| Konu: | CHP Grubunun, 18/4/2013 tarihinde Erzincan Milletvekili Muharrem Işık ve arkadaşları tarafından, 12 Eylül 1980 askerî müdahalesinden itibaren günümüze kadar yaşanan olaylardan kaynaklanan mağduriyetlerin araştırılması amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (848 sıra no.lu), Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 24 Şubat 2015 Salı günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 63 |
| Tarih: | 24.02.2015 |
MUHARREM IŞIK (Erzincan) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuzun önerisi lehinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Yalnız daha önce, bugün gündem dışı yaptığım konuşmadan sonra özellikle köylülerimizden ve diğer vatandaşlarımızdan çok telefon geldi "Bizim de eksiklerimizi söyleyin." dediler. Özellikle Kemah Karadağ köyü -Sayın Bakanımız da burada- "Göletimiz ne zaman yapılacak, söz vermişlerdi." diyorlar. Karadiğin, Hancıçiftliği Denizdamı, Ganiefendi köylüleri "Su yok." Diyorlar, "Geçen yıl susuz kaldık, bu yıl inşallah bu sıkıntı olmaz." diyorlar. Akyazı beldesi aynı şekilde su sıkıntısı çekiyor. Tercan Sulama Birliği, Sol Sahil Sulama Birliği "Cazibeli suya çok basit bir şekilde 2 kilometreyle kavuşuruz." diyorlar, oradan yardım istiyorlar. Bunları da duyurmuş olayım.
Tabii, değerli milletvekilleri, önergemizin konusu sürekli, özellikle Sayın eski Başbakan yeni Cumhurbaşkanının mağdur olduğunu gündeme getirerek bu mağduriyet üzerinde sürekli bir siyaset yapması ve her zaman "Ben mağdur oldum." deyip durması. On iki yıl bir iktidarda olan bir hükûmet ve bunun devamı nasıl oluyor sürekli mağdur duruma düşüyor, bunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Tabii mağduriyet yaparken de algı yönetimi çok iyi yapıldığı için mağduriyet sanki doğruymuş gibi anlaşılıyor ve bundan da sonuçta bir şeyler kazanılıyor ama kaybeden herhâlde toplum oluyor.
Küreselleşme düzenine baktığımız zaman, özellikle kapitalizmin, dünya çapında büyük sermaye kesimlerinin sömürü alanlarının daralması nedeniyle içine düştükleri krizden kurtulmak için öne sürdükleri bir oyun aslında bu. Emekçi kesimin sürekli olarak ezilmesi ve bunun sonucu olarak da sermayenin sömürüye dönüştürülmesi aslında. Özellikle 12 Eylülden sonra başlayan süreçte, Türkiye'de, bu, çok güzel bir şekilde uygulandı ve kademe kademe gelindi. AKP için de bu, bu politikanın içindeki bir iktidara geliş yöntemi oldu. Özellikle "dindarlık" ve "muhafazakârlık" üzerine siyaset yapıp, Büyük Orta Doğu'nun eş başkanı olduğunu -kendi deyimleriyle- söyleyip ama buna baktığınız zaman da Irak'taki 1,5 milyon Müslüman öldürüldüğü zaman, orada 150 bin Müslüman kadına tecavüz edildiği zaman, Suriye'de ölenlere bakıldığı zaman ve IŞİD'in geldiği duruma bakıldığı zaman ne kadar gerçek olduğunu da görmek lazım. Tabii, özellikle, sürekli 12 Eylülün mağduru olduğunu söylüyorlar ama 12 Eylülde mağdur olmadıklarını herkes çok iyi biliyor. Çünkü, biraz önce söylediğim gibi, 12 Eylülden sonra gelen süreçte iktidara getirilen bir hükûmet oldu.
Eski Başbakan Sayın Erdoğan, özellikle dört ay hapis yattıktan sonra bunu sürekli ballandıra ballandıra anlatıp çok büyük bir mağduriyet gibi sundu. Keşke hiç yatmasaydı. Bunu hiç kimse gönülden istemez.
Tabii, bu süreçte, 27 Nisan e-muhtırası, özellikle Yaşar Büyükanıt'la Dolmabahçe görüşmeleri ve bunun mezara birlikte gitmesinin söylenmesi, ondan sonra bu muhtıranın nasıl yayınlandığını ve iyi bir algı yönetimi olduğunu görmekteyiz.
