| Konu: | CHP Grubunun, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi ve 26 milletvekili tarafından, inşaat sektöründe yaşanan ölümlü iş kazalarına karşı alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 25/6/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 5 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 10 |
| Tarih: | 05.11.2014 |
ALİ ÖZ (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin iş sağlığı, iş güvenliği konusunda vermiş olduğu araştırma önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Yalnız, burada, iktidar partisine mensup milletvekilinin Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önergenin aleyhinde yapmış olduğu konuşmadan bir kesitle sözlerime başlamak istiyorum. Değerli Meslektaşım, Saygıdeğer Hocam, vermiş olduğunuz 2012'nin Türkiye'deki iş kazaları ölüm oranı, maalesef, 2008 ve 2014 yıllarını karşılaştırdığınızda 744 insanımızın hayatının sonlanmasına vesile olmuş en düşük rakamdır. Oysaki bugün, 2014'ün ilk dokuz ayında, Türkiye'de 1.414 işçi iş kazası münasebetiyle hayatını kaybetmiştir. Yani, "Düne göre yüzde 50'lik bir iyileşme." demeniz, 2012'yi baz aldığınızda gerçekçi olabilir ama bugünkü bu aldatmaca rakamlar, çok alışık olduğunuz bu rakamlara takla attırma gayretinizin ötesinde hiçbir anlam ifade etmez. (CHP sıralarından alkışlar)
Türkiye'de iş kazalarının önlenmesi noktasında, ben sizlere bir şeyleri hatırlatmak istiyorum. Bakınız, denetimsizlikten, tedbirsizlikten, verilen cezaların yetersizliğinden bahsediyoruz. Bu ülkede 2004 yılında meydana gelen, o hepimizin bildiği Pamukova hızlı raylı sistem kazasındaki adli soruşturmaların neticesinde, 2 zavallı insanı suçlu olarak ilan edip birinci makiniste iki yıl hapis cezası, ikinci makiniste de bir yıl üç ay hapis cezası verip diğerlerinin de tamamını akladığımızı bu milletin unutacağını mı zannediyorsunuz?
Yine, 2010 yılında Zonguldak'ta meydana gelen maden kazası sonrasında, dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan "Bu ülkenin insanı zaten bu tür olaylara alışık. Yirmi yıl öncesine kadar incelediğimizde, 90'lı yıllardan bugüne kadar Zonguldak bölgesinde birçok kaza, grizu faciaları yaşadık. Ben de geldim, bu ocaklara, nasıl bir ocaktır diye indim. 2 bin metre derinlikteki o kömür madeni ocaklarında çalışan kardeşlerimin nasıl çalıştıklarını gördüm. Bu mesleğin de kaderinde maalesef bu var..." Yani, 2010 yılında kader. 13 Mayıs 2014 tarihinde Türk madencilik sektörünün tarihinde yaşamış olduğu, 301 insanımızın hayatını kaybettiği Soma faciasından sonra yine Sayın Başbakanın yapmış olduğu açıklama: "Bunlar, bu iş sektörünün fıtratı." İşte, bunlar, Adalet ve Kalkınma Partisinin iş kazalarını ve bunların önlenmesi noktasında uluslararası sözleşmeleri ve evrensel değerleri bir tarafa iterek nasıl bir yaklaşımla olayları değerlendirdiğinin aslında net bir kanıtı.
Ben şu rakamları da sizlerle paylaşmak istiyorum: Önergeyi hazırlayan Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü Süleyman Çelebi Bey'in de ifade ettiği gibi, Türkiye'de 2005 yılı içerisinde 27 bin teftiş yapılmışken iş kollarında, 2013 yılında yüzde 70'lik bir azalmayla iş yerlerindeki teftiş sayısının 8 bine indiğini hepinizin bilmesini isterim. Tabii ki bu arada ne olmuş? Bu arada, Türkiye'de iş yeri sayısı 850 binden 1 milyon 600 bine çıkmış, çalışan işçi sayısı da 2 kat artmış. Yani, iş yeri sayısı artmış, işçi sayısı artmış ama teftişlerde, denetimlerde yüzde 70'e varan bir azalmaya vesile olmuşuz.
