GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:5
Birleşim:26
Tarih:11.12.2014

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi hürmetle selamlıyorum, iyi akşamlar diliyorum. Bütçe görüşmelerimizin birinci turundayız, başarılar diliyorum, bütçemizin hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bugün birinci tur görüşmeleri biraz sonra bitecek, ben de Hükûmet adına bir konuşma sırası aldım. İlk defa bir bütçede iki tur birleştirilmiş durumda, buna alışık değilim. Plan ve Bütçe Komisyonunda iki tur olarak yapıldı; Başbakanlıkla doğrudan bağlantısı olmayan kurumlar bir turda, Başbakanlık ve bağlı kurumlar bir başka turda yapıldı. Belki öylesi daha iyi ama Meclis Başkanlığımız, şüphesiz, parti gruplarının da iştirakiyle bir Danışma Kurulu kararı almış. Bu Danışma Kurulu kararıyla bugünkü birinci tur görüşmeleri bütün kurumları bir arada yapacak şekilde tanzim edilmiş. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve diğer bazı kurumlar olmak üzere doğrudan benim temsil etmem mümkün değil, onlar hakkında da eğer doğru yapabilirsem fazla konuşmamam gerekecek. Ben bunu öncelikle belirtmek istiyorum. Kaldı ki görüşmeler sırasında da notlar aldım, takip ettim; sadece birinci turda burada bulunamamıştım, bir başka görevim vardı ama arkadaşlarımızın tutanaklardan konuşmalarını da aldım. Bütün konuşmacılara teşekkür ediyorum. Kurumlarımızı çok fazla eleştirmediler, bunun bir sebebi belki dün yapılan bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler olabilir, sayın genel başkanlar konuştular, onlar önemli konular üzerinde ciddi eleştiriler yaptılar, artık bugünkü görüşmeler biraz da resmî geçit hüviyetinde. AK PARTİ Grubuna baktım, 16 kişi beşer dakika, diğer gruplar biraz daha fazla süreler verdiler. Ben 1995'te filan girdiysem Parlamentoya -evet, 24 Aralık 1995- bir, bir buçuk ay kadar sürdüğünü bilirim Genel Kurul görüşmelerinin, sonra kırpa kırpa kırpa 13 güne indirdik, belki ileride Genel Kurul bir seremoniden ibaret kalacak, bütün görüşmeler ait olunan komisyonlarda yapılacak, onda da fayda olabilir.

Tabii, seksen dakikanın hepsini konuşmak niyetinde de değilim, saat sabah on birden bu yana görüşmeler devam ediyor. Bir de şu saatlerde Beşiktaş-Tottenham maçı başladı. Ben iyi bir Beşiktaşlıyım, bu akşam bu maçı şahsen izlemek isterdim. Birincisi, son zamanlarda Beşiktaş iyi gidiyor, ikincisi de eğer Tottenham'ı yenerse Arsenal'in de acısını çıkarmış olacak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Dolayısıyla Beşiktaş...

BAŞKAN - Biz de başarılar dileyelim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Tabii.

MUSA ÇAM (İzmir) - Tribünlere baktınız mı Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Buyurun.

MUSA ÇAM (İzmir) - Tribünlere baktınız mı? O PASSOLİG nedeniyle tribünler bomboş.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bakamadım hiç, buraya geldim doğrudan, siz isterseniz bir çıkın, bize de haber getirin arada bir.

MUSA ÇAM (İzmir) - Biz de sizi dinlemek için özel olarak geldik.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ayrı bir konu, ben onu konuşmuyorum ama Beşiktaş, bu akşam bir millî takım gibi mücadele etsin diliyorum.

ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Başarılar diliyoruz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Başarılar diliyorum, inşallah hayırlı bir haber alırız, maç bitmeden de toplantımız biterse belki son zamanlarını izleme imkânımız olabilir. Sayın Başkanımız gibi bendeniz de Beşiktaş'ımıza başarılar diliyorum, inşallah bizi mahcup etmeyecek bir sonuca ulaşır.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Başkanım, bir Galatasaraylı olarak sataşmadan söz isteyeceğim birazdan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, birkaç kurum üzerinde...

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen...

Hepimiz başarılar diliyoruz, ben bir Fenerbahçeliyim ama Beşiktaş'a başarılar diliyoruz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Tabii, Nevzat Bey'in latife yaptığını biliyorum, sağ olun.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bu güzel bir şeydir yani bana sorarlar, dışarıda hangi takımımız hangi yabancı takımla maç yapıyorsa ben millî takım gözüyle bakarım, formamı çıkarırım, onun yanında olurum. Eskiden Meclisimizin bir geleneği de vardı. Gerek Meclis Başkanlığım döneminde gerek biraz daha sonrasında, biz yurt dışına gittiğimizde uluslararası komisyonlar olarak karşımızda yabancılar olursa hep millî takım gibi hareket ederdik yani iktidar-muhalefet ayrımı olmazdı, birimizin dediğini öbürü de kendi açısından ama teyit edecek bir konuşma yapardı; umarım gene böyledir, bilemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, özellikle bazı arkadaşlarımızın da eleştirileri veya temennileri olduğu için bazı kurumlarımızla ilgili müsaade ederseniz açıklama yapayım, ondan sonra da birilerinin beklediği açıklamayı en sonuna bırakayım.

Diyanet İşleri Başkanlığımızla ilgili, Sayın Özkes Hocamız ve Mustafa Erdem Bey'i dinleyemedim, tutanaklardan okudum; hem önemli bir görev yaptığından bahisle hem de bazı eksikliklerini dile getirmek suretiyle eleştirilerde bulundular, bunları takdirle karşılarız. Arkadaşlarım bilirler ki Plan ve Bütçe Komisyonunda biz gece 01.00'e kadar daha çok soru, daha çok cevapla güzel bir akşam geçirmiştik; bugün konuşulanların bir kısmı orada sorulan ve cevaplandırdığım konulardır, bir kısmı da yenidir. Dolayısıyla, izniniz olursa kısaca onlara temas etmek istiyorum.

Şüphesiz, Diyanet İşleri Başkanlığı eleştirsek de takdir etsek de cumhuriyetle neredeyse eş değer bir kurumumuzdur. Görevleri bellidir. Son zamanlarda, zannediyorum dört veya beş yıl kadar oldu, yeni bir teşkilat kanunuyla yeni bir hüviyete kavuştu. Pek çok hizmetleri yapmakla görevli. Bunların içerisinde din hizmetleri vardır, eğitim hizmetleri vardır, yayın hizmetleri vardır, yurt dışı hizmetleri vardır, personel hizmetleri vardır, hac ve umre hizmetleri vardır, strateji geliştirme hizmetleri vardır. Çok kısa olarak söylersem, 2014 Eylül ayı itibarıyla da 140.854 kadrosu, 1.401 sözleşmeli pozisyonu mevcuttur. Bütün bunlar, bu personel genişliği vesaireyle 5 katrilyonun üzerinde bir bütçe ödeneği de ayrılmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili olarak Sayın Özkes'in ve bir kısım arkadaşlarımızın sorularından daha önce cevaplandırmadıklarıma ait bazı notlar aldım.

Sayın Erdem benden önceki konuşmasında, Türkiye Diyanet Vakfının kampanyalarda topladığı yardım paralarının vadesiz hesaplarda tutulup amacına uygun kullanılmadığı iddiasında bulunmuş. Türkiye Diyanet Vakfı Medeni Kanun'la kurulmuş özel hukuk tüzel kişisidir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün teftiş ve denetimine tabidir. Bunları hepimiz çok iyi biliyoruz. Yardım Toplama Esas Ve Usulleri Hakkında Yönetmelik'in 13'üncü maddesine uygun olarak toplamaktadır yardımlarını. Yönetmelik gereği bu amaçla bankalarda açılan hesaplara yatırılmaktadır. Banka hesaplarında yardım paraları kampanya amacı doğrultusunda nemalarıyla birlikte harcanmaktadır.

Çanakkale Bayramiç ilçesi bir imam hatibinin IŞİD'e katılması hakkında sorusu var. Maalesef gerçektir. Adı geçen görevlinin, bu iş ortaya çıktıktan sonra, 25 Haziran 2014 tarihî itibarıyla görevine son verilmiştir. Az da olsa, belki başka yerlerden var mıdır bilmiyorum ama böyle bir imam hatibin böylesine bir katiller ordusuna katılmak üzere dışarıya gitmesi bizi fevkalade yaralamıştır. Umarım bunların önü alınacak çalışmaları da hep beraber yaparız.

"Kayseri Talas ilçesinde camide protokol masası kurulmuş." Konuyla ilgili iddia üzerine tahkikat henüz sonuçlanmamış ama tahkikat açılmış.

"AK PARTİ Üsküdar ilçe teşkilatının, Üsküdar Çiçekçi Camisine ve Karacaahmet Mezarlığına astığı afişlerle ilgili ne gibi işlemler yapılmıştır?" Bunda da tahkikat devam etmektedir.

Bu soruyu cevaplandırmıştım ama önemine binaen tekrar söylüyorum: Sayın Özkes ısrarla, 17 Aralık sonrası rüşvet ve yolsuzlukla ilgili hutbelerin okunmadığını iddia etti. Plan Bütçe Komisyonunda günüyle, tarihiyle bunun karşılığını vermiştim.

Şöyle kısaca tekrarlayayım: Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde helal-haram duyarlılığı; kul, kamu hakkı; adalet, doğruluk, dürüstlük, güven, emanet, rüşvet ve yolsuzluk gibi konularda il müftülüklerimiz tarafından 2011 yılında 164; 2012 yılında 177; 2013 yılında 121, 2014 yılının ilk altı ayında 72 olmak üzere son dört yılda toplam 534 hutbe irat edilmiştir.

Yine bu konularla ilgili olarak vaizlerimiz tarafından da yurt sathındaki camilerimizin kürsülerinden 2012'de 20.890, 2013'te 39 bin, 2014'te 29 bin -küsurlarını söylemiyorum- üç yılda toplam 90.167 vaaz edilmiştir.

