| Konu: | İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 20.11.2014 |
ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu Tasarısı'nın aleyhinde söz aldım, sizleri saygıyla selamlarım.
İki örnek olaydan konuşmama başlayacağım. Bir tanesi: Bundan birkaç yıl önce milletvekili arkadaşlarımızla birlikte İtalya'ya gittiğimizde, arabuluculuk konusunu incelemek üzere gittiğimizde İtalyan Adalet Bakanına sorduk: "Neden arabulucuya gerek duydunuz?" diye, "Küresel şirketler istedi." dedi. Keza, geçtiğimiz günlerde bir olay anlatıldı bana. Bir Türk şirketi, Pakistan'da önemli bir ihale almış. İhale şartnamesinde şöyle bir hüküm var: "Mutlaka o yöredeki, o aşiretteki insanlar inşaatta çalışacak." diye. Bizim müteahhit de bunu kabul etmiş, çalışmaya başladığı anda aşiret reisi Pakistan'da çağırmış, demiş ki: "Kaç tane insanı alacaksın, çalıştıracaksın benim aşiretten?" "Bin kişi." "Hayır, 3 bin kişiyi çalıştıracaksın." demiş. Ve iş çıkmaza girmiş, tahkime başvurulmuş ve tahkim sonuçta bir karar vermiş.
Aslında, tahkimin temelinde şu yatıyor: Dünyada iki tip vatansız var; bir tanesi, yoksul insanlar, umuda gidenler, denizlerde boğulan insanlar, bir vatan, yurt arayan, ekmek kapısı arayan insanlar var; ikinci bir grup vatansızlar da uluslararası şirketler. Ne yazık ki, ulusal yargıdan şirketlerin yargısına yönelik bir dünyaya doğru hızla gidiyoruz. Küresel sermaye ülkelere gelebilmek için kendi koşullarını dayatıyor ve bizim gibi ülkeler de bu dayatmalara boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Sadece iş bununla mı bitiyor? Türkiye'nin içindeki millî sermaye diyebileceğimiz kesimler de kendi aralarındaki sorunları millî yargıda halletme yerine, kendilerinin taahhüt ettiği insanlarla çözme niyetindeler çünkü aralarındaki sorunların toplum tarafından bilinmesini istemiyorlar.
Öyle ya da böyle, küresel dayatmanın sonucu olarak, bizde de birkaç yıldan bu yana, özellikle Avrupa Birliği sürecinden bu yana bir moda başladı. Aslında Kara Avrupası hukukuna sahip olmamıza rağmen, bütün anlayışımız onun üzerine gelişmesine rağmen, Anglosakson hukukundan kaynaklı uzlaşma, arabuluculuk, tahkim gibi müesseseleri sırf moda olsun diye Türk hukukuna empoze etmeye çalışıyoruz, hiçbir iş görmüyor.
Türkiye'de tahkim merkezi kurulmasının sembolik olarak bir anlamı vardır, etkinlik olarak hiçbir anlamı olmayacaktır. "Neden?" derseniz, bir tahkimin 6'ncı maddede genel kurulu oluşturuluyor, hemen hemen hepsinde büyük bir ağırlık Hükûmet bürokratlarının ağırlığı. Hükûmete, bir anlamda, Hükûmetin etkisi altında olabilecek kurumların ağırlığı var. Böyle bir yapıya küresel sermaye nasıl inanacak? Kaldı ki, bütün kurumların yönetimleri genel kurulla seçilecek insanları tayin ederken, Barolar Birliği Yönetim Kurulunu ayrı tutmak, o siyasi tek yanlı bakış açısının da bir yansımasıdır.
Bir diğer sakıncalı şey, son anda önergeyle geldi. Bu merkezin bütçesinin kaynağı bir yıl süreyle Başbakanlık tarafından sağlanacaktı, ne yazık ki son dakika önergesiyle bu iki yıla çıktı. Bu şu demektir: Başbakanlık iki yıl süreyle o tahkim merkezini elinde tutacak demektir.
Değerli arkadaşlarım, bu tahkim denen müessesenin bir süre sonra hiç kapısının çalınmayacağını söyleyebiliriz. Asıl önemli olan, böyle moda işlerin peşinde koşmak değildir. Dikkat ederseniz, Almanya'da tahkim merkezi yoktur. Almanya'nın bir sermaye birikimi vardır, kendine güveni vardır, millî yargısına güveni vardır, gerçek yargı bağımsızlığına sahip olduğu inancındadır, öz güveni vardır. Öz güveni olmayan ülkeler, dışarıdan para dilenmek zorunda kalan ülkeler böylesine maceraların peşine düşerler.
Keza, bu tahkim merkezi yalnız bir işe yarayacaktır. Havuza mensup olanlar kendi aralarındaki sorunları bu toplumdan habersiz çözebilecek duruma gelebileceklerdir.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)