Tabii, Sayın Bülent Arınç'a yapılan suikast ama... Daha sonra askeriyenin ne hâle geldiğini, askerlerin nasıl hepsinin Silivri'ye gönderildiğini görmekteyiz. Burada da mağduriyetten bir sonuç çıkarıldı. Bunlarla zaten kendisine muhalif olabilecek kesimler özellikle susturuldu.
12 Eylül 2010 tarihindeki referandumda özellikle "Özgürlükleri getireceğiz." derken... Gerçi parti kurulurken de "Üç Y'yle mücadele edip özgürlükleri getireceğiz." demişlerdi ama 12 Eylülden sonra da neler olduğunu zaten herkes yaşadı, gördü.
17, 25 Aralık mağduriyeti: Zaten hiç kimse ne hırsızlığı ne yolsuzluğu ne rüşveti ne rantı inkâr etmiyor. Yalnızca kızdıkları şey, mağdur oldukları şey, "Bir Başbakan, bir bakan nasıl dinlenir?" diye mağdur oluyorlar, mağduriyetlerini buradan getiriyorlar. "Bizi nasıl dinlersiniz?" diye bu şekilde mağduriyet oluşturuyorlar ve topluma bu algı yaptı.
En önemli konulardan bir tanesi "Sürekli cami yıkıldı." yalanları. Cumhuriyet tarihinde, baktığımız zaman, en fazla cami yıkımının Menderes döneminde olduğunu ve yol yapılması için olduğunu, ikinci dönemin de zaten AKP Hükûmeti döneminde olduğunu ve AVM'lerin yapılması için onlarca caminin yıkıldığını görmekteyiz.
Tabii, özellikle "Camide içki içtiler." olayında prim oluşturulmaya çalışılması... "İçki içtiler." olayında imamın çıkıp "Bu iş yalan, içmediler." diye söylemesine rağmen başına neler geldiğini görüyoruz zaten, adamcağızın burnundan getirildi ama bu da bir mağduriyet olarak kullanılıp yine politika yapılmaya çalışıldı.
En kötüsü de bu toplumu iç savaşa bile götürebilecek, kutuplaşma yaratabilecek "Bacımızı dövdüler." yalanı. Bunun yalan olduğu görüntülerle açığa çıktığı hâlde, onun üzerinden yine mağduriyet yaratılıp, onun üzerinden siyasi prim yaratılıp toplumu germeyi hiçbir zaman için göz önüne almadan sürdürdüler.
Tabii, en son, özellikle -bunu gerçekten söylemek istemiyorum ama- işte "Sayın Cumhurbaşkanının kızına suikast yapılacak." söylemi; gerçekten bunlar olmaması gereken şeyler.
Diğer taraftan, dönüyorsunuz: Faiz lobisi. İşte, faize ne kadar para ödediğiniz belli, 600 milyardan fazla para ödenmiş. Özellikle Merkez Bankasının faiz indirimi... Cumhurbaşkanısınız, bu ülkeyi yönetiyorsunuz, ülkenin başısınız, Merkez Bankasının Başkanını çağırın yanınıza -herhâlde "Gel." dediği zaman gitmeyecek değil- orada özel, gizli bir odada konuşun; faiz indirilmesi gerekir mi gerekmez mi onu konuşun ama çıkıp medyanın huzurunda, özellikle, fırçalayarak, parmak sallayarak doları nereye fırlattığınız burada da ortaya çıkıyor. Faiz lobisinde de mağdur olduğunuzu söylüyorsunuz, dolar lobisinde mağdur olduğunuzu söylüyorsunuz ama bunu yine aynı şeye...
"Dış mihraklar" diyor. Bu dış mihrakların kim olduğunu bir türlü bulamadık tabii. Mavi Marmara keza, "..."(x) olayı keza; bunlar tamamen mağduriyet gibi gösterilen ama siyasi olarak yapılan şeyler.
"İsrail lobisi" dediler, Yahudilerden nişan ödülü aldılar. İsrail'le ticareti bu dönemde tepe yaptırdılar, rekor kırdılar.