Ayrıca İstanbul Müftülüğü web sitesinde 20 Aralık 2013 Cuma günü okunacak hutbe konusunun rüşvet olarak belirlendiği ancak 17 Aralık 2013'te yapılan operasyonun ardından bu hutbenin değiştirilerek yerine Kur'an-ı anlamak konulu hutbenin okunduğu iddia edilmektedir. Bu iddia doğru değildir.

İHSAN ÖZKES (İstanbul) - Doğrudur efendim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Nitekim İstanbul Müftülüğünün İnternet adresine bakıldığında rüşvet ve yolsuzluk konulu hutbenin 20 Aralık 2013'te değil, aksine 13 Aralık 2013 Cuma gününün yani söz konusu operasyondan dört gün öncesinin hutbesi olduğu görülecektir. 20 Aralık gününün hutbesi ise "Kur'an-ı okumak, anlamak ve yaşamak" isimli hutbe olup değişikliğe uğramadan kendi gününde okunmuştur.

Kış ortasında rotasyon uygulaması ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından uygulanan rotasyon işlemlerini Sayın Erdem eleştiri konusu yapmış. Bununla ilgili yönetmeliklerimiz bana maddeler hâlinde getirildi. Cami görevlilerinin rotasyon işlemleri kış aylarında yapılmayıp ilgili mevzuatta belirtildiği şekilde haziran-eylül dönemi içerisinde yapılmaktadır. Şef, müdür, ilçe müftüsü unvanlarındaki personelin rotasyon ve yer değişikliği işlemleri de 1 Haziran-31 Temmuz tarihleri arasında gerçekleştirilmektedir. Resmî Gazete'de yayımlanan yönetmelik hükümlerini de koymuşlar. Merak ettim baktım, kaç yılını dolduranlar rotasyona tabi olacak diye. Aynı camide yirmi beş yılını dolduranlar ile sekiz yılını tamamlayan cami görevlilerinin bir şekilde yer değiştirmesi gerektiği yönetmelikte yazılmaktadır.

Mustafa Erdem arkadaşımızın yine, Bursa Uludağ'da Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin'in Başbakan için "Ona dokunmak bir ibadettir." şeklinde ifade kullandığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından cevap verilmediği iddiası hakkında da "Konuyla ilgili, Diyanet İşleri Başkanlığı 25 Mart 2014 tarihinde web sayfasında yayınladığı gündeme ilişkin basın açıklamasında aşağıdaki ifadeleri kullanmıştır." gibi dört paragraflık bir yazı var. Yani buna kayıtsız kaldığını da doğrusu söyleyemeyiz. Açıklayıcı mahiyette bir bilgi verilmiş.

Sayın Özkes Hoca'mız: "2013 yılında kullanılan Kutlu Doğum Haftası logosu IŞİD'i andırmaktadır." Biz her yıl için bir sabit logo kullanmıyoruz. 2013 logosu "Peygamberimiz, insan onuru" onun yanında da Hazreti Peygambere ait olduğu bilinen mührün fotoğrafı yer almıştır. 2014 kutlamalarında da "Peygamberimiz, din ve samimiyet" konulu bir logomuz bulunmaktadır.

Arkadaşlarımın arasında sorularda göremedim ama ibadethanelerin elektrik giderleriyle ilgili bir bilgi notu var. Bunlarda, ibadethane sayılan cami, mescit, kilise, havra ve sinagogun elektrik enerjisi yıllık giderlerinin Diyanet İşleri bütçesine konulacak ödeneklerden karşılanmasına karar verilmiş. 30/3/2013 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Elektrik Piyasası Kanunu geçici 6'ncı maddesiyle "Güvenlik amacıyla yapılan sınır aydınlatmalarına ait tüketim ve yatırım giderleri İçişleri Bakanlığı bütçesinden, ibadethanelere ilişkin aydınlatma giderleri ise Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine konulacak ödenekten karşılanır." şeklinde değiştirilmiştir. Son bilgi şu: 2014 yılı için ibadethanelerin aydınlatma giderleri harcama tertibine konulan ve eklenen ödenek 70 milyon iken 11 Aralık -bugün- itibarıyla kullanılan 48 milyon 361 bin Türk Lirasıdır.

Değerli arkadaşlarım, vakıflarla ilgili notlarıma gelince: Bugün Türkiye'de vakıflar idaresi de esasen çoğu zaman sizin takdirlerinize mazhar olan, övülen ve hepimizi ilgilendiren bir kurum olduğu için de daha da gelişmesi noktasında önemli önermelerle karşımızda bulunan bir konudur.

Bildiğiniz gibi bugün Vakıflar Genel Müdürlüğümüz 52 bin mazbut vakfın, 271 mülhak vakfın, 4.863 yeni vakfın, 166 cemaat vakfının da bir ölçüde yöneticisi, bir ölçüde deneticisidir. Vakıf kurmak isteyenler için özgürlük vardır. Kanunda gösterilir. Amacı, gayesi doğrultusunda hazırlanan vakıf senedi asliye hukuk mahkemesi tarafından tescil edilir, merkeze tescil edilir, ondan sonra kendiliğinden çalışmaya başlar. Bazen rutin teftişler bazen de şikâyet üzerine denetimler yapılır. Şu ana kadar vakıflarımızla ilgili çok ciddi bazı ihbarlar bulunsa da, bu, 52 bin ve buna bağlı sayılar içerisinde çok küçük bir nokta olması itibarıyla vakıflarımızın iyi çalıştığını, güzel çalıştığını söyleyebilirim.

"Yeni vakıf" dediğimizde yani geçmişten kalmış, bugün Vakıflar Genel Müdürlüğünün bizzat denetiminde olan -mazbut vakıflar gibi- veya ailesi tarafından, evlatları tarafından yönetilen mülhak vakıflar gibi olmayıp, sizin, bizim, arkadaşlarımızın kurduğu veya desteklediği vakıfları kastediyorum. Buna 5 bin civarında da diyebiliriz. Sayısı ne kadar artarsa o kadar iyi olduğunu düşünüyorum.

Bizim 2003-2014 yılları arasında her zaman takdir edilen şey şudur: 4 bin eserin proje ve onarımı tamamlanmıştır. Bunlar için -bütçemiz özel bütçedir bildiğiniz gibi- 3 katrilyona yakın masraf yapılmıştır. Bu 70 bin istihdam demektir ve Türkiye'mizin her şehrinde, her ilçesinde, vakıf eseri olarak kabul ettiğimiz kültür ve tarih varlıklarını kim, nereden bize haber verirse onları bir plan dâhilinde yapmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda, Türkiye sınırları içine de hapsetmedik bu konuyu. Eski Osmanlı coğrafyasında bizimle tarihî ve akrabalık ilişkileri bulunan ülkelerin tamamında biz aynı zamanda restorasyonlar yapıyoruz. Yemen'den ta Bosna Hersek'e, bütün Balkan ülkelerine kadar, en son da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde -Sayın Gök de vardı, partisini temsilen gelmişlerdi. Bu son, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluş yıldönümünde birlikte olmuştuk. O gün Sayın Başbakanla bir protokol, hatta sözleşme imzaladık, Meclise gelecektir- bulunan vakıfların Türkiye Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmesi, ayağa kaldırılması konusunda, parasını da biz vereceğiz, projelerini de biz yapacağız. Başta belki Hala Sultan veya Hazreti Ömer Camisi olmak üzere veya şehir merkezindeki kültür ve tarih varlıkları olmak üzere biz bunları Türkiye'nin bir kurumu olarak inşallah ayağa kaldıracağız; ki, Kuzey Kıbrıs da bizim bir parçamızdır.

Değerli arkadaşlar, Sayın Nazlıaka vakıflar konusuna girince TÜRGEV'le ilgili bazı sözler konuştu. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bu konuda içimiz rahattır. Şu açıdan: Bana bu konuda zannediyorum ki 20 civarında önerge gelmiştir. Bu önergelerin hepsini cevaplandırdım. Bize verilen beyannamedeki bilanço miktarlarını, kendilerine yapılan bağışları ve gayrimenkul sahibi iseler bunun kaç tane olduğunu içinizdeki, içimizdeki bütün arkadaşlarıma bildirdim. Yani cevaplandırılmayan bir soru önergesi yok.

Yeni vakıflar içerisinde sayılmaktadır TÜRGEV. 1996'da kurulmuştur. Daha sonra yönetiminde değişiklikler olmuştur. Bugün de amaçları doğrultusunda faaliyet gösterdiğine inanıyoruz. Nereden yardım alıp almadığını soracak durumda değiliz çünkü Vakıflar Kanunu'muzda yaptığımız değişiklikle vakıflar yurt dışından da bağış kabul edebilmektedir. Bu, biraz önce söylediğim 4.863 yeni vakıf için de geçerlidir, cemaat vakıfları için de geçerlidir, mazbut ve mülhak vakıflar için de geçerlidir. Yurt dışından birisi belli bir miktarda bağış yaptığında Türkiye gündemine gelmişti, onun miktarını da ilk açıklayan benim, vakıflardan sorumlu bir Bakan olarak. Bu konuda şeffaflıktan yanayım. Adı ne olursa olsun bir vakfı peşin, ön yargıyla suçlamanın ötesinde, yaptığı çalışmaları mercek altına alıp bir kanunsuzluk, bir hukuksuzluk varsa bunlarla ilgili, önce bir denetim, sonra da mahkeme yönünü düşünebiliriz.

"Mahkeme yönü" derken şunu kastediyorum: Şu anda asliye hukuk mahkemelerinde yöneticilerinin görevden alınmasını talep ettiğimiz bazı vakıflar vardır. Bu aynı zamanda "azil" anlamına gelmektedir. Arkasından mahkeme bunu kabul ederse yapılacak şey kayyum atanması ve vakfın yeni yönetime kavuşmasıdır. Onların isimlerini vermiyorum konuşulmadığı için, "bahsi diğer" diye onları tanımlıyorum.

