| Konu: | Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 25.11.2014 |
CHP GRUBU ADINA ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uzun süredir kamuoyunun gündeminde olan 655 sıra sayılı Yasa Teklifi'nin nihayet Genel Kurula geldiğini görüyoruz.
Tabii, aslında şöyle başlamak lazım: Geçtiğimiz şubat ayında "yargı paketi" adı altında önemli bir değişiklik yaptık, bununla yetinmedik, Haziran 2014'te bir değişiklik daha yaptık. Her ikisinin adı da "yargı reformu"ydu. Şubat ayında yaptığımız değişiklikleri şu anda geri alıyoruz. Şimdi, o yargı reformuysa bu ne? Bu, reformun reformu mu?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Rereform, rereform...
ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) - Şimdi, öncelikle üzerinde durulması gereken şey bu: Neden böyle bir değişiklik amacı güdüldü?
İkinci olarak üzerinde durmamız gereken bir şey var: Eğer bir ülkede hele ülkenin parlamentosu yargıyı bu denli fazla konuşuyorsa o ülkenin demokrasisinde sorun vardır. Eğer bir ülkede yargı mensuplarının adı film artistleriyle eş anlamlı bir şekilde gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını süslüyorsa o ülkenin demokrasisinde sorun vardır. Yargının yapısıyla çok oynanmıştır. Gerçekten de elbette ki yargıda uzun yıllara dayanan sorunlar vardır. Yargıda siyasallaşmaların belirtisi de görülmüştür zaman zaman. Keza yargıdaki bu siyasallaşma girişimlerinin çoğunluğunun bireysel olduğunu görmüşüzdür geçmişte. Ama, ne zamanki 12 Eylül 2010'da bir referandum yapılmıştır, o referandumdan sonra yargıdaki siyasallaşma artık kurumsal bir hâl almıştır. Keza, o dönemde iktidarı oluşturan koalisyon, belli bir dayanışma içinde yargıyı ele geçirme operasyonunu adım adım gerçekleştirmiştir. Ama, ne var ki her zaman ülkeye egemen olan bir güç eğer bir koalisyon yapısı içindeyse bir süre sonra güçler savaşının ortaya çıkması da kaçınılmazdır. Bugün yaşanan, iktidarda egemen olmak, daha fazla pastadan pay almak adına bir güç savaşından ibarettir. Keza güç savaşında üstün olan da şu aşamada, karşısında bir anlamda sindirdiği, bir anlamda susturduğu, bir anlamda sütre gerisine itilmesine neden olduğu yapıyı bir düşman gibi göstererek yargıdaki o siyasallaşma adımını daha da perçinlemek istemektedir. Bu yasa teklifi bir reform falan değildir. İşte bu, yargıya daha sağlam bir ayakla basmanın bir aracından ibarettir.
Bugün, tabii, sorun şu aslında: 2014'ün içinde, hemen hemen benzer konularda 3 tane değişiklik yapıyoruz ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulu bütün mesaisini o yasa teklifi... Ki o teklifin altında imzası bulunan arkadaşlarımın o tekliften hiç haberlerinin bile olmadığına eminim ben çünkü Komisyon çalışmaları sırasında, yasa teklifinin değişikliklerinin Bakanlığın bürokratlarınca yerine getirildiği hepimizin malumuydu ve bir mutfakta hazırlanan bir yapı getirildi, önümüze konuldu. Peki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir ülkenin Parlamentosu aynı yıl içinde birbirine benzer konularda 3 tane yasama değişikliğini yapıyorsa bunun bir adının olması lazımdır, buna bir ad koymak zorundayız. Bunun adı, düpedüz, yasama görevini kötüye kullanmaktır. Ben, Adalet ve Kalkınma Partisinden oy veren arkadaşları tenzih ediyorum. Onlar, o bloklaşmanın etkisiyle, kendi arkadaşlarının verdiği bir teklif var, işte iktidarlarının verdiği bir teklif var dolayısıyla onaylama ihtiyacı hissediyorlar. Ama, gelecekte, Türk Ceza Kanunu'na böyle bir hüküm koyacağız, bu bir ihtiyaçtır. Bugün, yasama görevi kötüye kullanılmaktadır.
