| Konu: | CHP Grubunun, Konya Milletvekili Atilla Kart ve arkadaşları tarafından, Ermenek'teki kömür ocağı faciası esas alınarak artık "sistematik iş cinayetlerine" dönüşen bu ve benzeri olayların sebeplerinin, sorumlularının ve alınması gereken önlemlerin araştırılması amacıyla 4/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 4 Kasım 2014 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 04.11.2014 |
ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilmiş olan grup önerisi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde 2014 yılında, ilk on ayda, iş cinayetlerinde 1.600 insanımızı kaybettik. Avrupa birinciliğinden dünya birinciliğine doğru hızla, koşar adım gidiyoruz. Ülkemiz adına vahim, dramatik, kaygı veren ve bir o kadar utanç veren bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu gayriinsani ve dramatik tabloyu artık görmemiz gerekiyor, bu tabloyla yüzleşmemiz gerekiyor. Bu yüzleşmeyi yaparken, zorunlu olarak, ölümlere yol açan sebepleri, daha doğrusu sistemi tartışmak durumundayız. Somalar, Ermenekler yaşanmadan evvel neler olmuş, kim nerede durmuş, devletin organları ne yapmış, nasıl bir tavır içinde olmuş, bu süreci kronolojik olarak anlatmamız, hafızamızı tazelememiz gerekiyor.
22 ve 23'üncü Yasama Dönemlerini bir tarafa bırakıyorum, 24'üncü Dönemde, başta Manisa milletvekillerimiz olmak üzere, muhalefet grupları bu konuyu ısrarla Meclis gündemine getirdiler, taşıdılar. Muhalefetin bu yapıcı ve sorumlu yaklaşımına rağmen, iş cinayetleri neden önlenemiyor? Sınıfsal çelişki neden giderilemiyor? Mevcut çelişkiler neden giderek derinleşiyor, neden uçurum boyutlarına varıyor?
Ermenek'teki olayı incelediğimizde şu tespitler ve bulgular ortaya çıkıyor değerli arkadaşlarım: Facianın meydana geldiği ocağın doğusunda terk edilmiş bir maden alanı var. Mevcut bulgulara göre, bu bölgeden kaynaklanan su baskınlarının diğer faktörlerle birleşmesi sonucunda facia meydana geliyor. İşçilerin bir bölümü suyun tazyikiyle savruluyorlar, bu savrulma onların kurtuluşu oluyor. 18 işçi ise madende kalıyor ve facia meydana geliyor.
Kayda değer olan soru şu: Terk edilmiş görünen bu alanlar Enerji Bakanlığının işletme kayıtlarında, haritalarında neden görünmüyor? İşletmeci, ruhsat aldığı alanın dışında bu alanda da mı acaba faaliyet gösteriyor? Enerji Bakanlığı ruhsat verirken alanda inceleme yapmıyor mu? Çalışma ve Enerji Bakanlıkları bu vahim tabloya neden müdahale etmiyor, neden göz yumuyor, neden bu süreci görmezden geliyor? Madenler konusunda ruhsat ve yetkileri Başbakanlık uhdesinde toplayan 2012/15 sayılı Genelge'yi bu bakanlıklar aşamıyor mu, Başbakanlığa rağmen görev yapamıyorlar mı?
Türkiye gerçeği şudur değerli milletvekilleri, şunu görmemiz gerekiyor: Türkiye'de tüm idari ve adli sistem Başbakanlık üzerinden kilitlenmiş durumdadır. Türkiye, öncelikle bu temel sorunu aşmak zorundadır.
İkinci temel tespitimiz şu değerli arkadaşlarım: Bu sektörün başlı başına sorunlu bir sektör olduğu bir vakıa. Bakıyoruz, böyle bir sektörde teknolojik yatırım yok, altyapı yatırımı yok, bunu zorlayan ve yaptırıma bağlayan bir anlayış yok. Bu anlamda, iş güvenliği kültürünün geliştirilmesini, bunun kurumsal hâle getirilmesini sağlamak gerekiyor. Bu noktada hiçbir ciddi çalışmanın yapılmadığını görüyoruz. Bu çalışmayı yapması gereken, bu konudaki kurumsal yapıyı oluşturması gereken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bakıyoruz, yedi sekiz yıl geçtikten sonra, 2010 yılında, 2011 yılında Zonguldak'taki bir başka faciadan sonra "Efendim, iş güvenliği kültürünü geliştirmeye ihtiyacımız var." diyerek ahkâm kesiyor; bu kültürü geliştirme ve kurumsal yapıyı oluşturma sorumluluğunun kendisine ait olduğunu görmezden geliyor. Böylesine ucuz bir siyasetin yapıldığını görüyoruz.
İktidar olduğu hâlde, on iki yıldır Türkiye'yi yönettiği hâlde sızlanmaya, şikâyet etmeye, nasihat vermeye devam eden bir iktidar kimliğiyle karşı karşıyayız. Biraz evvel iktidar sözcüsü konuşuyordu, hâlen söylediği şu: "Olmalı, yapılmalı." Sen on iki yıldır Türkiye'yi yönetiyorsun. Sen yapacaksın, tavsiyede bulunmayacaksın, nasihat etmeyeceksin.