Özellikle MİT tırlarının yakalanmasından sonra yine bir mağduriyet oluşturup "Oradaki Türkmen kardeşlerimize giden battaniyeleri, yiyecekleri, yardımları nasıl engellerler?" dediler, oysaki IŞİD'e giden silahlar olduğu ortaya çıktı ama onu da başardılar.
Musul Konsolosluğu tam bir rezalet oldu. Oradaki, konsolosluktaki rehinelerin can güvenlikleri olmadığı daha önceden söylendiği hâlde, yine ısrarla sürdürülüp... Ama kimlerle pazarlık yapıldığı daha sonra açığa çıktı. Oradakiler sanki kurtarılmış gibi, çok büyük bir olaymış gibi konuşuldu.
Biraz önce anlatılan, özellikle üzerinde çok durulan Süleyman Çelebi Türbesi...
AHMET AYDIN (Adıyaman) - Süleyman Çelebi değil!
AYTUĞ ATICI (Mersin) - Süleyman Şah Türbesi.
MUHARREM IŞIK (Devamla) - Süleyman Şah Türbesi... Ne yazık ki kabul etseniz de etmeseniz de ilk defa toprak kaybedilme oldu ve herhâlde dünyada ilk defa, daha doğrusu Türkiye'de doksan iki yıllık süreçte ilk defa cumhuriyetin toprak kaybı olmuş oldu.
Şimdi, burada bir teklifim var benim çünkü özellikle Sayın Cumhurbaşkanına her türlü unvan veriliyor. Mavi Marmara zaferi, askerin başına çuval geçirilmesi olayı başarıyla çıktığınız, Musul Konsolosluğuyla ilgili olan zafer, bundan da zaferle çıkıldı ve son olarak da "Şah Fırat" ismini verdiğiniz Süleyman Şah Türbesi'ndeki olay; bunların hepsini topladığımız zaman 3'ü de geçiyor, 3 tane büyük savaş başarısı(!) Dolayısıyla, benim buradaki teklifim, özellikle mareşallik unvanını da vermiş olalım, mareşallik unvanı da verilmiş olsun.
Değerli milletvekilleri, tabii burada, özellikle algı yönetimi yaparken toplumu gerçekten germe pozisyonuna geliyorsunuz. Her türlü medya, özellikle yandaş medya sürekli olarak bazı şeyleri pompalayıp insanların ne yazık ki kutuplaşmasına sebep oluyor. Bu ülkede her şey gelip geçici olacak... Şu anda bir iç güvenlik yasasını tartışıyoruz. Bu yasaya baktığımız zaman, yasanın neler getireceği ortada ama çıkıp sürekli televizyonlarda, özellikle medyada "bonzai, molotofkokteyli, bonzai, molotofkokteyli" kullanılıyor. Ama, dün, özellikle burada, sizin verdiğiniz o bonzaiyle ilgili önergeden daha ciddi bir şekilde verilen teklifimiz ne yazık ki oylarınızla reddedildi; molotofkokteyliyle ilgili verildiği zaman da reddedilecek, kabul edilmeyecek. Dolayısıyla, maalesef, samimiyet testinde kalıyorsunuz ama algı yönetimini çok güzel yapıyorsunuz, bununla ilgili çalışmalar güzel. Bu yeni başlayan bir şey değil ama toplum şu anda gerçekten çok geriliyor ve şu anda germeye devam ediyorsunuz. Ne derseniz deyin, Cumhurbaşkanlığı Sekreteri çıkıp PYD'ye "terör örgütü" dese de Süleyman Şah Türbesi'ne nasıl gittiğinizi herkes çok iyi biliyor. Üstelik şu anda türbeyi yerleştireceğiniz o arsa da sahipli bir arsaymış, adamın parasını da vermemişsiniz; bari parasını verin adamın, oraya yerleştirmişsiniz ama oraya nasıl gittiğinizi, işte, IŞİD'le ne pazarlıklar yapıldığını, bunu artık herkes biliyor. Ondan dolayı bence ülkeyi artık germeyelim, seçime gidiyoruz. Ben de seçime doğru gidiyorum. Belki bundan sonra görüşemeyiz, hakkınızı helal edin diyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)