GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
Yasama Yılı:5
Birleşim:37
Tarih:22.12.2014

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) - Sağ olun.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2015 yılı merkezî yönetim bütçesinin tamamı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Bütçe görüşmelerinde bütçenin yeterliliği, güvenilirliği, gelirlerin sağlamlığı, toplanmasındaki adalet, kalkınmaya hizmet edip edemeyeceği, fakirliğe çare olup olamayacağı, toplum kesimlerinin önceliklerini belirleyip belirleyemeyeceği tartışılır. Bu anlamda güzel geleneklerimiz de oluşmuştur. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bütçe görüşmeleri her zaman ciddiye alınmış ve bu şekilde bütçe görüşmeleri sonuçlanmıştır.

AKP Hükûmetlerinin döneminde bütçe görüşmelerinin her geçen yıl heyecanını kaybetmesi, bütçelerin arkasında bulunması gereken siyasi iradenin durumunu ve dayandığı ekonomik yapının hâlini ortaya koymaktadır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, içeride gerçekten konuşulanları duymakta zorlanıyoruz.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Yeterlilikleri ve güvenilirlikleri açısından tartışılan bütçeler son iki yıldır itibarı açısından da tartışılır olmuştur. Bu nedenle, AKP iktidarının siyasi hedeflerinin Türk milletinin beklenti ve hedeflerinden farklı istikamete yöneldiğinin ortaya çıkması ve bütçenin dayandığı ekonominin yolsuzluk ekonomisine dönüşmüş olmasının büyük önemi vardır.

Geçen yıl aralık ayında bütçesi görüşülen AKP Hükûmetinin büyük bir yolsuzluk olayına karıştığı ortaya çıkmış ve önce 17 Aralık, arkasından da 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olayları patlak vermişti. Bu yılın bütçe görüşmelerini de Milliyetçi Hareket Partisinin ilan etmiş bulunduğu 17-25 Aralık yolsuzlukla mücadele haftası içerisinde görüşüyoruz. Geçen yıl 20 Aralık tarihinde 2014 yılı bütçesi üzerinde konuşurken 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk olaylarının çok vahim olduğunu, ancak 17 Aralıktan sonra ortaya çıkan tablonun yani AKP Hükûmetinin sergilediği tavrın çok daha vahim olduğunu ifade etmiştim. Nitekim, bu vahim tablonun ardından patlayan 25 Aralık yolsuzluklarına rağmen adaletin işlemesinin önü kesilmiş, bu yüzden bu yara toplumun derinlerine doğru işlemiştir. O tarihte, sadece yolsuzluğa karışanlar suçlanırken aradan geçen süre içinde gereği yapılmadığı için yolsuzluk girdabı yolsuzlukları savunanları, ona göz yumanları, görevini yapmayanları, zaman zaman maalesef bu Mecliste de şahit olunduğu gibi alkışlayanları da içine çekmiş bulunmaktadır.

Esasen, bütçelerin yetersizliği bile hükûmetleri düşürmeye yeterken bizzat Hükûmet üyeleri ve daha ileri makamların içinde bulunduğu yolsuzluk iddiaları önlenemez, tartışılamaz ve mahkemelere sevk edilemez hâle gelmiştir. İktidar, ortaya çıkan yolsuzlukları ne reddedebilmiş ne de adalete sevk etmiştir, sadece yolsuzlukların Hükûmeti düşürmek için ortaya çıkarıldığını söylemiştir. Dünyanın her yerinde yolsuzluğa bulaşan hükûmetler düşerdi ama Türkiye'de maalesef öyle olmadı; düşen, ülkenin itibarı oldu, iktidarın itibarı oldu ve bu seneki zayıflıktan görüldüğü gibi bütçenin itibarı oldu.