Sayın Altan Tan, vakıflarla ilgili -kendisi yok galiba ama önemli bir konu- Diyarbakır'da bulunan bir mülhak vakıftan bahsetti, ismini vermedi. Doğrusu da budur. Yani, bir vakfın ismini vererek burada konuşmak belki kamuoyunda farklı algılamalara yol açabilir. Söylediği şudur: "Bir de şahıs vakıfları, aile vakıfları var ki vakıfların büyük bir ekseriyetini bunlar teşkil ediyor; padişah vakıfları bile öyledir. Bu işin uzmanları bilir bunları. Diyarbakır'dan bir örnek vereyim: Bir aile vakfının 5 milyon metrekare arazisi imara girmiştir. 3 milyon metrekare, 3 bin dönüm arsa ortaya çıkmıştır; bunun hepsini yüzde 20'den, yüzde 25'ten aile devletle de iş birliği içerisinde yöneticilerle müteahhitlere vermiştir."

"Devletle iş birliği" demeseydi belki bir şey söylemem gerekmezdi ama kendi üstüme alındım, o yüzden cevap vereceğim. Öncelikle, Diyarbakır'daki bir vakfın yüksek bir arazisinin devletle işbirliği yapılarak mı yoksa mahallî kurumlar aracılığıyla, mesela belediye diyelim, onlar vasıtasıyla mı bu hâle geldiğini sizlere birkaç cümleyle aktarmak istiyorum: "Açıktan yüz milyonlarca doları da alıp dışarıya transfer etmiştir, bunun engellenmesi lazım. 'Baş üstüne, engelleyelim.'"

Peki gerçek durum nedir? Evet, böyle bir vakıf var Diyarbakır'da, maşallah, arazi zengini. Adı geçen vakıf 1987 tarihinden bu yana belli bir yönetici tarafından idare ediliyor. Üzerinde işlem yaptığımız için vakfın ismini vermeden -gerekirse Altan Bey'e veririm, burada konuşulmasının, tutanaklara girmesinin doğru olmadığını düşünüyorum- durumu şöyledir: Vakfın Diyarbakır il merkezinde 3 bin dönüm arazisi bulunmaktadır. Bu arsanın 700 dönümü için vakıf, Vakıflar Meclisi ve mahkeme kararı almak suretiyle satış yetkisi almıştır. Satışlardan vakfa 170 milyon gelir elde edilmiş olup, bu gelirle yurdun çeşitli yerlerinden yeni gayrimenkuller almışlardır. 1.400 dönüm için de yine Vakıflar Meclisi ve mahkemeden karar alarak taşınmazlarını kat karşılığı değerlendirmektedir. Kat karşılığı oranları yüzde 30-35 arasında gerçekleşmektedir. İnşaatlar devam etmekte olup, tamamlandığında vakfa yaklaşık 2 bin daire ve 60 bin metrekare dükkân kalacaktır; maşallah.

Adı geçen vakfın gerek arsa satışlarında gerekse de kat karşılığı gayrimenkullerin değerlendirilmesinde usulsüzlük olduğu belirtilen şikâyetler üzerine Genel Müdürlüğümüz müfettişleri tarafından yapılan incelemede mevzuata aykırı bir işlem olmadığı tespit edilmiştir. Bu husus ayrıca Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında da incelenmiş olup savcılıkta da takipsizlik kararı verilmiştir. Mal varlığına "Ooo" diyebiliriz, "Şu kadar daire sahibi olacak, vay!" diyebiliriz ama durum bu. Şimdi, Sayın Altan Tan'ın bu konuşmasını bir bakıma ihbar kabul ederek tekrar müfettiş görevlendireceğim ve konu üzerinde bu iddialar üzerinde de neler var, neler yok, tekrar bir inceleme yapılmasını isteyeceğim.

Sayın Nazlıaka konuşmasında vakıf taşınmazlarının işgal ettirildiği, daha sonra bu işgalcilerin kiracı yapıldığı yani taşınmazların ihale edilmeden işgalcilerle kira mukavelesi imzalandığını ifade etmiş. İşgalcilere kiracı sıfatını vermek veya mukavele imzalamak doğrudan doğruya mümkün değil, doğru da değil ama unutmayalım ki 6111 sayılı, 2011 yılında bir kanun çıktı. Bu kanunla, hazineye ait araziler de dâhil olmak üzere, işgalciler varsa bu araziler üzerinde vakıflar da dâhil olmak üzere bunlarla kira kontratosu imzalanması imkânı getirildi. Kanunun verdiği bir imkânı başkaları kullanırken Vakıflar Genel Müdürlüğümüz de kullanmış oldu. Tamamen kanuna uygun bir işlem tesis edildi.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye İnsan Hakları Kurumu üzerinde sadece Sayın Mahmut Tanal'ın konuşmasından bazı notlar aldım. Biliyorsunuz, 2012 yılına kadar İnsan Hakları Kurumu yok, İnsan Hakları Başkanlığı vardı. 2012 yılında bir kanunu çıkardık ve üyeleri seçimle gelen bir İnsan Hakları Kurumu kurduk. Şüphesiz, tamamen serbest, özgür, özerk olduğunu söyleyemem; yarısı resmî, yarısı da özel sayılabilecek, mevcut örnekleri içerisinde bir İnsan Hakları Kurumu oldu. Bunlar, İnsan Hakları Kurulu vardır, Cumhurbaşkanı tarafından seçilen, baro tarafından seçilen, YÖK tarafından seçilen üyeleri olduğu gibi, Başbakanlık tarafından seçilen üyeleri de vardır. Bu üyeler belli zaman içerisinde görev yapıyorlar ve 2012'de kurulan bu kurum bence önemli faaliyetler de yapıyor. Tabii, beni muhatap almadan bürokrat arkadaşımızı muhatap aldı Sayın Tanal ama ben ona bir sorumlu Bakan olarak, bana bağlı kurum şu anda, yaptığı çalışmalardan kısmen bahsedeyim yani iki senelik kurumun kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde: Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunu ziyaret. İnsan Hakları Derneğinin başvurusu üzerine, basına yansıyan bazı insan hakları ihlalleri iddialarına ilişkin incelemelerde bulunmak üzere Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 15 Temmuz 2013'te ziyaret edilmiş.

İnsan Hakları Derneği Şanlıurfa şubesinin başvurusu üzerine yine bu kurul 1 Eylül 2013 tarihinde Şanlıurfa Siverek ilçesinde bir inşaatın temel kazısı sırasında ortaya çıkan kemiklerin kayıp kişilere ait toplu mezar olabileceği iddiasını araştırmak üzere Şanlıurfa ve Siverek'te incelemeler yapmış. Yapılan inceleme ve araştırmalar sonucu hazırlanan rapor, kurumun sayfalarında yayınlamıştır.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü etkinliği... Çalıştaylardan bahsediyor. Çalıştayın konuları: Tutuklu ve yükümlü hakları, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı konuları ele alınmıştır.

Sincan Gençlik ve Çocuk Cezaevinde çocuklara kötü muamelede bulunulduğu iddialarına yer verilmesi üzerine resen inceleme yapılmıştır. Bu kapsamda, 22 Ocak 2014 tarihinde Sincan Cezaevi ziyareti yapılmış, konuyla ilgili rapor hazırlanmış ve yayınlamıştır.

Hasta tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerine erişim konusunda yaşadıkları sorunların tespiti vesairesi amacıyla Metris R Tipi Cezaevi ziyaret edilmiş 17 Ocak 2014 tarihinde. Hasta tutuklu ve hükümlülerin tedavisinin yapıldığı ceza infaz kurumu da ayrıca 19 Şubat 2014 tarihinde ziyaret edilmiştir.

Kadının İnsan Hakları Çalıştayı 6 Mart 2014 tarihinde yapılmış.

İstanbul Kumkapı Geri Gönderme Merkezi ziyareti... Kurum uzmanları, akademisyenler ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan heyet tarafından mülteci hakları incelenmek üzere 2 Mayıs 2014'te ziyaret edilmiş ve rapor düzenlenmiş.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ve demokratik toplum düzeni kavramıyla ilgili çalıştay 22 Mayıs 2014 tarihinde yapılmış. Tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerine erişimi hakkında rapor 12 Haziran 2014 tarihinde hazırlanmış.

İstişare toplantıları... İnsan Hakları Kurumu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ortak Çalıştayı,. Metris Cezaevinde inceleme ve buna bağlı bazı incelemeler, raporlar tanzim edilmiş ve yayınlanmış.

Sayın Tanal'ın "Kurum İnsan Hakları Ulusal Kurumları Uluslararası Koordinasyon Komitesine -ICC diye biliniyor- akreditasyon başvurusunda niçin bulunmadı veya bulundu mu?" diye sorusu var, gayet güzel bir soru. Bizim bu konuda başvuru hazırlıklarımız devam ediyor. Çünkü, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne Ek İhtiyari Protokol -OPCAT- kapsamında kurumumuza verilen önleme mekanizması görevinin etkin bir şekilde yerine getirilmesi amacıyla hazırlanan kanun tasarısını Başbakanlığımıza sunduk, pazartesi günü sunumunu bizzat yapacağım, Parlamentoya göndereceğiz. İnşallah, desteğinizle İnsan Hakları Kurumunun kanununda 11 maddelik bir değişiklik öngörüyoruz; fonksiyonlarını, yetki ve sorumluluklarını yeniden tanzim edeceğiz. Destekleriniz için şimdiden teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, diğer kurumlar üzerinde doğrusu şimdilik söyleyebileceğim bir şey yok.

Türkiye Büyük Milet Meclisi bütçesi üzerinde değerli arkadaşım Nevzat Pakdil Bey bir konuşma yaptılar. Ben, Başkanlığım döneminde Sayın Pakdil'le de çalıştım, rahmetli Ali Dinçer Bey'le de çalıştım, kendisini rahmetle anıyorum, Yılmaz Ateş Bey'le de çalıştım, Ahmet Küçük Bey'le de çalıştım. Bizim dönemimiz güzel bir dönemdi, güzel bir uyum ve ahenk içinde çalıştık ve Meclisimiz için de çok şeyler yaptık.

