| Konu: | 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 27 |
| Tarih: | 12.12.2014 |
MHP GRUBU ADINA SÜMER ORAL (Manisa) - Sayın Başkan, Hazine Müsteşarlığının 2015 yılı bütçe tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına görüşlerimi sunmak üzere huzurunuzdayım. Sözlerimin başında size ve kıymetli milletvekillerine saygılarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, finansal büyük krizin üzerinden beş yıl gibi uzunca bir sürenin geçmiş olmasına rağmen "Dünya ekonomisinin üzerine çöken risklerin ciddiyeti kaybolmuştur." demek henüz mümkün değil. Doğu ülkeleri düzelme yolunda fakat her şey hâlen Amerika Merkez Bankasının yani FED'in sağlayacağı güvenli pilotaja bağlı görünüyor. Uluslararası Para Fonu'nun Genel Başkanı Bayan Christine Lagarde, kısa bir süre önce euro bölgesinde resesyon riskinin yüzde 40, deflasyon riskinin ise yüzde 20'ler düzeyinde olduğuna işaret etti. Avrupa'nın durumu da ortada. Netice itibarıyla, global ekonominin mevcut görünümü, tüm ekonomi yönetimlerine her şeye rağmen şu önemli uyarıda bulunuyor: Mevcut konjonktürde sakın şemsiyenizi almadan çıkmayınız.
Sayın Başkan, dönemin son bütçesi olması nedeniyle, tamamlanmak üzere olan dört yılın ekonomik potansiyelinin kısa bir değerlendirmesini ve 2015 yılına girerken karşı karşıya bulunduğumuz konjonktürü siz kıymetli milletvekili arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum. Makroekonomik göstergelerin nasıl bir eğilim içinde bulunduklarını ele almadan önce, bu göstergelere ilişkin Orta Vadeli Program, Yıllık Program ve bütçelerde öngörülen hedefler ile uygulamalar arasında oluşan ciddi sapmaların altını çizmek isterim. Özellikle büyüme ve enflasyon gibi önemli göstergelerde sapmaların zaman zaman yüzde 100'lere ulaştığı görülüyor. Bütçeyle öngörülen yıllık beklentilerin daha bütçenin ilk aylarında değiştirildiğine şahit oluyoruz.
Bir yıl için öngörülen hedeflerde bu ölçüde değişikliklere gidilmiş olması üç yıllık, beş yıllık beklentilerin inandırıcılığını büyük ölçüde zedeler, hatta ortadan kaldırır. Böyle bir tablo, kuşkusuz, beraberinde bir güven sorunu yaratır. Güven ekonomide fevkalade önemlidir. Onu oluşturmak da kolay olmaz. Güven icraat, kalite ve sonuçla elde edilir.
Sayın Başkan, ülkemiz ekonomisi görünümüne kısa bir göz attığımızda belli başlı göstergelerde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor: Büyüme, potansiyelin altında kalmaya devam ediyor. Özellikle 2011'den bu yana ivme kaybediyor. Ülkemizin ihtiyacı olan seviyeyi bir tarafa bırakalım, yüzde 5'in dahi altında bir eğri gösteriyor. 2012'de yüzde 2,1; 2013'te yüzde 4; 2014'te de tahmin yüzde 4 civarında. Nitekim IMF'in Türkiye'yle ilgili son büyüme tahmini de yüzde 3'tü.
Enflasyon, istikrarsız trendini koruyor. Özellikle 2013 senesinde tekrar artış eğilimi içine girmiş görünüyor. 2009 yılından bu yana 2 kez çift haneli düzeylere çıktı. İçinde bulunduğumuz yılda ise çift hanenin eşiğine gelmiş durumda.
Cari açık, yüksek düzeyde seyretmeye devam ediyor. İnişli çıkışlı da olsa hâlâ dünyanın en yüksek cari açık veren ülkelerinin başında geliyoruz.
2014 yılında işsizlik oranı, 2002 yılı düzeyinin altına da henüz çekilebilmiş değil.
Bütçe açığının düşük düzeylerde seyretmesi kuşkusuz olumlu ancak bu durum, bütçenin orta ve uzun vadede yani ileriye dönük ciddi sorunları bulunmadığı anlamına da gelmez.
