| Konu: | 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 15.12.2014 |
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Adana) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri; konuşmama başlarken Türkiye Cumhuriyeti'nin geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz ilk Kültür Bakanı, entelektüel birikimi ve akademisyen kimliğiyle Türkiye için çok önemli bir değer olan Profesör Doktor Talât Sait Halman'ı bir kere daha rahmetle anıyorum. Kederli ailesine en içten taziyelerimizi ve başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.
Burada hem Komisyondaki bütçe tartışmalarında hem de Genel Kurulda "Kültür nedir? Kültür kavramı neyi kapsar ve nasıl anlaşılması gerekir?" diye çok verimli tartışmalar oluyor. Ben de doğrusunu söylemek gerekirse bu tartışmalardan fevkalade mutlu oluyorum. Buna bağlı olarak da kültürün baskı altına alınması, kültüre ideolojik bir kılıf giydirilmesi gibi tartışmalara yol açılıyor, bununla da ilgili çeşitli görüşler söyleniyor; hepsiyle ilgili görüşlerimi paylaşacağım sizinle.
Kuşkusuz, devletin istikrar ve kalıcılığı açısından, herhangi bir devletin ve milletin tarih içerisinde yürüyüşü açısından devletin yazılımını oluşturan şey, milletin bekasının yörüngesini çizen şey kültürdür. Bakın, bir devletin hayatı içerisinde yükseliş dönemleri vardır, çöküş dönemleri vardır. Zaman zaman bakarsınız devletler savaşa girer, galip gelirler, zaman zaman mağlup olurlar. Devletin ordusu yok edilebilir, büyük bir zarara uğratılabilir, donanması yok edilebilir ama belli bir müddet sonra güçlü bir millet, güçlü bir devlet her türlü şartın üstüne çıkarak kendi ordusunu, donanmasını yeniden kurabilir. Zaman zaman devletlerin başkentleri bombalanır, bütün kurumsal altyapıları yok edilir, ekonomileri çökertilir fakat tarih içerisinde yürüyüşü büyük olan devletler ve milletler kendi ekonomilerini ve kurumlarını yeniden inşa edip ihya edebilirler. Tabii, bunu yapanlar var, yapamayanlar var. Örneğin, ordusu yok edildiği zaman yok olan milletler var, bir daha tarih sahnesine çıkamamışlar, ekonomik olarak çöktüğü zaman yok olanlar var ama bir de bütün bu felaketlere rağmen, tarih içerisinde yürüyebilen milletler var. Aradaki temel ayrım, kültürü, dünden bugüne yürüyüşündeki kültürel kodları güçlü olan milletler hangi felakete uğrarlarsa uğrasınlar tarih içerisinde yeniden diriliyorlar ama devletin yazılımını oluşturan, milletin bekasının yörüngesini oluşturan bir kültürel kodu olmayan her millet yok olmaya mahkûm oluyor. O sebeple, tarih içerisindeki yürüyüşümüzün ve kalıcılığımızın esasını kültür ve medeniyet kodlarımızın oluşturduğunun farkında olmamız gerekiyor. Devletin yazılımını, Anadolu'da var olan bütün kültürler üzerinden kurabildiğimiz oranda ve bunu çoğulcu bir şekilde gerçekleştirebildiğimiz oranda hem toplumsal barışımızı kurmuş olacağız hem de tarih içerisindeki yürüyüşümüzü pekiştireceğiz.
