| Konu: | Vişegraddaki Sokullu Mehmet Paşa Köprüsünün Yapısal Unsurlarının Durumunun Tespit Edilmesi, Restorasyon Projesinin Hazırlanması ve Projenin Uygulanması Konusundaki İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 55 |
| Tarih: | 12.02.2015 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, gerçekten, maddeler konuşuldu bunda ama sizlerle bir önemli konuyu paylaşmak istiyorum, onun için söz aldım.
Balkanlarda bıraktığımız kültürel varlıklarımız Türkiye açısından, hepiniz takdir edeceksiniz ki son derece önemlidir. Bunların restorasyonu ve koruma altına alınması son derece önemlidir. Çünkü, beş yüz yıllık bir oradaki Osmanlı Dönemi Türk hâkimiyetinin hepsi birer eseridir bize kalan, intikal eden. Burada bir iki konuya değineceğim ama sizlerle bir konuyu paylaşmak istiyorum.
Biliyorsunuz, 1923'te mübadele söz konusu oldu ve Yunanistan'daki Türkler Anadolu'ya nakledildi; Anadolu'daki, İstanbul dışındaki Rumlar da Yunanistan'a nakledildi. İşte, bu sırada çok hazin durumlar meydana geldi. Oradan Türkiye'ye göç eden Türkler, beş yüz yıllık yurtlarını terk ederken aslında bütün atalarının, analarının, babalarının mezarlarını da orada bırakarak döndüler. İşte, onlardan size bir örnek vermek istiyorum, hüzünlü bir örnek vermek istiyorum, bizzat baştan geçmiş olan bir örnek. Buna "Son Ezan" ismini veriyorlar, "Son Ezan." Bunu büyükelçimiz Erol Uzsoy yazmıştı. Konuyu sizlerle paylaşmak için olduğu gibi okumak istiyorum.
"Müezzin İsmail Efendi yıllardır her gün 5 defa çıktığı minareye bu defa adımlarını zorlukla atarak yavaş yavaş çıktı."
Arkadaşlarımız, konuşmadan... Lütfen konuşmazsanız, istirham ediyorum.
"Gecenin sessizliği ve serinliği içinde ovanın karanlığına, aşağıdaki evlerdeki zayıf ışıklara baktı. Daha önce yüzlerce defa okuduğu ezanın, atalarının yüzyıllardır yaşadığı bu küçük kasabada son defa yankılanacağını düşünerek ellerini kulaklarına götürdü. Derin bir iç geçirerek gözlerini kapattı. Sicim gibi yaşlar kır düşmüş sakallarına doğru süzülürken ağır, yanık bir sesle yatsı ezanını okumaya başladı.
Yağ kandilleriyle aydınlatılmış camide imam efendi ve cemaat, başları öne eğilmiş, gözlerinden süzülen yaşlarla İsmail Efendi'nin okuduğu yatsı ezanını son defa dinlediler. Kasabanın en uçtaki evlerine kadar bütün kasabalılar aynı hüzün ve sessizlikle, başları önlerinde, ezanın bitmesini beklediler.
İmam Şefik Efendi son rekâtı kıldırıp selam verdiğinde cemaatin hıçkırıkları sessizliğin içinde yankılanırken, sanki yarın her biri bir tarafa dağılmayacak, belki de birbirlerini bir daha hiç görmeyeceklerini düşünmeden, herkes başı önde, kafalarında bin bir düşünce, evinin yolunu tuttu. Cemaatin tamamı dağılınca Şefik Efendi, kapıda dikilen Müezzin İsmail Efendi'den başka kimsenin kalmadığını gördü. "Sen de gidebilirsin İsmail Efendi" dedi. "Kapıyı ben kapatırım." İsmail Efendi boğazına düğümlenen acıyla hiçbir şey diyemeden ağır adımlarla çıktı.
İmam Şefik Efendi, cübbesiyle olduğu yere çöktü, sarığını çıkardı. Küçücük bir çocukken dedesiyle bu camiye geldiklerini, camide kılınan bayram namazlarını, avludaki bayramlaşmaları, cami hocasından gördüğü dersleri aklından geçirdi. Birisi bu tarihî camide son namazı kendisinin kıldıracağını söylese idi herhâlde kötü bir rüya diye düşünürdü. Ama işte, önce söylenti şeklinde duydukları, sonra jandarma kumandanı ve cemaat liderleri tarafından da resmen bildirilen o gün gelmişti. Yüzyıllardır yaşadıkları, bütün atalarının gömülü olduğu bu toprakları yarın terk edeceklerdi. Bu tarihî camide son namazı kıldırmak da ona düşmüştü.
Çöktüğü yerden yavaşça kalktı. Kandilleri tek tek söndürdü. Son kalan kandilin titrek ışığında minbere çıktı. Bohçanın içinde sarılı Kur'an'ı öpüp başına koyduktan sonra koynuna soktu. Ağır adımlarla dışarı çıkarak halının altındaki kocaman anahtarla kapıyı her zamanki gibi iki kere kilitledi. Gecenin serinliğinde içinden "Allah yardımcımız olsun, camimiz de atalarımızın ruhlarına emanet olsun." diyerek gözlerinden süzülen yaşlarla, ağır adımlarla karanlığın içinde kayboldu."
