| Konu: | 1915 Çanakkale Kara ve Deniz Savaşları Zaferi'nin 100'üncü yıl dönümü ve 18 Mart Şehitler Günü nedeniyle günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 79 |
| Tarih: | 18.03.2015 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum.
Çanakkale Zaferi'nin 100'üncü yılındayız. Yüz yıl, aslında milletlerin tarihinde çok uzun bir süre sayılmaz. buradaki arkadaşların büyük bir çoğunluğu Çanakkale Savaşı'nı görmüş olan insanlarla muhakkak bir yerde yolu kesişmiş arkadaşlardır, bunların hatıralarını birinci elden dinlemiş arkadaşlardır. Tabii, zaman geçtikçe bir tarafıyla hatıralar tarihin derinliklerine gömülür ama diğer taraftan da milletlerin ortak hafızası bu hatıraları geleceğe taşır. Önemli olan bu hatıraları geleceğe taşırken nasıl bir anlam ve yaklaşım içerisinde taşıdığımızdır. Yüz yıl önce Çanakkale'de yedi düvele karşı meydan okuyan, onlara karşı mücadele eden, bir yıllık süre içerisinde kanlarını döken o sayısız vatan evladını, oradaki şehitlerimizi, gazi olanları, hepsini öncelikle rahmet ve minnetle anıyorum.
Toplam her iki taraftan yaklaşık 500 bin kişinin hayatını kaybettiği bir savaş. 257 bin civarında bizim askerimiz, Osmanlı Devleti'nin askeri, bu Osmanlı coğrafyasının farklı yerlerinden kopup gelerek Çanakkale'de düşmana karşı saf tutan bizim askerlerimiz orada şehit düştüler, 257 bin kişi. Aslında, bakarsanız, bugün orta büyüklükte bir şehrin nüfusuna tekabül edecek kadar büyük bir sayıdır. Düşman kuvvetlerinin kaybı da 250 bin civarındadır.
Değerli arkadaşlar, böylesine büyük kayıpların yaşandığı, büyük tarihsel sonuçlar çıkartan olaylar milletlerin kolektif hafızasında da çok önemli bir yer edinirler. Aradan yıllar geçse bile o yerin nasıl bir yer olduğunu bize anlatan görüntülerle, hâllerle gündelik hayatımızın içinde de karşılaşırız. Bundan birkaç yıl önce bir Türk halk müziği korosunun performansına, programına katılmıştım Resim ve Heykel Müzesi'nde Ankara'da. Bu tür konserleri bilirsiniz, ön tarafta laci elbiseliler otururlar, daha çok toplumun seçkin kesiminden gelen insanlar, geriye doğru da bir protokol sırası içerisinde ama o toplumsal hiyerarşiyi hatırlatır tarzda insanlar yerleşirler ve konseri dinlerler. Çeşitli türküler söylendi. Her sınıf âdeta kendi içine gömülü bir biçimde bu türküleri dinledi ama ne zaman ki konserde "Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni" türküsü söylenmeye başladı, bir anda salonda bütün o sosyal sınıf farklılıklarını, o görünmez hatlarla insanları birbirinden ayıran ve onları kendi içine gömen atmosferi dağıtan ve hepsini aynı kalbî yakınlık ve sıcaklıkta toplayan bir atmosfer teşekkül etti. Bu kahramanlık türküsü ama aynı zamanda bütün kahramanlık türküleri gibi bu acıklı türkü oradaki insanlar tarafından derin bir biçimde, derin bir duyarlılıkla, sadece dudaklarıyla değil aynı zamanda kalpleriyle söylendi. Böylesine muhteşem bir orkestra teşekkül etti. Çanakkale Savaşı'ndan belki doksan yıl sonraydı ama Çanakkale Savaşı'nın hatırasının bu milletin kolektif hafızasına nasıl yerleşmiş olduğunu gösteren muhteşem bir örnekti, kesinlikle tanık olmak gerekirdi. Onun peşinden de Yemen türküsü söylendi. Yine aynı orkestra Yemen türküsünü söylerken programdakiler, seyirciler de aynı ses tonuyla, aynı kalbî hissedişle o türküye katıldılar. Bizim kolektif hafızamızı Yemen'de, Çanakkale'de, Kafkas cephesinde, Kut'ül Amare'de, Sina cephesinde toplayan, oradaki acıları türküler üzerinden bugün terennüm etmemizi sağlayan, işte bizi bir yapan duygunun temelidir. O bakımdan Çanakkale orada yaşanmış hatıralarıyla bizim kardeşliğimizin, millet oluşumuzun tarihsel mührüdür, acıklı bir mührüdür ama kesinlikle o tarihî mühürdür.