Türkiye ekonomisinin içine sürüklendiği durumu değerlendirirken aslında Hükûmetin bir ekonomi politikası olmadığını, sadece bazı uygulamalar setiyle ülkeyi yönettiğini daha önceden ifade etmiştik. Üretim yerine ithalatla yürütülen bir ekonomi, gelir yerine borçla tüketen bir toplum oluşturuldu. Böyle bir tercihin sonucu olan devamlı yüksek cari açığa Türkiye'nin dayanamayacağı, bunun devam edemeyeceği biliniyordu. Bunu Hükûmet de biliyordu, bu nedenle ekonomideki her bozulmayı "Temel ekonomik göstergeler sağlam." asılsız teziyle savundu, cari açık gölgesinde temel göstergelerin sanal olmasını umursamadan durumu idare etti. Şimdi yolun sonuna gelindi. Temel ekonomik göstergelerden yüksek olması arzulananlar aşağıya doğru gitmekte, düşük olması gerekenler dramatik şekilde yükselmektedir. Yüksek cari açığa rağmen büyüme düşmekte, tasarruflar düşmekte, yatırımlar düşmektedir. Buna karşılık enflasyon yükselmekte, işsizlik yükselmekte, borçlar artmakta, fakirlik artmakta, yolsuzluk artmaktadır. Ekonomide ortaya çıkan bu toplu bozulma toplumun sosyal bünyesine de sirayet etmektedir. Cinayetler, cinnetler, kadına yönelik şiddetler; esrar kullanımının, uyuşturucu kullanımının bu kadar yaygınlaşması; dalgınlığa bağlı trafik kazaları, iflaslar, icralar, hepsi bunların işaretidir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce burada konuşan iktidar milletvekili ekonominin iki şekilde konuşulduğuna dair bir hüküm ortaya koydu, "Ya rakamlarla ya da masallarla." dedi ve bize rakamlara dayanan masallar anlattı. Ben size çok kısa olarak büyüme, enflasyon, işsizlik ve tasarruflar konusunda birkaç cümleyle durumu özetlemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, son üç yıldır Türkiye'nin büyümesi dramatik şekilde düşmektedir. 2012'de 2,2; 2013'te 3,9; bu sene de 2,8'ler civarında gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. Bu Türkiye gibi ekonomiler için resesyona girilmekte olduğunun işaretidir. Dünyada gelişmekte olan ülkelerde bu sene için beklenen büyüme oranı yüzde 4,5 iken niye Türkiye hep gerilerden gitmektedir, bunu iktidara sormak zorundayız. Türkiye'de işsizlik oranı yüzde 10,5'ları bulmuş, iş aramaktan yorulup kenara çekilenleri de dâhil edersek işsizlik ordusu 5,5 milyona çıkmışken, Türkiye bu işsizlik ordusunun sayısını 5,5 milyonda tutabilmek için bile yüzde 5 büyümek mecburiyetinde iken Türkiye'nin büyüme rakamları neden resesyon düzeylerine kadar inmiştir? Bunun bilinmesi, açıklanması, en azından bu hâlin iktidar tarafından pişkinlikle savunulmaması gerekiyor.

Gözlerden gizlenen bir başka nokta var: Yabancılar tarafından satın alınan tesis ve işletmeler ve sıcak para bir arada düşünüldüğünde Türkiye ekonomisi, yabancı kazançlarını ödeyebilmek için bile en az yüzde 4 büyümek mecburiyetindedir. Yani gayrisafi yurt içi hasıladan yabancı payını düştükten sonra gayrisafi millî hasılayı bir önceki yılın seviyesinde tutabilmek için bile bu büyüme oranları gerekirken büyüme üzerinden methiyeler yapmanın veya savunmalar yapmanın hiçbir anlamı yoktur.

Enflasyon konusuna gelince -çok kısa olarak ifade etmek istiyorum- Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı en son ifadelerinden bir tanesinde "Türkiye'de Merkez Bankasının mucize yaratacak hâli yok." demek suretiyle enflasyonu düşürme konusunda iktidarın kendisine düşen görevleri yapmadığını ifade etmiş oldu.