Türkiye'de, pek çok yasal düzenlemelerle karşılaştık değişik hükûmetler zamanında ama hiçbir hükûmet döneminde, bu denli kişiye özel düzenleme görmedik. Ha, onunla da yetinmedi bu iktidar, bugün gelinen noktada artık, zamana ve zemine göre de yasa değişikliği yapıyor. Yani, Şubat 2014'te, 17 Aralıkta sabaha karşı kapılar çalındığı anda bir karar veriliyor, deniyor ki: "Artık, bir evi aramak için somut delillere dayalı kuvvetli şüphe olacak." Onunla da yetinilmeyip "Acaba, bizim hakkımızda filanca adliyedeki evrakların içinde ne vardır?" diye merak içinde, bir düzenleme daha yapılıyor. Müdafilerin, avukatların dosyanın istinasız bütününü incelemesine ortam sağlanıyor ve bugün gelinen noktada, önce HSYK -eski HSYK- kendi içindeki yapısı itibarıyla değişim gösteriyor, öncekine göre daha farklı davranıyor, mevcut egemen gücün daha çok yanında yer alıyor. Sonrasında, yeni HSYK seçimleri yapılıyor, artık, yeni koalisyon kuruluyor, yeni bir koalisyon var artık. Şunu görüyoruz ki iktidar artık, kendisine yeni partnerler arayışı içindedir ve bunu bulmuştur. Bu da ne kadar gidecek, onu da bilemiyoruz tabii ve iş sağlam olunca da Yargıtayın, Danıştayın yapısından başlayarak önemli derecede değişiklikler yapılıyor.
Bugün, yargının üzerindeki baskıyı anlamanın en önemli yollarından bir tanesi, Sayın Cumhurbaşkanının bu tip düzenlemeleri kamuoyuna ilk açıklayan kişi olmasıdır. Sayın Cumhurbaşkanının görevleri arasında Meclise ya da Meclisteki milletvekillerine "Şu yasa teklifini vereceksiniz." telkini yoktur, imada dahi bulunamaz. Bu, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine yapılan bir müdahaledir. Ama, güvenlik paketi olsun, bu yasal düzenleme olsun, biz bunu ilk ağızdan, Sayın Cumhurbaşkanından duyduk yani Sayın Başbakan, Sayın Adalet Bakanı baypas edilmiştir böyle bir noktada ve ne yazık ki -dün sanıyorum- Sayın Cumhurbaşkanı bir yargıç hakkında "vatan haini" ibaresini kullanmıştır. Siyasiler, o siyasi jargon gereği, zaman zaman, birbirine amacını aşan, hatta hakarete varan sözler söyleyebilirler ama bir ülkenin Cumhurbaşkanı kanıtlanmadıkça bir yargıcı vatan hainliğiyle suçlayamaz ve bunu Galataport ihalesinde yürütmeyi durdurma kararı vermesi dolayısıyla söylemiştir. Peki, burada şunu sormak lazımdır ondan hareketle: Yani "Galataport'a adam bir sürü yatırım yapmış, milyonlarını oraya dökmüş, memleket için iyi bir şey ama iki yıl sonra bunun hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilmesi vatan hainliğidir." gibi bir söz söyledi. O zaman, peki, Kolin İnşaatın santraliyle ilgili, 6 bin zeytin ağacının kesilmesi aşamasında yürütmeyi durdurma kararı veren Danıştay üyeleri de vatan haini midir? Böyle ,mameleke intikal eden konularda bu denli duyarlı olan Sayın Cumhurbaşkanı, 2007'den bu yana o dalgalar hâlinde süren aşamada, haksız yere sabaha karşı evleri basılan, haksız yere gözaltına alınan, yıllarca cezaevinde nedensiz yere, suçu dahi açıklanmadan yatanlara sebebiyet verenler için neden tek bir kelime etmemiştir?
Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılan müdahaleleri biliyoruz. Özellikle, seçkin, çağdaş, bilgili Deniz Kuvvetlerine yapılan operasyonu acaba nasıl değerlendiriyor Sayın Cumhurbaşkanı? Oraya yapılan müdahalede vatan hainliği izleri var mı? Onunla ilgili ağzından şimdiye kadar hiçbir kelime duyduk mu?
Paraya vazıülyed eden hâllerde vatan hainliğini gündeme getirecekseniz ama bu ülkenin aydınları içeri tıkılırken gıkınızı çıkarmayacaksınız, sonra da ortaya çıkıp sabaha karşı Kısıklı'daki villanın önünde toplanan olduğu zaman bunları düşman göreceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu samimiyetsizliktir.
