GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:2
Birleşim:122
Tarih:20.06.2012

AK PARTİ GRUBU ADINA HAMZA DAĞ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 279 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı'nın tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, 1 tanesi de Kütahya'dan hemşehrim olan, bugün ahirete intikal ettirdiğimiz şehitleri rahmetle anıyor, ailelerine de başsağlığı diliyor ve yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

İnsan hakları kavramının temelinde elbette insan olgusu bulunmaktadır. Akıl taşıyan, düşünen ve aynı zamanda psikolojik varlık olarak insanın, sırf insan olması nedeniyle doğuştan bazı haklarının var olduğu savı insan hakları düşüncesinin başlangıcı olmuştur. Genel olarak hak, bir kimsenin isteyebileceği, ileri sürebileceği ve kullanabileceği bir durumu belirtir. İnsanların gereksinimlerini karşılayacağını belirten devlet, onların doğuştan gelme bazı hak ve özgürlükleri bulunduğunu ve koruyacağını söylemiştir. Hak ve özgürlüklerinin güvende olduğunu gören insanlar da bazı sınırlamalara, bu güvence karşılığında, toplumsal yaşam içerisinde rıza göstermişlerdir. Hak ve yetki olguları aslında toplumsal düzenin temelinde vardır.

İnsan hakları, bütün insanların yalnızca ve yalnızca insan olmalarından dolayı sahip olduğu hakları ifade eder. Bu hakların temelinde insanın değerli bir varlık olduğu anlayışı yatar. 2001 yılında partimizin kurulduğu günden bu yana çok sık ifade ettiğimiz, Şeyh Edebali'nin "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." sözünün temelinde de bu anlayış yatmaktadır. Devlet odaklı insan felsefesini değil, insan odaklı devlet felsefesini baz alarak çıktığımız bu yolda insan hakları karşısında hiçbir zaman devlet çıkarlarını ön planda tutmadık çünkü bizim için aslolan insandır, devlet değildir. Halkının mutlu olmadığı, baskı gördüğü bir devletin var oluşu bir anlam ifade etmemektedir.

İnsan haklarının bir kavram olarak biçimlenmesi 18'inci yüzyıldan sonra başlamış olsa da aslında insan hakları kavramı çok daha eskilere dayanmaktadır. Dünyada bugün gelinen noktada ise artık insan hakları kavramı ulusal bir öge olmaktan çıkmış, uluslararası alana taşınmıştır çünkü en üst varlık olan insanın rengi, dili, dini, ırkı ne olursa olsun evrensel boyutta haklarının olduğu bugün tüm dünya tarafından kabul edilmektedir. Bugün dünyanın neresinde bir insan hakkı ihlali yapılsa biz buna göz yumamayız, sessiz kalamayız, aynen Suriye'de yaşanan insan hakları ihlallerine sessiz kalmadığımız gibi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ İktidarı döneminde ekonomi, eğitim, sağlık, ulaşım gibi birçok alanda çok önemli icraatlar yapılmış, Türkiye koalisyon hükûmetleri zamanında kaybettiği yılları geri kazanmıştır ama bunların hepsinden de önemlisi, yıllardır hak ettiği demokratik ve insan haklarına bağlı bir devlet olabilme yolunda çok önemli adımlar atmıştır. Demokratikleşme ve insan hakları alanında köklü bir dönüşüm gerçekleştirilmiş, güçlü olanın haklı olduğu değil, haklı olanın güçlü olduğu bir ülke olma yolunda önemli mesafeler katedilmiştir. Yeni, sivil, demokratik ve insan odaklı bir anayasa yapma sözü vererek çıktığımız 2011 seçimleri sonuçlarının da halkımızın bu noktada bize olan inancının ve güveninin en büyük göstergesi olduğunu açıkça ifade etmek istiyorum.

İktidarımız döneminde Bilgi Edinme Hakkı Yasası çıkarılmış, temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvenceler artırılmış, düşünce ve ifade özgürlüğünün alanı genişletilmiştir.

