| Konu: | 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 14.12.2014 |
HDP GRUBU ADINA İBRAHİM BİNİCİ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kalkınma Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçeleri üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ben Suruçluyum, Suruç'ta doğup Suruç'ta büyüdüm. Şu ana kadarki ömrümün hatırı sayılır bölümünü de Suruç'ta geçirdim. Suruç'a yolu düşenler bilir, hemen karşımız Kobane'dir. Öyle ki Suruç'ta pişen yemeğin kokusu Kobane'den, Kobane'de çobanın çaldığı kavalın sesi Suruç'tan duyulur. Aramızdan geçen tren yolu, bağrımıza saplanmış bir hançer gibi dursa da yoktur aslında birbirimizden farkımız tıpkı Akçakale ile Tel Abyad, Ceylanpınar ile Sere Kaniye, Nusaybin ile Kamışlı gibi. Aynı dili konuşur, aynı türküleri söyleriz; aynı şeylere güler, aynı acılarla hüzünleniriz; çocuklarımızı aynı masallarla büyütürüz; ağlayan bebeklerimizi aynı ninnilerle avuturuz; aynı halaya duran ekipte birimiz baş isek diğerimiz baş altı oluyoruz. Hani televizyon ekranlarında ya da gazete sayfalarında gördüğünüz sınırda bayramlaşma seremonileri var ya işte onlarız bizler. Tel örgülerin ardından uzattığımız ellerimiz, ya amca oğlu, dayı kızına ya da teyze oğlu, hala kızınadır. Velhasıl, bayramlarda hasretle kavuşan bilcümle eller aynı candandır, aynı kandandır, aynı akrabadır, akraba. Tıpkı sizler gibi bizim de teyzemiz, dayımız, amcamız var; amcamızın, dayımızın, teyzemizin çocukları var. Kimi sınırın üst tarafında, kimi ise sınırların alt tarafında oturur.
Sizler için Türkiye ile Suriye sınırı olan o tren yolu var ya, bizler o tren yoluna Kürtçede sadece "..."(x) diyoruz, "..."(xx). Suruçlu ya da kuzeyli olan herhangi bir Kürt sınırın karşı tarafını "Suriye" olarak adlandırmaz, "..."(xxx) deriz; Türkçesi "hat altı" demektir. Suriye tarafında kalanlar da bu tarafa "Türkiye" demezler, "..."(xxxx) derler; Türkçesi "hat üstü" demektir.
Değerli milletvekilleri, hatırlarsanız, 2012 yılının son günlerinde bir gazeteciye verdiği mülakatta "Eğer gündemi ben belirleyemezsem Başbakan olamam. Bu tür tartışmaların zamanlamasını ben belirliyorum." diyen Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da bu alışkanlığından kurtulamamış ki aklına değil ağzına geleni söylemeye devam ediyor.
7 Ekimde "Kobane düştü düşüyor." diyerek sokaktaki yangını ha bire körükleyen Sayın Cumhurbaşkanı üç gün sonra Rize'yi ziyaret etmiş ve yaptığı konuşmada aynen şunları tekrarlamış: "Kobane ile Türkiye'nin ne alakası var, İstanbul'un ne alakası var, Ankara'nın ne alakası var? Kobane ile Siirt'in ne alakası var, Diyarbakır'ın ne alakası var, Bingöl'ün ne alakası var?" demişti. Gazze'yi, Kahire'yi iç mesele yapıp Esma'nın şehadetini seçim meydanlarında siyasi ikbal için kullananlar ne hikmetse Suruç'un hemen dibindeki Kobane ile alaka kuramamıştı maalesef.
Buradan kendisine sesleniyorum: İşte alakası budur. İşte, tam bu yüzden, Suruç, Kobane; Kobane, Suruç'tur. Kobane, yalnız Suruç'da değildir. Kobane, Diyarbakır'dır; Kobane, Siirt'tir; Kobane, Bingöl'dür; Kobane, Bitlis'tir, Van'dır, Hakkâri'dir, Mardin'dir. Kobane, İstanbul'da, Ankara'da, Bursa'da, İzmir'de, Manisa'da, Rize'de vicdandır be vicdan. (HDP sıralarından alkışlar)
İşte, bu yüzden, DAİŞ çetelerinin Kobane'yi kuşatmasından hemen sonra insanlar sınırdaki tel örgülere dayandı çünkü tellerin ardında kiminin dayısı, kiminin amcası, kiminin de evladı vardı.