İşsizlik konusu Türkiye'de Hükûmetin tutumu yüzünden, olduğundan daha yakıcı hâle gelmektedir. Üretime dayalı büyümenin olmadığı yerde istihdam artmıyor, işsizlik müzminleşiyor. İthalata dayalı büyüme olsa bile istihdamın kalitesini bozuyor. Öyle veya böyle, büyüme olmayınca işsizlik alıp başını gidiyor, yüzde 10,5'lara çıkmış durumdadır ve üstelik daha acısı bir gelişme, artma trendi içerisindedir. Gelişmiş ülkelerde iş gücüne katılım oranının bizden en az yüzde 20 fazla olduğunu kabul edecek olursak işsizliğin vahameti iyice ortaya çıkacaktır. Bunlar da yetmiyormuş gibi Türkiye'de partizanlık işsizliğin tahribatını çok daha fazla artırmaktadır. Sağlanan istihdamın çoğu kamuda, oraya da insanlar doğrudan doğruya AKP'lileştirilerek alınıyor yani kişilerin, insanların, işsizlerin işe girmeleri için şahsiyetleriyle oynanıyor. Özel sektöre eleman alımı da siyasi iktidarın kontrolüyle yürütüldüğünden, insanların AKP'nin kapısına düşmeden iş sahibi olması mümkün görünmüyor. İş arayan gençlerimizin durumu timsahların kontrolü altında bulunan göletlerden su içmeye çalışan ürkek ceylanlara benziyor; ya burunlarından yakalanacaklar ya da susuzluktan ölecekler. Türkiye'de işsizliğin acımasızlığını ortaya koyan tablonun bir cephesi de budur.

Tasarruflara gelince, değerli milletvekilleri, bu iktidar, ekonominin can suyu olan tasarrufları Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en düşük seviyesine indirmiştir. 2012 yılındaki 24 oranının yarısına, 12'ye indirmeyi başarmıştır. Bu, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 33-36'dır, bazı ülkelerde çok daha yüksektir. Gelişmiş ülkelerde bile yüzde 20'nin üzerinde seyrederken Türkiye ekonomisinin can suyu, bu iktidar tarafından bu anlamda kesilmiştir.

AKP iktidarı döneminde Türkiye'nin toplam dış borçları 3 katından yüksek artarak 402 milyar dolara çıkmıştır, dolar olarak söylüyorum rakamı. İç borçları 436 milyar TL'yi aşarak 3 katına ulaşmıştır, hele hele hanehalkı borçları 58 kat artmak suretiyle 6 küsur milyardan 350 milyar Türk lirasına çıkmış bulunmaktadır. Bu tablo üzerine "Rakamlarla ekonomi konuşalım." diyen arkadaşlarımızın hangi rakamları duymak istediklerini merak ediyorum.

Büyüme konusunda yapılan çok ciddi bir yanlışlık var değerli milletvekilleri. Büyüme kıyaslamaları, AKP döneminin büyüme rakamları ile cumhuriyetin diğer dönemlerinin büyüme rakamları kıyaslanırken her iki dönemin şartları dikkate alınmıyor. AKP'den önceki dönemlerde hiçbir zaman yüzde 5'in altına düşmemiş olan büyüme oranları, bugünün AKP'sinin yüzde 4,7'lere düşen büyüme oranlarıyla karşılaştırılırken gözden kaçırılan çok önemli bir şey var: O dönemlerin büyümeleri, o dönemlerin tasarrufları ülkenin kendi imkânlarıyla sağlanmış ve doğrudan doğruya iktisadi kalkınmaya intikal etmiş ve bir iktisadi birikim sağlamıştır. Bu iktidarın dönemindeki büyüme, Cumhuriyet Dönemi'nin bütün birikimlerinin satılması ve 2014 yılını da işin içine katarsak 395 milyarı bulmuş bir cari açık ve bununla da yetinmeyip ülkenin otuz kırk yıl ilerisine yönelik yatırımları özel sektöre kefil olmak suretiyle yaptırırken "mega projeler" adı altında ülkenin geleceğe yönelik vergi gelirlerinin ipotek edilmesi karşılığında olmaktadır. O bakımdan, şartları eşitlemeden yapılacak büyüme kıyaslamalarının herhangi bir anlamı olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bu noktaya nasıl geldiğine bakmak da lazımdır. Üretimden kopmuş bir ekonominin kalkınma getirmeyeceğini, kalkınma olmayan yerde gelişme olmayacağını, gelişmenin durduğu hâllerde de toplumsal yapının yerinde duramayıp bozulmaya başlayacağını Milliyetçi Hareket Partisi olarak devamlı söyleyegeldik.

