| Konu: | Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 25.11.2014 |
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, çok önemli bir kanun teklifinin müzakeresine başladık. Teklifin hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Konuşmamda eleştirileri değerlendirmek ve bazı hususların altını çizmek, açıklığa kavuşturmak için değerlendirmelerde bulunacağım.
Bir defa, bu teklif her maddesi itibarıyla Anayasa'ya uygun bir tekliftir, Anayasa'ya herhangi bir aykırılık teklifte söz konusu değildir. Tabii, yorum yoluyla, değerlendirme yoluyla birtakım aykırılık iddiaları yapılabilir ama işin özünde, esasında Anayasa'ya aykırı bir husus söz konusu değildir.
Teklifin birinci kısmında noterlerle ilgili önemli düzenlemeler yapılmaktadır. Noterlerin yaşadığı bazı sorunlara çözüm getirilirken noter işlemlerinin güvenli elektronik imza kullanılarak elektronik ortamda yapılabilmesinin yasal altyapısı da sağlanmaktadır.
Bu teklifin içerisindeki en önemli değişikliklerden birisi, yüksek yargıda daire ve üye sayısının artışını öngören düzenlemeler ve bu düzenlemelerin yansımalarıdır. Yüksek yargıda iş yükünün yoğunluğu hepimizin malumudur. 2011 yılında bu iş yükünün yoğunluğunu ortadan kaldırmak maksadıyla bir değişiklik yapıldı ancak bugüne kadar gelen duruma baktığımızda bu değişikliğin iş yükünde beklenen azalmayı sağlamadığı da ortadadır. Ceza dairelerinde 2010 yılında 364.500 olan dosya sayısı 2013 yılında 355.134 olarak gözüküyor, 31/10/2014 itibarıyla da 389.469 olarak görülüyor; tabii, derdest olanlar, devredenler dâhil. Hukuk dairelerine baktığınızda, 2010'da 171.814 olan dosya sayısının 31/10/2014 itibarıyla 219.386 olduğunu görüyoruz. Tabii, buradaki rakamlar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyaları kapsamıyor. Ona baktığımızda da 1 Kasım 2014 tarihi itibarıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında derdest dosya sayısı 353 bin civarındadır. Çok büyük bir iş yükünün olduğu tartışmasızdır. Yüksek yargıda davaların uzun süre karara bağlanamaması insanımızın yargıya olan güvenini zedelediği gibi, hakkını daha geç elde etmesine de neden olmaktadır. İş yoğunluğunu azaltmak için tedbirler almak bizim Parlamentomuzun önemli görevlerinden bir tanesidir. Türkiye adil yargılanma hakkı konusunda da uluslararası taahhütlerde bulunmuş bir ülkedir. Bu çerçevede, hem adil yargılanmanın hem de zamanında davaların karara bağlanmasının temini, gecikmiş adaletin önüne geçilmesi maksadıyla böyle bir değişiklik yapılması zarureti ortadadır. Bu değişikliğin gizli bir ajandası yoktur, tamamıyla Yargıtaydaki iş yükünü azaltmaya, oradaki dosya yoğunluğunu eritmeye dönük bir düzenlemedir. Bunun altını özellikle çizmek isterim.
Daha önce de 2011'de bu düzenleme yapılmış, Anayasa Mahkemesine de konu taşınmış. Anayasa Mahkemesi yaptığı yargılama sonucunda bu yöndeki iddiaları reddetmiştir; hem daire ve üye sayısının artışı hem Başkanlık Kurulunun bu üye artışına paralel olarak yeniden oluşturulması konusunu yasamanın takdir yetkisi içerisinde görmüş, hukuk devletine ve yargı bağımsızlığı ilkesine aykırı değerlendirmemiştir.
Hepsini okumayacağım ama sadece bir hususu okumak istiyorum bu karardan: "Kuralla, Yargıtay'ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu'na, Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nu oluşturacak ve yeni seçilecek olan üyelerin de iradelerinin yansıtılması sağlanmıştır. Buna göre, yeni seçilecek olsalar bile Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nu oluşturacak olan üyelerin Yargıtay'ın karar organlarından biri olan Birinci Başkanlık Kurulu'nun oluşumunda iradelerinin yansıtılmasında hukuk güvenliğini zedeleyen bir yön bulunmamaktadır. Kaldı ki kuralla, önceki Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nda görevli üyelerin yeniden anılan kurula seçilmesi engellenmemiştir.