Verdiğim bir örnek vardır, mesela siyasi tarihte Çağatay devleti diye bir devletin aslında hiç aklımızda kalmaması gerekirdi çünkü on yıl sürmüştür, belki otuz yıllık bir ömrü olmuştur toplamda ama bugün bu devleti hatırlıyoruz. Niye hatırlıyoruz? Çünkü insanlık birikimi ve tarihi açısından vazgeçilmez bir mütefekkir vardır, Ali Şir Nevaî. Ali Şir Nevaî'yi yok sayarak insanlık tarihini anlayamazsınız, eksik bırakırsınız. İşte Ali Şir Nevaî gibi bir mütefekkir, Çağatay Türkçesiyle yazdığı için, Çağatay Türkçesi de Çağatay devletinin dili olduğu için Ali Şir Nevaî sayesinde, onun bıraktığı kültürel birikim sayesinde Çağatay Türkçesini ve onun sayesinde de Çağatay devletini anıyoruz bugün. Dolayısıyla bu kültür-devlet ilişkisi, devletin tarih içerisindeki yürüyüşünün kültür üzerinden nasıl aktığıyla ilgili çok çarpıcı bir örnektir. Ki büyük devletler açısından bu çok daha çarpıcı bir örnektir.
Kültürle ilgili pek çok tartışma var, pek çok tanım var fakat benim en sevdiğim tanımlardan bir tanesi bir Alman filozofun tanımıdır. Der ki: "Kültür, bir milletin sorun çözme kapasitesinin toplamıdır." Yani, siz, kendi coğrafyanızla ilgili sorular sorarsınız, kendi hayatınızla ilgili sorular sorarsınız, tarihten getirdiğiniz birikimle hesaplaşırsınız ve geleceğe yürümekle ilgili bir vizyon ortaya koyarsınız, bütün bunlar kültür kavramının içerisinde kendisini tanımlar. Bu bakımdan en geniş kavramlardan bir tanesidir.
Mesela Afganistan'a gittiğimizde orada bize şöyle bir bilgi verilmişti: Burada sadece Türk komutan halkın arasında rahatça gezebiliyor korumaları olmadan, sadece Türk askerleri gezebiliyor." diye. Bunu biz, önce, işte, bizim askerimizin Türkiye'den gitmiş olmasıyla, Müslüman bir asker olmasıyla oradaki halkın buna daha yakın davrandığı şeklinde düşünmüştük. Ama, daha sonra oradaki komutanın sohbet sırasında bize verdiği bir ayrıntı, bir kültürel kodun bir halkla yakınlaşmak bakımından aslında ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Oradaki komutan dedi ki: "Benim Afganistan'a geldiğimde verdiğim ilk emir şuydu, bütün askerlere şunu söyledim: Halkla konuşurken güneş gözlüğünüzü çıkaracaksınız. Çünkü, güneş gözlüğü sıradan insanlar üzerinde bir kibir etkisi yaratır, siz bu insanlarla göz teması kuracaksınız." İşte, bu, ancak bizim kültürümüzün içinden gelen, bu topraklara ait bir insanın anlayabileceği ve karşı tarafa iletebileceği bir mesajdır. Başka hiçbir asker, oradaki hiçbir NATO askeri oradaki halkla konuşurken bu göz temasının gerektiğini ve bu güneş gözlüğünün onlar üzerinde bir kibir etkisi yaratacağını kendi kültürel kodu içerisinden göremez ancak bunu Türk askeri görebilir ve oradaki bu uygulaması sayesinde de halkla kaynaşmıştır. Yani, gündelik hayatımızdaki en basit davranış kodlarından bugün bahsettiğimiz en temel kültür meselelerine kadar geniş bir alandan bahsediyoruz.
Tabii ki "kültür" dediğimiz ile "sanat" ve "siyaset" dediğimiz kategoriler birbirinden tamamen ayrı değildir, birbirine temas etmeyen alanlar değildir bunlar. Ama, ister siyaset ister ekonomi ister coğrafya olsun, bütün bunların tarihsel bir perspektifle bugünle ilgili, bugünün dünyasına söz söyleyecek bir anlayışa oturması gerekir. Bu bakımdan da temel yaklaşımın sivillik ve çoğulculuk olması gerekir. Devletçiliğin ve ideolojik yaklaşımın, radikalizmin geçerli olmayacağı tek alan varsa o da kültürel alandır.