"İşkenceye sıfır tolerans" diyerek başlattığımız çalışmayla cezaevlerinde, karakollarda sistematik olarak var olan işkence bitirilmiş ve bu konuda uluslararası kuruluşlardan olumlu raporlar alınmıştır.

Ender olarak yaşanan üzücü olayların ise sonuna kadar üzerine gidilmiş ve bu sorumlulardan hesap sorulmuştur. İşkenceyle mücadele hususunda her zamanki kararlılıkla, durmadan mücadele etmeye devam edilecektir.

Güneydoğu'da yaşanan üzücü olayların üzerine gidilmiş, olağanüstü hâl kaldırılmış ve 2002 sonrasında faili meçhul olay yaşanmamıştır.

Geniş bir kültürel zenginliğe sahip olan ülkemizde yıllarca yasaklanan farklı dil ve lehçelerde eğitim kurslarının açılması, televizyon kanallarının açılması sağlanmıştır.

Demokratik açılımla birlikte, konuşulamayan, tartışılamayan konular konuşulur, tartışılır ve çözüm aranır hâle gelmiştir.

Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesinde değişikliğe gidilmiş ve bu anlamda birçok mağduriyet giderilmiş ve bu konudaki 1.025 tane izin başvurusundan büyük çoğunluğuna onay verilmemiştir.

Hiçbir şüphe yok ki, Türkiye, bugün, her alanda olduğu gibi, temel hak ve özgürlükler alanında da 2002'ye göre çok daha iyi noktadadır. Tabii ki mevcut durum yeterli değildir. Sivil, demokratik, insan odaklı, bireye ödevler yükleyen değil, haklarını garanti altına alan bir anayasayla insan hakları sağlam bir zemine oturtulacak ve lider ülke olma yolunda hiçbir engel kalmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Paris Prensipleri" olarak bilinen 20 Aralık 1993 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı, insan haklarının geliştirilmesi ve korunması için kurulan ulusal kuruluşların statüsüne ilişkin temel ilkeleri ortaya koymaktadır. Paris Prensipleri ışığında hazırlanan bu tasarı tam anlamıyla Paris İlkeleri'ni kapsamakta ve ülkemize yakışır bir kurum olma özelliğine sahip olmaktadır.

Tasarının detaylarına girmeden önce kısaca Paris Prensipleri'ne değinmekte fayda mülahaza ediyorum. Ulusal kurumların statüsüne ilişkin ilkeler ya da yaygın olarak bilinen adıyla "Paris Prensipleri" ulusal insan hakları kurumlarının yetki ve sorumluluklarına oluşum, bağımsızlık ve çoğulculuk güvencelerine, çalışma yöntemlerine ve bunlara ek olarak yarı yargısal yetkilerle donatılmış kurumların statüsüne dair standartları belirlemektedir. Anılan prensipler gereğince ulusal kurum, yasa ile insan haklarının korunması ve geliştirilmesine ilişkin yetkilerle donatılacaktır. Bu prensipler, kuruma, devletin insan hakları alanındaki uluslararası yükümlülüklerinin uyumlaştırılması konularında hükûmet ve Parlamento başta olmak üzere, yetkili tüm makamlara bunların isteği üzerine veya resen tavsiyede bulunma ve görüş bildirme yetkisini sunmaktadır. Paris Prensipleri, ulusal kurumların üyeleri belirlenirken toplumun ilgili tüm kesimlerinin temsil edilebileceği çoğulcu bir yapı oluşturulmasına özen gösterilmesine ve nitelik, nicelik açısından görevlerini sorunsuz bir şekilde yerine getirebilecek derecede idari ve mali altyapıya sahip olmasına önem vermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2009 yılında Meclise sunulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı, o dönem Anayasa Komisyonuna gönderilmiş ve tasarı ile ilgili bir alt komisyon kurularak çalışmalara başlanılmıştır. Anayasa Komisyonunda çok önemli değişiklikler yapılarak Komisyonun raporunu verdiği tasarı o dönem görüşülememiş ve kadük kalmıştır. Bu dönemde, 5 Mart 2012 tarihinde tekrar Meclise gönderilen tasarı İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna esas komisyon olarak havale edilmiştir. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun görüştüğü ilk tasarı olma özelliğini taşımakta olan bu tasarı, alt komisyon çalışmalarıyla birlikte yaklaşık üç aylık bir çalışmanın sonucunda son hâlini alarak Genel Kurulumuza gelmiştir. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun bünyesinde kurulan Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Alt Komisyonu iki aya yakın bir süre çalışmalarda bulunmuştur. Alt komisyon olarak dernekleri, vakıfları, akademisyenleri, baroları, üniversitelerin insan hakları merkezlerini, uluslararası kuruluşları, bu konudaki akil kişileri, kısacası bu konuda söz söyleyecek "Sözüm var." diyen herkesi sözünün son kelimesine kadar dinlemiş, önerilerini almış ve tasarıya katkı koyabilmelerini sağlamıştır.

