| Konu: | 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 17.12.2014 |
MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Eğitim Bakanlığının 2015 yılı bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, Hükûmetin 2015 yılı bütçesinde Millî Eğitim Bakanlığına ayırdığı bütçenin büyük bir bölümü, yaklaşık 42 milyar lirası, yüzde 78'i sadece personel giderleri için ayrılmıştır; yatırıma, eğitimin geliştirilmesine, planlanmasına yeterince kaynak ayrılmamıştır ve bundan sonra da yapılacak çalışmaların da bu bütçeyle çok yapılabilmesi de pek mümkün görünmemektedir.
Bütçeden eğitime ayrılan pay artırılmış gibi görülse de Millî Eğitim bütçesinin yüzde 78'i personel giderlerine ayrılmıştır. 1997-1998 eğitim öğretim yılında Millî Eğitim bütçesinden yatırımlara yüzde 30, 2002'de yatırımlara yüzde 17 pay ayrılırken, 2015 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı tarafından yatırımlara yüzde 8,86 pay ayrılmıştır yani çok çok altındadır. Birçok araştırma kuruluşunun yaptığı araştırmalara göre, zorunlu eğitimin on iki yıla çıkmasıyla birlikte özellikle 3 milyon fazladan öğrenci sisteme dâhil olmuştur. Bu bütçeyle bunların ihtiyaçları nasıl giderilecektir? Özellikle, derslik yapımı için gerekli olan para nereden sağlanacaktır? Ve ikili eğitim yapan birçok okul bulunmaktadır. Sınıf mevcutları, gerçekten, 80'lere varan sınıflarımız bulunmaktadır. Özellikle kırsal kesimlerde 1950'li yılların mahrumiyetine sahip okullarımız bulunurken, bu parayla bu problemleri nasıl çözeceğini de iktidarın oturup düşünmesi gerekiyor. Bu ihtiyaçların da giderilmesi lazım ve 2015 bütçesine bakıldığında da büyük bir fiyaskoyla karşı karşıya olunduğu da görülmektedir. Dershanelerin kapatılması sonucunda işte okula dönüştürme sürecinin de başarıya ulaşmadığı, hâlâ muammayı koruduğundan da buradan bahsedebiliriz.
OECD ve UNESCO raporlarına baktığımızda, özellikle eğitim bütçesinin gayrisafi yurt içi hasıla oranında Türkiye ortalamasının OECD ve UNESCO rakamlarının çok fazla altında olduğunu söyleyebiliriz. Kalkınmakta olan ülkeler için yüzde 6 olması gereken rakam ve OECD ülkelerinde de yüzde 6 olan bu rakamın Türkiye'de çok daha altında olduğunu söyleyebiliriz, bu rakamın yüzde 4,23 olduğunu belirtebiliriz. Ayrıca Dünya Ekonomik Forumu'nun 2014-2015 Küresel Rekabet Raporu çalışmasında 144 ülke arasında Türkiye, yasal haklar açısından 96'ncı sırada, ilkokul eğitimi kalitesi açısından 94'üncü sırada, eğitim sistemi kalitesi açısından 89'uncu sırada, fen ve matematik eğitimleri açısından 98'inci sırada, okul yönetiminin kalitesi açısından da 100'üncü sırada olduğunu biz burada paylaşmak istiyoruz.
Bu arada da yapılan ve gündeme gelen, bayağı bir baloncuklar uçurulan bir şûra vardı; keşke o şûra eğitimin kalitesi üzerinde, bu kaliteyi nasıl artırabiliriz üzerinde dursaydı belki çok daha farklı sonuçlar elde edebilecek ve gerçeklerle yüzleşmenin maliyetini AKP'nin önüne koyabilecekti.
Özellikle şunu da vurgulamak istiyoruz, Sayın Başbakan 2015 bütçesinde şu ifadeyi kullandı: "Hiçbir cevher insandan daha kıymetli değildir." Sayın Başbakana bu cümlenin karşısında sorulacak o kadar çok soru var ki. O zaman, neden belli bir sistematik, sürdürülebilir eğitim politikası uygulanmadı on iki yılda? Neden 5 tane, farklı programları uygulayan Millî Eğitim Bakanı geldi? Ve gençler arasındaki işsizlik hâlâ yüzde 20'lerde, üniversite mezunlarında yüzde 25'lere doğru yükseldi. Ve özellikle de KPSS'ye girip de atanamayan gençlerin çığlığını acaba cevheri değerlendirme olarak bahseden Sayın Başbakan duyabiliyor muydu? Özellikle bakanların, üst düzey bürokratların ve yöneticilerin akrabalarının ve yakınlarının sınavsız atandığı böyle bir durumda acaba nasıl cevap verebilecekti?
