GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubunun, Erzincan Milletvekili Muharrem Işık ve 22 milletvekili tarafından, Gezi Parkı protestolarında vatandaşlara saldıran grubun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla 3/10/2013 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 19 Şubat 2015 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
Yasama Yılı:5
Birleşim:58
Tarih:19.02.2015

MUHARREM IŞIK (Erzincan) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; grubumuz adına vermiş olduğumuz öneri üzerine söz almış bulunmaktayım. Öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, önerimiz özellikle bu son zamanlarda yaşanan olaylar ve esnafın vatandaşa saldırmasıyla ilgili. Bazı insanların kendini güvenlik güçleri yerine koyup eylem yapan, gösteri yapan, basın hakkını kullanan kişilere saldırmasıyla ilgili görüşlerimi açıklayacağım. Tabii, bu seviyeye nasıl gelindi, önce bundan bahsetmek istiyorum.

AKP özellikle on iki yıl sonunda kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldırdı, bağımsız ve tarafsız yargıyı yok etti, devletin hukuk devleti niteliğini de ortadan kaldırmış oldu. Türkiye artık hepimizin de kabul etmesi gereken- saraydan gelen emirnamelerle yönetilen bir hâle gelmiş oldu. "Özellikle -demokrasi- üç şeyle mücadele edeceğiz." diye iktidara gelenlerin çıkardığı yasalarla bu konuda -ne kadar- ciddi olmadıkları da ortaya çıkmış oldu. Yolsuzluk hiçbir dönem bu kadar ayyuka çıkmadı, hiçbir dönem bu kadar görülmedi ve ne yazık ki devletin başında, bürokraside yer alan kişilerin hepsine bulaşmış olduğunu gördük.

4 bakanla ilgili, bakan oğullarıyla ilgili olarak çıkan "tape"ler... Özellikle yandaş ve ranttaş olan iş adamlarına verilen ihalelerin ne kadar taraflı olduğunu ve altında ne kadar rantın yattığını görmüş olduk. Özellikle, dönemin Başbakanının TOKİ Başkanına "Kupon arsaları benden izinsiz kimseye vermeyeceksin." diye attığı fırça hâlen kulaklarımızda ve yine o zaman ki "tape"lerin sayesinde bidenin ne olduğunu öğrendik; ben bilmiyordum, bidenin de ne olduğunu öğrenmiş olduk. 17-25 Aralık yolsuzluklarının üzerinin örtülmesinde yasalarla ne kadar oynandığı, hukukla ne kadar oynandığı ve o zamanki savcıların -her ne kadar paralel deseler de cemaatten deseler de- kendilerinin getirdiği savcılarının nasıl sürüldüğünü gördük.

Türkiye'de yolsuzluk ve sosyoekonomik durumun hiç bu kadar bozulmadığını artık herkes kabul ediyor. "İşsizlik yüzde 11" denilse de yüzde 17'lerde olduğu, genç işsizliğin yüzde 25'lere ulaştığı, doların fırladığı, faiz lobisine on iki yılda 600 milyar dolar para ödendiği, 29 milyon insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı TÜİK rakamlarıyla ortada.

Özgürlükler yok edildi, sesini çıkaran zorla baskı altına alındı, şiddetle susturuldu, tutuklandı, içeri atıldı. Demokrasi Endeksi'nde 167 ülke arasında 132'nci sıradayız. Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği kategorisinde 142 ülke arasında 125'inci sıradayız. Barış Endeksi'nde 162 ülke arasında 120'nci sıradayız. Dünya basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 151'inci sıradayız. AİHM'de en fazla cezaya çaptırılan ülkeyiz, hak ihlalleri konusunda en fazla tazminat ödeyen ülkeyiz ve ne yazık ki bir de üstelik AİHM'in verdiği hiçbir kararı uygulamayarak Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre de suç işlemeye devam ediyoruz.

İşte, ekonomik, sosyal, kültürel olarak, AKP başından beri, özellikle son beş yıldır ve özellikle de 17-25 Aralık "tape"lerinin ortaya çıkmasından sonra ülkeyi ne yazık ki yüzde 50-yüzde 50 bölerek, esnafa "Siz jandarmasınız, siz polissiniz." diyerek, en sonunda da muhtarları çağırarak muhtarlara "Siz muhbirlik yapın." diye teklifte bulunarak bu ülkede otoriter, totaliter bir rejim getirmek için her yol denenmekte.