Hepiniz bilirsiniz, çocukken kan kardeşi olur insanlar; parmakları kesilir, kanlarını birbirine sürterler ve kan kardeşi olurlar. Kan kardeşi olduktan sonra da aralarında çok derin bir hukuk teşekkül eder. Çanakkale Savaşı, bu milletin kan kardeşi olduğu, oradaki 250 bin kişinin kanı üzerinden geçmişten geleceğe o ortak iradenin bir ok gibi ileriye fırlatıldığı çok önemli bir tarihsel bölümdür. O bakımdan, bu kan kardeşliği, bu Anadolu'nun her tarafından gelmiş insanların hep birlikte kanı üzerine oluşturdukları -ama hamasi değil, gerçekten öyle, kalbî şekilde öyle, gönül dili üzerinden öyle- bir kardeşliktir. O yüzden, Çanakkale'ye bakarken biz sadece geçmişe bakmayız; Çanakkale'ye bakarken Anadolu'dan Rumeli'ye, Kafkas cephesinden Orta Doğu'ya kadar uzanan o sosyokültürel devamlılık içerisinde kan kardeşi olduğumuz insanlarla birlikte bir geleceğe, insanlığın ufkuna bakarız. Çanakkale işte böyle bir yerde duruyor arkadaşlar.
Tabii ki zaferler çok önemli. Zaferler bize yapabilme, edebilme gücü verir. Ama aynı şekilde yenilgileri bilmek gerekir. Yenilgilerdeki dramı, oradaki insanlık adına, kendi milletimiz adına, geleceğimiz adına çıkartmamız gereken dersleri de iyi bilmek gerekir. Hayatın bir tarafı zafer, bir tarafı yenilgidir; bir tarafı hayat, bir tarafı ölümdür. "Kahramanlık" dediğimiz o anlatıların bir tarafında da kanın ve dehşetin olduğunu unutmayalım. Çanakkale'ye ilişkin o hatıraları dinlerken insanların gündelik hayatı içerisinde olağan bir şekilde yaşam parçalarının bize anlatıldığı hatıralar olmadığını biliriz; şarapneller uçar, toplar atılır, insanlar parçalanır, bir mahşer yeridir. Bir tarafıyla insani dramlar vardır, bir tarafıyla insani soyluluk, asalet vardır, kahramanlık vardır. Ama kahramanlığın bir tarafı acıdır, dramdır. 250 bin kişinin hayatını yitirdiği bir savaştan bahsediyoruz. O savaşa gelinceye kadar yaşanmış kimi kayıplardan, yenilgilerden, mağlubiyetlerden bahsediyoruz.
Balkan Savaşı, hemen Çanakkale'nin önünde yine bizim kolektif hafızamıza mıh gibi çakılmış bir savaştır (1912-1913). Altı tane Balkan ülkesi birleşti, kendilerinden katbekat üstün Osmanlı kuvvetlerine karşı bir savaş kazandılar ve biz, şanla şerefle gittiğimiz Balkanlardan yenik, mahzun, perişan bir şekilde geri döndük 1912-1913'te. Mağlubiyetlerden de çıkartmamız gereken dersler var. Ama herhâlde millet o dersi çıkarttığı için olsa gerek, ondan iki sene sonra, gerçekten, o yedi düvelin oraya yığmış olduğu kuvvete karşı, o altı tane kendisinden kopmuş Balkan devletinin kendisinin altıda 1'i kadar olan kuvvetine yenilen Osmanlı İmparatorluğu yedi düvele kafa tuttu, yedi cephede kafa tuttu ve birçok yerde zaferler kazandı. Demek ki ders çıkartmak da mühim.
Değerli arkadaşlar, Çanakkale Savaşı'nı Mehmet Akif Ersoy çok güzel anlatır. Eminim buradaki değerli milletvekilleri arasında parti farklılıkları, siyaset farklılıkları, telaffuz farklılıkları vardır ama ortaklıklardan birisi de Mehmet Akif Ersoy'un şiirleridir ve birçoğunun hafızasında o şiirin olduğundan eminim.
"Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya,
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya." diye başlayan o şiiri ben daha 15 yaşındayken, bir yatılı okul talebesiyken öğrendim. Eminim buradaki arkadaşlar da -bu milletin birçok diğer ferdi gibi- çok daha küçük yaşlarında bu şiiri öğrenmiştir çünkü şiirler ne yaşandığını bize kendi dilleriyle daha iyi anlatır. Şairler o yüzden milletlerin haykıran sesleri, bir başka şairin dediği gibi. Ve Mehmet Akif Ersoy o şiirinde hepimizin yine tamamını ezbere bir şekilde hatırladığımız ama en çok terennüm ettiğimiz o mısraları üzerinden bize şöyle seslenir:
"Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!"
"Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi,
Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi."
Bu mısrası eleştirilmiştir de, bilirsiniz.
"Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı, değer."
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber."
Ben sussam bile bu Meclis onu tamamlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tarih böyle klişe anlatımlar üzerine yürümez. Tarih o kadar derin ayrıntılarla oluşur ki... İngiliz tarihçi Carr vardır, "What is History?", tarihin ne olduğunu orada çok detaylı bir şekilde ifade eder. Ayrıntılar... Biz Çanakkale Savaşı'ndan bahsediyorsak orada hayatını kaybetmiş olan 250 bin insanın hayatından bahsetmemiz gerekir. Nasıl şehit düştükleri kadar, o ilk şehit Hasan Mevsuf gibi geride hangi gözyaşını, hangi acıyı bıraktıklarını da Çanakkale savaşlarının yanına koymamız gerekir çünkü işin bir tarafında Çanakkale'deki kahramanlık vardır, diğer tarafında da Anadolu'da o kahramanların geride bıraktıkları vardır. Hepsini görürsek, hepsini tek bir ayrıntısına kadar bilebilirsek ancak o zaman Çanakkale savaşlarının ne olduğuna ilişkin daha kapsayıcı bir perspektifimiz olur.
O ayrıntılar... Tabii ki ben burada hepsini anlatamam ama o ayrıntıların ne olduğuna ilişkin bazı hatıralar vardır, insan hikâyeleri vardır. O insan hikâyeleri ki "bestseller" değildir, arka planlarda kalmıştır ama yine bizim o kolektif hafızamız arkada ve derinlerde kalan bu hikâyeleri kendi hikâyesi olarak bildiği için onlara dokunur, onları gün ışığına çıkartır, onları terennüm eder.
Bakın, size Çanakkale Savaşı'nın geride bıraktıklarından bir anekdot okumak istiyorum: "Bir anda dışarıda koşuşma başladı. Eski askerler 'Saya geldi, saya geldi.' diye birbirlerine bağırıyorlardı. Binbaşı Abdülkadir meraklı bakışlarını Binbaşı Lütfi'ye çevirince o da bilgi vermek mecburiyetini hissetti: 'Sâî gelmiş. İzmir'in köylerinde dolaşır. Askerlere gönderilecek mektupları, küçük emanetleri toplar, getirir, sahiplerine verir. Sırdaş olduğu için de sevgililer selamlarını ona emanet ederler. Bu da onun gelişini çok değerli yapar.' Askerler etrafına toplanınca sâî sağ elini heybenin bir gözüne soktu, bir mektup çıkardı ve bağırdı: 'Mehmet Oğlu Kara Ali...' Değişik yerlerden sesler yükseldi: 'Cennetiâlâda, mertebesine erdi.' Mektubu heybenin diğer gözüne attı, tekrar bir mektup çıkardı: 'Alsancak'tan Hayati Oğlu Salim...' Kalabalığın arasından birisi elini uzatarak bağırdı: 'Ver, buradayım.' Yanındaki asker Salim'in sırtına hafif bir yumruk vurdu 'Kimden geliyor?', 'Dur hele, zarfın arkasını okuyayım.' Eline yeni bir mektup alan sâî yüksek sesle bağırdı: 'Kadir oğlu Hüseyin...' Değişik yerlerden cevap geldi. 'Şehit, şehit...' Onu da diğer göze attı. Bu kere işlenmiş bir mendil çıkardı: 'Hasan oğlu Rafet...' Hiç ses çıkmayınca sâî tekrarladı: 'Hasan oğlu Rafet...' Tanıyanı kalmamıştı. Sâînin yüz hatları değişti. Gözleri dolan Binbaşı Abdülkadir karargâha girdi, onu takip eden Binbaşı Lütfi kapıyı örttü ama az da olsa Sâînin sesini hâlâ duyuyorlardı: 'Musa oğlu Muharrem...'" Öyle ki kimsesi kalmayan, tanıyanı kalmayan şehitler olmuş. Düşünün ki orada insanlar birbirlerine canlarını emanet ediyorlar, her şeylerini emanet ediyorlar; nasıl bir hercümerç, nasıl bir mahşer yeri ki bazen bunlar da yaşanıyor.