Diğer taraftan, yeniden belirlenecek olan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nda görev yapacak üyelerin, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı kapsamında her türlü etkiden uzak olarak karar verecekleri açıktır. Bu nedenle dava konusu kuralın, hukuk devleti ilkesi ile yargı bağımsızlığı ilkesini zedeleyen bir yönü bulunmamaktadır."
Şu anda yaptığımız düzenleme, Anayasa Mahkemesinin bu kararında da ifade edildiği gibi, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı ilkesiyle çatışır bir niteliğe sahip değildir. Yargıtay tetkik hâkimlerinin atanması, Yargıtayın iç işlerine, yargı bağımsızlığına kesinlikle bir müdahale değildir. Bugün Yargıtayın üyeleri, Danıştayın üyeleri HSYK tarafından seçilmektedir. Eğer bu mantıkla bakarsak "Yargıtaya ve Danıştaya üye seçmek yargı bağımsızlığına, hukuk devleti anlayışına ters." dememiz gerekir. Bölge idare mahkemelerinin başkan ve üyeleri, ilk derece mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılar, bunların tamamı HSYK tarafından atanmaktadır. Eğer bu mantıkla bakarsak HSYK'nın mahkemelere hâkim ataması, savcı ataması, başkan ataması, Yargıtaya üye seçmesi, Danıştaya üye seçmesinin tamamı hukuk devletine aykırı demektir, tamamı yargı bağımsızlığını ihlal ediyor demektir. Bu kabul edilemez bir durum. Çünkü, HSYK da, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasına göre kurulan ve faaliyetlerini sürdüren anayasal, idari bir kuruldur ve hepimiz HSYK'nın, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sigortası olduğunda hemfikiriz.
O nedenle, HSYK'nın Yargıtay üyelerini, Danıştay üyelerini seçtiği gibi tetkik hâkimlerini seçmesi, kesinlikle yargı bağımsızlığına herhangi bir müdahale olmadığı gibi, Yargıtayın iç işleyişine de bir müdahale değildir. Sayın Yargıtay Başkanı dün bir açıklama yaptı. Ama, orada Yargıtay Başkanını seçen kurulun, Başkanı seçerken, üyeleri seçerken ehliyetli, hukuk devletine ve yargının bağımsızlığına sadık olarak karar verdiğini düşünüp tetkik hâkimlerini seçerken bunun aksini düşünmek kabul edilebilir bir durum kesinlikle değildir. Özellikle bunu burada ifade etmek isterim.
Bu yapılan düzenlemenin bir benzeri Danıştayda vardır, şu anda Danıştay tetkik hâkimleri HSYK tarafından atanmaktadır. Bundan sonraki süreçte de Yargıtay üyesi nasıl seçiliyorsa, Danıştay üyesi nasıl seçiliyorsa, ilk derece mahkemelerine hâkim ve savcılar nasıl atanıyorsa, bunların tamamını yapmaya nasıl HSYK yetkiliyse aynı şekilde HSYK bu yetkisini kullanacaktır. Bunların hiçbiri Anayasa'ya, yargı bağımsızlığına, "hukuk devleti" ilkesine kesinlikle aykırı değildir, bunu özellikle ifade etmek isterim.
Ayrıca, Danıştayda Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyelerin, hukuk fakültesi mezunu olmayanların dava dairelerinde görev almasını engelleyen düzenleme değiştirilmekte, dava dairelerinde görev almasına imkân verilmektedir. Bu, yargı bağımsızlığına aykırı bir şey değildir, hukuk devletine de aykırı bir şey değildir çünkü Anayasa Cumhurbaşkanına Danıştay üye sayısının dörtte 1'ini atama yetkisi veriyor ve onlarda hukuk fakültesi mezunu olma şartı aramıyor, başka şartlar arıyor. Ama ilk derecede görev yapan, vergi mahkemelerinde, idare mahkemelerinde görev yapan hâkim ve savcılarımız arasında hukuk fakültesi mezunu olmayan yüzlerce hâkim ve savcımız var. Bunlar bir mesleğe girmeden önce eğitime tabi tutuluyorlar ve ondan sonra görev yapıyorlar. Eğer biz Danıştayda Cumhurbaşkanımızın atadığı hukuk fakültesi mezunu olmayan bir harita mühendisinin veyahut da imar konusunda uzman birinin ilgili dairede görev yapmasını öngörmezsek veyahut da yanlış karşılarsak, o zaman idare mahkemelerinde, vergi mahkemelerinde hukuk fakültesi mezunu olmayanların görev yapmasına da aynı gözle yaklaşmamız lazım ki bu, fevkalade yanlış bir durumdur. Orada da görev yapar, orada da görev yapar.