Taksim'deki palalı, Eskişehir'de katil polise yardım eden fırıncı, kar topu cama geldi diye gazeteciyi öldüren cani, hak arayanlara saldıranlar, Özgecan'ı yakarak öldüren cani, onlarcası, on iki yılda bu ülke üzerine yapılan algı yönetiminin, baskının ve ne yazık ki her gün medyada bir yere çıkarak söylenen lafların sonucudur.

Özgecan öldürüldüğü zaman Cumhurbaşkanının çıkıp "İşsiz değilmiş, ne ilgisi var işle?" deyip yalnızca kapatacağını düşünmesi çok yanlış. Bu tamamen toplumun yönlendirilmesi, toplumun kendini bir yerlerde polis, jandarma hissetmesiyle olan bir şeydir.

Şimdi, bir şeyler söyleyeceğim. Almanya'da özellikle Hitler döneminde bakın neler yapılmış: "Hiçbir Alman üşümemeli. Führer size 11,5 milyon metreküp kömür verdi, siz de oyunuzu verin." diye propaganda yapılmış. Hitler, güçlü bir Almanya için popülasyonun artması gerektiğini söylemiş. "Hitler için kadınlar bir metadır ve yalnızca üreme aracıdır." diye propaganda yapılmış. Nazi Almanyası'nda "ucube", "kahrolsun sanat" denilerek sanat eserleri kaldırılmış. Nazi Almanyası'nda yerli otomobil propagandası yapılmış. Nazi Almanyası'nda "Hitler yolları" olarak geçen çift taraflı, geniş otobanların afişlerde sürekli reklamı yapılmış. Halk kitleleri içinde kin yaratmak için durmadan propaganda yapılmış. Eğitim resmen berbat bir hâle getirilmiş. Medya yandaş bir hâle getirilip sürekli propagandalar yapılmış. Ve en sonunda Hitler için "Sen Almanya'sın!" diye propagandalar yapılarak oradaki yönetim gelmiş.

Şimdi, esnafı, muhtarı, komşuyu, gençliği birbirine düşman eden, hedef gösteren zihniyet sayesinde bu ülkede her gün gerginlik yaşıyoruz.

İktidarla kötü ve kara propaganda yapmak için yandaş olan medya patronları ve yandaş gazeteciler sürekli bunu sürdürmeye devam ediyorlar, sürekli aynı şekilde devam etmeyi sürdürüyorlar.

Şimdi, baskılar yalnızca bu şekilde mi oluyor? İşe alımlarda yapılan ayrımcılık, adam kayırmaları; iş yapmak isteyen iş adamlarına yapılan ayrımcılık ve baskılar; köyüne su, elektrik, yol, kanalizasyon yapılması gereken köy muhtarlarına yapılan ayrımcılık ve baskılar; sosyal yardımlaşmada hakkı olan ve alması doğal olan sosyal yardımın kesilmesiyle ilgili baskılar; kendi atadıkları yandaş yöneticiler aracılığıyla yanlarında çalışan memur ve işçilere yapılan baskılar; yandaş iş adamlarına verdikleri işlerde çalışan kişilere patronlar aracılığıyla yapılan baskılar... Geçen burada bir dakikalık söz isteyip söylemiştim, şu anda yüksek derecedeki memurlara, müdürlere talimat verilerek herkesin ev gezip, eşiyle birlikte ziyaret edip yapılan çalışmaları anlatması ve AKP'nin propagandasının yapılması söylenmiş. Hiçbir zaman için bir şeye uyan bir şey değil bu.

Bu ülkede on iki yılda herkesin borçlandırıldığını, ömürlerinin on beş, yirmi yılının ipotek altına alındığını, esnafın perişan olduğunu, köylünün perişan olduğunu, memurun perişan olduğunu gayet iyi biliyorsunuz.