Bakın, Semerkant da, İstanbul da, Nizamiye Medresesi de, Enderun da, Orhun Yazıtları da, Mesnevi de, Hoca Ahmet Yesevi de, Yunus Emre de, Tonyukuk da, Nizamülmülk de, Fakiye Teyran da, Ahmedi Hani de bizim kadim medeniyetimizin esas unsurları, mihenk taşlarıdır. Bunların hepsinin çizdiği büyük kültürel coğrafya, siyasi ve coğrafi sınırlarımızın ötesinde bir anlam dünyasına ve daha büyük bir coğrafyaya, daha büyük bir medeniyet ufkuna sahip olmamızı sağlamaktadır. Bunlar sayesinde tarih içerisindeki yürüyüşümüzün hangi anında sıkışsak, hangi anında zorlukla karşılaşsak yolumuzu bu referanslardan bir tanesine başvurarak yeniden bulabiliyoruz, yeniden çizebiliyoruz. Bu bakımdan, elimizdeki kültürel materyalin her bir unsuru fevkalade kıymetlidir. Modern psikoloji alanında yapılan çalışmalar, bireylerin kendi kişisel geçmişleriyle ilgili olarak ne kadar geriye giderlerse geleceğe dair hayallerinin de o kadar sofistike ve incelikli olduğunu gösteriyor. Bu, kuşkusuz toplumlar için de geçerlidir. Bir toplumun geçmişle kurduğu ilişki onun gelecekle ilgili nasıl bir vizyona sahip olması gerektiğini doğrudan belirleyen bir meseledir. Cemil Meriç'in "Tarihi olmayanın tarifi olmaz." demesi aynen böyle bir şeydir. Eğer tarihinizle ilgili, kendi geçmişinizle ilgili gerçekçi bir tasavvura sahip değilseniz, gelecek vizyonunuzu da sağlam temeller üzerine oturtamazsınız.
Bu bakımdan, elimizdeki -bugünlerde yapılan Osmanlıca tartışmaları çerçevesinde de pek anlamlıdır bu- yazma eserler mirasımızın en önemli bölümünü, en kıymetli bölümlerinden bir tanesini oluşturmaktadır. Burada değerli arkadaşlarımız değindiler, kendilerine teşekkür ederim. Süleymaniye içerisinde bulunan ilk ve tek kitap şifahanemiz yalnızca bize değil, kendi yazma eserlerimize hizmet verdiği gibi, aynı zamanda dünyanın pek çok yerinden gelen taleplere de hizmet verecek bir kapasiteye kavuşmuştur ve bunun bu şekilde işlemesinden de büyük bir gurur duyduğumuzu sizlere iletmek isterim.
Tabii burada kültür meselesi konuşulunca doğrudan "çoğulculuk" kavramıyla ilgili konulara da girildi. Etrafımızda da görüyoruz. Etrafımızda eğer çoğulculuk olmadığı zaman, çoğulculukla ilgili bir sorun olduğu zaman önümüze çıkan şey, tek tipçi yaklaşımların bizi getirip bıraktığı yer doğrudan bir vahşettir. Etrafımızda 9 tane ülke yönetilemez duruma gelmiştir. Bu ülkelerin pek çoğunda ağır bir vahşet yaşanmaktadır. Bunun temelinde de eline gücü geçirenin, eline silahı geçirenin etnik, mezhebi ya da dinî sebeplerle bütün bir toplumu tek bir renge boyama çabası içerisinde olmasıdır.