Son on yıl içerisinde, Türkiye'de ölümlü iş kazalarının 7-8 kat arttığı artık herkes tarafından bilinen bir gerçek. Türkiye'de iş sağlığı ve güvenliği müfettişi sayısı -ifade ettiler- 266 kişi. Mahkemelerden olayların adli incelemelerinden sonra çıkan sonuçlara bakıyorsunuz, kaybettiğimiz vatandaşların yanında, verilen cezaların hiçbir anlam ifade etmediğini görüyoruz yani burada kendi kendimizi kandırmamalıyız. Eğer Türkiye'de uluslararası standartlara ulaşmak gibi bir amacımız varsa, iş sağlığı ve işçi sağlığı için Dünya Sağlık Örgütünün yapmış olduğu tanımlamayı biz de kabul edip ülkemizi modern bir Türkiye olması anlamında aynı yolda, aynı güzergâhta ilerletmek mecburiyetinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Uluslararası Sağlık Örgütü ile ILO'nun, 1995 yılındaki on ikinci oturumda iş sağlığı için yapmış olduğu tarif çok açık ve nettir: "İş sağlığı, hangi işi yaparlarsa yapsınlar, bütün çalışanların fiziksel, zihinsel ve sosyal refahlarının mümkün olan en yüksek düzeye çıkarılmasını ve burada tutulmasını; çalışma koşullarından kaynaklanan sağlık sorunlarının önlenmesini; işçilerin fiziksel ve biyolojik kapasitelerine uygun mesleki ortamlarda çalıştırılmalarını; özetle işin insana, insanın da işine uygun hâle getirilmesini hedefler." diyor. Ülkemizde, son on yıl içerisinde, maalesef, vahşi kapitalizmin emri, tüm sektörlerde daha az ekonomi sarf ederek daha yüksek gelir elde etme, denetimlerden kaçma, denetimlerin sonucunda da verilecek olan cezaların bertaraf edilmesi anlayışı yaygınlık kazandığından, bundan sonraki süreçlerde biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde, milletin bu kürsüsünde elbette ki başka kazaları sürekli konuşur ve tartışır durumda oluruz.
İş Güvenliği Yasası'nı 2012'de çıkardık, doğru. 2012 yılında çıkarılmış olan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'yla ilgili o komisyonda bulunmuş bir kişi olarak endişelerimizi, olması gerekenleri söylediğimizde, maalesef, iktidar partisi tarafından çoğu reddedildi. Bakın, ben sizlere yaşanmamış ama gelecekte yaşanma ihtimali olan bir husustan bahsetmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, özellikle, o komisyonda bulunan çok sayıda hekim arkadaşım da var. Türkiye'deki kamu hastaneleri ve özel sektör hastanelerindeki iş sağlığı, güvenliği alanında orada bir düzenleme yaptık. Başlangıçta "Türkiye bu işlere yeni başlıyor." diyerek özel sektöre altı ay, kamu sektörüne 2014'e kadar, iki yıl bir süre tanıdık, herhâlde bunlardan hepimiz haberdarız. Daha sonra, kamu ile özel sektörü ayrı tutarak, hem de kamu hastanelerinde sanki bir iş kazası olsa sadece orada aktif görevli çalışan devlet memurları bu kazadan etkilenecekmiş anlayışı içerisinde, hastanenin normal kapasitesini ve yatak sayısını, diğer hastane etrafında bulunan insanların sayısını da gözetmeksizin, iş güvenliği (A) sınıfı tehlikeli iş yerleri olarak kabul edip iş güvenliği uzman mecburiyetini getirdik. Sonra ne oldu? Sonra, birtakım yerlerden gelen baskılar neticesinde, 2014 yılına kadar verilmiş olan iki yıllık süre zarfında tamamlanması gereken bu hadise, birden Bakanlar Kurulunun bir genelgesiyle 2006 yılına ertelendi. İşte, hâl böyle olunca da biz daha çok ağıt yakarız. Biz, her zaman "Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir." deriz. Bu da yetmez, ölenlere şehit madalyası takarız, arkasından kalanlara da "Torba yasa çıkardık, para verdik, ev verdik, yardım yaptık." deriz. Bir kere, perspektifimiz, bakış açımız... Bu kazaların önlenmesi noktasında neler yapabileceğimizi, iktidarıyla muhalefetiyle, hep birlikte tartışmak yerine, kaza olduktan sonra "Neler yapabiliriz?" diye tartışırsak bu neticeler bizim için kaçınılmaz son olur.
Ben burada, Ermenek'teki maden kazası neticesinde Sayın Başbakanın, açıkçası, orada çalışanların ihbar hattına bilgi vererek "Anında kapatırız." ifadesini şiddetle yadırgadığımı ifade etmek istiyorum. Biz hangi ülkede yaşıyoruz? Emeğin sömürüldüğü, taşeronlaşmanın iş sektöründe 1 numaraya yükseldiği bir ülkede, asgari ücretle veya altında işçi çalıştıracaksınız, o insanlar iş yerindeki aksaklıklar için ihbar hattına telefon açacak ve onu işinden olma korkusunu yaşamadan yapacak! Siz insanların aklıyla alay mı ediyorsunuz? Bunu bir işçinin yapabilmesi mümkün mü? (CHP sıralarından alkışlar) Bakınız, iş güvenliği uzmanları bile, maaşlarını patronlardan aldıkları için, denetimdeki aksaklıkları üst makam ve mevkilere iletemiyorlar.
Lütfen, milletin kürsüsünden gerçekleri konuşalım diyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)