Bir başka anekdot okuyacağım izninizle. Bu, Balıkesir'de Ali Sururi İlkokulu karşısındaki boşlukta eski bir ayakkabı tamircisi Cevdet Alkalp'e ilişkin. Bir gün Çanakkale'den bahsederken ağlamaya başlıyor ve şöyle anlatıyor derleyene: "Rahmetli babam Hafız Ali Çanakkale'de kaldığında, anamın karnında yedi aylıkmışım. Onu hiç tanımadım. Bir fotoğrafı bile yoktu. O günler çok zor günlerdi. Seferberliğin sıkıntıları, Kuvayımilliye zamanı, işgal yılları vesaire... Çocukluğumuz hep ekmek peşinde, sıkıntıyla geçti. Ama anam, benim çocukluğumdan itibaren her sokağa çıkışta, her nereye giderse yanıma gelir ve 'Oğlum, ben pazara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha! Ben teyzenlere gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha! Ben komşulara gidiyorum. Baban gelirse beni hemen çağır ha!' derdi. Anam babamı bekledi durdu. Büyüdüm, dükkân açtım. Annem yine her bir yere gidişte dükkâna gelir, gideceği yeri söyler ve 'Baban gelirse beni çağır ha!' diye eklerdi. Aradan yıllar geçti, anacığım ihtiyarladı. Gene hep değneğini kaparak bana gelir ve 'Baban gelirse beni çağır ha!' diye tembihlerdi. Günü geldi ağırlaştı, ölüm döşeğinde bizimle helalleşti. 'Bana iyi baktınız. Hakkınızı helal edin.' dedi. Bana döndü yavaşça: 'Baban gelirse ona annem hep seni bekledi de.' dedi. Birden irkilerek doğruldu ve kapıya doğru gülümseyerek 'Hoş geldin Bey, hoş geldin.' diyerek ruhunu teslim etti."
Bir tarafta insanların hikâyesi, o küçük hikâyeler ama içinde bu milletin ruhu ve kalbi olan hikâyeler, bir tarafta o büyük kahramanlıklar ama ne o küçük ne büyüklükte onunla yarışamayacak bir hikâye. İkisini bir arada gördüğünüzde, o savaş meydanında çarpışan kahramanlar ile onların, geride kalan o acılı, o yürekleri yaralı insanların hikâyesini bir araya getirdiğimizde işte, Çanakkale hepsi birlikte. "Hepsi birlikte Çanakkale" dediğimiz, o 250 bin kişinin hayatını kaybettiği ve bizim kolektif zihnimize böylesine yerleşmiş olan o büyük zaferin arkasındaki derinlik.
Değerli arkadaşlar, Çanakkale'de büyük kahramanlıklar yapıldı, bir kısmını tarih yazıyor. Ama Çanakkale savaşlarının seyrini değiştiren en önemli kahramanlıklardan birisi -bütün o kahramanlar adına söylüyorum- 25 Nisanda, Conkbayırı'nda, büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, gelen Anzaklara karşı bizim askerlerimizi, "Size dönmenizi değil, ölmenizi emrediyorum. Süngü takın ve yatın!" diyerek askerleri oraya yatırıp o tarihî anda, bir anda savaşın seyrini değiştiren o kararı vermesidir. Ruşen Eşref Ünaydın'a bu hatırasını anlatırken "O sırada bilmiyorum bilinçli miydi değil miydi ama bir önsezi, bir mevcut hâlin insana kazandırdığı bir durum. O çerçevede, hiç tereddütsüz, o tehlike anında, o varlık yokluk anında bu kararı verdim. Elinde mermisi olmayan askeri süngü takıp yatırarak gelen düşmanı engelledim ve 57'nci Alayın zaman kazanmasını sağladım." diyor.
Büyük devlet adamları böyledir. Atatürk, bu tarihte çok önemli işler yaptı. Manastır'da okuduğu okula gitmiştim, ziyaret ettim. Manastır'daki ufuktan Anadolu'ya baktığımda, evet, bu sarı çocuğun, bu mavi gözlü çocuğun çok önemli işler yaptığı çok açık, çok ortada. Tarihi kendi gerçekliği içerisinde her yönüyle birlikte görmek lazım. Ama unutmayalım, Mustafa Kemal ve arkadaşları, oradaki generaller, oradaki Mehmetçikler, bu kahramanlık hepsinindir arkadaşlar ve hepsinin hatırası olarak bize intikal etmiştir.
Bu çerçevede şimdi aramızda bütün o sınırları kaldıran Çanakkale Zaferlerini, oradaki şehitleri ve aynı zamanda onların geride kalan insanlarının aziz hatıralarını, o küçük gibi görülen insan hikâyelerini minnetle anıyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)