11 madde olarak komisyonumuza gelen tasarı, alt komisyonumuzda ve üst komisyonumuzda yapılan çalışmalar ve gelen önerilerin değerlendirilmesiyle birlikte 24 maddeye çıkarılmış, gelen tasarıyla birlikte değerlendirildiğinde yaklaşık 30'a yakın değişiklik yapılmıştır. Sivil toplumun bu konudaki eleştirilerinin yoğunlaştığı alan ve muhalefetin eleştirilerinin yoğunlaştığı alan üye seçimi, seçim kriterleri, kurul oluşumu, üyelik teminatı, ilişkili olduğu kurum ve Paris Prensipleri ile uyumlu olup olmadığı noktasındadır.

Tasarıda yer alan "On bir üyeyi Bakanlar Kurulu seçer." ibaresi alt komisyonumuzda ve daha sonra üst komisyonumuzda değiştirilmiştir. Yapılan değişiklik ile kurulun üyelerinin 7'si insan hakları alanında temayüz etmiş kişiler arasından Bakanlar Kurulunca atanır; 2 üye ise insan hakları alanında temayüz etmiş kişiler arasından Cumhurbaşkanınca atanır; 1 üye insan hakları alanında çalışma yapmış akademisyenler arasından Yükseköğretim Kurulunca seçilir; 1 üye ise bu alanda çalışmalarda bulunan, en az on yıllık avukatlık yapmış avukatlar arasından baro başkanlarının seçimiyle belirlenir. Böylelikle, üyelik seçiminde çoğulculuk sağlanmış, dinlediğimiz STK'ların özellikle "Kimin seçtiği değil, kimin seçildiği önemlidir." noktası önemli görülmüş ve insan hakları alanında temayüz etmiş kişilerin seçilmesine önem verilmiştir.

Ayrıca, tasarıda en çok eleştirilen bir diğer konu olan "Kurulun Başkanını ve İkinci Başkanını Bakanlar Kurulu seçer." ibaresi değiştirilmiş, Kurulun Başkanını ve İkinci Başkanını Kurulun seçme imkânı getirilmiştir. STK'ların "Bütün üyeleri ve başkanı Bakanlar Kurulu belirlerse bu kurum siyasi baskı altında kalır." görüşüyle savunduğu bu öneri dikkate alınmış ve Kurulun bağımsız bir yapı içerisinde çalışabilmesi için gerekli değişiklikler yapılmıştır.

Burada, biraz önce, muhalefet partisinden arkadaşlarımız da Kurul konusunda, Kurum konusunda seçimle alakalı bazı eleştiriler getirdiler. Avrupa'dan, özellikle demokrasinin ön planda olduğu söylenen ülkelerden birkaç örnek vererek bu konulara cevap vermek istiyorum.