Ekonomide kural dışı diyebileceğimiz bir yapı oluşturuldu. Ekonomiyi ekonominin kuralları dışında yönetme arzusu, iktidarı bir ekonomi politikasına sahip olmaktan alıkoydu, o nedenle dedik ki: "AKP iktidarının bir ekonomi politikası olmamıştır, olamamıştır." Eğer üretime dayalı bir ekonomi politikası tercihi yapılmış olsa idi, ülkenin tamamı zenginleşecekti. AKP'nin tercihi yandaşlarını zengin etmek olunca, bir AKP'li zengini çıkarabilmek için on binlerce, yüz binlerce insanın fakirleşmesi gerekiyordu, nitekim öyle oldu. AKP dönemi zenginlerinden, bu dönemde türeyen iş adamlarından yatırım yaparak, üretim yaparak, istihdam sağlayarak büyüyen bir örnek gösteremezsiniz. Bu iktidar döneminde ekonominin temelleri o kadar yerinden oynadı ki, üretim faktörleri üretime yönelemez hâle geldi.

AKP iktidarı döneminde sermaye yatırıma dönüşemiyor, üretim yapamıyor, istihdam sağlayamıyor, spekülatif kazançların peşinde koşmak zorunda bırakılıyor; müteşebbis, yatırım yapıp, istihdam sağlayıp faaliyetini sürdüremiyor, iktidarın yanaşması hâline getirilip yolsuzluk ve rüşvet çarkına eklemlenmeye zorlanıyor.

