GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarı ve Teklifi
Yasama Yılı:5
Birleşim:41
Tarih:13.01.2015

CHP GRUBU ADINA ERDAL AKSÜNGER (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu, on yılın üzerinde bekleyen bir kanun tasarısı olduğu için, şu anda buraya gelmesi bile bir başarı. İçeriğini tartışmak çok önemli bence, çok şey tartışılabilir ama en son takıldığım noktalardan bir tanesi şu: AVM'lerin içerisinde esnafa yer vermek çok romantik bir söylem bence yani bu çok anlamlı bir şey değil. Bence, hani, gerçekleri saptırmayla alakalı, bu gerçekten yerine oturmaz yani. Adamlar çözümünü bulmuşlar şu anda, ben zaten birkaç kişiden duyduğum kadarıyla, bu işi o arkadaşlar çözümlemişler kendince, onu duyunca da zaten ne yapacaklarını biliyorlar. Böyle çözülmez bu iş zaten, böyle olmaması lazım, el yordamıyla bulunmuş bir hikâyeye dönüyor, gerçekten romantik yani. Adama söyleseniz de orada ne yapacak ki adam, ne yapacak mesela? Baharatçı gidip orada bir tane dükkân üçte 1 fiyatına verildi diye, içerideki dev bir marketle bununla ilgili rekabet mi edecek? Mümkün değil. Bunlar çok romantik söylemler gerçekten bence. Temelde buradaki hikâye şu: Esnaf gerçekten korunuyor mu korunmuyor mu, ona bakmak lazım çünkü vergi teşvikine ve bunların kolaylığına ihtiyacı var. Bizler, tüccar olarak ticaret odalarının yönetim kurullarında yer aldık ama hep iç içedir İzmir'de, Kemeraltı ile tüccar, esnaf ile tüccar iç içedir. Yani, burada da birbirinden bağımsız düşünemezsiniz zaten, tüccar ile esnaf birbirinden ayrı düşünülemez. Bu mümkün değildir bence zaten. Ama, şimdi Türkiye garip bir şey yaşadı. Şimdi "esnaf" deyince... Geçmiş dönemde, hatırlıyorum, on-on beş sene önce "bakkal" diye bir adam vardı, bu bakkalın da kendine göre bir kredilendirme derecesi vardı aslında. Kime veresiye vereceğini biliyordu, hangi binada kim oturuyor, ne kadar maaş alıyor, ne kadarını fazla, ne kadarını eksik veririm, ne kadar fazla verirsem alamam, onları biliyordu. Bu da bir kredilendirme. Bugün bankaların yaptığının yani Standard&Poor's'un da yaptığının aynısını bakkal da yapıyordu zaten. Ama, garip bir durum oldu 2000 yılından itibaren. Dünyada parasını satmak isteyenler gelişmekte olan ülkelere yönelmeye başlayınca iş değişti; sokaktaki vatandaşı biz nasıl kredilendiririz diye bakıyorlardı. Ya, öyle bir durum oldu ki... Bakkal 2 katından fazla vermez yani maaşının 2 katından fazlasını vermeyeceğini bilir, hesabını yapar ama sokaktaki vatandaşa dünyadan gelen büyük sıcak parayı bankalar öyle bir pompaladılar ki gelirinin 5 katı, 10 katı adamın elinde kredi kartı vardı zaten. Bir de garip bir kültür oldu; bakkaldan direkt hipermarkete, AVM'ye gitti adam. Ya, bunun bir geçiş dönemi yaşanmadı ki, yaşanamadı ki zaten. Şu anda, Türkiye'de elinde kredi kartı bulunan insanların yüzde 60'ının ciddi bir borç batağında olduğunu herkes biliyor. Ama, bunu da şöyle önleyemezsiniz: Mesela, belli sektörlerde kredi kartıyla ilgili taksitleri kısıtlayarak bunu önleyemezsiniz, bu çok mantıklı bir şey de değil. Piyasaya böyle müdahale edilemez. Bu doğru bir şey değil yani müdahale edilemez. Hiçbir zaman ben liberal bir ekonomiyi savunmadım zaten, liberalizmi de savunmadım hiçbir zaman, o yüzden sosyal demokrasiyi savundum. Neresinde müdahale edilmesi gerektiğine mutlaka topluma bakarak karar verilmesi gerektiğini söyledik. Biz, bırakın yapsınlar, bırakın etsinler, o yolunu yordamını bulur demiyoruz zaten, böyle bir şey de olmaz. Neden olmazı şuradan söyleyeyim, süreç şuraya gidiyor çünkü: Bakın, sanayide üretim daha önce mekanik bir hâldeydi, sonra elektroniğe dönüştü, şimdi dijitale dönüşüyor. Yani, sanayide bir üretimin çok fazla bir değeri kalmıyor, markaların önemi kalıyor dünyada, doğru ama önemli olan tarım ve hizmet sektörü ön plana çıkıyor. Şimdi, eğer sanayide üretim dijitalleşiyorsa, insan kaynağını içerisinden çıkarıyorsa demek ki gelecek istihdam sorunu yaşatacaktır, öyle görünüyor çünkü dünyanın her yeri böyle gidiyor şu anda. O yüzden, "bırakın yapsınlar" derseniz, "bırakın etsinler" derseniz, göreceksiniz ki dünyadaki istihdam sorunu her yerde çığ gibi büyüyecek, bizim ülkemizde de büyür. Bu böyle çözülemeyecek yani göreceğiz bunların hepsini. Tarım topraklarını terk ederseniz, doğuya gitmezseniz, oradaki eğer tarımı, ekmeyi biçmeyi bilen o kültürü çocuklarına devrettirmeyi sağlayamazsanız işimizin çok zor olduğunu, tüm dünyadaki aklıselim adamların söylediği gibi biz de burada söylemek zorundayız.

