| Konu: | Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 76'ncı sırasında bulunan 464 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın gündemin 6'ncı sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun 18 Kasım 2014 Salı günkü birleşiminde 464 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesine ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 15 |
| Tarih: | 18.11.2014 |
BÜLENT TEZCAN (Aydın) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bakın, Türkiye Büyük Millet Meclisinde belirli bir gündemi görüşecekken başka bir gündemle ilgili değişiklik yapma ihtiyacıyla yeni bir konuyu Danışma Kurulu önerisiyle önümüze getiriyoruz.
Şimdi, bakın, bugün, sadece buraya gelmeden önce 28 tane telefon aldım; saydım özellikle bugün 28 kişi, sadece iş arayan, iş isteyen 28 vatandaşımız aradı. O, bugünkü, açabildiğim telefonlar ve eminim -sekreteryaya daha bakamadım- sekreteryada da en az bir o kadar vardır. Bir muhalefet milletvekili olarak 28 vatandaş bugün beni arıyorsa eminim iktidar milletvekillerini 128 kişi arıyordur.
Bugün, on iki yılda, doksan yıllık Cumhuriyet Dönemi'ndeki hiçbir hükûmetin kullanmadığı kaynağı kullanan bir iktidar, bugüne kadarki bütün kaynakları kullanan bir iktidar, cumhuriyet hükûmetlerinin tamamının kullandığı kaynaktan daha fazla kaynak kullanan bir iktidar, ne yazık ki Türkiye'de hâlâ her 5 gençten 1'i işsiz. Üniversite mezunlarına baktığımızda bu oran daha da vahim bir hâl alıyor, her 4 üniversite mezunumuzdan 1'i işsiz değerli arkadaşlar.
Bakın, açlık sınırı 1.065 lira olmuş, yoksulluk sınırı 3.465 lira olmuş, 13 milyon insanımız yoksul. Yani, Türkiye'nin büyük bölümü yoksulluğa mahkûm edilmiş. En temel iki problem işsizlik ve yoksulluk; Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletvekillerinin çözmesi gereken, hükûmetlerin çözmesi gereken en temel problem. Bunları çözmek için çaba harcamak yerine ne yapıyoruz? Her geçen gün yoksullaşmayı teşvik ve tahrik edecek adımları atan uygulamalarla karşı karşıyayız.
Bakın, Aydın'dan vatandaşlar arıyor. Tarımda yoksullaşmanın doruk noktasına çıktığı bir dönemdeyiz. Pamuk üreticisi artık maliyetini karşılayamaz durumda. Narenciye bitti, bahçeden toplayamaz durumdalar. Narenciyenin işçi yevmiyesini, amele yevmiyesini ödeyemeyecek durumdalar. Hayvancılık yapanlar aldıkları hayvanların borçlarını, kredisini ödeyemeyecek durumda; "kasaplık hayvan" diye satacak, para etmiyor. Traktörü haczedilmemiş köylü yok, tarlası ipotek edilmemiş köylü yok. On iki yılda girdi maliyetleri yüzde 400 arttı, 400 misli arttı; yani, bu, köylünün, çiftçinin 400 kat yoksullaşması demek. 1 milyon çiftçi üretimi bırakmış arkadaşlar, 1 milyon çiftçi. Pamuk, mısır, incir, zeytinyağı, şeker pancarı, tütün, ayçiçeği, neyi sayarsanız sayın... "Bu sene incir para ediyor." Diyorlar. Doğru, incirin fiyatı yükseldi ama mahsul, rekolte yarı yarıya düştü. Niye? Çiftçinin üretime ayıracak parası yok; tarlaya yatırım yapacak, bahçeye yatırım yapacak, para yok. Üretim yarı yarıya düştü. Yine el elde, baş başta çıkacak çiftçi bu dönemde.
Bakın, geldiğimiz nokta ne: Eğer tarımda yoksullaşma bu noktaya gelirse bunun sonucu nedir? Soma'da olduğu gibi, Ermenek'te olduğu gibi, açlık ya da ölüm pazarlığı içerisinde güvencesiz çalışmayla yerin altında 300'er 300'er, 20'şer 20'şer, 50'şer 50'şer kendi evlatlarımızı öldürdüğümüz bir çalışma düzeni kurduk.
Değerli arkadaşlar, bakın, bugün, her gün, günde 5 kişi iş cinayetinde ölmektedir. Yıllık 1.500 kişiyi veriyoruz iş cinayetlerine kurban. Böyle bir düzen var, böyle bir sistem var. İşçi yer altında iş cinayetine kurban gidiyor ama bakanlar hâlâ koltuklarını koruyor. Hiçbir demokratik, çağdaş, uygar ülkede böyle bir sistemi anlamak mümkün değil.
