GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ankara Milletvekili Zühal Topcu ve 25 milletvekilinin; milli eğitimle ilgili sorunlara çözüm bulamadığı ve sorunların daha kötüye gitmesine sebep olduğu iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/44)
Yasama Yılı:5
Birleşim:55
Tarih:12.02.2015

CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER (İstanbul) - Teşekkürler.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugüne kadar, Adalet ve Kalkınma Partisinin on iki yıllık iktidarı döneminde onun izlediği eğitim politikalarıyla ilgili pek çok şey söyledik: Eğitim planlamasından yoksun oluşundan, eğitimdeki nitelik konusunun tamamıyla göz ardı edilmiş olmasından, eğitimde tamamen siyasi amaçlı kadrolaşmadan ve bütün eğitim projelerinin, maalesef, siyasi ve hayalî içerikli projeler olmasından çok bahsettik, ama bu bir gensoru. Gensoru olunca somut şeyler söylemek lazım. Yani, ben eğitimin genel yapısıyla ilgili konuları değil, somut konuları gündeme getirmek ve bu somut konulardaki Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle, Sayın Nabi Avcı'nın Bakanlığı döneminde, ne yazık ki bazı önceki bakanlarda dahi -dahi kelimesinin de altını özellikle çiziyorum- görmediğimiz, hukuku, yargı kararlarını yok sayan, Anayasa Mahkemesi kararını yok sayan ve ciddi hak ihlallerine yol açan uygulamalarla karşılaştık.

İkincisi: Temel bir hak olan inanç özgürlüğü konusunda, çok ciddi -size belgeleriyle takdim edeceğim Sayın Bakan- inanç özgürlüğüne yönelik baskılarla karşılaştık.

Bir üçüncü temel konu: Sınav sistemindeki çöküşün ve bu çöküşe rağmen, sistemin yeniden ayağa kaldırılması konusunda bir irade gösterilememiş olmasının yarattığı mağduriyetlerle karşılaştık.

Şimdi, öncelikle, hem yargı kararını yok sayan hem de çok önemli hak ihlallerine neden olan bir konuyla başlamak istiyorum, Millî Eğitim Bakanlığı şube müdürlerinin atama meselesi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, 2013 yılında ÖSYM bir sınav yaptı şube müdürlüğü için. Bu sınava 40 bin kişi girdi, yazılı bir sınav. Bu sınavı 5.914 kişi geçti. İkinci aşama olarak bunlar sözlü sınava alındılar. Sözlü sınava alınanlardan 3.287'si de sözlü sınavı geçti. Şimdi, doğal olarak bir yazılı sınav, bir de sözlü sınav varsa ne yapılır? İkisinin ortalaması alınır, değil mi? Hayır, öyle olmadı. Sözlü sınav esas alındı, yazılı sınav yok sayıldı yani yazılı sınav sonucu eşittir sıfır kabul edildiğini düşünün, sadece sözlü sınava dayalı olarak 1.709 şube müdürünün ataması yapıldı.

SEDEF KÜÇÜK (İstanbul) - Pes, rezalet!

FATMA NUR SERTER (Devamla) - Bu 1.709 şube müdürünün ataması sadece sözlü sınavla yapıldığında, arkada kalanların not ortalamalarını biliyoruz. Bir örnek vereyim: Yazılıdan 83 almış, sözlüden 30 almış, nasıl işse! Yani, bu çok açık ve net bir kadrolaşmaydı.

Peki, ne oldu? Danıştaya başvuruldu. Danıştay yürütmeyi durdurma kararı aldı. İdari yargıya, idare mahkemelerine davalar açıldı, bireysel davalar tabii. Bu davalarda idare mahkemeleri, aritmetik ortalamayla atama yapılması gerektiğine ve sözlü sınava dayalı atama yapılamayacağına ilişkin kararlar aldı. En son olarak, Ankara 9. İdare Mahkemesi 1.700 şube müdürünün atamasını esastan iptal etti, iptal, iptal. Şimdi, burada ne yaparsınız? Benzeri bir durum, okul müdürleriyle ilgili olarak Sayın Hüseyin Çelik döneminde yaşanmıştı. Hüseyin Çelik bunun karşılığında yargı kararını tebliğ etti ve yargı kararının uygulanması yolunda yazı yazdı ilgili birimlere. Peki, Sayın Bakan ne yaptı? Hiç, hiçbir şey yapmadı, bu mağduriyet devam ediyor. Bugün, binlerce şube müdürü, uğradıkları bu ciddi hak ihlali ve yargı kararlarının yok sayılması karşısında "Acaba ne yapılacak? Belki Bakanın ağzından bir cümle dökülür." umuduyla bizi izliyor. Ben Sayın Bakanın yapacağı konuşmada buna mutlaka bir cevap vermesi gerektiğini düşünüyorum. Cevap vermesini düşünmeyi bırakın, zorunlu olduğu da çok açıktır. Bu hak ihlalinin ve hukuku yok sayan bu uygulamanın sonlandırılması gerekir.