Ve şu anda en önemli problemlerden bir tanesi, müdür atamaları olarak hâlâ vicdanlarda yer etmekte ve sızlatmaktadır. Burada, özellikle, bütün okul müdürleri yerlerinden edilmiş ve nitelikleri memurun değil iktidarın çıkarına göre yandaş sendika üyesi olan isimler müdür olarak atanmıştı. İşte, AKP'nin yeni Türkiyesi'nde sınavın yerini torpil, adaletin yerini kayırma almıştır; diploma yerine ise parti üyeliği aranır hâle gelmiştir.
Şimdi, o kadar çok problem var ki; bu müdürleri kimler değerlendirdi, formlar kimin tarafından hazırlandı ve şimdi de -mahkemeler sonucunda- görevden alınan müdürlerin mahkemelerin geri göreve iade kararlarının nasıl uygulanması gerektiğini de biz Sayın Davutoğlu'na sormak istiyoruz.
Değerlendirmeye giden müdür sayılarının sendikal dağılımlarına baktığımızda, kayırmanın ve ayrıştırmanın net olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Özellikle EĞİTİM-BİR-SEN'den 20 binin üzerinde sınava giren var, bunların yüzde 61,81'i başarılı olurken EĞİTİM-BİR-SEN'den 7.800 kişi giriyor, yalnızca yüzde 11'i başarılı olmaktadır. Tabii, bu da artık uygulayıcıların insafının nasıl çalıştığını göstermektedir.
Yine, şu anda elimize ulaşan bir faks da özellikle Millî Eğitim Bakanlığının Nisan 2014'te atamasını yaptığı 1.709 şube müdürüyle ilgilidir. Mahkeme kararları bunları iptal etmişti. Millî Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı özellikle TV programında verdiği beyanatta "Atamalar önce iptal edilecek, sonra hesaplamalar yeniden yapılacaktır." şeklinde beyanatta bulunmuştu ama işte soruyoruz: 1.709 şube müdürü ataması iptal edilip yeniden atama yapılacak mı? Görevlendirme şube müdürü uygulamasını sonlandırıp münhal artırımı düşünüyor musunuz? Yenilemeyi düşündüğünüz atamalara ilişkin takvim ne zaman açıklanacak? Şu anda, birçok göz Millî Eğitim Bakanlığının vereceği kararı beklemektedir ve şu anda sormak istiyoruz: Sayın Nabi Avcı, acaba bunların hepsi tesadüf mü yoksa kendiliğinden mi gerçekleşmektedir veya kasıt var mıdır?
Öğretmen maaşlarını sürekli gündeme getirdik ama çok kısa olarak değinmek istiyorum yine. Özellikle yüzde 30'a yakını ek iş yapıyor ve bunun mukayesesini de çok kısa olarak OECD ülkelerinde çalışan öğretmenlerle mukayese yaparak vermek istiyoruz. Özellikle OECD ülkeleriyle mukayese yaptığımızda, bizim ülkemizdeki öğretmenlerin zorunlu çalışma saatlerinin çok daha yüksek olduğunu ve gelirlerinin ise özellikle OECD ortalamasının neredeyse yarısı düzeyinde kaldığını vermek istiyoruz.
Yine, öğretmenlerin gelir düzeyine göre sıralamada Türkiye, OECD ülkeleri içerisinde sondan 9'uncu sırada yer alıyor ve özellikle, öğrenci sayıları açısından da Türkiye ortalamasının 20'yi aştığını da söyleyebiliriz. Ve dönemin Sayın Başbakanı 2003 yılında "İstiyoruz ki, benim öğretmenim çarşıda pazarda mendil satarak kendi maişetini temin etmesin. Öğretmenim 'Bu ay kirayı nasıl ödeyeceğim?' şeklinde kaygılı olmasın." şeklindeki ifadelerinin artarak, katlanarak devam ettiğini görmek istiyoruz. Ve o dönemin Başbakanının on bir-on iki yıl önce hediye ettiği saatlerin de hâlâ o tarihlerde kaldığını, hiçbir gelişme, ilerleme kaydetmediğini de belirtmek istiyoruz burada.
Atanamayan öğretmenler var. Yine, bunların da bir an önce programlar çerçevesinde, yapılacak planlar çerçevesinde atanması gerektiğini buradan bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.
Yine, bu iktidarın büyük bir tantanayla... Artık adaletsizliklerin ortadan kalkacağına yönelik olarak bir TEOG sınavı kondu ama gördük ki, bu TEOG sınavını da yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Ve en son, İnternet ortamında yapılan atamalardan vazgeçildiğini Sayın Bakanın ağzından duyduk ama şu anda üzerinde çalışmalar yapıldığını da söyleyebiliriz. Daha yazılı olarak herhangi bir dokümante malzemenin de olmadığını görebiliyoruz.