Şu anda "Danıştayda birilerine imtiyaz mı sağlanıyor?" denirse, Danıştayda böyle 2 üye var, onun dışındaki bütün üyeler hukuk fakültesi mezunudur, Cumhurbaşkanı tarafından atanan üyeler. Bu hususun da altını özellikle çizmek isterim.
Tabii, diğer bir konu Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yapılmak istenen değişiklikler meselesidir. Bu konu çok tartışıldı. Ben tartışılmasını da, işin doğrusu, önemsiyorum ve doğru görüyorum. Birincisi, makul şüphe meselesi. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 116'ncı maddesindeki "makul şüphe" bu senenin şubat ayında "somut delile dayanan kuvvetli şüphe" olarak değiştirildi. Bu değişikliği yaparken temel düşüncemiz, aramalara kolay karar verilememesi ve ancak kuvvetli bir şüphe varsa ve bu şüpheyi doğuran somut bazı emareler, deliller vesaire varsa o zaman karar verilmesini arzu ediyorduk. Ancak, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten bu yana uygulamaya baktığımızda, uygulayıcılar bunu, suçu ve delili, daha doğrusu faili gösteren somut delil gibi, âdeta ispat vasıtası delil gibi algılayıp uygulamaya başladılar. Şüpheyi doğuran bir delil, birdenbire suçu ispat eden, suçluyu gösteren delil gibi algılanıp uygulanmaya başlayınca bu arama müessesesinden hedeflenen netice ortaya çıkmadı. Pek çok yerde -şimdi tek tek saymak çok zaman alacak- maalesef arama kararları verilemedi. Bazı yerde savcılar vermedi, konu hâkime taşındığı zaman hâkimler vermedi ve bunun doğurduğu pek çok olumsuzluklar yaşadık. Bu nedenle, bu yaptığımız düzenleme bu olumsuzlukların ve ortaya çıkan kötü uygulamanın sonuçlarını ortadan kaldırmaya dönüktür.
Makul şüphe konusu Kıta Avrupası'nda da aynı şekilde var, "basit şüphe", "makul şüphe" oralarda da görüyoruz. Almanya'da "iz ve emarelerle desteklenmiş tahmin ve basit şüphe" var, Avusturya'da "basit şüphe" var, İngiltere'de "makul bir neden olduğu zaman" var, İtalya'da "basit şüphe" var yani pek çok ülkede de "basit şüphe" olduğunu görüyoruz. Makul şüphe, o basit şüpheye göre daha yoğunlaşmış bir şüphedir.
Bir diğer konu el koyma meselesi. Ceza Muhakemesi Kanunu'nda el koyma maddesinde katalog suçlara ilaveler yapıyoruz. Bu öyle bir yansıtıldı ki sanki muhalif olan herkesin malına, mülküne el konulacak, Hükûmet kendi aleyhine kim konuşuyorsa onun bütün ticari hayatını sonlandıracak. Böyle bir takdim yapılıyor, insafsızlıktır bu. Yani, böyle bir şey olmadığını bu takdimi yapan bütün arkadaşlarım gayet iyi bilmektedir. Zira, el koyma maddesinde, CMK 128'de "somut delillere dayanan kuvvetli şüphe"yi biz getirdik bir güvence olarak.
İki: El koyma kararından önce BDDK, SPK, MASAK, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınması şartını da el koyma maddesine biz koyduk.
Üç: El koyma kararının ağır ceza mahkemesince heyet hâlinde verilmesi kuralını da biz getirdik ve bu kararın oy birliğiyle alınmasını da getirdik, Meclisimiz kabul etti.
Şimdi, bu güvencelerin hangisi ortadan kalkıyor? Hiçbiri ortadan kalkmıyor. Kişi hürriyeti ve güvenliği bakımından, kişinin mal varlığı bakımından, hak ve alacakları bakımından da bu güvencelerin hiçbiri ortadan kalkmıyor. Eğer bir rapor varsa, eğer somut delillere dayalı kuvvetli şüphe varsa, ağır ceza mahkemesi heyet hâlinde karar veriyorsa bunlarla ilgili uygulama elbette yapılabilir. Bizim yaptığımız da burada anayasal düzene karşı suçlar, darbe teşebbüsü diye bildiğimiz suçlar gibi bazı suçları bunun kapsamına koymaktır. Yoksa, muhaliflerin mal varlığına, şuna buna el koyma gibi bir değerlendirme yapılırsa o zaman darbe suçu nasıl oluşuyor, onun iyi okunması lazım.
ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Yolsuzluk operasyonlarına nasıl darbe diyorsunuz Sayın Bakan? Önüne gelene darbe diyorsunuz.