Gelelim, Anayasa Mahkemesi kararını yok sayan ikinci bir ciddi uygulamaya. Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, ÖSYM'nin yaptığı üniversite giriş sınavlarında, sınav soruları Bilgi Edinme Yasası kapsamının dışına çıkarıldı. Şu demek bu: Yani, sınav soruları ve cevapları yayınlanmayacak. Böyle bir yasal düzenleme yapıldı, hiçbir mantığı olmayan. O dönemde, biz, burada itiraz ettik, bunun olamayacağını defalarca söyledik. Bunun üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi bu maddeyi Anayasa Mahkemesine götürdü. Anayasa Mahkemesi bunu iptal etti. Yani, şu anda, artık ÖSYM'de yapılan sınavlardaki soru ve cevaplar Bilgi Edinme Yasası kapsamı dışında değil, bilgi edinme hakkı kapsamı içerisinde.

Peki, ne oldu bunun sonucunda? ÖSYM bir açıklama yaptı orada Anayasa Mahkemesi kararı kapı gibi dururken ve bu açıklamada dedi ki: "Biz 6114 sayılı Yasa'da bu soruların yayınlanıp yayınlanmayacağı konusunda 'Yönetim Kurulu kararı gerekir.' diye bir karar aldık. Bizim Yönetim Kurulumuz bunu uygun görmüyorsa biz bunu yayınlamayız." Bununla da yetinmedi, bir şey daha ekledi, dedi ki: "Canım, sorunun cevabını öğrenmek isteyen veya soruyu görmek isteyenler ÖSYM'ye başvurur. Yani, bir öğrenci üniversite sınavına girmiş, çıkmış; soru ve cevabı bir görmek istiyor. Gelir buraya, biz ona gösteririz." Yani, bu trajikomik bir şey, bu ayıp bir şey. Elbette öğrenci o soruları alacak, kendini değerlendirecek, çizecek, yazacak, bir sonraki sınav için belki bir altyapı oluşturacak o sorular. Bu, Anayasa Mahkemesi kararını yok saymaktır. Oysa biliyoruz ki Anayasa Mahkemesi kararları bütün kamu kurum ve kuruluşları için, tabii ki ÖSYM için de bağlayıcıdır. Siz bunu yok sayıyorsanız, siz Anayasa'nın 146'ncı maddesini de aslında ihlal ediyorsunuz demektir.

Bu ÖSYM kimdir, nedir, gökten mi inmiştir, çok mu ayrıcalıklıdır da Sayın Bakan bu ÖSYM'yle ilgili hatalara, skandallara hiç söz geçirememektedir? Bunun da cevabının verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir diğer büyük hak ihlali, 2014 yılında LYS-2 sınavında yaşanmıştır.

Değerli milletvekilleri, haziran ayında, üniversiteye giriş kapsamında LYS-2 sınavı yapılacak. Öğrenciler -yeni, uygulamada bir değişiklik oluyor- önce başvuru ücretlerini ÖSYM'ye banka aracılığıyla gönderiyorlar. Göndermişler, bir sorun yok, ellerinde de makbuzları var gönderdiklerine dair. Arkadan, ÖSYM'nin İnternet sitesinden bir form dolduruyorlar. Formu da doldurmuşlar. En son bir onay butonu varmış sonradan açılan, o onay butonunu görmedikleri için basmamışlar. Sınav sonuçları geldiğinde bakmışlar -yerler belli oluyor, nerede girecekleri- bu öğrencilerle ilgili hiçbir bildirim yok. Onun üzerine, dilekçeyle ÖSYM'ye başvurmuşlar ve paralarını yatırdıklarına dair makbuzları da göndererek. Kaç kişi bunlar? 9.343 kişi. 3 kişi, 5 kişi filan zannetmeyin, 9.343 kişi.