Başkalarına yaşam hakkı tanımayanlar, onların kiliselerini, camilerini bombalayanlar, inanç merkezlerine saldıranlar ve bunu "radikalizm" adına yapanların amaçladığı tek şey tekelci bir dünya kurmaktır. Ve bunların hepsinin, hangi dinden hangi ideolojiden ve hangi ülkeden olurlarsa olsunlar ortak bileşeni, diğer çoğulculuğa karşı olmak, diğer renklere karşı olmak ve tek bir dünyayı oluşturmaktır. Biz, büyük bir gururla söylüyoruz ki bu çoğulculuğun bu büyük mirasını barındıran bir ülkenin çocukları olarak bunu daha da geliştirmek, daha da ilerletmek konusunda elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Dolayısıyla, Kültür Bakanlığının da bu bakımdan Anadolu coğrafyasında sadece tek bir kültüre değil, bütün kültürlere ait unsurları koruma misyonu burada hem bir hatırlatma olarak hem bir ödev olarak tekrar tekrar söylendi. Biz, bunun kendi misyonumuz olduğunu düşünüyoruz ve kültürel hayatımızın da çoğulculuk ve sivillik üzerinden akması gerektiği konusunda kararlıyız.
Kültür ve insan arasındaki döngü, özellikle ülkemiz gibi çok kültürlü topraklarda devlete bu görevi veriyor. Biz, bütün kimlikleri korumak, kimlikler üzerindeki ret, inkâr ve asimilasyon politikalarını kaldırmak ama sadece bununla da yetinmemek, aynı zamanda geri bırakılmış kimliklerin, ötelenmiş kimliklerin, üzeri örtülmüş kimliklerin kendini geliştirmesine de olanak sağlamak durumundayız.
Büyük bir öğretmenimiz var, hangi tarihsel mesele önümüze gelse, ne zaman bir kavramsal çıkmaz içerisine girsek kendisine başvurduğumuzda bize o kadim ve bilge yaklaşımıyla çoğu kere yol gösterir: İbn-i Haldun, büyük öğretmenimiz. İbn-i Haldun'un söylediği bir şey var, der ki: "Coğrafya kaderdir." Coğrafyanın kader olması önünüze iki şekilde bir misyon, işlev ve tablo getirir; ya coğrafyanızın kader olmasını yanlış bir biçimde algılayacaksınız, içe kapanacaksınız, dış dünyayla irtibatınızı keseceksiniz, kendi ayağınızı kendi ülkenizin topraklarına basıp bütün bir evreni seyretmek yerine içe dönük bir yaklaşım üreteceksiniz. Bunu yaptığınız andan itibaren, işte, evrensel olanla ilişkinizi kopardığınızda kendi ülkenizin içinde de tekelci bir yaklaşım üretmiş olursunuz ve kendi ülkenizin içindeki farklı kültürlerle de yaklaşımınızı koparırsınız. Tek tipçilik, tekelcilik ve baskı rejimi, kültürel hayata dayatma bu çerçevede ortaya çıkar ama bir diğerini yaparsanız coğrafyanın kader olmasından kendi ülkeniz, kendi milletiniz için büyük bir misyon üretebilirsiniz. O da şudur: Bulunduğunuz yeri insanlık ailesinin bir parçası göreceksiniz ve bu insanlık ailesinin parçası olmanın sahip olduğunuz coğrafya içerisindeki bütün kültürel unsurlarla, bütün ideolojik kimliklerle, bütün siyasi kimliklerle beraber var olduğunu göreceksiniz ve buradan dünyaya konuşacaksınız. İşte, coğrafyanın insana, millete ve devlete hizmet eden bir kadere dönüştürülmesi, coğrafyanın kader olmasının böylesi bir misyona dönüştürülmesi yine burada da insan, millet ve devlet ekseninde çoğulculukla doğru bir ilişki kurulması gerektiğini önümüze getirmektedir.
Bütün bunlar, aslında, bir milletin hikâyesinin anlatılmasıyla ilgili kavramlardır, bir milletin kültür hikâyesini oluşturur. Kuşkusuz turizmin de bununla yakın bir ilişkisi var. Bir milletin kendi hikâyesini insanlığa anlatması da turizm kavramının esasını oluşturur. Bu bakımdan da turizm, aslında bizim insani diplomasi stratejimizin esasını oluşturmaktadır. Bilindiği gibi, Türkiye'ye gelen yabancı ziyaretçi sayısı bakımından Türkiye 6'ncı sıradadır ve gelirlerini, dünyada gelirler yüzde 3-4 oranında artarken neredeyse yüzde 10 oranında artırmaktadır, daha da fazla rakamlara bunu ulaştırmaktadır hem gelen yabancı ziyaretçi sayısında Dünya Turizm Örgütünün verilerinin üstündedir hem de gelirlerin elde edilmesi bakımından böyledir.