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Bunların düşünce hürriyetiyle, kişilerin muhalefet yapma şekliyle, biçimiyle -bu düzenlemenin- hiçbir alakası yoktur. Bunu özellikle ifade etmek isterim.
Öte yandan, müdafinin dosyayı incelemesi ve dosyadan örnek alması hususu da son derece önemli bir husus. Biz, dosyadan müdafinin herhangi bir sınırlamaya tabi olmadan örnek alınması hususunda düzenleme yaptık. O zaman savunduk da. Ben bizzat savundum, bunun çok ileri bir düzenleme olduğunu hem Komisyonda hem de Genel Kurulda ifade ettim. Ancak, maddenin uygulamaya girmesinden sonra terör suçlarına ilişkin soruşturmalarda, örgüt soruşturmalarında, uyuşturucuyla ilgili soruşturmalarda ve başkaca pek çok soruşturmada, özellikle suçu işlemeyi meslek edinen kişiler avukatları vasıtasıyla savcılıklarda âdeta nöbet tutuyorlar. Bir soruşturmanın sağlıklı yürümesi, delillerin toplanması, faile ulaşılması âdeta imkânsız hâle geliyor. Dosyanın içerisinde ne varsa hepsini alıyor. Cumhuriyet savcısı nerelere müzekkere yazmışsa onu alıyor, hangi soruşturmanın hedefi hangi istikametse onu görüyor. Dolayısıyla, delilleri karartma konusunda büyük bir imkân elde ediyor ve deliller karartılıyor, kayboluyor, araştırmalar netice vermiyor. Böyle olunca da bu tip özellikle organize suçlarla ilgili, örgütlü suçlarla ilgili soruşturmaların akim kalması gibi bir tehlikeyle karşı karşıyayız. O nedenle, biz, bu noktada, soruşturmanın amacı tehlikeye düşecekse hâkim kararıyla belli evraklara ilişkin kısıtlamayı öngören düzenlemeye geri döndük. Ama, Komisyonda değerli Komisyon üyelerinin, muhalefet partisi üyelerinin de eleştirileri dikkate alınmak suretiyle burada bir katalog yapıldı. Bu katalogla sınırlamaya gidildi. Umarım ki bu sınırlama yasa koyucunun amacını karşılayacak niteliktedir.
Bakın, birkaç rakam vermek istiyorum bunu daha iyi anlatabilmek için: 2011 yılında devreden dosyalar dâhil 6 milyon 15 bin 659 soruşturma var, 1.050 soruşturmada gizlilik kararı verilmiş. 2012 yılında 6 milyon 285 bin 102 soruşturma var, 1.064 soruşturmada gizlilik kararı verilmiş. 2013 yılında 6 milyon 679 bin 973 soruşturma var, bunlardan 1.306'sında gizlilik kararı verilmiş. Tabii, bu rakamlara baktığınızda milyonlarca soruşturmadan sadece belli sayıda soruşturmada gizlilik kararı var. Şimdi, bu daraltmayla bu daha da aza inecektir, bunun kararını da hâkim verecektir. Ben bunun bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Burada birçok eleştiri yapıldı, tabii şahsım da bu değişikliği savunan birisi olarak bu eleştirilerden nasibini aldı ama bunu getirmek zorundayız, bunu getirmeye mecburuz, siz de bunu yakinen biliyorsunuz. Bu, bizim soruşturmalarımızın sıhhati bakımından son derece önemli bir düzenlemedir. Buradaki amaç, savunma hakkını kısıtlamak kesinlikle değil, delilleri doğru bir biçimde toplamak, faillere ulaşmak ve hak edenin hak ettiği cezaya kavuşması için etkin ve sağlıklı bir soruşturmayı yürütmek bakımından önemli.
Tabii, burada, hâkim ve savcılarımızın özlük haklarına ilişkin düzenlemeler var. Bu düzenlemeler üzerinden hâkim ve savcılarımız çok yıpratıldı, birtakım imkânlar getiren diğer düzenlemelerle de yıpratıldı ama bilinmesini isterim ki hâkim ve savcılarımız daha fazlasını almayı hak ediyorlar. Bütçe imkânlarımız çerçevesinde ancak bu kadar bir iyileştirme yapabiliyoruz, imkânlarımız arttığında bunu daha fazla yapma imkânımız da olacaktır.
ALİM IŞIK (Kütahya) - Niye geç kaldınız? Niye geçen yıl değil de bu yıl? Niye şimdi, niye?
ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Devamla) - Ben, katkılarınızdan dolayı hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, teklifin hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)