Şimdi, bu makbuzlar ve dilekçeyle başvurulara rağmen ÖSYM bunları sınava almadı. Başka bir şey var: Bu 9.343 öğrencinin 28 tanesi kendisi yapmamış bu İnternet üzerinden başvuruyu, okul müdürlükleri yapmış yani hata da okul müdürlüklerinin. Buna rağmen, ÖSYM bunları sınava almama kararını bildirdi ve bu çocuklardan 8 tanesi idari yargıya başvurdu, idari yargı yürütmeyi durdurma verdi ve bunlar sınava alındı. Kaç tanesi? 8 tanesi. Demek ki yargı "Haklısın." diyor. "Haklısın." dediğine göre ÖSYM'nin de dönüp "Haksızım." deyip geri kalan 9.343 öğrenciyi sınava alması gerekir mi, gerekmez mi; almazsa bu bir hak ihlali midir, değil midir? O süreçte Sayın Bakanla bu konuyu konuştum, dedim ki: Kendi çocuğumuz olduğunu düşünelim bu 9.343'ten birisinin, dağları taşları devirirdik, neler yapmazdık ki. Lütfen, ÖSYM Başkanıyla görüşün, bu öğrencilerin sınava alınmasını sağlayın, siz Millî Eğitim Bakanısınız. Sayın Bakan görüşeceğini söyledi, sonra döndü ve bana şu açıklamada bulundu: "Aslında, evet, dediğiniz doğru yani vicdanen doğru en azından ama 10 bin soru kitapçığı daha basmak gerekiyormuş ve matbaalar dolu olduğu için ÖSYM yeni 10 bin kitapçık basamıyor, o nedenle de bu çocuklar sınava alınamıyor." Ben bunu kabul etmediğimi Sayın Bakana söyledim. Bir matbaa kiralarsınız, güvenlik tedbiri alırsınız, bir gecede o kitapçıkları basarsınız, Ankara'da bir adres gösterirsiniz, hepsini Ankara'da sınava alırsınız, bu mağduriyeti ortadan kaldırırsınız. Şimdi, ne oldu? Sınava giren öğrencilerden birisi dava açtı -girip de bir tıp fakültesini kazanan öğrenci- davayı kazandı ve tazminat hakkı doğdu. Şimdi, bir, ben, burada üzerine düşeni tam olarak yapmayan Millî Eğitim Bakanını, maalesef, üzülerek kınadığımı ifade etmek istiyorum.

İki, kazanılan bu davayı emsal alarak bu 9.343 öğrenci ailesinin hepsinin tek tek dava açarak hayatlarının bir yılını gasbeden ÖSYM'den o bir yılın bedelini talep edebileceklerini de onlara duyurmak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu bir hak ihlalidir, bu haksızlıktır. En basit deyimiyle Millî Eğitim Bakanının da burada görevi ihmali vardır, bunun da altını çiziyorum.

Şimdi, gelelim TEOG sınavlarına. Değerli arkadaşlar, TEOG sınavını biliyoruz, çok yakında yapıldı, yaşandı. TEOG sınavından çeşitli mağduriyetler ortaya çıktı. İşte, özel okul kayıtlarının geçe alınmış olmasının yarattığı sorunlar, çocukların istemedikleri okullara yerleştirilmeleri, vesaire, vesaire... Şimdi, bugün Millî Eğitim Bakanlığı ne yapıyor? Sayın Bakan açıkladı, dedi ki. "Bu sınavları yeniden ele aldık. Ne yapacağız? İşte, özel okulların kayıt takvimini değiştireceğiz, tek listede tercih imkânı vereceğiz." Peki, ben şunu sorma hakkına sahip değil miyim, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak şunu soramaz mıyız: Değerli milletvekilleri, peki, bu mağdur edilen öğrencilerin günahı neydi? Bunlar deneme tahtası mıdır? Siz "Bu sınavları yeniden ele alıyoruz." dediğinizde, bu aslında başarısızlığınızın ikrarı değil midir? (CHP sıralarından alkışlar) Bu, başarısızlığın ikrarıdır ve bu öğrencilerin mağdur edildiğinin kabul edilmesidir. Dolayısıyla, hesapsız kitapsız, böyle hayalî projelerle yola çıkıp paldır küldür çocuklarımızın hayatından yıllar çalmaya hiç kimsenin, o kişi Millî Eğitimin başında da olsa, devletin başında da olsa, Hükûmetin başında da olsa hakkı yoktur.