İşte, bu yüzden, insanlar bombaların, havan toplarının, mermilerin düştüğü topraklara hüzünle bakıyor çünkü orada onur mücadelesi veren oğlu, kızı, kardeşi veya babası sağ mı diye merak ediyor.
İşte, bu yüzden, Türkiye'nin dört bir tarafından gelenler, gece demeden, gündüz demeden sınırda nöbet eylemi yapıyorlar çünkü sizde bulunmasa bile Türkiye'de vicdan sahipleri hâlen var, var olmaya da devam edecekler.
Kobane yanıyor, Kobane yandıkça ateşi Suruç'a düşüyor; yalnızca Suruç'a değil, Diyarbakır'a düşüyor, Siirt'e, Mardin'e, Bingöl'e, Bitlis'e, Ankara'ya, Bursa'ya düşüyor. Her gün cenaze taşımak nedir bilir misiniz acaba? Her gün onur mücadelesi uğruna toprağa düşen gencecik bedenleri buz gibi toprağa yatırmak nasıldır bilir misiniz acaba? O gencecik insanlar, atalarının binlerce yıldan bu yana yaşadığı yurtlarını, evlerini, onurlarını, namuslarını DAİŞ çetelerinin vahşetinden, talanından, yağmasından ve tecavüzünden korumak için bedenlerini siper ediyorlar, kimi Kobaneli, kimi Diyarbakırlı, kimi Siirtli, kimi Bitlisli. Benim de Kobane merkezinde ve köylerinde 100 evi aşkın akrabam yaşıyor. DAİŞ vahşeti çetelerinin Kobane'yi kuşatmaya aldığı günden bu yana Suruç'tayım ve Suruç'ta olmaya devam edeceğim. Bunu sadece Suruç'ta olduğum için veya Kobane'de akrabalarım olduğu için yapmıyorum, Kobane'de insanlığın onur mücadelesi verdiğini düşünüyorum ve inanıyorum. Doğrusu, bu hâletiruhiye içerisindeyken akçeli işleri konuşmak hiç de içimden gelmiyor. Rakamlar vermek, vaatleri sorgulamak çok da içimden gelmiyor ancak yine de birkaç kelam etmek gerekir diye düşünüyorum.
Kalkınma Bakanlığı bütçesi üzerinde grubum adına konuşma görevinin tarafıma verildiğini Kobane sınırında bir köydeyken öğrenmiştim. O sırada Kobane'de çatışmalar iyiden iyiye şiddetlenmişti, sınırda yığılan kitlenin tedirginliği had safhaya ulaşmıştı. Bombalar, havan topları birbiri ardına patlıyor, bulunduğumuz alanlar sarsılıyordu âdeta. Kim bilir, belki de savaş psikolojisi dedikleri durumun bendeki yansımasıydı. Acaba, kullanılan bu silahların kalibresi, menzili veya tahrip gücü kalkınma endekslerinde yer alır mı diye düşündüm. İnsan beyni işte, bazen irade dışı dur durak bilmeden dalıp gidiyor. Benimki de öyle derinlere dalıp giderken bugüne kadar AKP iktidarının el altından Suriye'ye kaç tır dolusu silah gönderdiği ve bu silahları kimlere verdiği beynimi meşgul etmeye başladı. Sonrasında ise bu silahların kimlere karşı kullanıldığı, kaç can aldığı, ölenler arasında kaç çocuk, kaç kadın, kaç ana, kaç baba olabileceği düşüncesi yüreğime bir ateş gibi oturdu. Düşündüm de bir an; oluk oluk akan kanın, yitirilen canların TÜİK istatistiklerinde yeri var mıydı acaba? Ya, kaybolan hayatların, sönüp giden umutların, feryat eden anaların, gözyaşlarını içine akıtan babaların tutulur muydu çetelesi? Bir ara önünden geçerken fark etmiştim inşaat çalışmasını, rakamlar rahatça takla atabilsin diye devasa bir bina yapılıyordu TÜİK'e.