İşte, böylesine güvencesiz bir ortamda, bakıyoruz, anormal üretim zorlamasının getirdiği başka tehlikeleri görüyoruz, başka sakıncaları görüyoruz. Soma'nın işletmecisi itiraf etti, ne dedi? Dedi ki: "2009 yılında 230 bin ton olan üretim, 2010 yılında 2,6 milyon tona çıktı." Bu, işte, başlı başına vahşi kapitalizm uygulamasını gösteren bir tablo değil midir değerli milletvekilleri?
Bakıyoruz, bütün bunların devamında, 14 bin ocağı 240 müfettiş sözde denetliyor. Peki, nasıl denetliyor? Madene inmeden, madenin gerçeklerini bildiği hâlde bunları görmezden gelerek tamamen şeklî yöntemlerle gerçekleştirilen formalite bir denetim vakıasından söz ediyoruz ve göstermelik bir denetim.
Diğer bulguları bırakıyoruz. Bakın, son üç günde ortaya çıkan, basına yansıyan bilgilere göre, resmî raporlara göre şu söyleniyor: "Ocak sahipleri, denetçileri lüks otellerde ağırlayıp onları göstermelik olarak ocağa getiriyorlar, hediyelerini ayaklarına gönderiyorlar. Denetçiler gelmeden işverenlerin haberleri oluyor. Akşam içki masaları kuruluyor. İşçiler bu baskının olabileceğini söylediği hâlde tedbirler alınmıyor." Bakıyorsunuz, danışıklı ilişkilerle işçisinin maluliyet tazminatını ödememek için mal kaçıran firmalar, Soma'da muhtelif kazalara, olaylara yol açan ve hep korunan firmalar. Vergi, SSK ve elektrik borçlarını ödemeyen yine aynı firmalar. Her nasılsa bu tesadüfler, siyasi kadrolarla, siyasi iktidarın kadrolarıyla özel ilişkiler içine giriyorlar ve himayeye mazhar oluyorlar. Aslında, 17 Aralığı yaratan fotoğrafı, o aktörleri orada da görüyorsunuz. Sorunun esası da burada düğümleniyor değerli arkadaşlarım.
Bakın, Çalışma Bakanı bu olayın sıcaklığıyla konuşuyor, ne diyor? Diyor ki: "Efendim, ruhsat verilmemeliydi. 50 kişi araya giriyor. Üretim zorlaması var, aşırı kâr hırsı var." Ne güzel tespitler, doğru söylüyor Çalışma Bakanı. Peki, bu itiraflardan sonra ne beklersiniz? Bunları söyleyen bir Bakanın, bir Hükûmetin çözüm adına yapması gereken şeyler yok mudur? Ne yapıyor ilgili Bakan? Bakıyoruz, anlatımı yapılan bu süreçte denetim görevini yapmayan, ihmal ve suistimalde bulunan müfettişler için savcılığın istediği soruşturma iznini vermiyor Çalışma Bakanı. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? İşte, bu, tuzun koktuğu yer değil midir? Bu, yüz karası değil midir değerli milletvekilleri? Bu bir fotoğraf değil midir? Bu bir yönetim anlayışı değil midir? E, bakıyoruz, tabii, bütün bunların devamında da Maden Mühendisleri Odasının, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunun raporlarına, Cumhuriyet Halk Partisinin, muhalefetin diğer grupların vermiş oldukları araştırma önergelerine rağmen, Hükûmet üstüne düşen görevleri bir türlü yapmıyor, bu anlattığımız kapsamda bir türlü yapmıyor.
Ortaya çıkan fiilî durum şu, işin esası şu: İşletmeciler iktidarla olan yerel ve merkezî ilişkilerine güveniyorlar, "Nasıl olsa Ankara benim hakkımda yaptırım uygulamaz." diyorlar ve bu duyguyla kural dışılığa ve haksız kazanca yöneliyorlar, bunu kurumsal hâle getiriyorlar. Çıkar ilişkisi ve nüfuz suiistimalleri, beraberinde cezasızlık kültürünü getiriyor ve bu cezasızlık kültürü en ağır sonuçlarını madencilik sektöründe yaratıyor değerli arkadaşlarım.
İşte, böyle bir tablonun sonunda, aslında fotoğrafın özünü, esasını yine kim ortaya koyuyor? Ermenekli, Güneyyurtlu "Emiş Baha" isimli kadınımız ortaya koyuyor. Diyor ki Emiş Baha: "Önce ekmeğimizi çaldılar, emeğimizi çaldılar, sonra da canımızı aldılar." Emiş Baha, Türkiye gerçeğini özetliyor, Anadolu gerçeğini özetliyor. Emiş Bahaların haykırışı ve "Oğlum yüzme bilmezdi." diyen Ayşe annenin masumiyeti ve dile getirdiği insani değerler bu topluma, hepimize ders olmalıdır değerli arkadaşlarım.
Gelin, bu seslere kulak verelim. Gelin, bu sınıfsal çelişkiyi, vahşi kapitalizmin yarattığı bu sömürü ve soygun düzenini sona erdirelim değerli arkadaşlarım. Etraftan dolaşmayalım, işin özüne girelim, olayın özüne girelim, sorunla yüzleşelim. Bu cesareti gösterelim, bu sorumluluğu gösterelim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu düşüncelerle sizleri bir kez daha sorumluluğa ve sağduyuya davet ediyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)