Değerli milletvekilleri, aslında burada bizim üzerimize düşen görevi İmam Efendi son cümlesinde çok iyi açıklamış. Atalarının ruhlarına emanet ettiği oradaki bizim kültür varlıklarımızı atalarının torunları, bizler, maalesef hangi ölçüde koruyabiliyoruz? Bunu çok iyi düşünmemiz lazım. Bakın, ben yıllardır ifade ediyorum, Kültür Bakanlığının, yurt dışındaki mimari yapılarımızı aslına uygun restore edebilmek için bir birim kurması gerektiğini söylüyorum ama bir türlü gerçekleşmiyor, TİKA'ya bırakılıyor. TİKA'ya bıraktığınız bu onarım meselesi maalesef aslına uygun restorasyona imkân vermiyor, maalesef. Nitekim, bakın, Rodos Murat Reis Külliyesi, buradaki Mehmet Paşa Türbesi şu an yıkılmış durumda ve hiç kimse ilgilenmiyor. Keza, Rodos Süleymaniye Medresesi'ne Yunanlılar el koymuş durumdalar...
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Doğru değil. Sorun Yunanistan'da.
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Bakın, bir dakika, Yunanistan'da değil.
HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - TİKA, Yunanistan...
YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Ben söyleyeceğim... Kardeşim, bir dinleyin, ben size söyleyeyim. Gidip gören, bilen insanım. Konuşmayın, dinleyin, ondan sonra konuşun.
Yunanlılar el koymuştur, Ege Üniversitesi, kendilerinin üniversitelerine tahsis etmişlerdir, orası Türk vakfına ait olmasına rağmen. Biz burada Vakıflar Yasası çıkarıyoruz, onlar vakfa ait olan bir eseri kendi üniversitelerine veriyorlar.
Yine, Şumnu Şerif Halil Paşa Camisi 1998'den beri sözde restore edilmekte. Balkanlarda UNESCO tarafından tescil edilmiş tek eserimizdir. Buna rağmen, maalesef, restorasyon devam etmemektedir. Keza, Filibe Sultan Murat Camisi içinde, Bursa Yıldırım Camii'nde olduğu gibi, içeride şadırvanı vardır onun da, maalesef, bizim tarafımızdan yapılan restorasyonda bu şadırvan yerle bir edilmiş, dümdüz hâle getirilmiş, şadırvan yok edilmiştir. Yani, tıpkı Yıldırım Camii'ndeki, hepimizin bildiği Ulu Camideki o şadırvanı biliyorsunuz, o şadırvan yok edilmiştir orada. Keza, Üsküp Mustafa Paşa Camisi bahçesinde bulunan şadırvan, maalesef, yine TİKA tarafından restore edilirken aslına uygun restore edilmek yerine modern hâle getirilmiştir, yıkılmıştır. Buna benzer bir sürü örnekler vardır.
Rodos'a gelince, bakın, söyleyeyim size -Rodos'a ben de gittim, kaç kere gittim- Rodos'ta, arkadaşım, Süleymaniye Camii... Bakın, şimdi, Murat Paşa Külliyesi var biliyorsunuz orada. Şu an, onun bakıcısı olan kişi de rahmetli olmuştur. Ama, orada, inanın ki yıkılmıştır. Bakın, yine oradaki birçok türbeler yıkılmayla yüz yüzedir. "Yunanistan'dan kaynaklanıyor." diyorsunuz ama Yunanistan'la her türlü anlaşmayı yapıyorsunuz ama, restorasyon konusunda niye anlaşma yapmıyorsunuz? Onlarla ilgili, bakın, 52 tane kiliseyi onardınız siz Türkiye'de. Ama, bakın, bunları da ibadete açtınız. Bunlara karşılık siz niye Fethiye Camisi'ni, Atina'dakini açmıyorsunuz? Niye Selanik'teki bir tanesini açmıyorsunuz? Ama, buna karşılık ne yapıyorsunuz? 1023 Lozan Antlaşması'nda olmamasına rağmen siz Bursa'ya metropolit atıyorsunuz. Hangi sebeple atıyorsunuz? Zeytinbağı'nın ismini Tirilye yapıyorsunuz; hangi sebeple yapıyorsunuz, söyler misiniz? Niye Isparta'ya veya Kütahya'ya metropolit atıyorsunuz? Lozan'a göre metropolit atayacağınız sadece İstanbul ilçeleridir, başka hiçbir yere atayamazsınız. Bunları atarken niye Yunanistan'la eşdeğerlik üzerine, mütekabiliyet üzerine yapmıyorsunuz bunları? Bakın, ben size bir şey söylüyorum: Oradaki eserlerimizi araştıran, restorasyonunu yapan Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla, benim eşimdir, hepsinden tek tek haberim var. Dolayısıyla, bakın, bir şey söylüyorum, bunu herhangi bir siyasi sebeple söylemediğimi konuşmalarımdan anlıyor olmanız lazım. Ne diyorum? Kültür Bakanlığı bunları ciddi bir şekilde yapmak üzere kendi içinde bir birim oluştursun diyorum, yurt dışında restorasyon yapacak birim oluştursun, özel statüyle yapsın bunu. Birtakım kanunlar çıkarılsın, o kanunlar çerçevesinde yurt dışında, şimdi Türkiye'deki gibi bir ihale sistemi dışında bir özellik verilsin ve bu eserler aslına uygun olarak yapılsın. Ama, bakın, Makedonya'nın Ohri kentinde Fetih Camii, Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan cami yıkıldı mı? Yıkıldı. Kimin izniyle yıkıldı? Kültür Bakanlığının izniyle yıkıldı ve şimdi kilise yapıldı oraya. Şimdi, bakın, bunlar bizim hatalarımızdır, bunu kabul etmek zorundayız.
Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)