenmesi ve ülke tarihinin karanlık sayfaları arasında yer alan Kürt basın emekçilerinin katledilmelerinin araştırılması amacıyla 24/6/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 16 Ekim 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 5 |
| Tarih: | 16.10.2014 |
VELİ AĞBABA (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Tabii, benden önceki sayın hatibi dinleyince, sayın AKP milletvekilini dinleyince ben farklı ülkede sayın milletvekili farklı ülkede yaşıyormuş gibi geldi. Çünkü sizin konuştuğunuz gerçeklerle bizim yaşadığımız şeyler aynı değil maalesef. Ben 2011'den beri milletvekiliyim, herhâlde bizim yaptığımız çalışmalara bakarak AKP'nin Türkiye'ye ne getirdiğini çok açık ve rahat görebiliriz. Bakın, Türkiye'de, belki bütün parlamentolardaki milletvekilleri arasında bizler dünyada en çok tutuklu gazeteci ziyaret eden, en çok tutuklu milletvekili ziyaret eden, en çok tutuklu sendikacı ziyaret eden, cezaevlerinde en çok tutuklu öğrenci ziyaret eden milletvekilleriyiz. Bunların bu kadar çok olmasının sebebi AKP'nin uygulamış olduğu politikalardır.
Değerli arkadaşlar, ayrıca, AKP iktidara geldiği zaman cezaevinde yatan insanların sayısına bakın, şimdiki sayısına bakın ve önümüzdeki dönemde 2017'deki hedefe baktığınız zaman AKP'nin ne yapmaya çalıştığını çok açıklıkla görebiliriz.
Özgür Gündem ilk çıktığı zaman "Egemenlik kayıtsız, şartsız DGM'lerin." diye manşet atmış, şimdi de herhâlde değişen tek şey "Egemenlik kayıtsız, şartsız sulh ceza hâkimliğindedir." demek lazım veya başka türlü düşünürsek: Bakın, karşımızda ne 12 Eylülde yaşadığımız ne 28 Şubatta sizin iddia ettiğiniz gibi yaşanan ne darbe dönemlerinde yaşanan bir şey var ki o da bugün bizim ülkemizde yaşanıyor. Bakın, ülkeyi yöneten bir adam var, biri var o her şeye karar veriyor. Kaç çocuk yapacağımıza, o çocuğu nasıl doğuracağımıza, doğurduğumuz çocuğu nasıl besleyeceğimize karar veren bir Başbakan vardı ve şimdi Cumhurbaşkanı oldu ve aynı şahıs... Hangi AVM'nin nereye yapılacağına, kaç katlı olacağına, kimin yapacağına, nasıl yapacağına karar veren birisi var. O, ülkeyi yöneten, sizin seçtiğiniz Cumhurbaşkanı... Türkiye'de siz dâhil her şeye karar veren tek bir adam var. Milletvekillerini seçen o, sadece parmaklarını seçen o, bakanları seçen o...
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Ya, sana ne kardeşim, sen konuya gel.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Sen liderine bak.
VELİ AĞBABA (Devamla) - ...müsteşarları seçen o. Hatta bırakın onu, şimdi neyi seçmeye başladı? Bürokratlardan vazgeçtik, milletvekillerinden vazgeçtik, Başbakandan vazgeçtik şimdi okul müdürlerini atayan o, savcıları atayan o, kimin, hangi savcının mezhebinin ne olduğunu "tape"lerde konuşan o gelmiş demokrasi dersi veriyorsunuz.