Şimdi, bahsettiği konu üzerinde Sayın Halaçoğlu bir tepki gösterdi, ben kendisiyle daha sonra konuştum, bunlar yanlış şeyler değil ama biz bu konuda zaten fikirlerimizi ifade etmiştik. "Bunu burada söylemenin ne alemi vardı!" şeklinde bir tepki gösterdi.

Arkadaşlar, burada müsaade ederseniz bir öz eleştiri yapmak istiyorum, buna herkesten çok benim hakkım var. Siz de biz de milletvekiliyiz. Allah bize bu şerefli noktayı nasip etti, herkese nasip etmiyor. Bazen seçiliyor, ant içmeye gelirken arabası devriliyor, hayatını kaybediyor, böyle arkadaşlarımız da var. Bazen aday oluyor, seçilemiyor. Bazen aday bile olamıyor. Yani, şu kadar aday adayının bulunduğu bir yerden süzülerek milletimiz sizi, bizi takdir etmiş, buraya getirmiş. Burada görevlerimiz bittikten sonra siz ve biz, hepimiz "sayın milletvekili"yiz, milletin gözünde böyleyiz. Bu, bir dönem olsa da böyledir, benim gibi beş dönem olsa da böyledir. Üç günlük bakanlık yapsa bile bir insan, buradan gittikten sonra adı "sayın bakan"dır, Meclis başkanlığı yapmışsa "sayın başkan"dır yani millet bizi bu sıfatımızla veya bu statümüzle takdir ediyor veya bize böyle hitap ediyor. Bundan dolayı memnun olmamız lazım ama bu hitabın bize yüklediği külfetler var, mükellefiyetler var, bunları da yerine getirmemiz lazım. Seçmenle olan ilişkilerimiz devam ediyor, hâlâ sizden bazı şeyler rica ediyor olabilirler. Düğünler oluyor, davetler oluyor, açılışlar oluyor, temel atmalar oluyor, buralara gitmemiz gerekebilir, yurt dışına gitmemiz gerekebilir, sosyal tesislerden istifade etmemiz gerekebilir. Şimdi, Sayın Pakdil'in Türkiye Parlamenterler Birliği Başkanı olarak, ondan önce Sayın Hasan Korkmazcan'ın, ondan önce diğerlerimizin düşünüp de fiiliyata koyamadığı bir konu var, izin verirseniz bu konuya, Meclis bütçesi üzerinde değil ama, dönemi sona ermekte olan bir milletvekili arkadaşınız olarak birkaç şey söylemek istiyorum.

Ayağına kurşun sıkan tek grup siyasetçilerdir. Bu çok acı bir şey. Herkesin bir koruması vardır -yanımızdaki korumalar olarak söylemiyorum- ama milletvekilleri korunmasızdır ve milletvekilinin en büyük hasmı yine milletvekilidir. Çok garip bir şeydir, birbirimizi severiz ama birbirimize sahip çıkmayız. Siyasetçi, siyasetçiye sahip çıkmalı. Herkes birbirine sahip çıkarken, korurken, kollarken, biz, birbirimizi yok edecek veya gözardı edecek veya küçültecek bazı şeylerin içinde oluruz.

Ne demek istiyorum? 1995'te milletvekili oldum, herkesin ağzında bir sakız: "milletvekilinin dokunulmazlığı", "milletvekilinin lojmanı", "milletvekilinin maaşı." Anadolu'ya gidiyoruz, diyorlar ki: "Sizin altınızda araba varmış, yediğiniz içtiğiniz bedavaymış, mükellef villalarda kalıyormuşsunuz." Allah Allah, bunların hiçbirisi yok. Yerken paramızı veriyoruz, maşallah Meclis Başkanımız da her gün artırıyor zaten. Yani, burada 8 bin kişi yemek yiyor günde ama gazetelere bakarsanız "Mecliste bir ayda 400 ton et yenildi." deniyor, sanki hepsini biz yemişiz gibi. Ulan vicdansız, ahlaksız, yazma böyle. Benim dönemimde ortalama 5 bin kişiydi. Bazen 13 bin kişi girer bu Meclise, bazen 8 bin kişi girer, bazen 5 bin kişi girer; bunlar bizim vatandaşlarımız, hepimiz yanımıza alırız. Güneydoğu milletvekillerine Allah yardım etsin, en kolayı İstanbul milletvekilleridir, çok fazla seçmenleri gelmez, bunlara bir geldi mi maşallah 20 kişi gelir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yedirirler, yatırırlar, hastaların da tedavisini yaptırırlar, yol parası verirler, uçak bileti alırlar. Ben lojmanlardan biliyorum, iki tarafımda bunlar vardı, evin hanımı intihar etmek üzereydi. Her akşam 20 tane misafir, 10 tanesi kalıyor, kendilerine yatacak yer yok. Bunları yaşadık.

Maaşımız o kadar değil, lojmanımız o kadar ahım şahım değil. Dokunulmazlığımız, onu kendi aramızda da çok konuşuyoruz ama onun da istisnaları var.

Şimdi, böyle olunca, mesela, lojmanlardan 2003 Ocak ayında çıktık. Ben de baktım yani devamlı zarar eden bir işletme. 200 kişi çalışıyor, yılda 2 trilyon civarında bizim lojmanlardan masrafımız var. O zaman AK PARTİ Grubu da bir karar aldı. Biz de Başkanlık Divanında -Sadık Bey o zamandan kalmıştır, bilir- bir karar aldık, lojmanlardan çıkacağız. İyi, lojmanlardan çıktık da nereye gidecek bu milletvekilleri? Mesela, ben Meclis Başkanı oldum. "Resmî konuta gideceksin." dediler. "Resmî konuta gitmem." dedim. Allah razı olsun, eşim beni ikaz etti "Milletvekillerinin kiraya çıktığı bir yerde sen nasıl konuta gidersin? " dedi bana. Gitmem dedim, ben de kullanmayacağım dedim. Kooperatife girmiştik 1996 yılında, 2002'de bitmek üzere olduğunu söylediler, onu bitirdim, içine girdim. Ama, milletvekillerimiz perişan oldu. Yani, evi varsa evine gitti adamcağız, evi yoksa kiraya gitti veya misafirhanelerde kaldılar. Ben de dedim ki: TOKİ denilen kuruluş var, askere bina yapıyor, Millî Eğitime bina yapıyor, Sağlık Bakanlığına bina yapıyor, TOKİ bize de yapsın. Lojman değil, parasıyla bize satsın. "Ne kadar güzel." dediler. İlan ettim. İlan ettim ama başıma gelmeyen kalmadı. "Bunlar değil miydi o zaman lojmandan çıkanlar; bak, şimdi kendilerine ev yaptırıyorlar." Ya, yapılacak ev beş yıl taksitle, on yıl taksitle TOKİ nasıl yapıyorsa öyle yapılacak; yapmayın, etmeyin. Ama, basından korkarız biz, sevmeyiz de korkarız; sevmek başka şey, korkmak başka şey. Bir şey doğrudur ama gazeteler yazdığı zaman tüylerimiz diken diken olur, hemen yanlarına gideriz "Ben bu işte yokum ha, bilesin bak benim ismimi de yaz." deriz. Ya ben sana lojman yaptırıyorum kardeşim, parasıyla yaptırıyorum. Bak askere yapmış, Millî Eğitime yapmış, oraya yapmış, buraya yapmış. 355 tane müracaat oldu, 351'i müracaatını geri çekti "Ben korkarım." dedi. Öyle mi? Ben de o zaman memurlara yaptıracağım dedim. İncek'te 3.500 konut yaptırdım Parlamentoda çalışanlara, bu kızlarımızdan var mı oturanlar bilmiyorum ama oraya gittiğiniz zaman Ankara'nın en güzel yerini memurlarımız, çalışanlarımız için yaptırdım. Ondan sonra akıllar başlara geldi. Benden sonra gelen Başkanımız, tabii Bülent Arınç ismini taşımayınca ona aynı tepki gösterilmedi, o da "Ben size Yenimahalle'de bina yaptırayım mı?" dedi. "Yaptır." dediler. Bir kısmımız Yenimahalle'de TOKİ'den konut aldı. Ondan sonra gelen "İncek'e yaptırayım mı?" dedi. "Yaptır." dediler. Şimdi İncek'te konutları var milletvekillerin. Onlara "evet" derken bana niye "hayır" demiştiniz? Hangisi yanlıştı, hangisi doğruydu? TOKİ, milletvekillerine konut yaptı arkadaşlar, hem de güzel yaptı, Yenimahalle biraz pahalı oldu ama şartları itibarıyla onlar da bugün ucuza geldi. Şimdi, o zaman hatırlıyorum, gözüme baka baka "Senin yaptığın doğru ama kusura bakma bizim genel başkanlar 'Bu işe girmeyin.' diyor. Dolayısıyla biz bu lojman işinden çıktık, buraya giremeyiz." Siz bilirsiniz.

Sonra milletvekilleri şikâyete gelmeye başladılar. "Paramız yetmiyor Sayın Başkan, maaşımızı artıralım." Haklısınız. O zaman bir şeyler yapmamız lazım. Öyle milletvekilleri hatırlıyorum ki "Benim ayda 300 milyon -o zamanın parasıyla- çay masrafım var.", beriki "500 milyon çay masrafım var." Ya nasıl olur, bu kadar masraf olmaması lazım. Mecliste çalışanlar iyi insanlardır ama şöyle bir dedikodu dolaşmaya başladı, şimdi, ben Aykan Bey, Müslim Bey orada oturduk çay içiyoruz, üçümüze de yazarlarmış mesela. Allah Allah, olacak şey mi bu? Veya şöyle şöyle yaparlarmış mesela. Kardeşim öyle bir şey olmaz, bu adamlar namuslu adam, maaşla çalışıyorlar burada, yapmayın etmeyin. Biz bunları önlemek için hesap yaptık kitap yaptık. Benim dönemimde fiks 20 lira veren isterse günde bin bardak çay içecek, çatlasın. İçemez zaten. Bir adam ne kadar çay içer? 5 bardak içer, 10 bardak içer. Kaç kilo çaydan kaç bardak çay çıkar, bitki çayı çıkar, hepsinin hesabını yaptırdım. Sonunda biz kârlı duruma geçtik. Zannediyorum kahve hariçti, diğer bu meşrubat türü şeyler hariçti, sadece çay ve benzerlerine -şimdi 30 mu oldu, 40 mı oldu bilmiyorum- benim zamanımda 20 lira verdik, bu işten kurtulduk.

Arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum: Şimdi "Maaşlarımız az." diye gelenler, dışarı çıktıkları zaman bir gazeteci görürlerse "Bunlar maaşları artırmak istiyor, asgari ücret bu kadarken milletvekili maaşı bu kadar olur mu? Ben bunu reddettim." diyor. Yapma ya. Kim söyledi bunu? "Filan." Ee, benim yanımda öyle konuşmamıştı. Benim yanımda şöyle konuşmuştu mesela: "Ayda bin lira uçak parası veriyorum Sayın Başkanım. Ayda bin lira altın masrafı veriyorum Sayın Başkanım. Ayda 500 lira çay masrafı veriyorum Sayın Başkanım. Para bitti." Dışarı çıkan adam değişiyor kardeşim. Bu ekran kötü bir şey. "Ne diyorsun?" diyorlar. "Olur mu öyle şey? Asgari ücret 300 lira. Benim maaşım -o zamanlar- 2 bin lira. Böyle bir şey olmaz." diyor. Çoğunu çağırdım, konuştum. "Mecburum böyle konuşmaya." diyor. Dedim ki bak, bunun gerçeği şudur: Milletvekilliği bir görevse bu görevinin karşılığını bizim vermemiz lazım. Amerika'da böyledir, yıllık 110 bin dolar, 180 bin dolar verirler. Mahallinde bürosunu açar, şöyle yapar böyle yapar. Bizim de buna uygun bir düzenleme yapmamız lazım veya maaşa bunu aksettireceksek... Ya, bir milletvekilinin maaşının Başbakanlık müsteşarına endekslenmesi ne demek kardeşim? Emekliliğinde bir başka memurun emekliliğine endeks yapılması ne demek? Ben milletvekiliyim, ben seçilmiş bir insanım. Benim hesabım ayrı olmalı, benim hesabım ayrı olmalı. "Çok doğru söylüyorsun Başkan, bunu sen yap, biz susarız, hiç dışarıda da konuşmayız." Ee, ama sen konuşuyorsun, ben sana inanmıyorum. Bak, genel başkanına söyle, bir tane imza koyun benim teklifime, ben bu işte varım dedim. Ali Topuz olsaydı da söyleseydi, başkaları olsaydı da söyleseydi, neler geçirdik biz. Benim yanımda "Evet." diyenler gittiler, genel başkanları "Olmaz, kimse imza koymayacak. Ha, susmaya gelirse susalım ama onlar yapsınlar." dedi. "Onlar yapsınlar"ı da bizim taraf kabul etmedi. "Bunlar yine bizi istismar edecekler." dedi. Benim yaşadığım gerçek bu. Ben ayrıldım sonra. Diğer başkanlara da biz bunları hep söyledik. O zaman da yine onlar "Bütün partilerden birer imza." dediler. MHP bu konuda bence çok dürüst davrandı. Genel Başkanıyla da, sorumlu milletvekilinin imza vermesi suretiyle de "Ben yardımcı olurum." dedi. Keşke Hamzaçebi olsaydı da burada kulaklarını çınlatsaydık. Ama başka genel başkanlar bu konuda kesinlikle ne bir imza ne bir katkı. "Yaparlarsa yapsınlar, susarsanız ayrı ama susmazsanız da olur." Bu yüzden, birkaç yıl öncesine kadar ne maaşlarda bir düzenleme yapılabildi ne başka bir şey.

Şimdi, sağ olsun, bu kanun teklifi Hasan Korkmazcan zamanında da vardı, biraz daha düzenlendi. Biz şunu düşünürken... Hani maaşlarda bir düzenleme yaptık ama hâlâ biz müsteşara endeksliyiz. Müsteşara endeksli olmaktan bizim çıkmamız lazım. Maaş az olur, çok olur, farklı bir şey ama ben bir statü sahibi olmalıyım. Benim özlük haklarım, benim sosyal haklarım ne olacak, bunu bilmem lazım. Buradaki öncülüğümüz de şudur: Avrupa Birliği için, müktesebat için her şeyi yapıyoruz be kardeşim, bir de bunu yapalım dedik. Bir de milletvekilleri için böyle bir düzenleme olsun. Orada var mı yok mu beni ilgilendirmez, var olan da var, yok olan da var.

Bir defa Yunanistan'a gitmiştim KEİPA zamanında. Büyükelçilikte yemek yiyoruz; Ahmet Hacıosman da orada, öbürü de... Gece 12.00 oldu. "Bize müsaade, biz Meclise gidiyoruz." dediler. "Ne var Mecliste?" dedim. "Efendim, 2-3 tane kanun görüşüldü, onların oylaması bu gece saat 12.00'ye konuldu." Orada usul öyleymiş, oylamanın ayrıca günü ve saati varmış. Keşke bizde de olsa. Keşke oylama için insanlar daha çok gelebilseler, düşüncelerine gerçekten ihtiyacımız olduğu kadar en azından katkıyı orada yapmış olurlar. Her yerde farklı uygulama olabilir ama Avrupa Birliği müktesebatı içerisinde biz seçilmiş insanlar olarak -bakan, milletvekili, Meclis başkanı, vesaire- ne yapmamız gerekiyor, onu düşünmemiz lazım dedik.

Bakın, arkadaşlarımız ödenek ve yollukları, hak kazanma ve ödemeleri, dışarıdan atanan bakanları, emekliliği, tedavi hakkını, analık hâlini, ölüm yardımını, sosyal hakları, personel istihdamını, protokol sırasını düzenlemişler. 5 tanesini çıkaralım isterseniz, yerine 1 tane ilave edelim isterseniz ama bunları konuşalım. Dönem bitiyor ya. Ocaktan sonra seçim, kimse burada kalmaz, kimse bunları düşünmez. Bence ocak ayının 6'sına veya 5'ine kadar tatildeysek ocak ayının ilk gündemine bunu koymamız lazım. "Efendim, sizin çoğunluğunuz var, siz çıkarın." Bu, eski usuldür. Doğrusu, hepimizi ilgilendiren bir konuda hepimizin bu işe nasıl doğru biliyorsanız onu koymak suretiyle, mutlaka bu çıksın diye demiyorum ama üzerinde müzakere edilsin, konuşulsun, ondan sonra da bunu Parlamentoya getirelim değerli arkadaşlar. Bunu yapmadığımız takdirde çok zor durumda kalırız.

Meclis Başkanlığım döneminde şunu yaşadım: İstanbul'a gidiyoruz, hâkimevi var, mükemmel; polisevi var, mükemmel; Su İşlerinin var, mükemmel; bilmem neyin var, mükemmel. Nerede kalacağım? Ben şu ana kadar, yirmi senelik parlamenterlik hayatımda ya polisevinde ya öğretmenevinde ya kendi yerlerimde kaldım. Benim otellerde kaldığım gün on günü, on beş günü geçmez, böyle bir âdetim var. İstanbul'da Florya var, çok eski bir yer, Atatürk Köşkü'nün yanında ama çok güzel bir yer. "Orayı biraz genişletelim." dedik. İnşaat sırasında bir yol çökmesi oldu, Bakırköy Belediyesi bir el koydu, o el kalkmadı; Erdoğan Yetenç'e rağmen kalkmadı, Ali Topuz'a rağmen kalkmadı. Ben oraya 30 tane daha güzel süit oda yapacaktım, mevcutları tadilat yapacaktım. Onların yanına Büyükşehir Belediyesinden 7 dönüm kadar bir yer aldım. Şöyle bir yürüyüş yapmak isterseniz sahile doğru, oradaki dolgu bizim o zamandan aldığımız bir yerdir. Belediyeyi aşamadığımız için 30 yer yapamadım oraya. Beşiktaş'ta, daha doğrusu Balmumcu'da bir yerimiz daha var. Orası da sayısı mahdut, yemek çıkmıyor, sadece kahvaltı çıkıyor; ikisi de temizdir, ikisi de nezihtir, ben ikisinin hizmetlerinden de memnunum ama kâfi değil. "O zaman bize bir yer lazım." dedik. Herkes özelleştirmeden, şuradan, buradan bir yer alıyor, ben de Başbakana gittim, "Bize yer vereceksin." dedim. Beşiktaş'ta köşede Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bir binası var, yerini tam tarif edemem. Onun arkasında bir ada içinde ÇAYKUR'a ait bir yer vardı, ÇAYKUR'dan o yeri aldık, 1 trilyon masraf yaptık, orayı da misafirhane hâline getirdik. Arkadaşlar, bizim Ankara'da misafirhanemiz yok. Parlamenterler Birliği'nin ta yukarıda bir yeri var, giden oluyor mu bilmiyorum. İstanbul'da yemek yiyebileceğiniz bir tek Filizi Köşk var. Bir de benim dönemimde termalde 30 odalı küçük termal bir tesis yaptırdık. Filizleri vardı, Sayın Cindoruk zamanında temeli atılmış, öylece kalmış. Bir Yalova ziyaretimde buraya da bizim emekli milletvekillerimiz, aktif milletvekillerimiz gelir, kaplıca tedavisi görür ve burası ormanın içerisinde bir yer, orada da rahat eder dedik. Sağ olsun Cemil Çiçek Bey birkaç ay önce de orayı kapattı. Tadilat düşüncesiyle kapattığını söylüyor, inşallah, sözü böyledir, o zaman bir an evvel ne yapacaksa orada yapsın. Arkadaşlar, bizim böyle yerlere ihtiyacımız var.