440 puan alan bir öğrencinin 140 puanlık liseye yerleştiğini, evinden 120 kilometre uzaklıkta olan bir okula çocukların yerleştiğini ve ailelerin gerçekten perperişan edildiğini de biz buradan paylaşmak istiyoruz.
Okul rehberlik servislerinin olmaması, ikili eğitim yapan okulların saat 06.00'da başlayıp 19.30'da kapanması hâlâ eğitim sisteminin önünde büyük bir dağ olarak durmaktadır ve buna da cevap aranması gerekmektedir. Tabii ki, burada, işte, öğrencilerin büyük bir kısmı kahvaltı yapmadan evden çıkmakta, öğlen yemeğini bile yiyememektedir. 4+4+4'ün boş geçen derslerin fazlalığı, akademik başarının da çok düşük seyretmesinin sebeplerinin sorgulanması yerine sınav değişikleriyle eğitim sistemini sürekli yazboza çeviren AKP'nin sorumlu olduğunu da belirtmek istiyoruz.
FATİH Projesi'ne geldiğimizde, "asrın projesi", "çağın projesi", "Eğitimin bütün problemlerini çözecek." diye verilen FATİH Projesi'nin hâlâ hangi düzeyde olduğunu bilmiyoruz. Aslında kendileri de bilmiyor. 19 Kasım 2010 yılında dönemin Başbakanı üç yıl içerisinde tamamlanacak FATİH Projesi'nden bahsetmişti ama gördük ki üç yılda tamamlanması gereken projenin bir arpa boyu yol gitmediğini de buradan bildirebiliriz. Yapılan ihale sayısı 4 olmuştur ama hâlâ bir sonuç çıkmamıştır. Acaba bitiş tarihi ne zamandır? Özellikle proje sayfasında 2013 olarak gösterilen proje tarihinin daha üç dört sene alacağı söylenebilecektir. Biz bu konuda da Allah rızası için diyoruz ki: Bu projeyle ilgili birilerinin bize net ve tutarlı bilgileri vermesini istiyoruz.
Ve yine, AKP iktidarının Millî Eğitim Bakanlığının ve diğer iktidar sorumlularının "Görmüyoruz, bilmiyoruz, duymuyoruz."la gözden kaçırmaya çalıştıkları Kürtçe eğitim veren okulları buradan tekrar dile getirmek istiyoruz. Bu okulların hâlâ eğitimlerine devam ettiklerini basından teyit ediyoruz. Anayasa'ya aykırı bir uygulamanın iktidar tarafından hazırlanarak gizli bir destekle sürdürüldüğünü de paylaşıyoruz. Çünkü Millî Eğitim Bakanı bunlardan haberinin olmadığını, özellikle bütçe görüşmeleri sırasında sorduğumuz soruya verdiği cevapla bildirmişti. Hatta Bakanın ifadesinden birkaç saat sonra İnternet sitesinde bu okulların çok başarılı bir şekilde devam ettiği haberi de hemen yayınlandı. Bu nasıl bir garabettir? Artık, bir bebek katiliyle yapılan pazarlıkların sonucu olarak kimse görmüyor, kimse konuşmuyor, kimse de duymuyor; hâli bu iktidarın.
Çok değerli milletvekilleri, 2-6 Aralık tarihlerinde Antalya'da Millî Eğitim Şûrası toplandı. Toplanmasıyla birlikte de birçok suni gündem baloncukları oluşturuldu. Özellikle bölücülere ve bebek katiline verilen sözler çerçevesinde, "Sözde çözüm sürecinin yol haritasının dayatılması durumunu açıklayın, yoksa biz açıklarız." tehditlerinin aldığı hâlin göstergesi olarak gündemler, suni gündemler böyle ortalıkta dolaşmaya başlamıştır.
İşte, Sayın Cumhurbaşkanı "Osmanlıcanın öğrenilmesini, öğretilmesini istemeyenler var. Bu çok büyük bir tehlike. İsteseler de istemeseler de bu ülkede Osmanlıca öğretilecek ve öğrenilecek." diyor. Yine, Sayın Başbakan "İsteyen öğrenci seçer, istemeyen seçmez. Teklif edilen bu. Nedir bu tarih alerjisi? Nedir bu kültür düşmanlığı?" şeklinde, böyle saldırgan bir tutum içerisinde cevaplandırmıştı. Burada bir üslup sorunu vardır, bir ifade sorunu vardır, vizyon sorunu vardır ve ahlaki sorun vardır çünkü tavsiye kararı olarak gündeme getirilen Osmanlıca dersinin müfredata dâhil edilme durumudur. Özellikle eğitim sisteminin politikaya alet edilmemesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Şu anda da hâlihazırda zaten 50 bine yakın öğrenci tarafından seçmeli ve zorunlu olarak bu dersler alınmaktadır. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak parti programımızda zaten Osmanlıcanın seçmeli ders olarak verilmesini yıllardır yazıyoruz. Tabii ki öğrenciler Osmanlıcayla beraber o dönemin tarihini, kültürünü, hukukunu, değerlerini öğrenirken kültürel mukayese imkânı da bulacaklardır.