Size, doğal kaynaklar açısından da örnekler vermek isterim. Doğal kaynaklar üretime gidemiyor, iktidar yandaşlarının yağmasına tabi tutuluyor. Sakarya'dan bir örnek vermek suretiyle Türkiye'nin bütün illerine tercüman olacağımı zannediyorum. Hepinizin gözünün önünde, Sapanca Gölü'nün, iktidarın yağmasından korunamadığı için çoraklaşmaya başladığı bilgilerinizin dâhilindedir. Şimdi, yine Türkiye'nin çok yerinde görülen bir yakıcı örneğinin Sakarya'da yaşanmakta olduğunu ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, mineralli su işleteceği gerekçesiyle bir yandaşa Sakarya'da 49 bin küsur dönüm arazi tahsis ediliyor ve şu anda muazzam bir orman kırımı var ve çiftçiler, köylüler, gazeteciler, Sakaryalılar hiç bölgeye yaklaştırılmadan işlem sürdürülüyor. Buradan söylemek istediğim, ekonominin üretimine girdi olarak katılmak zorunda olan doğal kaynaklarımızın iktidar eliyle yağma edildiğidir. Diğer taraftan, iş gücü üretime katılamıyor, işsizler ordusuna katılmak mecburiyetindedir. Kural dışı ekonomi ekonomiyi temellerinden sarsmakla kalmadı, hukuk düzenini de altüst etti çünkü kural dışı ekonomi, yolsuzluk ekonomisi ancak hukuk dışı bir yönetim yapısıyla sürdürülebilirdi, nitekim Türkiye'de yapılmaya çalışılan, sağlanmaya çalışılanın o olduğunu da görüyoruz. O nedenle, ekonominin tahribatı ve devletin tahribatı ve dahi milletin fakirleştirilmesi beraber yürütüldü. Bunun sonrasında "Ümit var mı?" denilirse, maalesef o da yok, ekonomi politikası olmayan Hükûmetin istese bile ekonomiyi düzeltecek dirayeti yok. Yeni Başbakan ümit vermeyi denedi, sonra kendisi de ümitsizliğe düşüp kenara çekildi. Hatırlayacaksınız, Sayın Davutoğlu 5 Kasım 2014 günü "öncelikli dönüşüm programı", "yeni eylem planı" gibi isimler altında birtakım başlıklar, fazla sayıda maddeler açıkladı, sonra "Hepsini birden kaldıramazsınız." demeye getirerek gerisini daha sonra açıklayacağını ifade etti, şimdi, tefrika hâlinde arada bir açıklıyor. Ancak, ekonomi çevreleri ve kamuoyu bu söylenenlerin Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda aynen olduğunu görünce işi ciddiye almadı, yeni Başbakanın yeni duyduğu konularda kendini heyecanlandırmaya çalıştığına hükmetti. Kendisini dinlerken ümitlenmek şöyle dursun, endişeye kapılmamak mümkün değildi. Sayın Davutoğlu dış politikada olduğu gibi bir de ekonomiye merak sararsa "Vay halimize." dedirtiyordu. Dürüst iş adamlarının, esnafımızın, çiftçimizin maazallah, Türkiye sokaklarında sefalete terk edilmiş 2 milyon Suriyelinin durumuna düşmesi ihtimali ortaya çıktı çünkü onları Sayın Davutoğlu'nun ilgisi bu hâle getirmişti.

Bu arada söylemek isterim ki, kim 2 milyona yakın Suriyeliyi evinden, yurdundan kopartsa, buna sebep olup kendi ülkesinin sokaklarına salsa siyaset dünyasından kopar giderdi ama bizde bu işin faillerinden Dışişleri Bakanı olan Başbakanlığa, Başbakan olan da Cumhurbaşkanlığına terfi etti. Bu da bir başka Türkiye manzarası.

Ortada ekonomi politikası yok, ekonomiye güven yok, Hükûmetin ekonomi yönetimine de güven yok; ortada tek başına bir Başbakan Yardımcısı var sayın milletvekilleri. Bu Başbakan Yardımcısı, o makama PKK terör örgütü kontenjanından getirilmiş görüntüsü veren Başbakan yardımcıları gibi itibar kaybına uğramamış, ekonominin durumuyla ilgili yanlış şeyler söylemeye zorlanınca yüzü kızaran bir kişi; Sayın Ali Babacan'dan bahsediyorum. Ekonomiyi iyi yönettiğinden değil, yalan söylememekten ötürü prim yapmış bir kişiden bahsediyorum. Nasıl prim yapmasın demek gerekiyor çünkü devletin en üst kademelerinden her gün, her saat devletin, ülkenin 40 kanalından ve 40 gazetesinden millete en olmayacak yalanlar tekrarlanırken kendini yalandan uzak tutan insanlarımızın prim yapmasını normal karşılamak lazım. "Bu Başbakan Yardımcımız -bugün de konuşacak, öyle anlaşılıyor- yalan söyleyemiyor ama doğruları söyleyebiliyor mu?" derseniz, onları da söyleyemiyor çünkü her söylediği doğrunun arkasından şiddetle muaheze ediliyor. O bakımdan, Türkiye'de ekonomiden sorumlu olanların bir kısmının yolsuzlukların içinde olduğunu, bir kısmının yanında durduğunu, bir kısmının da söylemesi gerekenleri söyleyemeyecek durumda olduğunu görüyoruz. Kendisi güven vermeyen ekonominin yönetiminin de güven vermediğini bu vesileyle ifade etmiş oluyoruz.