14'üncü Dönemin deniz kenarında villaları var, 15'inci Dönemin Kuşadası'nda var, 16'ncı Dönemin Artur'da var, 17'nci Dönemin Antalya'da var, 20'nci Dönemden sonra bir şey yok. 20'nci Dönemde biz geldik her şey bitti, "Harç bitti, yapı paydos." dediler. Onların yaptığı doğru muydu? Eleştirebilirsiniz ama o zaman hazine tahsisleriyle hepsi yazlıklara kavuştu. Hepsi, yaz aylarında görüyorum İzmir'e giden uçağın içerisinde. Nereye gidiyorsun? Ya Çeşme ya Kuşadası veya Didim taraflarında bir yerler, bildiğimiz yerler, değil mi Musa Bey, hepsini görüyoruz bunların. Biz kendimize geldiğimiz zaman "Aman laf olur sonra." Ne lafı olacak? Üç gün konuşurlar, dördüncü gün biter kardeşim. Kim konuşacak? Haksız bir iş mi yapıyoruz? Yanlış bir iş mi yapıyoruz?

Lojmanlardan çıkanlar yeni tesisler kuramaz, buna katılıyorum ama benim konaklama ihtiyacım var. Bursa'da da olmalı böyle bir ihtiyacımız, İzmir'de de olmalı, orada da milletvekillerimiz var, oralara da gidiyoruz. Ben arkadaşlarımı görmek isterim, bize ait bir yerde ağırlanmak isterim, kalmak isterim. Dolayısıyla böyle yerlerde arkadaşlarımızın bizim karşımıza neler getirdiğini biliyoruz. Bu dönemin bir şerefi olsun, bence milletvekillerine ait bir düzenlemeyi yapalım. Mesela ben eski Meclis Başkanı olarak belki pasaportta yine kırmızıyı kullanmaya devam edeceğim ama milletvekillerimiz 3'üncü dereceye gelmiş memur gibi aynı pasaportu kullanacak. E, bu, doğru mu arkadaşlar? Toplasanız 2.800 civarındayız; 500'ü burada, geri kalanlar da önceki dönemler. Her gün de bir cenaze merasimi oluyor zaten burada. Yani bu insanı kuyruklara sokmanın, rezil etmenin, perişan etmenin bir âlemi var mı? Bizim neyimiz eksik? "Efendim, Pasaport Kanunu'nu değiştirelim." Değiştirelim. 10 defa oturdular, İçişleri Komisyonunda değiştiremediler. Neden? Başkaları devreye giriyor. Hâkimleri düşünüyoruz, kanun çıkarıyoruz; askeri düşünüyoruz, kanun çıkarıyoruz; akademisyenleri düşündük, kanun çıkardık hem de üç günde maşallah. E, milletvekilleri için niye çıkaramıyoruz, neden bir araya gelmiyoruz? Parlamenterler Birliği Başkanı, arkadaşın sıfatı var. Yani AK PARTİ Grubunun bir üyesi olarak onu görmeyiniz, hepimizi temsil ediyor, seçimle geldi. Dolayısıyla, ben Meclis Başkanımızdan da buna öncülük yapmasını istiyorum ve sizlerin hep beraber bu noktaya gelmek suretiyle, yardımcı olmanız suretiyle ocak ayı içerisinde bu konuyu gündemden çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bunları samimi düşüncelerim olarak ifade ettim, yanlış bulabilirsiniz, içinizden katılıyor olabilirsiniz. Ben, mümkün olduğu kadar bütün milletvekillerimin bu konuda hassasiyet göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konunun önümüzdeki dönemlerde tartışılacak bir konu olmaktan çıkması gerekir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bununla uzaktan yakından ilintisi olan bir konuyu da söyleyeyim. Sayın Haluk Koç, birkaç gün evvelki basın toplantısında, bazı milletvekilleri veya bakanların yakınlarının kamuda KPSS aranmaksızın veya imtihan geçirmeksizin göreve alındığını iddia etti. Pek çok isim var. Bunların hepsi doğru değildir, yalandır diyemem ama bir kısmı doğrudur. Dün de Sayın Kılıçdaroğlu'nun esasen çok takdir ettim konuşmasını ve ilgiyle takip ettim, Sayın Bahçeli de kısa konuştu ama onu da takip ettim. Bir yerde bize döndü, dedi ki: "Evet, bir Recep amcaya bakın, bir de bunlara, bunların çocuklarına bakın." Arkadaşlar, toptan suçlamak iyi bir üslup değil. Bence o konuda çok haklı olsa dahi -katılırım bazı noktalara- ama bu bizim üzerimize yüklenecek bir suç olmak değil. Şu açıdan: Şimdi, bu bakanların içerisinde, ben kendi adıma konuşayım, benim kızım var, çalışmıyor, başörtüsünden dolayı öğretmenlik yapamadı. Damadım var, evlendiği zaman doktordu, KPSS'sini bilmem, doktor nasıl oldu bilmem. Oğlum var, itiraf edeyim, bazı bakan arkadaşlarımız bana teklif ettiler, "Bir kadro verelim, oğlunuzu da böyle yapalım." Oğlum da benim kafamda, "Baba ben özel sektörde çalışacağım." dedi. Şu anda da altı senedir özel sektörde işçi statüsünde çalışıyor. Bunu bir tarafa koyalım, seneler sonra iki çocuğu olmuş bir bakan var, daha bir yaşını doldurmadı, çocuğu olmayan da vardır, çocuklarından hiçbirisinin devletle ilişiği olmayan da vardır. Yani bütününü suçlamak yerine "bazıları" diyebilir, "şunlar" diyebilir, "bunlar" diyebilir.

83 tane ismin içerisine beni koymasalar olmaz. Bunda başka amaçları var. Bir: Benim ismim üzerinde bir istifham meydana getirmek. İkincisi: Bu iddialarını daha da güçlendirmek amacıyla. Doktor Metin bilmem ne diye, bana söylediler; vallahi de, billahi de bu ismi tanımıyorum, hayatımda görmedim, rüyamda görmedim. Sonra, araştırın dedim. Bir ara Mecliste çalıştığını söyledikleri için, adamın şimdi, artık Google'dan mogıldan her şeyi çıkıyor ortaya, danışmanlarım buldular getirdiler. Mamak Belediyesinde çalışmış, Aile ve Sosyal Politikalarda çalışmış, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında çalışmış, bilmem nerede çalışmış; on altı yıllık memurken de TİB'e geçmiş. Peki, benimle ne ilgisi var bunun? Bir ara Mecliste geçici görevle bulunmuş. Hepiniz milletvekilisiniz, danışmanlarınızdan bir tanesi en azından geçici görevli değil mi? Kaldı ki benim yanımda çalışmamış, Meclise o zamanlar -bu yeniden yapılanma mı, belki Nevzat Bey daha iyi bilecek- bazı kurumlardan uzmanlar getirilmiş, o zaman Mecliste bir birimde geçici görevle çalışmış. Üzüldüm ve açıklama yaptım, açıklamam ne kadar yer buldu bilmiyorum. Ama bakın, size bir şey söyleyeyim: Benim hakkımda her şeyi söyleyebilirsiniz. Çoğunuzun Kamer Genç gibi düşünmediğine de inanıyorum. O bizimle onun arasındaki bir mesele oldu, herhâlde böyle de devam edecek ama ben dürüstlüğü ilke edinmiş bir insanım. Ben ikinci dönem Meclis Başkanlığına aday olacağım zaman Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Önder Sav da, Sayın Baykal da "Sen dürüst bir adamsın, istersen seni destekleyelim." dediler. Onlara teşekkür ettim. Ben AK PARTİ Grubundan bir üyeyim, onların oylarıyla seçilmek isterim. 25 milletvekili CHP'den bana oy verdi, benim içimden vermeyenler oldu, sizden verenler oldu. Şunun için söylüyorum: Şimdi, bize yükleniyorlar, "Bakanların, milletvekillerinin çocukları şuralara, şuralara girmişler." Bunlardan birisi mesela Türkiye Büyük Millet Meclisiyle... Ben şöyle bir baktım grubunuza bu konuşma yapılırken çok yeni arkadaşlarımı tenzih ediyorum ama eskilerinden birkaç kişiyi gördüm ki oğulları da burada, kızları da burada, üstelik gelinleri de burada, damatları da burada.

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - O da yanlış Sayın Bakan, o da yanlış.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yanlış tabii, ayrı bir şey ama bana bunu söylerken kendi içinde olmadığını mı zannediyor? Zannedebilir, Sayın Kılıçdaroğlu yeni. O zaman şu hatıramı anlatayım size: Meclis Başkanıyım, Kamer Genç gibi Berhan Şimşek de bana taktı, ikide bir basın toplantısı yapıyor: "Şunu yaptı, bunu yaptı, şunu şöyle yaptı, Meclisi doldurdu." bilmem ne. En çok hak etmediğim suçlamalar bunlar. Bir gün yine dedi ki: "Ben yarın basın toplantısı yapacağım, burada ne kadar ANAP'lı var, ne kadar DYP'li var, ne kadar AK PARTİ'li var, Fazilet var hepsini söyleyeceğim." Önce, sabah haber gönderdim, böyle bir şey yaparsa ben Meclis Başkanıyım, bütün bilgiler elimde. İnsan Kaynaklarına girdim, bunların içerisinde CHP'lilerin, SHP'lilerin yakınları diğerlerinin 3 misli, beni söyletmeye mecbur etmeyin dedim. Ondan bir şey çıkmadı. Sayın Baykal'ı aradım -bugün yok aramızda ama sorabilirsiniz, Sayın Baykal'la da ilişkilerimiz çok iyiydi, kendisini de takdir ederdim o zaman- dedim ki: Bakın, bunların hepsini konuşabilir ama "Meclise alınanlar içinde partizanlık yapıyor." demişse ben de buradaki isimleri açıklamak zorunda kalırım. Beni buna mecbur etmeyin. "Haklısın Başkan, ben bu işi halledeceğim." dedi, ertesi gün de yapmadı.