Şimdi burada birtakım şeylerden bahsediliyor. Bunu da sık sık, maalesef, birtakım cevaplar verilmesine rağmen, sürekli olarak aynı şekilde bazı arkadaşlarımız tekrarlıyorlar; onlara da değinme ihtiyacı hissediyorum. Sürekli olarak bir baskı ve sansür olduğundan bahsediyorlar ve cümlenin arkasına şunu ekliyorlar, diyorlar ki: "Sanat özgür olmalıdır ve sanat ne olursa olsun muhalif olmalıdır." Yüzde yüz katılıyorum. Özgürlüğün olmadığı yerde sanat olmaz. Eğer özgürlüğün olmadığı yerde sanattan bahsederseniz o Stalinist güdümlü bir propaganda sistemi olur ya da Hitler'in propaganda bakanı Göring'in dediği yere gelirsiniz "Bana kültürden bahsedildiği zaman elim silahıma gidiyor." Derdi. Ve sanat kuşkusuz muhalif olmalıdır ama şunu açık bir şekilde söylemek lazım: Muhalefetin de güdümlüsü olur arkadaşlar sadece iktidarın güdümlüsü olmaz yani sadece belli bir çizgiye, belli bir yaklaşıma muhalif olmak, onun dışında statükoya selam çakmak da aslında belli bir çizgiye muhalefet olur ama başka bir iktidar ilişkisinin güdümü altına girmek olur. O sebeple, evet, şunu hiç unutmamak gerekir -bu cümle önemlidir- bazı arkadaşlarımız söyledi, dediler ki: "Gerçek sanat eninde sonunda kazanır." Yüzde 100 katılıyorum, "gerçek"in de altını çiziyorum, gerçek sanat eninde sonunda kazanır. Bu sebeple, birileri burada sanatın muhalif olması gerektiğinden bahsederken sanatı kendi ceplerinde, kendi ideolojik ambarlarında bir unsur olarak görüp de bunun ancak başkalarına muhalefet etmesi gerektiği şeklinde, bizim cumhuriyet tarihi boyunca gördüğümüz o söz oyunlarına başvurmasınlar. Biz meselenin ne olduğunu biliyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TUFAN KÖSE (Çorum) - Güreşçi müdürü ne yapacağız İstanbul Büyükşehrin içirişinde Sayın Bakan?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, şimdi, çok değerli bir arkadaşımız dedi ki burada: "'Sanat ve kültür faaliyetleri millî, manevi değerlerimize, milletin hassasiyetlerine ters düşmemelidir.' şeklindeki bir söylem bütün totaliter rejimlerin en önemli reçetesidir. Örneğin, 'Hitler Almanyası, Musevi olmasalar da tüm sanat, edebiyat unsurlarını yasaklamıştır.' demektir." Şimdi, bu, hani, "Belli değerlere ters düşmesinler... Hitler Almanyası..." gibi bir tartışmanın açılması fevkalade önemlidir. Şimdi ben size kendi tarihimizle ilgili birtakım hatırlatmalarda bulunmak istiyorum. Ben şunu söylüyorum: Her bir sanatçının, hangi ideolojik kimliğe sahip olursa olsun... (CHP sıralarından gürültüler)
HAYDAR AKAR (Kocaeli) - 1930'da ne oldu? Anlat bakalım, hadi!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - ...o beni ilgilendirmez ama hiçbir sanat kurumu ideolojik vesayetle yönetilemez. Hiçbir sanat kurumunun ideolojik vesayetle yönetilmesine müsaade etmeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
TUFAN KÖSE (Çorum) - Güreşçiler yönetir mi Sayın Bakan, güreşçiler?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, burada sık sık "Sanata siyaset bulaştı." deniliyor.