Değerli milletvekilleri, AKP'nin 17-25 Aralık yolsuzluklarının yıl dönümü olması, MHP'nin de 17-25 Aralığı "Yolsuzlukla Mücadele Haftası" ilan etmiş olması dolayısıyla yolsuzluklar üzerinde biraz durmak istiyorum.

AKP iktidarının Türkiye'de yolsuzluk ekonomisini nasıl hâkim kıldığını, ekonominin süreçlerinin tamamında bu sarsıcılığın nasıl yaşandığını görüyoruz. Yatırımlarda yolsuzluk var, üretimde yolsuzluk var, tüketimde yolsuzluk var; istihdamda, finansta, eğitimde, her yerde yolsuzluk var; nereye başınızı çevirirseniz yolsuzlukla karşılaşıyorsunuz. Yatırımların verildiği iş adamlarının iktidarın yolsuzluk ortakları hâline getirildiği, her parmak şaklatmada 100 milyonlarca doları yolsuzluk havuzuna aktardıkları, 17-25 Aralık yolsuzluklarının bir parçası olarak gözlerimizin önüne serilmişti.

İhale Kanunu, ikinci mevzuatı da dâhil olmak üzere en az 110 kere değiştirilmiş durumdadır. Her ihale mevzuatı değiştirilmesi yeni bir yolsuzluk usulünün keşfedildiğinin işareti olmaktadır. Başbakandan bakanlarına ve diğer AKP'lilere kadar iktidarın yolsuzluk savunması çok dikkat çekicidir. Bu kişiler çıkıp "Biz yolsuzluk yapmadık, yaptırmayız." demiyorlar. Dedikleri "Yolsuzluk olsaydı bu yatırımlar yapılır mıydı?" Dikkatinizi çekiyorum. Âdeta paranın yatırıma giden kısmına hayıflanır gibi "Yolsuzluk olsa idi bu yatırımlar yapılır mıydı?"

İşte, bu 110'un üzerinde ihale mevzuatı değişikliği, yolsuzlukların yatırımlar üzerinden yapıldığını ortaya koyuyor. O bakımdan, bu tür savunma sahiplerinin, bu tür savunmanın içine girenlerin bir ayaklarının nerede olduğuna çok iyi dikkat etmek lazım gelir diye düşünüyorum. Bakanlardan bir tanesi "Yol varsa yolsuzluk yoktur." diyecek kadar işi basite indiriyor. Bir başka Bakan "Yaptığımız yolların yüzde 70'ini üç sene içinde tazelemek, yenilemek zorunda kaldık." diyerek yol üzerinden yapılan yolsuzlukları ifade ediyor. Türkiye'de böyle bir komedi tiyatrosu diyaloglarını seyretmeye yüce milletimiz mahkûm ediliyor, mecbur kılınıyor.