Ayrıca vurgulamak istiyoruz; bugünün önemine binaen de öğrenciler, o dönemde yolsuzluğa ve rüşvete bulaşmış olan kimselere o dönemde hangi cezayı verdiklerini öğrenebilme imkânına da kavuşacaklardır.
Eğitime bütünsel olarak bakılması gerekiyor çünkü günde 11 kişi trafik kazasında hayatını kaybediyor. On bir ayda 1.723 işçi iş kazasında can verdi ve özellikle bakıldığında da on bir ayda 240 kadın katledildi. Hırsızlık, gasp, uyuşturucu, adam yaralama, cinayet, dilencilik gibi suçlar ile suça teşvik edilen çocuklardaki suç oranı da beş yılda yüzde 100 artmıştır ve yine madde bağımlılığı ki artık çağın vebası olarak ifade edebiliriz ki yüzde 45 artmıştır. Peki, bu rakamları hangi kalite düzeyinizle açıklayacaksınız? Bu cevherin farkında olunduğu için mi sürekli olarak beytülmale el uzatılmaktadır? Keser döner, sap döner; bir gün gelir, hesap döner, unutulmaması gerekiyor.
Ve kısaca, şûrada alınan kararları çok kısa olarak değerlendirdiğimizde görüyoruz ki gerçekten bu iktidar tarafında iki yıl önce, üç yıl önce alınan kararların tekrar değiştirilmesi tavsiye edilmektedir. Öğretmen Akademisi bunlardan bir tanesidir. Ders sayıları, haftalık ders sayıları bunlardan bir tanesidir. "Çok" deyip azaltma yoluna gidilmesi tavsiye edilmektedir.
Yine, din kültürü ve ahlak bilgisi dersi de... Biz ahlak bilgisi ve din kültürü derslerinin konmasına karşı değiliz ama özellikle kavramlar doğru tespit edilmeli ve doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilerle yapılması gerektiğini vurguluyoruz. Hatta bu dersler verilirken özellikle hırsızlık kavramlarının; çalma, çırpma, günah gibi kavramların özellikle güncel örneklerle desteklenmesi gereğini de buradan vurguluyoruz.
Değerler eğitimi dersinin anaokulundan itibaren verilmesi, bu dersin içinin doldurulması ve iyi yetişmiş hocalar tarafından yapılması gerekiyor. Bizim teklifimizde iktidara teşekkür ediyoruz. Özellikle konulardan bir tanesinin de "17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvetle mücadele haftası"nın örnek olay olarak bu değerler eğitimi dersine konmasını da biz teklif etmek istiyoruz.
Biraz önce AKP'den konuşan arkadaşımız, 28 Şubat vesayetinin ortadan kaldırıldığına yönelik bir açıklamada bulundu. AKP ahlaka format atmıştır, her şeyi formatlamaya çalışmaktadır ve şu anda da, demin 28 Şubat vesayetinden bahsedenlere biz de artık AKP'nin, Adalet ve Kalkınma Partisinin sivil vesayetinden bahsedebileceğimizi de örneklerle açıklıyoruz. Çünkü, binlerce yıllık doğruluk, dürüstlükle çizilmiş Türk imajı gerçekten altüst edildi, toplumun bütün değerleri yıkılmaya çalışıldı. Onun da ve kavramların da içi boşaltıldı ve kirletildi.
Evet, okulların kurucusu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün ifadesiyle "fikri hür, vicdanı hür nesiller" yetiştirileceğini biz buradan vurgulamak istiyoruz. Demokrasi ve yurttaşlık dersi kaldırılırken acaba konuşmayan, sorgulamayan, şu andaki, günümüzdeki yönetime herhangi bir itiraz etmeyen öğrenciler mi yetiştirilmek isteniyor? Çünkü şu anda dört yılda 150 binden fazla yayın yasağı getirilmişti.
Ve yine, son olarak da şunu belirtmek istiyoruz ki yıllarca kaçak elektrikle ampul yakıldı, şimdi bu gerçek ortaya çıktı: Elektrik faturası ülkemize ağır geliyor, ödenecek gibi değil. Bunu da buradan belirterek teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)