| Konu: | TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 123 |
| Tarih: | 21.06.2012 |
ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Ayhan Sefer Üstün, Sakarya Milletvekili, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı, aynı kentte, birlikte yaşıyoruz, aynı kaderi paylaştık. Bir gece, saat üçe geldiği bir sırada, yaşadığımız kentte aniden yüzyılın depremi oldu. Evden çıktık, dışarıya çıktığımızda binlerce ev yıkılmıştı ve insanlar enkaz altındaydı. Şimdi söyleyeceklerimi o anlıyordur, sizler de -umut ediyorum- şöyle bakın: İnsan haklarıyla ilgili bir eleştiri yapmayacağım. Bugün, sadece bir feryadı, dün başlayan bir feryadı beni anlayabilecek olan arkadaşımla birlikte bu Mecliste seslendirmek istiyorum. Buna şöyle diyebilirsiniz: "Sakarya Milletvekili bu kürsüde duygu sömürüsü yapıyor." Ya da şöyle diyebilirsiniz: "Bu insani bir görevdir, evet, biz böyle davranmalıyız." Yüzlerce insanımız öldü, yüzlerce insanımız enkaz altında kaldı, insanlarımız kendilerine bir ekmek getirildiğinde "Hayır, bana değil, komşuma ver." diyerek o depremin acılarını sarmaya çalıştı. AKP'li değildik, CHP'li değildik, MHP'li değildik, BDP'li değildik, hiçbir partiye mensup değildik, insandık, hepimiz yaşamak istiyorduk ancak insan aklı şaşılacak derecededir, en büyük yaşadığı acıyı aniden unutuverir. Aradan belli bir süre geçti, Düzce depremi oldu. Daha büyük bir felaketti, gündüz oldu, kıştı, kömürler yanıyordu, insanlar yandı, çocuklar yandı, kadınlar yandı. Devlet, yaraları sarmaya çalıştı, el uzattı; evi olanların, yıkılanların yerine ev verildi. Söylenecek şeyler var mıdır? Vardır ama o tarafını bir tarafa bırakıyorum. Evi olanlara sahip çıkıldı. Bir de kirada olanlar vardı; evi olmayacak kadar yoksul olanlar, evi olmayacak kadar çaresiz olanlar, evi olanlar gibi evladını kaybeden, çocuğunu kaybeden, hayatını kaybeden insanlar vardı. Bu insanlar ilk önce çadırlara yerleştirildiler, daha sonra prefabriklere. Kaç metrekare?
Değerli arkadaşlarım, bakın, ceylan koltuklarda oturuyoruz, bakın, ne kadar geniş bir salondayız ama inanın, on saat burada oturamıyoruz, hemen kulise çıkıyoruz. Tam on üç yıldır prefabriklerde aileleriyle beraber yaşıyorlar; hastaları var, çocukları var okul birincisi, yoksullar; tek bir şey istiyorlar, barınma hakkını istiyorlar ama insan hakkı şöyle diyor? "On üç yıl geçti aradan, artık ne yapabiliriz? Bir çare bulsaydınız. Bu kadar fakir var, bu kadar fukara var, sizinle mi ilgileneceğiz." diyorlar. Böyle demeyelim.
Değerli Başkanım, dün Düzce'de elli dört aile prefabriklerinden çıkartıldılar, erkekler tutuklandı, kadınlar sokağa atıldılar. Hasta vardı, hastanın makinesi söküldü, atıldı. Çocuklar şok yaşıyorlar. Buna insan hakları olarak bakalım, buna parti açısından bakmayalım. Onlara, yarın Düzce'ye sorarsanız, size şöyle diyebilirler, elli tane mazeret bulabilirler ama yoksulluğun mazereti yok Sayın Başkanım. Sizden rica ediyorum, bu insanlara hiçbir parti ayrımı yapmadan, sadece bugün konuştuğumuz insan hakları felsefesinden bakarak elinizi uzatın, devletin şefkatini hissetsinler, çocukların travmasını giderin, hastayı tekrar makinesine bağlayın ve onlara deyin ki: "Devlet hâlâ vardır; devlet fakirin de, fukaranın da, yoksulun da yanında olacaktır ve sizin de en az ev sahibi olanlar kadar yaşama hakkınız vardır." Bunu derseniz hepinizi saygıyla selamlayacağım.
Hepinizi saygıyla tekrar selamlıyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)