İngiltere'de, bütün üyeler ve başkan, bakan tarafından atanmaktadır. Kurumun bütçesi bakan tarafından belirlenmektedir. Bizim tasarımızda, Kurumun bütçesi bizzat Meclis tarafından verilmektedir. Bu, ICC tarafından Paris Prensipleri ile tam uyumlu olarak kabul edilmiştir.

Fransa'da, bütün üyeler ve başkan, bırakın bakanlar kurulunu, bizzat başbakan tarafından atanmaktadır ve başbakanın Fransa'daki yapısının da bizim Başbakanlık yapımız gibi olmadığını hepimiz biliyoruz. Kurumun bütçesi, başbakanlık bütçesi içinde yer almaktadır. Meclis tarafından başbakanlığa bir bütçe veriliyor ve başbakanlık bu bütçeyi kurula veriyor. Bizse bizzat Meclis tarafından bütçeyi Kurula ayırıyoruz ve bu da yine ICC tarafından Paris Prensipleri'yle tam uyumlu kabul edilmektedir. Bunun örnekleri çok daha, Avustralya'da, Norveç'te artırılabilmektedir.

Bizim tasarımızda ise dört ayrı kurum tarafından üyeler atanmaktadır. Başkan ve ikinci başkan, Kurulun kendisi tarafından belirlenmektedir. Bütçe, özel bütçeli olarak ifade edilmektedir. Mevcut kurumların çok daha ilerisinde bu kurumun kurulacağını açıkça ifade etmek istiyorum. Bu tasarının Paris Prensipleri'ni karşıladığı noktasında ufacık bir şüphemiz dahi bulunmamaktadır. Ayrıca, üyelerin sık sık baskı altında kalabilecekleri düşüncesiyle kamuda en üst teminat düzeyi olan hâkimlik teminatı da Kurul üyelerine sağlanmıştır. Bu da şu şekildedir: Kurul üyelerinin hiçbir şekilde görevlerine son verilemez. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlleri dışında yakalanamaz, aranamaz ve sorguya çekilemezler. İnsan hakları alanında çalışma yapan ve rapor hazırlayacak olan bu Kurulun en üst düzeyde teminat altına alınması, iktidarımızın bu konudaki yaklaşımını ve düşüncesini en iyi şekilde ortaya koymaktadır. Hâkimlerle ilgili teminat nasılsa Kurul üyeleri konusundaki teminat aynıdır. Hâkimlerin atanmasının ne şekilde olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunlar, yargı bağımsız ve yargının bağımsız olduğunu söylüyorsak bu teminat sayesindedir. Kurul üyelerinin dört yıl boyunca görev yapacağı teminat altına alınmış ve ağır ceza suçu dışında yakalanamayacağı, gözaltına alınamayacağı da hüküm altına alınmıştır. Çünkü biz bu tasarıyla kurulacak olan Kurumun Paris Prensipleri ışığında, gerçek anlamda bağımsız, çoğulcu, demokratik ve sivil inisiyatif alabilmesini önemsedik. Çok şükür ki bugün de burada bu tasarıyı gönül rahatlığıyla savunuyor ve yasalaşması için uğraş veriyoruz.

Bir diğer eleştirisi konusu, Kurumun Başbakanlıkla ilişkilendirilmesi meselesidir. Bu noktada idare hukukumuzda üç tür yöntem bulunmaktadır: Bir, bağlı; iki, ilgili; üç, ilişkili. Biz en zayıf bağlılık olan "ilişkili" ibaresine önem verdik ve onu kullandık.

