GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:5
Birleşim:27
Tarih:12.12.2014

CHP GRUBU ADINA MEHMET ŞEVKİ KULKULOĞLU (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe görüşmeleri kapsamında CHP Grubu adına Atatürk Kültür Merkezi bütçesi üzerine söz almış bulunmaktayım, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, her ülkenin kurucusu adına o ülkelerde çeşitli kurumlar açılmıştır, Atatürk Kültür Merkezi de bunlardan biridir. Mimar Feridun Kip ve Mimar Rüknettin Güney tarafından projesi çizilen, 1946'da temeli atılan bina, ödenek yokluğu nedeniyle tamamlanamamış, daha sonra Atatürk Kültür Merkezi olarak adlandırılan bu bina 1969'da İstanbul Kültür Sarayı adıyla hizmete girmiştir. 1970'te çıkan yangında harap olmuş, yangından sonra 1978 tarihinde ikinci kez açılmış ve 2000 yılına kadar o hâliyle hizmet vermeye devam edegelmiştir. 2005 yılında, dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç tarafından binanın yıkılması önerilmesine rağmen, sanat ve mimarlık platformlarının, sivil inisiyatiflerin yoğun tepkisi, ısrarlı gösteriler sonucunda Kasım 2007'de İstanbul 2 no.lu Koruma Kurulu, Atatürk Kültür Merkezi 1. grup kültür varlığı olarak tescil ederek yıkımını önlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunun adını taşıyan bir kuruluşa ait binanın tadilatının altı yıldır bitirilememiş, sürüncemede kalmış olmasının esas nedenini ekonomik gerekçelerde değil, AKP'nin on iki yıllık icraatlarında, Atatürk'e bakış açısında ve sahip olduğu zihniyette araştırmak gerekir. Zira onlar ve onların hamisi olan perde arkası güçlerin hiç duymak istemediği tek kelime sanırım Atatürk'tür. Atatürk kelimesinden besmele duymuş şeytan gibi rahatsız olanlar siyasi arenada bugün maalesef ziyadesiyle mevcutturlar. Ancak bunlar unutmasınlar ki, Atatürk kelimesi sonsuza kadar bu gök kubbede yankılanacak, Atatürk, ilkeleriyle beraber yaşatılacaktır. Rahatsız olanlara buradan sesleniyorum: Türk kimliği, Türk milleti, Türkçe, Türk tarihi ve Atatürk'ü ne yaparsanız yapın ne ederseniz edin unutturamayacaksınız ve silemeyeceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Millî yapıların, değerlerin ve kavramların hırpalandığı, ötelendiği ve ayaklar altına alındığı bir dönemde, Atatürk'ün adı verilen bir kurumun tadilat işinin savsaklanması AKP Hükûmetinin zihniyetinin bir yansımasıdır. Kavramların bu kadar karıştırıldığı, bilgisizliğin ve ilgisizliğin tavan yaptığı bir dönemde bu kurumlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

Sayın milletvekilleri, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün manevi şahsiyetinden, ilke ve devrimlerinden o kadar korkanlar ve rahatsız olanlar vardır ki bugün âdeta kaçacak yer arıyorlar. Hatırlayınız, bir zamanlar Türklerden korkan Çinliler uzaydan bile görünen bir set yapmışlardı ve o setin arkasına sığınmışlardı. Atatürk'ten rahatsız olan bu zihniyet Çankaya Köşkü'nde oturamayıp yerin altından kaçış tünelleriyle bin odalı olduğu söylenen kaçak saraylara kapağı atarak Atatürk'ün manevi şahsiyetinden kaçmak yolunu bugün deniyor. Sizin gibi korktuğundan emin olmayanlar denizlerin ortasına, göllerin ortasına, ulaşılmaz dağların tepesine ne saraylar, ne kaleler yaptılar da yine de korktuklarından kurtulamadılar, sizler de kurtulamayacaksınız. "Atatürk" demekten korkmayın arkadaşlar. Atatürk ışıktır, özgürlüktür Atatürk, medeniyettir Atatürk, kalkınmaktır, bilimdir, sanattır, çağdaşlıktır, milletin vicdanıdır Atatürk, hem içeride hem dışarıda itibardır. Böyle kaçarak, korkarak yaşanan hayatlar hiç kimseye huzur vermez. Bakın firavuna, bir sinekten bile kaçmadı.