Değerli arkadaşlar, bugün gelinen düzen çalışma yaşamında şantaj düzenidir. 2 milyon kamu çalışanı taşeronluğa mahkûm. Devlet bunun parasını ödüyor. Yahu, taşerona kâr ettireceğinize, o işçinin sırtından, 2 milyon çalışanın üzerinden taşerona kâr vereceğinize onları güvenceli çalışma sistemine getirin, alın. Herkes güvenceli, sosyal güvenliği olan bir çalışma sistemi içerisinde çalışsın.
Değerli arkadaşlar, bugün, bakanların "Sana iş bulduğumuza dua et." dediği bir anlayış, sistemi buraya getirmiştir. Hatırlayın, bir bakan çıkıp "İş bulduğuna dua et." demişti yani şantaj düzeni, "ya açlık ya ölüm" düzeni bugün çalışma hayatına hâkim olmuştur.
Şimdi, bakın, dünkü gazetelerde bir fotoğraf... Ermenek'te, donmamak için bir bacımız, bir teyzemiz madenden çıkarılan molozların içerisinde kömür topluyor. Altındaki ifade çok çarpıcı, vicdanları yaralayacak bir ifade. Bakın ne diyor: "16 evladımız orada ama bizim de yakacağa ihtiyacımız var." Bin odalı saray orada, 16 evladımız Ermenek'te toprağın altında. Molozların içinden, kendi evlatlarının çamur molozlarının içerisinden kömür toplamak zorunda kalan kadınlara reva gördüğümüz bir sistem. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bakın, Hatay'dan İstanbul'a gitmiş bir vatandaşımız, 67 yaşında bir amca, Hatay'dan çıkmış, üçüncü köprü inşaatında çalışacak, hani o övünülen, anlatılan üçüncü köprü inşaatında. Şeker hastası, çalışması mümkün değil mevzuat gereği, doktora yalvarıyor: "Aman beni çalıştır çünkü çocuklarım, torunlarım var 2 tane, oğlum öldü, gelinim var, 2 torunum var, aç kalacaklar." Doktor diyor ki: "Amca, çalışırsan ölürsün." Amca diyor ki: "Bırak, ölünceye kadar hiç olmazsa çalışayım."
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; bir gazimiz -güneydoğuda gazi olmuş vatan için- protez parası olmadığından dizleri yara, protez takamadan geziyor; düştü basına. Bir tarafta, 1,5 katrilyonluk, bin odalı kaçak saray; öbür tarafta, topal gezmek zorunda kalan, ayağına protez taktıramayan gazimiz; öbür tarafta, küllerin arasından kömür toplayan vatandaşımız, torunları için ölünceye kadar hiç olmazsa bir ekmek parası bulacağım diye çalışmaya mahkûm edilen bir vatandaşımız. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin geldiği nokta budur, on iki yıllık AKP iktidarının Türkiye'yi getirdiği nokta budur.
Yolsuzlukla yoksulluk el eledir, kardeştir. Eğer bir yerde yoksulluk bu noktaya gelmişse biliniz ki bunun arkasındaki temel sebep o ülkedeki yolsuzluktur. Bugün, Türkiye, yolsuzlukta 1'inci ligde 1'inci sırada ne yazık ki ve bir ülkede yolsuzluk bu noktaya gelmişse hiç şüphe yok ki orada hukuksuzlukla el ele yürüyor demektir.
Bakın, 17 Aralık, 25 Aralık, Türkiye'nin yolsuzlukla ilgili tarihinde hiç yaşamadığı tecrübeleri yaşadığı bir dönem ama soruşturma savcısı hem tehditle hem teklifle... Yani yükselme, tayin, terfi teklifi ve hakkında yürütülen yolsuzluk soruşturmasını aklama teklifi ve tehdidiyle 17 Aralık soruşturması göz göre göre kapatıldı. Şimdi, basına düşüyor, Rıza Sarraf'ın kuryesi diyor ki: "Ben her seferinde bavullarla Ankara'ya para getirdim." O savcıya soruyorum: Bu paraların izi nerede? Bunu takip etmek senin görevin değil mi? Rıza Sarraf'ın saatçisi diyor ki: "Her yıl 1 milyon liralık saat getirirdim." 1 milyon liralık saat... Böyle bir tabloda Türkiye'de dönüp yolsuzlukların kapatıldığı, yolsuzluk, yoksulluk ve işsizliğin el ele, üçüz kardeş olarak yürüdüğü bir sistem yaratıldı.
Bakın, değerli arkadaşlar, bütün bu hukuksuzlukların içerisinde Türkiye'nin dünyaca tanınmış en önemli astrofizikçilerinden Rennan Pekünlü 20'sinde, iki gün sonra hapse girecek. Niye? Çünkü yargıya talimatla verilen, yargının intikam aracı olarak kullanıldığı bir düzende...
Değerli milletvekilleri, kendi bilim insanlarımıza sahip çıkmak zorundayız. Parlamento, Rennan Pekünlü'nün özgürlüğünü sağlamak için gündemdeki kanunu ittifakla çıkarabilir. Şimdi Parlamentonun sınavı, en azından önünde duran sınav, bir bilim insanına sahip çıkıp çıkmama sınavıdır.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)