Şimdi, gelelim bir başka ilginç projeye; değerler eğitimi: Değerler eğitimi yeni başlamadı, 2010'da Sayın Nimet Baş başlattı. Sessiz sedasız, gayet güzel bir şekilde devam ediyordu, birden değerler eğitimi ruh değiştirdi, yapı değiştirdi. Birden, değerler eğitimi öğrencilerin genetik yapısını değiştirmeye yönelik bir format kazandı ve Millî Eğitim Bakanlığı değerler eğitimi konusunda "Hizmet Vakfı" denilen vakıfla bir protokol imzaladı; bu protokolle, değerler eğitiminin ders materyalleri ve eğiticilerinin tamamının bu Hizmet Vakfı tarafından bulunmasını, belirlenmesini kabul etti.

Kimdir Hizmet Vakfı? Hizmet Vakfının İnternet sitesine girip baktığınızda kim olduğunu görürsünüz. Hizmet Vakfının kurucuları ve çok yakın tarihe kadar Başkanının resmî bir ilkokul diploması bile yoktur. Resmî hiçbir okuldan diploma almamış ve bugüne kadar tek yaptığı şey bazı dinî kitapların basımı ve dağıtımı olan bir vakfa, okuryazarlığı bile şüpheli olan insanlardan oluşturulan bir vakfa, tek özelliği Nurcu olmak olan bir vakfa "değerler eğitimi" adı altında, çocuklarımızın yaşamları emanet edilmiştir, bu bir.

Peki, nasıl oluyor da bu vakıf Nurcu olduğu hâlde, paralel çatışmaları böyle sürürken bu iş oluyor diye merak edenleriniz olursa hemen şunu söyleyeyim: Bu vakfın başındaki kişi, 31 Aralık 2013'te, Fethullah Gülen'in uygulamalarının Risale-i Nur'a tamamen aykırı olduğu ve kendisinin hiçbir şeklide Nurcu bile kabul edilemeyeceği yolunda çok sert bir açıklama yaptı. Bundan tam yedi ay sonra yani tamamen siyasi bir kararla bu protokol imzalandı ve çocuklarımızın "değerler eğitimi" denilen, aslında fevkalade değerli ve önemli olan temel etik değerleri edineceği eğitim, bütün işlevi üç beş tane dinî kitabı basıp dağıtmak olan bir vakfa teslim edildi. Ben, Sayın Bakanın şu protokolü yırtıp atmasını istiyorum, yırtıp atılacak bir protokol var burada. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu bekliyorum Sayın Bakan.

Gelelim, son bir ilginç olaya: 3 Şubat 2015'te okullara bir yazı gönderildi, bakınız, din kültürü ve ahlak bilgisi dersiyle ilgili. Zorunlu oldu ya AİHM kararına rağmen, iddia ediyor, ısrar ediyor ya Millî Eğitim "Bu zorunlu derstir." diye. Yazıdan bir satır okuyorum: "Hristiyanlık ve Musevilik dışındaki diğer dinlere mensup veya herhangi bir dine inanmayan öğrencilerin din kültürü ve ahlak bilgisi dersini okumaları zorunludur." Anladığınız değil mi? Yani "Hristiyan ve Musevi'ysen bu dersi almayabilirsin." diyor Bakanlık "Ama bunun dışında bir dine mensupsan ya da hiçbir dine inanmıyorsan sana ben bu dersi zorla da olsa okuturum." diyor. Bu mudur inanç özgürlüğü Sayın Bakan? Bu mudur inanç özgürlüğü? (CHP sıralarından alkışlar) Bu, kabul edilebilecek bir şey değildir. İşte baskının daniskası budur. Bu, bir baskıdır. Bunun da altından kalkmanız kolay olmayacaktır.

Gelelim en hayalî projenize: En hayalî ve en siyasi proje olan ve 2011 seçimlerinden bir ay önce hayata geçirilen FATİH Projesi çökmüştür Sayın Bakan, hem de öyle bir çökmüştür ki o projenin siz de altında kaldınız. Proje yolsuzluklara bulanmıştır. Size kaç tane soru önergesi verdim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FATMA NUR SERTER (Devamla) - Soru önergeme cevap vermediniz ama soru önergesinde adı geçen şirket bana 100 bin liralık tazminat davası açtı ve o şirket beni telefonla tehdit etti. Bu konuda, size ileride bir dosya takdim edeceğim.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)