Geçen hafta Mecliste Kamu Denetçiliği Kurumu görüşülürken muhalefetten kamu denetçiliğiyle ilgili benzer eleştiriler gelmişti, Kamu Denetçiliği Kurumunun Meclisle ilişkilendirilmesi ve üyelerin Meclis tarafından seçilmesi eleştiri konusu olmuştu. Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum, aynen ifadeler şöyledir, kamu denetçiliğiyle ilgili söylenen ifadeler: "Ne için yaptınız? Temel hak ve özgürlükleri korumak için. Kimi denetliyorsunuz? İdareyi. Ne zaman, ne yapıyorsunuz? İdarenin başındaki bakanı denetliyorsunuz. Kime denetletiyorsunuz? Gene o çoğunluğun seçtiği adama veya kişiye."

Kamu Denetçiliği için Meclisin seçmesini eleştiren zihniyet, bugün de burada Türkiye İnsan Hakları Kurumu için Başbakanın ve diğer yönetim mekanizmasındaki Cumhurbaşkanımızın, YÖK'ün seçmesini eleştirmektedir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi de, yürütme de siyasi bir kurumdur. Siyaset mekanizmasının yapmış olduğu seçim sonuna kadar meşrudur. Biz akil adamların veya statükocuların seçimine karşıyız ama siyasi kurum olan hem Meclis hem yürütme her zaman bu tarzda kurumlara seçim yapabilecektir, yapabilmelidir.

Burada "Meclis seçsin ve 2/3 çoğunluk aransın." yaklaşımı gerçekten doğru değildir. 2/3 çoğunluk aradığınız takdirde en ufak bir anlaşmazlıkta dahi kriz çıkabilmektedir. Örneğin, 2007 yılında yaşadığımız Cumhurbaşkanı seçiminin üçüncü turunda 2/3 çoğunluk aranmamasına rağmen, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar ülkeyi krize sürüklemiştir.

Biz Kamu Denetçiliğiyle eğer Türkiye İnsan Hakları Kurumunu aynı noktada Meclisle ilişkilendirirsek, birinci sıkıntımız görev ve yetki noktasındaki uyuşmazlık olacaktır. Her ikisi de insan hakları konusunda yetkilidir ve Meclisle ilişkilendirildiği takdirde ileride görev ve yetki noktasında sıkıntı çıkacaktır. Biz on yıldır bu ülkeyi yönetiyoruz ve on yıldır kurumların ne şekilde kurulacağını çok iyi biliyoruz ama bu ülkeyi altmış yıldır yönetemeyen veyahut da bir daha yöneteceği mümkün olmayan, şimdiye kadar yönetmemiş olanlar kurumların kurulması konusunda tecrübe sahibi olamayabilirler. Bu konuda biz tecrübe sahibiyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) -  On yıldır Türkiye'yi nasıl yönettiğiniz ortada zaten.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ara seçimle mi geldin?

HAMZA DAĞ (Devamla) - Bu tasarının yasalaşmasıyla birlikte, Türkiye gerçek anlamda Paris Prensipleri'ne uyumlu, şeffaf, özgürlükçü, sivil toplum kuruluşlarının temsil edildiği?

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ara seçimle mi geldin?

HAMZA DAĞ (Devamla) - ?insan haklarının doğrudan temayüz ettiği, 2023 vizyonuna yakışır bir kuruma sahip olacaktır.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Tanıyamadım ben seni, ara seçimle mi geldin?

 HAMZA DAĞ (Devamla) - 279 sıra sayılı Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanunu Tasarısı'nın milletimize hayırlı olmasını temenni eder, Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Çıkaramadım, herhâlde ara seçimle geldin.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Eğer ki Muharrem Bey o sözü bana söylemişseniz, bir milletvekiline hakaret ettiğinizin farkında olmanızı temenni ediyorum. Ara seçim falan da bu ülkede yapılmadı.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Hakaret değil.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Ben 12 Haziran seçimlerinde 85 bin kişinin oyunu alarak bu Meclise geldim ve 12 Haziran seçimlerinden beri bu Meclisteyim. Levent Bey de bizi gayet iyi bir şekilde tanır.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Hakaret değil, espri o.

HAMZA DAĞ (Devamla) - Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyor, yüce Meclisimizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ama, bak, insicamın bozuldu.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.