Yasaya gelince, ilk 6 madde, ilk 6 maddenin içeriğinde şunlar vardır: Noterlik Kanunu'yla ilgili düzenlemelerdir, arkadaşlar maddelere sıra geldiğinde açıklama yapacaklar.
7'nci madde açıkça Anayasa'ya aykırı bir maddedir. Hukuk mezunu olmayan idari yargıçlara, savcılara ve Danıştay üyelerine sınavsız olarak doğrudan hukuk fakültelerine giriş olanağı tanınmaktadır. Bu, Anayasa'mızın fırsat eşitliğine açıkça aykırıdır. Yükseköğretim Kanunu'nun 45'inci maddesinin birinci fıkrası aynen şöyledir: "Devlet üniversitelerine yerleştirmede YÖK tarafından yapılacak sınavla belirleme yapılır." der. Birinci fıkra böyleyken o birinci fıkranın altına sınavsız giriş hakkı tanımak bir kere şöyle bir açıdan çok garabettir: İdari yargıçlar, beş yıl çalışmak şartıyla sınavsız, hukuk fakültesine kaydolabileceklerdir. Öncelikle, bu yargıçlara saygısızlıktır bu. Bu yargıçlara "Sizin hukuk nosyonunuz yeterli değil, siz doğru dürüst, adam gibi hâkim değilsiniz. Onun için, size bir de hukuk fakültesine girme hakkı veriyoruz." demektir. Bu doğru bir şey değil. İkincisi, binlerce insan yüze yakın hukuk fakültesinden mezun oluyor. Gençlerimiz 3 kuruşa avukatların yanında, boğaz tokluğuna çalışmak zorundalar. Birtakım insanlara, yaşını başını almış insanlara sırf "Mesleklerinden sonra avukatlık yapsınlar, böyle bir olanağı tanıyalım." diye imtiyaz tanınması gerçekten, o gençlerin emeğine saygısızlıktır. Bu açıdan, Komisyon çalışmalarında da üzerinde dikkatlice durduk ama ne yazık ki göz ardı edildi.
Şeylerden biri de şudur, aslında 11'inci maddedir. Bu da Danıştay Kanunu'nun 14'üncü maddesinde bir değişiklik yapıyor. Artık, dava dairelerinde hukuk, siyasi bilimler, iktisat gibi dallarda eğitim insanlar ancak görev yapabiliyorlardı Danıştay üyesi olarak, bu tamamıyla kaldırılmıştır. Şimdi, sıradan herhangi bir kişi dava dairelerinde görev yapacaktır. Keza Danıştaya üye seçilmek için yirmi yılın on yedi yıla indirilmesinin temelinde de sanıyorum o on yedi yıllık bareme girecek birkaç kişi vardır, onların listeye dâhil edilmesi istenmiştir.
Yargıtay Kanunu'nda da benzer bir değişiklik yapılıyor, biraz önce Sayın Kaplan söyledi. Yargıtaya ve Danıştaya üye seçiliyor. Elimde bir yasa tasarısı var; 2007 tarihini taşıyor, dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanmış. 1'inci maddesi şu şekilde, Yargıtay Kanunu'nun 5'nci maddesinde değişiklik içeriyor. "Madde 5- Yargıtayda 13 hukuk, 7 ceza dairesi ve en fazla 150 üye bulunur." diyor, 2007'de. Şimdi ne oluyor? 23 hukuk, 23 ceza dairesi, 516 Yargıtay üyesi seçilecek. Yargıtayda tetkik hâkimi sayısı 1.308'dir. Neredeyse 2 tetkik hâkimine 1 üye düşer konumuna geliniyor, yargıtay balon gibi şişiriliyor. Buradaki temel amaç, elbette iş yükü, şu bu falan değildir. Mevcut bir yapı var Yargıtayda, 2014 Haziranında bu yapıyı pasifize etmek amacıyla bir düzenleme yapılmıştır. Yapılan bu düzenleme kapsamında da amaç hasıl olamamıştır çünkü 2014'ün Haziranındaki yasal düzenlemenin Yargıtaydaki ittifakı bozulmuştur. Şimdiki Yargıtay Başkanının biraz da bireysel girişimleriyle, hiç arzu edilmeyen bir Başkanlık Kurulu oluşturulmuştur. Şimdi bu değiştirilmek istenmektedir. Bunun için ne yapılacak? Yargıtaya 129 yeni üye seçilecektir, Yargıtayın yapısı değiştirilecektir, çok kısa süre önce, daha haziran ayında oluşturulmuş Başkanlık Kurulu lağvedilecektir, yerine yenisi kurulacaktır. Nereye kadar? Eğer bu anlayış sürerse, inanın bana, bir gün Yargıtaydaki üye sayısı kürsüdeki hâkim sayısını neredeyse geçecek hâle gelecektir. Bu komedidir, yazıktır, yargıyı bu hâle getirmek gerçekten de ayıptır.