Arkadaşlar, elimdeki bilgilere göre, inanın bu Meclisin her kadrosu ben geldiğimde de istisnai kadroydu. Çilingir kadrosu istisna, berber kadrosu istisna, ayakkabı boyacısı kadrosu istisna, müşavir kadrosu istisna. Ben bunu kabul etmedim, ben giderken 276 kadroyu iptal ederek gittim buradan. Emekli olanın veya başka yere gidenin yerine adam koymadım, ben burada israfı önlemeye çalıştım ama bakınız, ta geçmişten bu yıl, CHP'lisi, Anavatan Partilisi, Doğru Yol Partilisi, Adalet Partilisi, az da olsa Refah ve Fazilet Partilisi -o zamanlar daha AK PARTİ'liler içeriye adam sokamamıştı- hepsi vardı. Kimisi karısını koymuş, neden? Çünkü Meclisin imkânları çok iyiydi. Meclisten emekli oldu mu bir adam başka yerdeki genel müdürün karşılığı 6.400, bizde şefin karşılığı 5.500'dü. Herkes buraya gelmek ister, buradan gitmek istemezdi. 600 tane polisimiz vardı bizim, içlerinde on dokuz yıldır Mecliste çalışan vardı oysa en fazla altı yıl çalışabilir. Neden? Her birine 600 lira tazminat veriyorduk, sağlık imkânlarından istifade ediyordu. Buraya geçici görevle gelip de buradan gitmek isteyen bir sekreter ben düşünmüyorum. Buraya geçici görevle gelip de danışman olmaktan vazgeçen birisini görmedim. Dönem sonuna yakın kapıları aşındırırlar: "Aman beni kadroya al." Ve kendi partinin de ötesinde her partiden gelirler, kıramayacağın insanlar: "Aman, ben gidiyorum, hiç olmazsa sekreterimi, danışmanımı al." Bunlara karşı koyan olabilir, karşı koymayan olabilir. Dolayısıyla her dönemde Meclis başkanına yakınlığını bir şekilde kullanarak Meclise; karısını, baldızını, oğlunu, gelinini, damadını aldırmış olanlar vardır, meraklılarına takdim ederim.

Bir ikincisi: Milliyetçi Hareket Partisi benim hakkımda gensoru verdi, iki sene kadar öncedir. İki sene kadar önce bu gensoru verildiğinde çok ağır suçlamalar vardı, ben de hatta kızdım: Bu kadar ağır suçlamanın karşılığı idam, siz bana on lira para cezası istiyorsunuz, ben bunu kabul etmiyorum çünkü vatan hainliği var, ben terörle mücadeleyi engelliyormuşum, ben Kürtler var demişim, Kürtlerle olan ilişkimden bahsetmişim vesaire. Şu kadarcık da bir cümle: "Onun zamanında TRT çiftlik hâline geldi, partizanca atamalar yapıldı." Bunu kabul edemem. Bir tane isim gösteriyorlar, benim basın danışmanım. Basın danışmanımı ben SPK'dan aldım, SPK öncesinde on altı yıllık devlet memuriyeti var. Sonra TRT'ye onu koydum, benim TRT'yle ilgili ilişkilerimi yürütsün diye. Bunu her bakan yapar, yapması da lazımdır, basın danışmanı bir yerde olacak ki kendisiyle ilişkileri daha güçlü olsun. Ama o kadar üzüldüm ki. TRT içerisinde geçmiş yıllardan bu yana hangi siyasetçinin karısı, baldızı, oğlu, gelini, damadı varsa hepsinin listesini çıkardım. O insanların bir kabahati yok. Annesinin, babasının siyasi nüfuz kullanarak yaptığı bu işlerden dolayı ben o insanları suçlayamam. O yüzden buradan isimlerini vermedim, listeyi grup başkan vekillerine elden gönderdim.

Arkadaşlar, dürüst ve şeffaf olmamız lazım. Bugün Türkiye'de bir gerçek var, her bakanlığın hemen hemen... Başbakan yardımcılıklarında yok çok şükür, benim bir müşavir atama imkânım yok. Başbakanın yardımcısı olunca bütçesi bile olmayan, hiçbir şeyi olmayan, sadece adı olan bir insan oluyorsunuz, millet de bizi bir şey zannediyor. Değerli arkadaşlarım, birisi 70 katrilyonluk bütçe götürüyor, öbürü 60 katrilyonluk bütçe götürüyor, benim param yok, Başbakanlık ne kadar verirse o kadar iş yapıyorum. Fakat bunu şunu için söylüyorum: Her bakanlıkta müşavir kadroları vardır; Başbakanlıkta vardır, Cumhurbaşkanlığında vardır, Mecliste vardır. Meclis Başkanımız en son bir kanun çıkardı, bunları kapatmaya çalışıyor, iyi de yaptı. Ben geldiğim zaman, jeoloji mühendisi danışman, "Kardeşim, ben madenci değilim, sana ihtiyacım yok." dedim. Eczacı danışman; yahu eczane var, 12 tane de eczane var, o zaman 12 tane eczacımız vardı. "Efendim, ben şuradan geldim, ben buradan geldim." Bitirmiş üniversiteyi, ertesi gün burada müşavir yapmışlar. Bunların hepsi olabilir. Belediyelerde özel kalem müdürleri ve birkaç makamda istisnai memuriyet var. Mahallî idareler izin verirse onlar alıyorlar. Bu istisnai kadroları kullanmak belediyeler de dâhil suç değil, kanunlar buna izin ve imkân veriyor. Sadece etik açıdan meseleye bakabiliriz, yaptığı doğru mu, etik mi, o konuda suçlayabilirsiniz. Yoksa böyle bas bas bağırarak "Buraya 80 kişi almışlar, öbür tarafta 1 milyon insan işsiz..." Bu, istismarı yapılacak bir şey değil. Dürüst olalım. Bu imkân varken bu imkânı kullananlara şu veya bu maksatla kullandın mı diye sorabilirsiniz, takdir haklarını irdeleyebilirsiniz ama yaptığın iş kanuna, Anayasa'ya, babayasaya aykırı diyemezsiniz. Diyeceğiniz şey, etik olup olmadığıdır. Bunun karşılığı da bir ağır cezalık suç değildir.

Bir de şu kötü bir şekilde yapılıyor; bundan ben de sizin gibi muzdaribim. Buralar bir istasyon gibi kullanılmaya başlandı, terminal. Filan yere yapıyorsun atamasını, bir ay sonra, iki ay sonra, üç ay sonra onu başka bir kuruma alıyorsun. İkinci bir insan için kullanıyorsun. Alıyorsun, üçüncü bir insan için kullanıyorsun. Bu, yanlış arkadaşlar, bu yanlış. Bunu yapan, bunu yapmak isteyen insanlarla ilişki... Eleştirilerinize ben her zaman saygı duyarım ama bunları "AK PARTİ döneminde şunlar şunlar yapıldı, bunların hepsi zaten hırsızdır, hepsi yolsuzdur..." Böyle bir ithama biz müstahak değiliz. Bunu yaptığımız zaman bu eleştirilerden herkes üzerine düşeni almalıdır. Ben pek çok arkadaşımızı biliyorum, onları teşhir etmek niyetinde değilim.

Değerli arkadaşlarım, dışarıdaki maçtan bir haber gelmedi ama umarım inşallah yenilmiyoruzdur.

CELAL DİNÇER (İstanbul) - Berabere devam ediyor.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Bizi bekliyorlar o zaman gol atmak için.

Değerli arkadaşlarım, bir konuyu daha arz edip müsaadelerinizi alayım; o da şudur: Bir üslup tartışması yaşandı. Sayın Gök, bazı arkadaşlarımız buna katıldılar, uzun uzun müzakerelerden, münakaşalardan sonra, yanlış anlaşılmalar oldu, özür dilemeler oldu, affedildiler, çok güzel bir havaya dönüştü ama o sırada da hem zaman kaybetmiş olduk hem Sayın Başkanımız bence haksız bir şekilde itham altında kalmış oldu vesaire.

Arkadaşlar, tabii şunu iyi biliyoruz veya bilmemiz lazım: 73'ten beri Meclisimizin bir İç Tüzük'ü var, bu İç Tüzük de bize göre Anayasa hükmündedir. Defalarca değişmiştir, değiştirilmek istenmiştir ama bu Meclisteki Genel Kurul müzakerelerinin veya komisyonları da buna teşmil edebiliriz, ne şekilde olacağını İç Tüzük'ümüz tayin ediyor. Bu İç Tüzük'de var olan hükümler uygulanmak içindir; itiraf edeyim, son yıllarda da uygulanmıyor. Sadece gürültü çıkmasın diye, sadece zaman kaybetmeyelim diye, sadece vakit kaybı olmasın diye, eskilerin tabiriyle defibela kabilinden susuyoruz, söz hakları veriliyor, şu oluyor, bu oluyor ama bu Mecliste "itibar" denilen bir şey varsa bu itibarımızı biz davranışlarımızla, hâl ve tavırlarımızla da göstermeliyiz.

65'inci madde var, bunu biz getirmedik, bu 73'ten beri var. Söz kesmek, şahsiyetle uğraşmak, çalışma düzenini bozucu hareketlerde bulunmak yasaktır. Bunu tartışabilir miyiz? Peki, nedir bunlar? Bu da uygulamalardan bellidir. Hepimiz bu konularda yaşadık. Başkanın söz kesme hakkını 66'ncı madde söylüyor. 67'nci maddede konuşma üslubu, temiz dil, kaba ve yaralayıcı sözler, bunları konuşan kimseler, bununla ilgili hükümler devam ediyor. Demek ki biz bu konularda bazı şeylere dikkatli olmalıyız, birbirimize saygıyı kaybetmeden, Meclisimizin de itibarını düşünerek bazı konularda, özel hayatın gizliliğine girmeden, şahsiyet yapmadan, kişilik haklarını zedelemeden konuşabiliriz, konuşmalıyız.