Değerli milletvekilleri, Kobane'de ara sıra silahlar susuyor, kimi zaman tam da bir ölüm sessizliği hâkim oluyordu. Bir tarlanın ortasında çömelmiş, kulağım Kobane'de, gözlerim ise önümde uzanan tarladaydı. Suruç'un neredeyse tamamında olduğu gibi, bulunduğum sınır köyünde de vakti gelmesine rağmen henüz kimse tarlasını süremiyordu maalesef. Gözlerim suya olan hasretinden çatlamış toprağa öylece dalıp gidiyordu. Birden aklıma GAP projesi geldi. Sahi ya, neredeyse yarım asırdır devam eden GAP projesi bu toprakları da sulayacaktı. Hani, bu topraklar Fırat'ın suyuyla kucaklaşacak, bu topraklardan zenginlik fışkıracaktı. Birden AKP Hükûmetinin 2008'deki tam kadro Diyarbakır çıkarmasını ve orada açıkladıkları GAP Eylem Planı'nı hatırladım. O dönemde Başbakan olan Sayın Erdoğan'ın siyah güneş gözlüklerinin arkasına saklanarak yaptığı konuşması film şeridi gibi gözlerimin önünde geçiyordu. Hani, 2012 yılına kadar 1 milyon 60 bin dekarlık alan sulanacaktı. Hani, 3 milyon 800 bin kişiye iş bulunacaktı. Hani, bölgede kişi başına millî gelir yüzde 209 oranında artacaktı. Bütçenin Komisyon görüşmeleri sırasında Kalkınma Bakanının yeni bir eylem planından bahsettiğini Meclisin tutanaklarından okuduğumda öğrenmiştim.
Sayın Bakan o anda ve o tarlada eğer karşımda olsaydı "Senin önceki eylem planını da gördük Sayın Bakan. Boşuna uğraşma, eylemin de, planın da senin olsun. Siz GAP'ı bitiremediniz, bitiremezsiniz de. Siz Dicle'nin, siz Fırat'ın suyu ile bu toprakları yarım asırdır sulayamadınız. Ama, Kürtlerin yiğit evlatları adalet için, insanlık onuru için, namusları için gerekirse bu toprakları da, Kobane'yi de kanlarıyla sulayacak." diye haykırmak istiyordum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Ben bu düşünce deryasına dalmışken gülümseyen yüzleriyle 2 genç arkadaşım selam vererek yanıma geldi. Sonradan hırçın Karadeniz'in asi çocuklarından olduğunu öğrendiğim gençlerden biri sanki içimi okumuştu, "Hayırdır sayın vekilim, bu çorak tarlaya ne ekilir diye mi düşünüyorsunuz?" dedi. Ben de yarım asırdan bu yana bitirilemeyen GAP'ı ve sulanamayan bu toprakları düşündüğümü anlattım gençlere. Karadenizli olan genç aynen şunları söyledi: "Yaptıkları hidroelektrik barajlarını sizlere 'GAP', bizlere de HES'leri 'DOKAP' diye yutturdular. Hadi biz eski bir proje sayılmayız ama sizinki yarım asra yaklaşırken KOP yüzyılı geçti sayın vekilim, beterin beteri var ve izninizle size bir şiir okumak istiyorum. Şiir bana ait değil, sahibinden özür diliyorum çünkü 'Diyarbekir' diye geçen yerleri 'Kobane' olarak değiştirdim." demişti o genç.
Karadenizli gencin okuduğu o şiiri sizlerle de paylaşmak isterim:
"Geleceğim sana Kobane.
Bomba, kurşun, TOMA'larla değil.
Fındık ezmesi, çay, kurutulmuş hamsi olacak çantamda.
Peştamal getireceğim sana, bir de böğürtlen.
Karayemiş getireceğim sana, ninemin öykülerini.
Onların yaşadığı acıları getireceğim.
Sana hapishane anılarımı getireceğim Kobane."
Şiirini bitiren o gence dedim ki, bize hep böyle gel "..."(X)
Saygılarımı sunuyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)