Görüleceği gibi, ülke ekonomisi kırılgan yapısını koruyor. 2015 yılında da "sıcak para" olarak adlandırdığımız dış kaynağa dayanılacak. Sıcak para ihtiyacının daha düşük seviyelere çekilmediği ortada. Esasen 2015 yılı için öngörülen ortalama kurun düzeyi de sıcak paraya güvenildiğini ortaya koyuyor.
Sayın Başkan, 2015 yılında çarkların önemli miktarda dış kaynakla döneceği ortada ve 2015 yılı dış finansman tablosu, sanıyorum 2014 yılındaki tablodan daha hafif bir tablo olmayacak. 200 ila 210 milyar dolar civarında bir gelişme içinde olunacak.
Geride bıraktığımız on iki yılda, yani AKP hükûmetleri döneminde ortalama yıllık büyüme oranı sadece yüzde 5 seviyesinde seyretti. Ayrıca, bu dönemde büyüme istikrarsız bir gelişme göstermiş, istihdam yaratan bir büyüme de olmamıştır. Görüldüğü üzere, on iki yılda büyümede kendine özgü bir başarı öyküsü de yoktur.
Nitekim, gayrisafi yurt içi hasılanın 2003 ile 2013 arasında sabit fiyatlar üzerinden göstermiş olduğu artış yüzde 68 oranı civarındadır. Kur hareketleri ve fiyat artışlarından arınmış büyümeyi gerçek boyutuyla ortaya koyan ölçü de esasen budur. Nominal değerlerin gerisinde yatan fiziki büyüklük de budur. Gerçekte, ortalama yılda yüzde 5 oranında büyüyen bir ekonominin on iki yılda ulaşacağı büyüklük ancak bu düzeylerde olur. Bunun matematik olarak başka bir izahının da mümkün olduğu söylenemez. Esasen, belirttiğim tüm bu rakam ve büyüklükler yıllık programlarda gayet net olarak yer almaktadır. Büyümenin yüzde 300'ün üzerinde olması, biraz evvel ifade etmiş olduğum gibi, kur ve enflasyonun ortaya çıkardığı bir tablodur. Önemli olan, mukayeseye de esas olan büyüklük bu büyüklüktür.
Sayın Başkan, Hükûmet 2023 hedefini sıkça dile getiriyor. Bilindiği üzere, 2023 tarihinde Türkiye'nin en büyük ekonomiye sahip 10 ülke arasına girme hedefi, uzun vadeli strateji ve 2001-2005 dönemlerini kapsayan Sekizinci Kalkınma Planı'nda yer almıştır. Geride bırakılan on iki yılın, bilhassa son dönemlerin ortaya koyduğu ekonomik performans, bu hedeflere ulaşma açısından umut verici olmaktan hayli uzakta görünüyor.
2023 yılına şurada sekiz yıllık bir süre kalmıştır. Bu mevcut trendle, 2 trilyon dolarlık gayrisafi yurt içi hasıla, dünyanın 10'uncu büyük ülkesi olma hedefinin nasıl yakalanacağını, ekonomiyi yönetenlerin buraya çıkıp hepimize izah etmesi gerekmez mi?
Altını çizmek istediğim bir konu da şu: Mayıs 2013 tarihinde Amerikan Merkez Bankasının tahvil alım politikasında bir daralmaya gideceğini açıklaması, özellikle dış kaynak ihtiyacı olan gelişmekte olan ülkelerde haklı bir tedirginliğe neden oldu. Ancak bu durum elbette dünyanın sonu da değildi. Nitekim birçok ülke, oluşacak likidite daralmasını dikkate alarak uygulamakta oldukları büyüme modellerini gözden geçirerek bazı değişikliklere gitti.
Dış finansman ihtiyacı ciddi boyutta olan Türkiye'nin bu konuda uzun süre yeni koşullara uygun, koordinatları belli, gözle görülür bir büyüme modeli hazırlığı yaptığına şahit olunmadı. Bugün de böyle bir çalışma var mı, bilemiyorum. Oysa ihtiyaç duyduğu oranın bugün hayli gerisinde olan bir Türkiye'nin bu tavrı endişe verici olmuştur.