Değerli milletvekilleri, bu sebeple, sadece yatırımlarda değil yolsuzluklar, biraz önce ifade ettiğim gibi üretimde de yolsuzluk var. Zamanım dar, sadece, Soma faciasının, maden patronu ile iktidar arasındaki yolsuzluk iş birliğinin sonucu olarak madene yapılması gereken güvenlik harcamalarının yapılamamasından kaynaklandığı hepinizin hafızasındadır. Tüketimde de yolsuzluk var. O kadar sayısız yolsuzluk var ki ama sadece yardım paketlerine, nerelerden alındıklarına, nasıl verildiklerine, kaça alındıklarına, kömür torbalarının nasıl geldiğine bakacak olursanız orada da bunları göreceksiniz. İstihdamdaki yolsuzlukları muhalefet her hafta açıklıyor, hepinizin önündedir, biraz önce o konudaki endişeleri dile getirmiş oldum. Finansta yolsuzluk var, kamu bankaları kaynaklarının kimlere nasıl akıtıldığını görüyoruz. Eğitimde yolsuzluk var, sınav sorularının nasıl ellerde dolaştığını ve nasıl yolsuzlukla insanların hak etmedikleri yerlere sokulduğunu görüyoruz. Yandaşa devlet arazisini verip kamu bankasından kredi de sağlayıp arkadan da devlet hizmet binası diye fahiş fiyatlarla, fahiş kiralarla devletin zarara sokulması bu yolsuzluk metotlarının harmanlandığı usuller olarak önümüzde duruyor. Yolsuzluk sarayının harcamalarına bakın, yüzde binlere varan maliyetlerine bakın, bunları savunanlara bakın, yolsuzluk bataklığının nereleri sardığını hep birlikte görmüş olacağız. Yolsuzluk örnekleri saymakla bitmiyor sayın milletvekilleri. Ancak yolsuzluğun niye bu kadar bu ülkede, bu iktidar döneminde hızlı yayıldığının anlaşılması gerekiyor. Bunun sebebi de, öyle görülüyor ki, yolsuzluk Türkiye'de bu iktidar döneminde aşağıdan yukarıya doğru yayılmamıştır -eğer öyle yayılsaydı bu kadar hızlı gitmeyecekti- yukarıdan aşağıya doğru yayılmıştır, devletin en üst kademelerinden aşağıya doğru yayılmıştır, hatta emir komuta zinciri içerisinde yayıldığı için ülke bu hâle gelmiş durumdadır.

Peki, şimdi bu durumdayız, "Bu durumdan kurtulmamız mümkün mü?" diye soranlar olabilir, sormak gerekir. Evet, bu durumdan bu iktidar iş başında iken maalesef kurtulamayacağız, yolsuzluklar bu iktidar varken kesilemeyecek, Türkiye ekonomisi düze çıkamayacak. Bunun işaretini yeni Başbakan, Sayın Başbakan 62'nci Hükûmet Programı'nı bu kürsüden sunarken burada ilan etti. Sayın Başbakan 17-25 Aralık yolsuzluklarına hiç temas etmedi, bunların üzerinin kapatılmaya çalışılacağının dolaylı işaretini verdi. Ancak, sözlerinin bir yerinde dedi ki Sayın Başbakan: "Biz yolsuzluklarla mücadele edeceğiz." Şimdi, bunun anlamı çok açıktı. 17-25 Aralık gibi Türk tarihinde görülmemiş, dünya tarihinde rastlanmamış bir yolsuzluğun üzerine oturmayı içine sindiren bir başbakanın, hele yeni bir başbakanın "Ben yolsuzlukla mücadele edeceğim." demesinin anlamı, küçük hırsızlara verilmiş bir mesaj gibi duruyordu. Yolsuzluk yapacak olanlar gelip şebekeye kaydolmalıydı, aksi takdirde kendilerine izin verilmeyeceği anlaşılıyordu.

İşte, Sayın Başbakanı dinlerken, aklımızdan bunlar geçerken Ziya Paşa'nın yüz elli sene önceden haykırdığı ses kulaklarımızda çınladı. Diyordu ki Ziya Paşa: "Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz/ Birkaç kuruşu mürtekibin cây-i kürektir."

Şimdi söylemek istiyorum: Sayın Başbakan, 17-25 Aralık yolsuzluklarının üstüne oturmaya devam edecekseniz, bunu içinize sindiriyor iseniz, bu konuda tedbir almayacaksanız, toplumu rahatlatmayacak iseniz, bunu günümüzün Türkçesine çevirip, günümüzün şartlarına da uyarlayıp "Milyarla çalan devletin tepesinde, küçük hırsızlar iktidarın pençesindedir." deyip yolsuzluk sarayının alnına çok uzaklardan görülecek şekilde çakmalısınız. Hatta, devlet dairelerindeki "Adalet mülkün temelidir." tabelalarını bununla değiştirmelisiniz.