Erzincan'da da aynı şekilde; Erzincan iyice daraldı, Erzincan'a yatırım olmadığını biliyoruz. Baskılar en üst seviyede. Kaybettiği için cezalandırılan belediyeler, oy çıkmadı diye tehdit edilen köylüler, işe almak için partiye üye olmaya zorlananlar, esnafı maliyeyle korkutmalar, ekonomik sorunlar içinde boşalan bir Erzincan ve boşanmada birinci sıraya gelmiş bir Erzincan ne yazık ki. 22 bin civarında icrada dosya var. TOKİ'ye yazılanlar özellikle taksitlerini ödeyemediği için icraya gidiyorlar. Esnaf siftah etmeden kepenk kapatıyor. Zaten bir süre sonra da Erzincan'da esnaf kapatıp gidiyor başka bir şey yapmak için.

Biz ne yapacağız? Erzincan'da sulama suyu sıkıntısı had safhada, işsizlik had safhada, icra daireleri dosyalarla taşmış -biraz önce söyledim- boşanmada Türkiye'de bir numara -biraz önce söyledim- hayvancılık bitiyor, tarım bitiyor, leblebicilik bitiyor, bakırcılık bitiyor, peynircilik geriledi. Saman ithal ediliyor Erzincan gibi yerde. Erzincan'ın fasulyesi, nohudu bitmek üzere. Trilyonlar harcanarak yapılan Ergan Dağı işletmesi işletilemiyor, işletmeyi alan ikinci kişi de şu anda sırf yardım edilmediği için iflas etmek üzere. En değerli arsalar ranta açılıyor. Kızılay Mahallesi, Merkez Çarşısı, Hocabey Mahallesi ranta kurban edilmek üzere. En değerli tarım alanları ranta açılıyor. Televizyonlarda kamu spotu olarak yayınlıyorsunuz "Sulu tarlalar kesinlikle arazi yapılmayacak." diye ama Erzincan'da yapılanlar göz önünde. Muhalif olanlar Erzincan'da susturuluyor. İşe girmede tek şart: Biat edeceksin, AKP'li olacaksın, biraz önce söylemiştim. Şeker fabrikası tekrar kapatılmak isteniyor, seçimler bekleniyor ama size nasip olmayacak inşallah İlçelerde ilçe başkanları gerçekten kral olmuş. İl parsellenmiş, kim, nerede ne yapacak, hangi işi yapacak bu şekilde düzenlenmiş. İş yapmak isteyenler de sürekli engellenirler kendi yandaşı değilse.

Bütün bunlara baktığımız zaman, on iki yılda yatırım dendiği zaman 5 katrilyon yatırım sürekli söyleniyor, yatırımları daha önce burada söylemiştim, yalnızca E-80 yoluna giden yatırım, Et Balık Kurumu, bir de rahmetli Recep Yazıcıoğlu'nun zamanında başlayan Ergan Dağı Projesi, o da ne yazık ki işletilemiyor. SSK hastanesi şu anda bırakıldı, boşaltıldı, orada kendi hâline bırakılmış, şu anda değil ama ileride yıkılacak. Devlet hastanesi tek binaya bırakıldı, acil kapatıldı, hasta eve gitti. Çayırlı'da yıllarca bozuk su içildi, şu anda Çayırlı'da özellikle geçen yıl Munzur su satışları tepe yapmıştı. İliç, altın madeninden dolayı siyanüre kurban ediliyor ama ne yazık ki iş alanı var diye kimse ses çıkarmıyor, membran yırtılıyor, kimse sesini çıkaramıyor. İlçelerde bir tane iş alanı yok. Kemah HES'e kurban ediliyor. 12 köy boşaltılacak ama köylülerin ne yapacağını kimse bilmiyor. İliç'te de aynı şeyler yaşandı. Üniversite Yalnızbağ yerleşkesine yapıldı, Erzincan'a uzak, Erzincan'a hiçbir faydası olmuyor ne yazık ki ve bilinçli olarak Erzincan boşaltılmak isteniyor.

Buradan Erzincan halkına şunu söylemek istiyorum: 7 Haziranda iktidara geldiğimiz zaman Erzincan'ı gerçekten doğunun parlayan şehri yapacağız; can Erzincan'ı sözde değil, özde sevenler orayı iktidar yapacak ve Cumhuriyet Halk Partisiyle Erzincan'daki tüm sorunlar çözülüp Erzincan'da işsizlik ve şu anki gerginlikler de yok olmuş olacak.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)