Sayın Başkan, ekonomik açıdan ülkemizin ciddi bir diğer sorunu yurt içi tasarrufların yeterli düzeyde olmayışıdır. İstikrarlı ve yüksek bir büyüme dinamiğini sağlamada asli bir güç, sürekli ve güvenilir kaynak, hiç kuşku yok ki bir ülkenin iç tasarruflarıdır.
Tasarrufların artırılacağı, geride bırakılan on iki yıl boyunca her bütçe sunuşlarında ileri sürülmüş, "Bu istikamette tedbirler alınıyor." denmiş olmasına rağmen iç tasarruf oranları, artmak bir yana, her yıl daha da gerileyen bir eğilim içinde olmuştur.
Nitekim tasarruf oranı, 2002 yılı sonunda gayrisafi millî hasılanın yüzde 19'u düzeyinde idi. Bu nispetin 2012'de yüzde 12, 2013'te yine 12 civarında, 2014 yılında ise 13'le 14 arasında olacağı anlaşılıyor. Görülüyor ki on iki yılda gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 7'sine ulaşan oranda bir gerileme ile karşı karşıya bulunuyoruz.
Özel tasarruf oranlarında bu durum daha endişe vericidir. Oysa yurt içi tasarruflar, ileri ülkelerde hâlen yüzde 30-33'ler seviyesindedir. İç tasarruflarda yaşanan bu yetersiz tablo, doğal olarak ülkemizin dış tasarruflara müracaat etme ihtiyacını büyüten temel unsur olmuştur. Bugün Türkiye'nin yıllık dış finansman gereği, gayrisafi millî hasılanın ortalama yüzde 25'ine eşit bir düzeye çıkmıştır. Bu, fevkalade önemli bir büyüklüktür. Oluşan bu yapı, ülkemizin dışa bağımlılığını, dolayısıyla kırılganlığını artırmıştır. Nitekim, 2013 Mayısında Federal Reserve'in tahvil alımlarında kısıntıya gideceğini açıklamasından sonra, millî parası en fazla değer kaybeden ülke Türkiye olmuştur. Mayıs 2013 ile 2014 Ocak sonu arasında yani takriben yedi ay içerisinde Türk lirası yüzde 22 değer kaybetmiştir. Bu gelişmelere bağlı olarak uluslararası finans camiasında Türkiye, Brezilya, Rusya, Endonezya ve Güney Afrika ile birlikte 5 kırılgan ülke olarak gruplandırıldı. Bu ülkeler arasında ön sırada yer aldığımızı da kaydedelim. Yüksek enflasyon, düşük büyüme ve yüksek cari açık bu sıralamada dikkate alınan ölçütler olmuştur.
Sayın Başkan, finansal istikrar açısından önemli bir diğer makroekonomik gösterge hiç kuşkusuz ki cari işlemler dengesidir. Ülke olarak bugün, ne yazık ki dünyanın en yüksek cari işlemler açığı veren ülkelerinin başında geliyoruz. Son dört yıllık döneme bakıldığında açık, gayrisafi yurt içi hasılanın 2011 yılında yüzde 9,7'si; 2012 yılında yüzde 6,2'si; 2013'te de yüzde 7,9'u oranında gerçekleşti. 2014 yılı için beklenti ise yüzde 5,7 düzeyinde olmuştur. Ayrıca, son üç yılda dikkat çeken bir gelişme de düşük büyüme oranlarına rağmen cari açığın yüksek düzeyde seyretmiş olmasıdır, bu ciddi bir tablodur. Geride bıraktığımız on iki yılda yani 2003'le 2014 yılları arasında ülkemiz toplam 441 milyar doları bulan bir cari açık vermiştir. Bu büyüklükte bir kaynak cari açık dolayısıyla yurt dışına çıkmıştır.
Cari işlemler açığımızın tamamen enerji ithalatına bağlanması doğru bir değerlendirme olmaz. İhracatımız içinde enerjinin de bir paya sahip bulunduğu göz ardı edilemez. Petrol fiyatlarında son dönemlerde yaşanan önemli düşüşler kuşkusuz 2014 yılı cari işlemler açığımızın gerilemesine bir ölçüde yardımcı olacaktır. Umarız petrol fiyatlarındaki bu trend kalıcı olur, kronik açığımızın daralma sürecine girmesine de katkıda bulunur. Petrol fiyatlarındaki yaşanan gelişme bazı ülkeleri mutlu, bazılarını mutsuz etmiş olsa da dünya ekonomisinin bu gelişmeden kazançlı çıkacağında tereddüt yok.