Değerli milletvekilleri, AKP'nin 2 temel hedefi var, herkesin malumudur, 2 de gündemi var. Bunlardan bir tanesi, terör örgütünün taleplerinin gerçekleştirilmesidir; bir tanesi de, bu arada yolsuzluk ekonomisinin sürdürülebilmesidir. Bütün icraatlar, bütün konuşmalar bunu gösteriyor, hepimiz de bunu biliyoruz. Gidişatın iyi olmadığını, AKP iktidarının bölücülük ve yolsuzluk ayakları üzerinde yürümeye çalıştığını görüyoruz. AKP'nin bu hâliyle daha ileri gitmesine Türk milletinin izin vermeyeceğini biliyoruz ve 2015 yılı seçimlerinin Türkiye'nin demokrasi içinde kurtarılması için bir fırsat olduğunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüyoruz. Türkiye'nin bu tabloyu daha fazla kaldıramayacağı açıktır. O bakımdan, milletimizi AKP tarafından içine itildiği çaresizlikten çıkarmak zorundayız. Beş buçuk ay sonra yapılacak seçimlerde milletimizin bu yıkımdan kurtulacağını ümit ediyoruz. O nedenle, burada ifade etmek istiyorum: Milliyetçi Hareket Partisi, inşallah, milletimizin bu haziran ayındaki takdiriyle iktidar olacak ve derhâl milletimize rahatlatıcı, kalkınmacı ve gelişmeci politikalarını takdim edecektir. Türk toplumunun borçlu, fakir, ümitsiz, çaresiz kesimleri Milliyetçi Hareket Partisinin rahatlatıcı politikalarıyla, hazırlıklarıyla nefes almaya iktidara geldiğinin ilk günlerinden itibaren başlayacaklardır. İş çevreleri, esnafımız, çiftçimiz, işçilerimiz, üretime gerektiği gibi katılamayan toplum kesimleri kendilerini Milliyetçi Hareket Partisinin kalkınmacı politikalarının kucaklayıcılığı içinde bulacaklardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kultuata, süreniz doldu. Size de aynı şekilde ek süre veriyorum.

Buyurun.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öğrencilerimiz, öğretmenlerimiz, öğretim üyeleri, gerçek aydınlar, iktidarın paspası hâline getirilmemiş sanatçılarımız, gençlerimiz, kadınlarımız Milliyetçi Hareket Partisinin gelişmeci politikalarıyla içine sürüklendikleri olumsuz ruh hâlinden kurtulacaklardır.

Değerli milletvekilleri, son olarak, "Yeni Türkiye" tabirinin çok kullanıldığını, hatta bunların Başbakan tarafından flamalar hâlinde milletin nefes almasını engelleyecek tarzda ülkenin her yerine, Ankara'nın her direğine asıldığını gördük, görüyoruz. Bugün de söylendi, çok sık kullanılıyor. Yeni Türkiye'nin bölücülerin Türkiye'si olduğunu, yeni Türkiye'nin yolsuzların Türkiye'si olduğunu, yeni Türkiye'nin yolsuzları ve bölücüleri destekleyen milliyetsiz kesimlerin Türkiye'si olduğunu herkes biliyor. Bu konuda ısrar etmenin, bunu tekrar tekrar dile getirmenin Türk milletinin direncini kıracağı düşünülüyorsa tam tersi olmaktadır çünkü hiç kimse, Türk milletinin hiçbir ferdi ve Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye'nin yolsuzlukların, soysuzlukların ve bölücülüklerin hâkim olduğu bir ülke hâline gelmesine izin vermeyecektir. O bakımdan, tavsiyemiz şudur: Lütfen kendinizi gerçek Türkiye'nin, büyük Türkiye'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir evladı sayınız, bir parçası sayınız ve hizmet edebiliyorsanız ediniz; yoksa, size Türkiye'de böyle bir dünya bağışlanmayacak. Herkes bunu bilmeli, bu anlamda da kendi var olan itibarlarını bu yolda paspas hâline getirmemelerini tavsiye ediyorum.

Bu tespitler ve duygular içinde bütçenin her şeye rağmen milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)