Arkadaşlar, şunu herkes bilsin: Niçin Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri bütün sanat dallarını es geçip sadece Devlet Tiyatrolarından ve Devlet Opera ve Balesinden bahsediyorlar? (AK PARTİ sıralarından "Çünkü hâlâ 1930'larda." sesi)
SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Hepsinden bahsediyoruz.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bir kere daha hatırlatmak isterim: Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi benim Bakanlığıma bağlıdır, Cumhuriyet Halk Partisine bağlı değildir. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, bu dil tartışmaları bağlamında da, bakın, tek parti döneminde bugün bahsedilen o ideolojik propagandayı yapan 2 tane kurum vardı -bunu dünyada yapan bütün akademisyenler de söyler- bir tanesi halkevleridir, diğeri köy enstitüleridir. Ve bu köy enstitüleri ve halkevleri vasıtasıyla bugün Cumhuriyet Halk Partisi AK PARTİ'nin kültür ve sanat anlayışıyla ilgili ne iddia ediyorsa o zaman CHP eliyle yapılmıştır. Bakın, o zaman halkevlerine ve halk odalarına verilen misyon neydi biliyor musunuz? Kitleleri disiplin altına almak ve partinin ilkelerini benimsetmek.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Yine seksen yıl evvele döndün ya!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, bu modelin, bunun aynısını biz Hitler ve Mussolini döneminde Almanya ve İtalya'da görmekteyiz. Nitekim Kemal Tahir köy enstitülerinin kurulma sebebinin, İkinci Dünya Savaşı koşullarında, "Eğer Türkiye savaşa girerse savaşa gönderecek insan malzemesi üretmek" şeklinde olduğunu söyler ve o zamanki tek partinin köy enstitülerini Alman Nazi Partisi Gençlik Kolları örgütlenmesinden Türkiye'ye uyarladığını ifade eder.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Hiç alakası yok.
MUSA ÇAM (İzmir) - Alakası yok, alakası yok.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, girin, akademik çalışmalara bakın, üniversitelerde yapılmış çok ciddi çalışmalar vardır. O çalışmalara, hem Türkiye'deki bilim adamlarının hem yabancı bilim adamlarının bu kurumlarla ilgili yaptığı akademik çalışmalara, birtakım yüksek lisans ve doktora tezlerine bakın.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Hep hikâye anlatıyorsun ya!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Özellikle de herkese tavsiye ederim, "Cumhuriyet dönemi kültür ve sanat politikaları" diye girin, bir sürü akademik tezle karşılaşacaksınız. Daha spesifik şeyler ararsanız da özel tavsiyem şudur: "İnönü dönemi kültür ve sanat politikaları" diye girin, çok daha çarpıcı şeylerle karşılaşacaksınız.
Bakın, şimdi, bugünlerde Osmanlıca tartışması üzerinden bu kürsüde de hiç hakkaniyete uymayan şeyler söylendi.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Yüzde 1 okuma yazma oranı, yüzde 1.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Girin o zamanki tartışmalara, bakın orada neler söylenmiş. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, kuşkusuz...
TUFAN KÖSE (Çorum) - Okuma yazma bilen var mı millette?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Okuma yazma meselesine de geleceğim.
...Arapça ve Farsça kelimeler ayıklanırken Latin ve Yunan kökenli kelimelerin ikame edilmeye çalışılmasıyla ilgili çok önemli politikalar üretilmiştir. Ve eğer şu söyleniyorsa, "Hakikaten o zaman okuma yazma oranını artırmak için dilin sadeleşmesine gerek vardı, milletin kültürünü anlaması için..." deniyorsa, peki, gelelim, bakın, o zamanki yaklaşımlarda aynen şu oluşturulmuş: Mesele, dilin sadeleşmesiyle, milletin kendi dilini daha çok anlaması şeklinde bir yaklaşımın ortaya çıkarılması değil. Aynen yapılan şey şudur: 1. Maarif Şûrası'nda da dile getirilmiştir...
TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Ya, Sayın Bakan, ne anlatıyorsun sen ya? Bugüne gel, bugüne!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Orada getirilen şey de bu Yakup Kadri'nin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun...
TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Konuya gel!
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Bugüne gel, bugüne!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - ..."Yeni Yunanilik" dediği bir akımdır bu. O zaman, o zamanki millî eğitim bakanları buna "Hümanizm akımının Türkiye'ye yerleştirilmesi." derler; hümanizm ile Türk kültürünü buluşturalım ve dünyada bir yer edinelim ve bunun için de Arapça ve Farsça kelimeleri ayıklayalım, onun yerine Latince ve Grekçe kelimeleri yerleştirelim diye.
Bakın, 1. Maarif Kongresi'nde Cevat Dursunoğlu aynen bunu ifade eder, bütün bunları sıralar, o zamanki siyasilerin sözcülerini ve der ki: "İnkişaf için Latince ve Grekçenin öğretilmesi zorunlu hâle getirilmelidir." Yani bugün Osmanlıca tartışması yapanların bu tartışmaların bir gerisine gitmesinde bu bakımdan fevkalade fayda vardır; çok sağlıklı sonuçlara ulaşacaklarını bununla ilgili düşünüyorum.
Şimdi, bu tiyatro ve baskıdan falan bahsediliyor... Bakın arkadaşlar, Türkiye'de bu kadar destek veriliyor, 227'ye yakın özel tiyatroya destek verilmiş. Arkadaşlarımız diyor ki: "Siz kendinize yakın olanlara destek veriyorsunuz." 227 tane tiyatroyu -bunlar özel tiyatro tabii- hangi ideolojik kalıba sokacaksınız da bunları kendi siyasi yaklaşımınız bakımından bir teste tabi tutacaksınız, ondan sonra bir kriter oluşturacaksınız ve bu kriter çerçevesinde de -tırnak içerisinde- "yandaşlara" kaynak aktarmış olacaksınız.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Siz biliyorsunuz nasıl olduğunu!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bu, baştan aşağı yalandır.
Bakın, açık ve net bir şekilde söylüyorum; mesele şudur: Bizim kültür ve sanat hayatımız reform konusunda en geride kalmış alanlardan bir tanesidir. Burada birtakım ideolojik muhtarlar var, o ideolojik muhtarlardan ikametgâh ilmühaberi almadan o mahallede hayat bulamazsınız. Benim Kültür Bakanı olarak da görevim, o mahallede, o mahallelerde varlık bulmak isteyen genç insanlara, genç sanatçılara İstanbul'dan Hakkâri'ye kadar, Yozgat'tan Samsun'a kadar o ideolojik muhtarlardan ikametgâh ilmühaberi almaksızın bu ülkenin kültür ve sanat hayatında rol oynayacakları imkânları sunmaktır. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ama sansürden bahsediliyorsa ben size söyleyeyim: Bakın, 30 Mart 1945 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreterliğinin bir yazısı.
TURGUT DİBEK (Kırklareli) - Yine gittin geriye!
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Bugüne gel, bugüne!
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Bakın, diyor ki: "Hadi Poyrazoğlu isminde bir tiyatronun Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinden izinli olmadığı için..."
MUSA ÇAM (İzmir) - Elli yıl sonra da sizi söyleyecekler, elli yıl sonra da sizi yazacaklar merak etmeyin. Bu yaptıklarınızı yazacaklar elli yıl sonra.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Güreş hakemini bir anlat.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinden bu oyuna vize verilmediği için oynamasının yasaklatılması ve hiçbir yerde, halkevlerinde oynatılmaması için bütün halkevlerine yazılmış bir yazı vardır, 5/26'ya 13 numaralı yazı. Kendi geçmişinizden bu kadar korkmazsanız açar o yazıyı okursunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, görmemiz gereken şey şudur: İster geçmiş deyin, ister gelecek deyin mesele şununla ilgili bir mesele...