Bu noktada, Yargıtay tetkik hâkimlerinin seçiminin tümüyle HSYK'ya bırakılması da hiç doğru bir şey değildir. Yargıtaydaki daire başkanları... Ben buradan tavsiye ediyorum: Nasıl olsa bu yeni seçileceklerle birlikte yapı değişecek, gelin bu düzenlemeyi geçirmeyin. Yargıtaydaki daire başkanları beraber çalışacakları tetkik hâkimlerini sorsunlar. HSYK'ya Yargıtaydaki tetkik hâkimlerini seçme hakkının verilmesi, doğrudan, özerk bir yapı olan, üst bir yargı kurumu olan Yargıtayın HSYK'nın emrine girmesi anlamına gelir, buna izin verilmemelidir. Zaten bozdunuz, yapboz, yapboz derken hep bozdunuz, bari daha da bozmayın derim.
Tabii, düzenlemede yurt dışı teşkilatı var ama 3 tane daha önemli konu var. Yargıda Birlik Platformu oluşturulduğu zaman, bu platformdaki hâkim ve savcılar Sayın Başbakanla görüştüler ve çıkışta bir açıklama yaptılar, dediler ki: "Bir, maaşımız artırılacak. İki, ucuz silah edineceğiz. Üç, disiplin affı getirilecek."
Şöyle söyleyeyim: Türkiye'de toplam 13 bin küsur, 14 bin hâkim ve savcı var idari yargıda, adli yargıda. Şu anda HSYK 3. Dairede 7 bin şikâyet var. Yani, her 2 hâkim, savcıdan -kabataslak düşüneceksek- 1'isi şikâyete maruz kalmış durumda. Bunların içinde esaslı olanlar da vardır, hayalî olanlar da vardır. Bu süre içerisinde, 59 hâkim, savcının meslekten ihraç edildiğini gördük, biliyoruz. Burada önemli bir nokta var, bunun üzerinde durmak istiyorum.
Sicil affı getiriliyor, bence çok doğru bir girişimdir, pek çok hâkim, savcıya haksızlık yapıldığını ben biliyorum. Sırf "şucu, bucu"dur diye insanlara eziyet edilmiştir, sudan yere cezalar verilmiştir. Bir adliyede 13 hâkim, savcı hakkında soruşturma yapılmıştır, sırf göstermelik olsun diye -12'si aynı suçtan muzdarip diyelim- 12'si aklanmış, 1'ine ceza verilmiştir. Bu açıdan olumlu ama "1/4/2005 tarihinden 1/9/2013 tarihine kadar işlenmiş fiillerden dolayı..." Şimdi, niye böyle bir tarih konuldu? 1/5/2005 tarihi, bir önceki sicil affının çıktığı tarihtir, makuldür. Peki, "Niye 1 Eylül 2013?" derseniz: Çünkü, hani bu Ergenekon davalarında, bu 17 Aralık sürecinde çok meşhur olan bir savcı vardı ya, onun yurt dışına çıkış tarihi 2 Eylül 2013'tür. Anladınız mı değerli arkadaşlar? Yani, onun soruşturma kapsamına alınması amacıyla böyle bir şey yapılmıştır.
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Kişiye özel!
ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) - Bunu yapacaksanız, lütfen, hepsini dâhil edin ya da buraya süre koymayın, bunu özellikle istirham ediyorum.
Şimdi, tabii, maddelere geldiğimizde de bazı özel değerlendirmeler yapacağız ama sürem dar, sadece bir konuya değineceğim. Müdafilerin dosyayı inceleme yetkisinde Komisyonda ısrarla üzerinde durduğum hâlde, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu bu kapsama alınmıştır katalog olarak. Bu, avukatların dosyayı incelemesini sonuna kadar sınırlayacak bir düzenlemedir. Bunun da madde metninden özellikle çıkarılması gerektiğini ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)