Sayın Başkan, enflasyon inişli çıkışlı trendini koruyor, özellikle 2013 senesinde tekrar artış eğilimi içine girmiş görünüyor. 2009 yılından bu yana iki kez çift haneli düzeylere çıktı, içinde bulunduğumuz yılda ise çift hanenin hemen eşiğine gelmiş durumda. 1999 yılında yüzde 68,8 düzeyinde olan fiyat artışları 2002'de 29,7'ye ve 2003'te yüzde 18,4'e gerilemiştir. Enflasyonun 2003 yılında yüzde 18,4'e gerilemesi, bir önceki yani 2002 yılındaki eğilimin bir sonucudur. Türk lirasından 6 sıfır atılması da bu gelişmenin bir devamı olmuştur. Esasen liradan 6 sıfır atılmasına ilişkin tüm hazırlıklar 2003 yılı öncesi yapılmıştı. Kanunun bir yıl içinde çıkarılmış olması da bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.
2003 yılında yüzde 18,4 düzeyinde olan enflasyon, geride bıraktığımız on bir yılda makul, tek haneli, istikrarlı bir yapıya kavuşturulamadı. Enflasyonun ekonomi üzerindeki maliyeti yüksektir. On iki yılda kalıcı sonuçlar alınmış olmalıydı. Yapı bakımından bize benzeyen ülkeler, bu konuda genelde bizden daha iyi noktalarda.
Sayın Başkan, kısaca Türkiye'nin borç durumu üzerinde durmak istiyorum. Ülkenin borç yapısı dile getirildiğinde Hükûmet çevrelerince genelde kamunun iç ve dış borcu öne çıkarılıyor. Kuşkusuz kamu borcunun boyutu önemlidir, buna itiraz etmek mümkün de değil. Ancak, ekonomi kamudan ibaret de değil, reel sektör var, halk var, vatandaş var. Ekonominin tümünü kapsayan ülkenin toplam borçluluk yapısı da görülebilmelidir.
Kamunun iç borcu 2002 yılında 149 milyar idi. 2014 Eylül sonunda bu rakam 408 milyar liraya çıkmıştır. On iki yılda 259 milyarlık bir artış vardır. Ekonominin brüt dış borcu 2002 yılında 107 milyar dolar iken 2013'te 397 milyar dolara ulaşmıştır. On iki yılda 290 milyar dolar ilave borçtur. Bu borç ekonominin borcudur, özelleştirmeler de kamu dış borcunun sınırlı tutulmasında önemli bir rol oynamıştır.
Vatandaşımızın, halkımızın doğrudan alakadar olduğu hane halkı borcu 2002'den 2013 yılına kadar 11 kat daha artmış ve yüzde 1,9'dan gayrisafi millî hasılanın yüzde 21'ine çıkmış ve 11 kat artmıştır.
Sayın Başkan, bugün ekonomi alanında Türkiye'nin en büyük açığı yapısal açıktır. Türkiye reform yapmayan bir ülke durumuna düştü. Dengeleri sağlanmış, sağlıklı bir ekonomik alt yapı ve 2003 sonrası küresel ekonomideki ılımlı konjonktür ve likidite sonucu bu reformlar ertelenmiştir.
Nitekim, son on beş yılın ülkemiz bakımından uluslararası alanda kalıcı ve ses getiren iki önemli gelişmesi: Biri, Türkiye'nin dönem başkanlığını henüz üstlendiği G20'ye 1999 yılı Eylül ayında kurucu üye olarak katılması. İkincisi de Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üye stratejisiyle üyeliğinin kabul edilmesidir. Bu her iki olay da Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara gelmesinden, hatta Adalet ve Kalkınma Partisinin kurulmasından önceye gelmiştir. Bu da Türk ekonomisinin ne kadar güçlü ve itibarlı olduğunu göstermişti.
Sayın Başkan, sözlerime burada son verirken teşekkür eder, size ve kıymetli milletvekillerine saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)