| Konu: | İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 20.11.2014 |
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Uluslararası tahkimi konuşuyoruz. Nereden çıkıyor bu ihtiyaç? Uluslararası tahkim, çok uluslu ya da uluslararası şirketlerin Türkiye'ye gelip yatırım yapma, buradaki varlıklarını sürdürme, yeni yatırımlar yapmakla ilgili bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'ye de dayattığı, zorladığı bir uygulama. Bu, tabii, bugünlere özel değil, Osmanlı'dan beri başımızın belası olan ve uluslararası sermayenin her zaman istediği, arzu ettiği bir uygulama. Bugün de Hükûmet onunla ilgili ilave düzenlemeleri getirdi, burada bunun üzerinde çalışıyoruz. Neden? Türkiye'nin hukukuna, ulusal yargımıza paracıklarını emanet edemiyorlar, o yüzden de ilave güvenceler istiyorlar.
Peki, biz Türkiye'de "Bizim hukukumuz herkesin hakkını korur." diyebiliyor muyuz? Hukuka güveniyor muyuz? Bu konuda geçtiğimiz günlerde Manisa'nın Soma ilçesinin Yırca köyünde ağaçlar kesilirken bir yaşlı amca Manisa Valisinin karşısına geçti -Valiliğe vekâlet eden Vali Yardımcısının- yaşlı gözlerle şunu söyledi: "Ey evladım, askere çağırdınız geldik, vergi istediniz verdik. Üç gün geç yatırsam elektrik parasını elektriği kesersiniz. Eğer bugün arkamda durmayacaksanız, devlet olduğunuzu ne zaman göstereceksiniz? Valiye güvenemeyeceksek, mahkemeye güvenemeyeceksek, jandarmaya güvenemeyeceksek biz kime güveneceğiz? Devlet devletliğini nasıl gösterecek?"
Maalesef Türkiye'de bütün kurumlar, özellikle kurumlar ve kuvvetler arasındaki denge, ayrılık ilkesi o kadar ortadan kaldırıldı ki artık kimsenin kendini güvende hissedeceği bir ortam yok ve maalesef adalet sistemi de bunlara dâhil. Peki, bu dejenerasyon nerede? Birazdan Manisa Valisini, Soma Kaymakamını, jandarma komutanını söyleyebilirim ama güneş çarığı, çarık ayağı sıkıyor. Mesele, ta devletin en tepesinden, şimdi en tepesinde oturan şahıstan geliyor. Ne demişti kendisinin "başkanlık sarayı" olarak söylediği, sonra bir başka isim takarak partisiyle özdeşleştirdiği o kaçak sarayın inşaatını mahkeme durdurduğunda "Güçleri yetiyorsa gelsinler, yıksınlar. Yürütmeyi durdurdular, bu binayı durduramayacaklar, açılışını da yapacağım, içine girip de oturacağım." Şimdi, bunu, o zamanlar devletin, yürütmenin başı olan, şu anda devletin en kudretli, en üst makamında oturan kişi söylerse, ondan sonra zavallı köylülerin zeytinlerini korumak için acele kamulaştırmaya karşı açtıkları davaya yürütmeyi durdurma kararı verilecekmiş, verilmeyecekmiş bunu kim dinler? Esas sıkıntı, esas kaos ve esas insanların kendini yalnız hissetmesi devletin tepesinin bu tutumundan kaynaklanıyor.
Bir gün Manisa'nın Yırca köyü, seksen beş yıllık, yüz yıllık zeytin ağaçlarının bulunduğu ve... Hani hep diyoruz ya "O tütün bitti, üzüm bitti, bağcılık bitti, o yüzden madenlere ucuz işçi olarak mahkûm oldu köylülerimiz." buna karşı zeytinlerine tutunan köylüler var. 6 bin tane zeytin ağacı, 80 tane hissedar ama 23 tane tarımla uğraşan gerçek köylü, eğer ekmeklerini zeytinden, zeytin yağından çıkarmasalar o madene girip ölüme mahkûm olacaklar, hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bir gün öğrendiler ki 10 Mayıs 2014'te Hükûmetimiz acele kamulaştırma yapmış. Amcalar diyor: "Ne menem bir şey bu acele kamulaştırma?" Şöyle anlatmak durumundayız: Millî güvenliğin devletin menfaatlerinin üst düzeyde tehdit altında olduğu durumlar falan... Yani karşıda düşman ordusu geliyor, amca diyor ki: Tapulu arsama sokamam. Burası benim domates tarlam. Buraya mevzi kazamazsınız. "Amca al paranı, çekil kenara." Böyle bir durum mu? Yo. Kolin bir yere giriyor, herhangi bir yere yapacak bir de esnek bir sözleşme ama diyor ki: Ben tam öbür termik santralin yanına bu yerimi yapacağım çünkü oranın özelleştirmesinde önceden bir avantaj sağlamak istiyor ve şimdi, çıkıyor diyor ki: Ben buradaki 6 bin zeytini kesmek istiyorum. Buna karşılık köylüler dava açıyorlar. Hızlı görülmesi gerekiyor, geçen sene çıkan yasayla, on beş gün EPDK'na süre veriliyor. EPDK savunmayı yapıyor, mahkeme görülüyor, karar yazım aşaması. O Marquez'in Kırmızı Pazartesi'si gibi, o gece bir cinayet işleneceğini hepimiz biliyorduk ve ben o gece Plan ve Bütçede Sayın Arınç'a söyledim, tutanaklarda var, bu gece bir şeyler olacak, engel olun dedim. "Vallahi sizdeki bilgi bende yok." dedi. O, onu söyledikten on beş dakika sonra jandarma komutanı garanti verdi "Hiçbir şey olmayacak." diye ve iki saat sonra 6 bin tane zeytini katlettiler. Yani şu çok uluslu şirketler bizim yargıya güvenmemekte haksız mı, onu takdirlerinize arz ediyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)