Gelelim bugüne, şimdi, AKP'nin eğitimdeki Osmanlıca saçmalığına. Sayın milletvekilleri, eğitim deyince, bildiğiniz gibi, çoğu devlet okullarında ikili öğretim sistemi uygulanmakta, sabahçı ve öğlenci olarak öğrenciler eğitim görmekteler. Kayseri'den size bir örnek vereceğim: Şehrin merkezindeki bir okulda okuyan sabahçı bir öğrenci eğer şehrin Mimsin ve İldem semtlerinde oturuyorsa dört buçukta uyanmak, beş buçukta evden çıkmak, altı buçukta okul bahçesinde sıraya girmek zorunda. Birçoğu kahvaltı yapmadan okula geliyor, aileler harçlık veremediği için de derse aç giren çocuk okuldan saat on iki buçukta aç çıkıyor, evine ulaştığında saat on üç buçuk, ancak yemek yiyebiliyor. Peki, öğlenci olanlar bundan farklı mı? Hayır. Bu çocukların hepsi yaklaşık sekiz, dokuz saat aç kalıyorlar. Yani sabah dedeleri camiye, torunları okula gönderiyoruz; yatsıda dedeler camiden, torunlar okuldan eve geliyorlar. Okul önlerinde hap, bonzai, ot ticareti yapanlar, satanlar havanın da karanlığından faydalanarak cirit atıyorlar, çocuklarımızı bu lanet zehirlere alıştırıyorlar. On iki yıllık karanlık iktidarınız döneminde çözememişsiniz ikili öğretim sorununu şimdi kalkmış Osmanlıdan, Osmanlıcadan bahsediyorsunuz. Beyler, kaçak saraylara değil, yeni okul binalarına, yeni dersliklere ihtiyaç var. Okullarda laboratuvar yok, spor salonu yok, beden eğitimi derslerinde soyunma odası yok. Beden eğitimi dersleri olduğu günlerde çocuklar eşofmanla okula gelip terli eşofmanlarla akşama kadar ders yapıyorlar. Hani nerede sağlık anlayışı, hani nerede vicdanınız?

Gelelim Osmanlıcaya. Günümüzde Osmanlıca heveslileri, Türkiye'nin bir günde Osmanlıcayı bırakıp Latin alfabesine geçtiğini sanıyorlar. Sayın milletvekilleri, tartışma matbaayla başlamıştır. Matbaa 1727'den itibaren günlük yaşama girmiş, fakat okuryazar sayısında bir artışa neden olamamıştır. Bunun sebebi, hem Osmanlıcanın okuma ve yazmada doğurduğu güçlükler, hem de Türkçenin ses varlığına uygun olmayışıdır.

Osmanlıda altı yedi yıl bu dili öğrenmeye çalışan çocuklar bir mektup bile okuyamaz hâldeydiler. İşin vahimi, onlara öğretenler de aynıydı. Osmanlıca, alfabeyi okumayı güçleştiriyordu. Arap harfleri Türkçe kelimeleri ifade etmekte yetersizdi. Mevcut harflerle özel isimleri yazmak zordu. Osmanlıca ayrıca matbaa basımını da zorlaştırıyordu. Osmanlı Devleti sorunu çözmek istiyordu. Bu nedenle yeni harflere geçmek gerektiğini vurgulayan Münif Paşa'yı 3 kez Maarif Nazırlığına getirdiler. Her seferinde Abdülhamid cahillerden korkup onu görevden aldı. Çünkü Münif Paşa camilerde verilen vaazlarda gâvurluk getirmekle itham ediliyordu. Oysa sorunun dinle hiç ilgisi yoktu, sorun teknikti. Evet, Osmanlı Devleti sorunu ve çözümünü biliyor ama korkuyordu. İslam alfabesi nasıl terk edilebilirdi? İşte bugün sizin de derdiniz: Arap alfabesi nasıl geri getirilebilir bu cumhuriyete?

Eğer birileri bugün Osmanlıca alfabeyle "prompter"den daha rahat okuyabileceğini zannediyorsa vay ki onun hâline derim.

Sayın milletvekilleri, eğer gündem değiştirmek, bazı kelimeleri günümüzde sık kullanıldığı için unutturmak istiyorsanız size Osmanlıcadan Türkçeye bazı kelimeler söyleyeceğim:

Ayyâr: Hırsız. Bertal: Rüşvet almak. Mahfazai pabuç: Ayakkabı kutusu. Keş-i nakdi kumbara: Para kasası. Hıyanet-i vataniyye: Vatana ihanet.

Yani, sayın milletvekilleri, değil Osmanlıcaya, Çinceye hatta Aborjinceye, hatta Swahiliceye dahi dönseniz, kaçsanız, AKP Hükûmetinin marifetlerinin karşılığı dünyadaki her dilde vardır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)