Şimdi, marketlere baktığımda, ben büyük sorunlardan bir tanesinin "co-brand"ler olduğunu görüyorum yani şu: Kendi özel markalarını çıkarttıklarında, bu özel markalarla tüm üreticiyi boğuyorlar. Gidin, isterseniz bunu sorun, bakın gerçeği budur. Yani, bu aşağıdaki üretici, esnaf ürettiğini taşeron gibi hipermarketlere onların markaları altında vermek zorundadır ve aslında, normalde iki ayda, üç ayda bunu paraya çevirecek olan o üretici, o esnaf marketlerin kapılarında, hipermarketlerin kapılarında altı ay sonraya, bir dahaki altı aya çek almak üzere bekliyor, altı ay orada sürüm sürüm sürünen adamlar var yani. Ha, bunu görmezseniz, zaten artık üretimin de tıkandığını göremezsiniz buradan baktığınızda. İşe aslında buradan bakmak lazım gerçekten. Türkiye üretimden düşüyor mu? Düşüyor. Neden düşüyor? Cari açığı durmadan büyüyor, büyürken de şu var içeride: Katma değerli üretim ne var diye bakmak lazım. Ya, bugün ihracatımızın yüzde 70'i ithalata bağımlı olmuş, sorun buradan kaynaklanıyor zaten baktığınız zaman. Bu fon transferleri dünyada durdu artık. Bundan sonra, aslında, çığ gibi bu borcu nasıl ödeyeceğiz diye üretimde bulunmak gerekir yani oraya ağırlık vermek gerekir. Oraya ağırlık verilmezse bu iş tıkanacak, belli.