Bakın, bu dönemde birçok Başbakan gördü bu memleket, Menderes'i gördü, Demirel'i gördü, Erbakan'ı gördü, bu memleket Türkeş'i gördü, Mesut Yılmaz'ı gördü ama böyle mezhepçi, böyle etnik kimlik ayıran bir Başbakan asla görmedi. Telefon kayıtlarında var, diyor ki: "Sadullah, o hâkim kim, karar vermeyen?", "Efendim, o Alevi." İstanbul'da sıradan, yoksul bir hâkimin mezhebini bilen bir Başbakan var. Bu söylediğimiz şeyler, bu yapılanı bir başbakanın yapması mümkün mü? Bakın, geçmişte sağcı solcu birçok başbakan gördük ama bu kadar insanları etnik kimliğinden ayıran kimine "Kürt" diyor, kimine "Alevi" diyor, kimine "Affedersiniz Ermeni" diyor, kimine "Gürcü" diyor, böyle bir başbakan var hâlâ bunu demokrasi diye yutturuyorsunuz, sizi kutluyorum. Hiç olmayan şeyleri anlatıyorsunuz sizi kutluyorum, bu konuda çok mahir olduğunuzun hakkını teslim etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, AKP'nin iktidara geldiği ilk beş yılında yani çıraklık döneminde, sizin de söylediğiniz gibi, demokrasi ve özgürlük kavramlarını çok sıkça kullandı. Zaman zaman sözde aydınlar, gazeteciler, yazarlar ve liberaller de bu söylemlerle sarhoş oldular. Bu iktidarın verdikleri ve söylemleriyle sarhoş olanların ayılmasının bir kısmı uzun sürdü, bir kısmı çabuk oldu. Çok şey alanların ayılması hâlâ mümkün değil, onlar hâlâ sarhoş sarhoş geziyorlar.
Değerli arkadaşlar, bu iktidarın ilk beş yılda yaptıklarına baktığımız zaman...
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Hayal bile edemezsin, hayal bile edemezsin.
VELİ AĞBABA (Devamla) - ...son dönemde söylediklerinin farklı olduğunu görmek mümkün. On binlerce insan siyasi davalardan dolayı cezaevine girdi, on binlerce, insan bugün siz "Biz yapmadık o yaptı, bizim günahımız yok, o yaptı." diyorsunuz ya -paralel diye bir kavram uydurdunuz- aslında siz işverendiniz, o paralel yapı dediğiniz de taşerondu, beraber yaptınız, beraber kanlarına girdiniz o insanların.
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Şimdi de siz berabersiniz.
VELİ AĞBABA (Devamla) - Bakın, Balyoz davasında askerleri; Ergenekon davasında gazetecileri ve tüm öğrencileri, akademisyenleri, aydınları; Oda TV davasında gazetecileri; KCK davasında Kürt siyasetçileri; ÇHD davasında avukatları; KESK davasında sendikacıları, öğrencileri, gençleri gözaltına aldınız, yargıladınız. Devrimci Karargâh davasında solcuları ve polis şeflerini gözaltına aldınız, susturdunuz ve birçok insan bu süreçte işlerinden oldu, hastalanan oldu, ölen oldu. İlhan Selçuk gibi, Türkan Saylan gibi insanlar öldürüldü. Bugün utandığınız, zaman zaman röportaj yaptığınız, şimdi kol kola girdiğiniz bazı yazarları cezaevine attırdınız. Hikmet Çiçek gibi, Soner Yalçın gibi, Nedim Şener gibi, Tuncay Özkan gibi, Mustafa Balbay gibi insanları sadece ve sadece gazetecilik yaptıkları için cezaevine attınız ve bu süreçte AKP döneminde -övünebilirsiniz- bir külliyat oluştu, cezaevi külliyatı.
Değerli arkadaşlar, cezaevinde susturulmaya çalışılan aydınlar, gazeteciler yüzlerce kitap yazdılar. Daha önce eline kalem almayı düşünmemiş insanlar kitap yayımladı. AKP'nin bu faşist uygulamaları sonucunda Mecliste, hiç aklında yazarlık olmayan birçok insan da yazar oldu sayenizde.
Değerli arkadaşlar, bakın, bunlardan biri de bu karşınızda konuşan Milletvekili. "Balyoz" diye sayenizde bir kitap yazdık. Sadece bu değil, bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisi cezaevi dünyanın en büyük cezaevi. Şimdi, Mustafa Balbay'a, Mehmet Haberal'a, Sinan Aygün'e bakıp utanıyor musunuz bilmem çünkü o davaların hepsinde sizin parmağınız vardı.
Yine, bu dönemde yazdığımız kitaplardan birisi "Tutuklu Gazeteciler Raporu." "Dünyanın En Büyük Gazeteci Cezaevi: Türkiye" diye bir rapor yazdık, bu raporları aslında Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri yazmadı, aslında bu raporları AKP'nin politikaları, AKP yazdırdı değerli arkadaşlar.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Daha çok kitap yazarsın.