Şimdi, ben, Meclis Başkanlığım döneminde bütün milletvekillerinin özel hayatlarına kadar o albümü ezberlemiştim; kaç tane çocuğu var, nerede doğmuş, hangi fakülteyi bitirmiş, bilmem ne. Şimdi bu kadar değilim, ilk defa gördüğümü zannettiğim milletvekillerine bakıyorum, onlar da belki birbirlerine öyle bakıyorlar. Hâlbuki isimleriyle, memleketleriyle, babasının ismiyle hitap ederdim. Böyle bir merakım vardı.

Şimdi bütün bu arkadaşlarıma bakıyorum: Önce Binnaz Toprak Hanımefendi, saygı duyduğum bir insan, zaman zaman da görüşüyoruz.

Levent Bey, değerli bir hukukçu arkadaşımız, geçenlerde Kıbrıs'ta da beraberdik, eşimle beraber tebrik ettik, iyi bir grup başkan vekili olacak, buna gönülden inanıyorum.

Malik Bey'e saygım var, oturmuşluğumuz, yemiş içmişliğimiz yok ama saygı duyduğum bir insan.

Aykan Bey, hemşehrim, Bursa milletvekilimiz, genç yaşında akademisyen, çok kibar, çok nazik, konuştuğunu dinleten bir arkadaşımız.

Müslim Bey'le Plan ve Bütçeden daha çok konuşuyoruz, üstadımız yani Basın Konseyi Başkanıyken çok eleştirdim ama Parlamentoda birbirimizi hiç kırmadık.

Birbirimize saygı gösteriyoruz, şurada bağırıp çağırıyoruz, dışarı çıktığımız zaman "Saygılar efendim." diyoruz. E, bunu bu kürsüde de yapalım. Yani kabahat şu koltukların renginde midir, yoksa bu kürsünün şehveti midir, nesidir bilmiyorum. Ama kendimizden geçiyoruz kardeşim, tanıyamaz hâle geliyoruz. Mahmut Tanal Bey, bana göre altın gibi kalbi var ama yaptıklarına bakıyorum... (AK PARTİ sıralarından alkışlar, gülüşmeler) Vallahi böyle. Gönlümden geçeni söylüyorum. Birkaç defa konuştuk, her meseleyle ilgili, her meseleye kendisini görevli sayıyor. Sonra hepimizden daha cesur bir arkadaşımız kardeşim. İhsan Hoca'nın yapamadığını yaptı, translarla basın toplantısı yaptı arkadaşımız, onların hakkını savundu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, gülüşmeler) Yani Meclis kürsüsüne veya basın toplantısına herkesi çıkarmak mümkün ama böylesi cesaret ister, her kişinin kârı değil Tanal, er kişinin kârı, bak sen onu bile yaptın. Sayın Valimiz, Çankırı Valisiydi, eşimle beraber gittik, bizleri misafir etti. Yani biz birbirimizi tanıyoruz aslında, seviyoruz da. Geçen Plan ve Bütçe Komisyonunda İhsan Hoca'yla Musa Çam Bey arasında güzel bir şeyi de söyledik, CHP'de mescit açıldı arkadaşlar, kapandığını henüz duymadım! Açık, devam mı?

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) - Açık.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Dedim: İhsan Hocam, mademki kurultaydan en yüksek oyu aldın...

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Sayın Bakan, bir de cemevi açsanız ne iyi olacak.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Meclis Başkanına söyleyin, belki açar.

İhsan Hocama dedim ki: Kurultaydan en yüksek oyu sen aldın. Bir görev daha var, mescitte imamlık yap, Musa Çam'ı da arkasında cemaat et. (AK PARTİ sıralarından alkışlar, gülüşmeler) Bak, ne geçiyor gönlümden biliyor musun, siz, Musa Çam'ı cemaat yapamazsınız ama Musa Çam sana jandarma marşını söyletir. (Gülüşmeler) Bundan o kadar eminim.

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Ama sesi kötü.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Vallahi hocam... (Gülüşmeler) Kamer Genç'e bir terkibibent söylemiştim altı aydır hâlâ gerçek anlamını anlayamadı.

İHSAN ÖZKES (İstanbul) - Beni övüyor musunuz, yeriyor musunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ben sizi överim, Allah korusun ya, öyle şey mi olur? Siz Üsküdar'da neredeyse belediyeyi kazanıyordunuz.

Değerli arkadaşlarım, gelmek istediğim nokta...

İDRİS YILDIZ (Ordu) - Sayın Bakanım, CHP'de mescit olması, bu basınla ilgili biraz önce söylediğiniz eleştiri için yoksa CHP'de mescit olması Türkiye'de en doğal şey.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Tabii tabii.

Ama o gece -bağışlayın, yani insan zaman zaman espri yapmalı- demek ki bir mescit açılabilmesi için CHP'de bir psikiyatriste ihtiyaç varmış, onu da söyledim. Bu, daha önce de açılabilirdi, daha sonra da açılabilirdi. Ama sağ olsun, Bekaroğlu bizde yapamadığını sizde başardı. Onu da kutlamak gerekir, ne diyeyim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Arkadan, bir tek cemevi açmak kaldı. Cemevi açılmasını, Meclisten önce bence CHP'de istemeniz lazım. Yani o ihtiyaç orada daha gerçek olabilir.

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Onu da siz başlatın.

MUSA ÇAM (İzmir) - Yani, siz istemiyor musunuz?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Peki. Burası için de bir şey demiyorum. Tamam, burası için açma yetkisi Meclis Başkanımızda...

ALİ ÖZGÜNDÜZ (İstanbul) - Hayır, hayır, Mecliste değil, genel merkezde.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Ama orada Genel Başkanda. Peki, teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, buradaki müzakerelerin sükûnet içinde ve karşılıklı anlayış içinde olabilmesi için çok fevri hareket etmemek lazım, şahsiyatla uğraşmamak lazım, kişilik haklarını gözetmek lazım. Kişilik hakları bir insanın zayi ediliyorsa, ona hepimizin sahip çıkması lazım.

BAŞKAN - Sayın Başkan, Beşiktaş gol atmış.

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Allah aşkına! Oh! (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Peki, teşekkür ederim. Zaten ümitliydim bu takımdan, inşallah arkadan üst üste gelmez bir şeyler de.

Değerli arkadaşlarım, daha önce, bakınız, notlarıma baktım, Meclis Başkanlığından ayrıldıktan sonra şurada oturuyormuşum. Bir gün şey üzerinde bir konuşma yapılmış. O zaman da Sayın Akşener Meclis Başkan Vekili. Kamer Genç Beyefendi her kürsüye çıktığında "sayın" demeden konuşuyor. Sadece Cumhurbaşkanı, Başbakan için değil bizim için de.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, şimdi bu güzel konuşmanın üzerine başka konulara girmeseniz de burada bağlasanız çok daha iyi olurdu?

BAŞBAKAN YARDIMCISI BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yine güzel bir şey söyleyeceğim, sağ ol. Yani kimseyi rencide etmek niyetinde değilim, kendimi ön plana koyuyorum. Ben de nefsiyle hareket eden bir insan olabilirim, çoğu zaman da böyleyim, duygularıyla... Bütün bunları bir tarafa koyalım. Ama bu Meclis, hak etmediği bu tartışmalardan da kurtulması lazım. Ben sadece hissiyatımı ifade edeyim, kapatayım.

Bakınız, o zaman demişim ki burada: "Milletvekilleri 'Sayın Başkan, sayın milletvekilleri' diye konuşmaya başlar. Bu bir nezaket ifadesidir. Siz bana demiyorsunuz ama ben size 'sayın' demeye devam edeceğim." Oradan bağırmış "Senden sayın mayın istemiyorum." diye. Sayın Akşener ısrar etmiş "Sayın diyeceksiniz." diye, etmemiş. Bu ayrı bir yapıdır. Etmiyor, ne yapalım. Ondan sonra ben de kendisine "sayın" dememeye başladım.

Şimdi, arkadaşlar, bağırarak konuşmak veya bağırarak ortamı güç durumlara düşürmek doğru değil. Yine bu kürsüden söylemişim: Sesini yükseltme, sözünü yükselt. Toprağa işleyen su damlaları toprağa berekettir, sağanak yağmurdan fayda gelmez. "Sesini yükseltme, sözünü yükselt." sözü şudur: Sözde, hikmet ve bilgelik vardır, seste sadece bağırmak vardır. Eğer sesimizin sözle beraber tesirli olmasını istiyorsak ne dediğimizi güzel bir şekilde anlatacağız. Bağırmadan, damarlar şişmeden, gözler yerinden fırlamadan, karşınızda rakip bir parti değil de düşman kuvvetler var gibi konuşmayacağız. Bu kadar basit. Bakınız, Mevlâna'ya ait olduğunu söyledikleri bir söz: "Hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?"

Türkçesiyle söylüyorum veya Mevlana dilinden:

"Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz.

Söyleyecek sözü, fikri kıymetli olan bağırmaz.

Bağıran düşünemez, düşünemeyen kavga eder.

Siz hiç bir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?

Kıymetli malı olanlar bağırmaz.

Domatesçi, zerzevatçı bağırır ama kuyumcu bağırmaz.

Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz."

Bu tarafa döneyim, burada da bağıranlar var çünkü. (Gülüşmeler)

"Düşünen bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez."

Değerli arkadaşlarım, ne olur, bu üslup içerisinde tartışmalarımızı, görüşmelerimizi yapalım. Bu Meclis bunu hak ediyor. Yarın buradan gittiğimiz zaman tutanaklar bizim şahidimiz olacak. Bu tutanakları okuyan insanlar bu hakaretleri, bu yersiz sözleri, bu birbirimizi kırıp geçirmeleri gördükleri zaman yüzleri kızarmak bir tarafa, hepimizin hakkında da bir kanaatleri olacak. Âdeta amel defteri gibi tutanaklarda yazılı olan her şey bizim hakkımızda bir beraat vesikası veya da bir suçlama mekanizması olacak.

Ben bütün arkadaşlarımın bu hassasiyetlere fazlasıyla dikkat edeceğini düşünüyorum. Kendi hatalarımdan dolayı af diliyorum. İsmi geçen zat için de söyleyecek bir şey bulamıyorum.

Hepinize hayırlı akşamlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)