Şimdi, şunu ben duydum burada çok: Türkiye Avrupa'da tarım ihracatında ilk 3'te, ilk 2'de; bakanlar çıkıyor, böyle anlatıyor. İyi söylüyorsun, hoş söylüyorsun da şimdi, biz geçenlerde soruşturma komisyonunda gördük, neden o zaman Dubai'den buğday getiriyorsunuz, transit ticaret yapıyorsunuz? Ya, bu acayip bir paradoks yani. Gerçi orası hayali ihracat da buna "Var." diyorlar ama hani, buna da "Okay." diyorsunuz ama yani, buğday getirme işine. Bakın, şunu söylemeye çalışıyorum: Türkiye'nin ihracatının yüzde 70'i, eğer ithalat rejiminde uygulanacak içeride, dâhilde işlemeler olmasın, bir düşürün aşağı, bakalım cari açık ne kadar oluyor, ne kadar oluyor görelim yani. Bunun içinde gıda da var çünkü, hepsinin içerisinde. O yüzden, sıkıntımız pazarları genişletememek, üretime ağırlık vermemek, esnafa takviyeyi ancak vergi teşviki ve vergi teşvikindeki bürokrasiyi azaltarak göstermeniz lazım. Bugün, gidin, bir KOBİ'ye anlatın ya da bir esnafa anlatın, deyin ki bir esnafa "Ben size teşvik vereceğim." Ya, adam zaten hayatında teşvikin ne olduğunu bilmiyor şu anda doğru dürüst. Kredi kooperatiflerinden belki bazı küçük küçük kaynaklar alıyor ama geleceğe yönelik değil, kendini kurtarmaya yönelik alıyor şu anda yani gününü kurtarmaya çalışıyor. Aslında önümüzdeki üç yılın, beş yılın, on yılın planını yapmıyor adam artık yani. Adam, ben acaba bir dahaki seneyi görür müyümün planı için kredi bulmaya çalışıyor kendine göre. Öyle yani, evindeki eşinin bileziklerini satıyor şu anda, varsa dededen, babadan, atadan kalma tarlasını satıyor şu anda. Eninde sonunda çocuklarının bu işi yapmasını istemiyor ama burası tehlikeli. Neden tehlikeli? Bakın, Türkiye'deki istihdamın neredeyse yüzde 70-80'ine yakın kısmı esnaf ve KOBİ'lerde yatıyor şu anda, orada duruyor. Burayı baltaladığınız zaman, oraya çözüm üretemezsiniz. Türkiye'de, devlet kendini "Tüm üretimden çekiyorum." derken doğudan çekerse komple elini, "Bırakın yapsınlar." derse bugünkü hâle döner. Bugün doğudaki üretim neymiş, bana bir anlatsın birisi. Yani, ne üretiliyor da nereye ihracat olarak gönderiliyor, ne kadar gönderiliyor? O yüzden, sıkıntıyı büyük fotoğraftan görmezsek, büyük fotoğrafa bakamazsak "Efendim, AVM'lerin içerisinde esnafa yer vereceğiz, işte onlara dörtte 1 teşvik uygulayacağız, şunu yapacağız." diyerek bunlar yapılamaz. Zaten inisiyatif AVM'nin kendisinde ama şu var: Öyle bir durum var ki bu yurt dışından gelen fonlar Türkiye'de dünya kadar AVM kendine uydurdu, çok ciddi paralar kazanıyorlardı, altı senede, beş senede paranın dönüşümünü yapıyorlardı. Bundan sonra o iş tıkandı. Tıkandı bundan sonra çünkü tüketimden görüyoruz ciddi tıkanmış vaziyette. Bundan sonra açılacak her AVM'nin bu ülkenin başına ciddi bela olma ihtimali vardır, para yatıranın da başına bela olma ihtimali vardır. Fon bakıyor "Artık, dokuz seneye çıktı, on seneye çıktı geri dönüş. Ben buradan çıkayım kardeşim. Başka bir keklik ülke bulmaya çalışayım kendime." diyor. Yani, buradan bakıyor konuya baktığınız zaman. O yüzden, büyük fotoğrafı görmediğimiz sürece, bu işin çok anlamlı bir şekilde bir yere gideceğini düşünmeyen bir insanım ben.

Ama şu var: Şimdi, Türkiye, baktığımız zaman, esnaf potansiyeli üzerinden konuşuyor bunu, ben oradan sadece işe endekslemek istemiyorum. Yani, AVM sahibi olanlar veya buna para yatıranlar ve bunu borsaya kote edenler, hepsi tehlikeli bir durumda duruyor şu anda. Buraya giriş-çıkışlar gerçekten bence hiçbir kurala dayalı değildi bugüne kadar ve inanılmaz yıkıcı bir çıkış yaşandı.

Gümrüklerle ilgilisiniz, size söyleyeyim. Bugün, tüm Türkiye'de satılan malların çoğu, yurt dışından gelen malların çoğu gerçekten de üzerine yazılan değerler üzerinden mi satılıyor? Çok doğru bir şekilde denetim yapıldığına inanmıyorum ben. Bunların hepsini çok yaşamış bir insan olarak söylüyorum. Ciddi inanmıyorum bunların hepsine. Bu, ciddi de bir rekabet sorunu yaşatıyor. Haksız rekabet yaşatıyor bunların hepsi. Hatta bunlarla ilgili sektörel hazırladığımız raporlar vardı geçmiş dönemde, hiç kale alınmadı bunlar. Ama, bu denetimlerin bir an önce ayağa kaldırılmasını isteriz. Türkiye'nin gerçek üretimini burası destekleyecek. O yüzden, bu, size bir tavsiyemiz olsun bir yerinden. Eğer istenirse de raporları da veririz.

Ben de, inşallah, bu başlangıç olur, daha düzgün bir yapıya gider diye düşünerek hepinizi saygıyla selamlıyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)