VELİ AĞBABA (Devamla) - İnşallah, sizinle de ilgili yazarız.
Değerli arkadaşlar, en son, AKP bize bir kitap daha yazdırdı ki, bu kitap aslında on iki yıllık AKP'nin karanlık dönemini çok iyi anlatan bir kitap. "Kalemi Kırılan Gazeteciler" kitabı değerli arkadaşlar. AKP iktidarında on iki yıllık karanlık bir dönem "Kalemi Kırılan Gazeteciler" kitabı.
Umarım ve dilerim ki, önümüzdeki dönemde değerli arkadaşlar, boynu kırılan gazeteci raporunu yazmak bize nasip olmaz. Maalesef, AKP döneminde AKP hatiplerinin anlattığıyla bizim yaşadığımız şeyler arasında dağlar kadar fark olduğunu hepinizin bilmesini istiyorum değerli arkadaşlar.
Değerli milletvekilleri, bu kitap, bu yazdığımız kitap, demokrasinin olduğu, insan haklarının olduğu, hukukun olduğu, özgürlüğün olduğu bir ülkede yazılması mümkün değil. Bu kitap, kalınca bir kitap ancak ve ancak on iki yıllık diktatörlüklerde, faşist rejimlerde, tek adam yönetimlerinde yazılabilir.
Bu raporla bir kez daha anladık ki, AKP'nin özgür basının önüne koyduğu üç seçenek var: Ölüm, şiddet ve diğeri de cezaevi. Eğer bunların hiçbiri yoksa işsizlik.
Değerli arkadaşlar, eğer bağımsız gazeteci iseniz öldürülmediyseniz cezaevine girersiniz, cezaevine girmez iseniz, şanslı iseniz işsiz kalırsınız, eğer "Alo Fatih"lerin emrinde olursanız işsiz kalmaz, büyürsünüz, yeni yeni yatlarınız, katlarınız olur, havuz medyasına dâhil olmaz iseniz cezaevine girersiniz, eğer havuz medyasına yani haram medyasına dâhil olursanız büyürsünüz de büyürsünüz. Sekiz gazete olarak aynı manşeti atmaz iseniz ilanınız kesilir, vergi cezaları ödersiniz. Gerçekleri ortaya çıkarmaya kalkarsanız kör kurşunlara hedef olursunuz, ensenizden vurulursunuz, öldürülürsünüz.
Bakın değerli arkadaşlar -son dönemde- birkaç resim göstereceğim size... Şu göstereceğim resimler, bu göstereceğim fotoğraflar, değerli arkadaşlar, gazeteciler, bakın bunlar gazeteci. Bu insan, sadece suçu gazetecilik yapmak olan Ahmet Şık eğer bu hâle gelebiliyorsa bu sizin eserinizdir. Bakın, gazetecilerin düştüğü duruma bakın arkadaşlar, gazetecilerin düştüğü duruma bakın, bir görün. Şuna bakın arkadaşlar, sadece suçu gazetecilik yapmak.
Değerli arkadaşlar, AKP iktidarı boyunca tutuklama, işten çıkarma, şiddet gibi mekanizmalarla çalışamaz duruma gelen gazetecilerin şimdi en temel hakları yani yaşam hakları ellerinden alınıyor. Dün Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesinin Adana dağıtıcısı Kadir Bağdu'nun öldürülmesi olayının bir an önce aydınlatılması gerekiyor, bir an önce gazeteci katillerinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Bu son dönemde Hrant Dink'ten başlayarak, sizin döneminizde öldürülen Hrant Dink'ten başlayarak geçmişte öldürülen Çetin Emeç'i, Turan Dursun'u, Uğur Mumcu'yu katledenlerin ortaya çıkarılması gerekiyor. Muhtemelen bu konuya "evet" demeyeceksiniz, geçmişte faili meçhullere "evet" diyemediğiniz gibi buna da "evet" demeyeceksiniz ama bilin ki bunlar bir gün açığa çıkacak.
Hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)