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) - 1930'u unuttunuz Sayın Bakan.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Eğer siz bugün, tamamen isnatsız bir şekilde birtakım sansürden, baskıdan, dayatmadan, şundan bundan bahsediyorsanız tam bir çoğulculuk isteyeceksiniz, herkes için özgürlük isteyeceksiniz.
TUFAN KÖSE (Çorum) - Osmanlıcayı anlat.
İLHAN DEMİRÖZ (Bursa) - Sayın Bakan, 1945'i söylediniz, 1930'u unuttunuz.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Öteden beri, ben bir kere daha kamuoyunun dikkatine sunuyorum, bütün sanat alanlarını es geçip de niye sadece 2 tane kurumla uğraşıyorsunuz? Niye sadece bu 2 tane kurumu sanki sizin arka bahçenizmiş gibi...
TUFAN KÖSE (Çorum) - Senin arka bahçen canım, söyledin ya!
MUSA ÇAM (İzmir) - Arka bahçe yaptınız, yaptınız.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - ...genel politikaların, Türkiye'de bütün çoğulcu politikaların uygulanması gerektiği gibi, buralarda da çoğulcu politikalar uygulanmasına karşı çıkıyorsunuz. Şu soruyu kamuoyunun dikkatine sunuyorum: Bu kurumları çok özgürlükçü yönettiniz de geçmiş yıllarda niye on yıllar boyunca Necip Fazıl oyunlarını oynatmadınız, niçin? Biz diyoruz ki Nazım Hikmet de oynansın, Necip Fazıl da oynansın, bütün oyunlar oynansın.
O sebeple çoğulculuk ve sivillik sadece retorikle halledilecek bir mesele değildir. Çoğulculuk ve sivillik hakikaten bir zihinsel yaklaşım ürünü olduğu gibi aynı zamanda da doğru siyasi politikalar gerektirir. Bakın, kültürel hayat sadece sağcının solcunun, sadece AK PARTİ'linin, CHP'linin ya da diğerlerinin tekelinde bir hayat değildir. Kültürel hayat bu milletin geleceğidir, bu ülkenin çocuklarının bekasıdır. O sebeple bu meseleyi ne kadar siyasi rekabetin dışında, ne kadar siyasi husumetin dışında tutarsanız o kadar bu ülkeye hizmet etmiş olursunuz. Bu, hepimizin desteklemesi gereken, hepimizin kuvvetlendirmesi gereken bir alandır. Bugün bahsettiğiniz politikaların temeli, tam tersine siyasi hegemonya altındaki alanları bu siyasi hegemonyadan kurtardığımız için deniyor ki: "Sanata siyaset bulaşıyor." Hayır, sanata siyaset bulaşmıyor, sanat ve kültür üzerinde kurulmuş siyasi hegemonyayı kaldırıyoruz, orada kültürel çoğulculuk getiriyoruz, orada sadece bilinenlerin, sadece birtakım ideolojik muhtarların vesayeti altında olanların değil Anadolu'nun bütün çocuklarının, bütün kültürlerden, bütün mezheplerden, bütün etnik gruplardan, Anadolu'ya ait bütün kültürlerden gerekli kültürel faaliyeti yapması için gereken desteği vermeye çalışıyoruz. Yaklaşımımız budur. Onun dışında kültür alanı tamamen sivil alana bırakılması gereken bir alandır. Biz sadece bu alana hami oluruz, bu alanın önünü açarız, bu alanın özgürleşmesi için elimizden geleni yaparız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ÖMER ÇELİK (Devamla) - Yüce Meclise verdikleri destek için teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)