| Konu: | Bakanlığına bağlı kurumlarda kayıtlı olan bazı çocukların kayıp olduğu ve bu kurumlarda kaç çocuğun olduğunu tespit edemediği iddiasıyla, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/52) |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 19.03.2015 |
MHP GRUBU ADINA RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde korunmaya muhtaç kalmış çocuklarımızla ilgili yapılan veya yapılamayanlar nedeniyle Sayın Bakan hakkında açılan bu gensoru hakkında parti grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Hepinize tekrar saygılar sunuyorum.
Tabii, bu, korunmaya muhtaç çocuklar, devlet koruması altındaki çocuklarla ilgili, parti olarak aralık ayında bütçe konuşmasında genel bir sorgulama yapmıştık biz ve Sayın Bakana devlet koruması altındaki çocukların, yetiştirme yurtlarında yetişmiş, daha sonra toplumsal hayata katılmış çocukların akıbetiyle ilgili pek çok soru yönelttik. Fakat o sorulara, sözlü sorularımıza cevap alamadığımız gibi, bu konuda bugüne kadar verdiğimiz yazılı soru önergelerimize de cevap alamadık. Hatta Bakanlık, yalnız bu konu değil, kendi ilgi alanındaki birçok konuya da cevap vermiyor. Ama durum görülüyor ki bazı şeyler halının altına süpürülmüyor, bazı şeylerin üzerine yorgan çekmekle olmuyor. Gün geçmiyor ki haberlerde bu konudaki mağduriyetleri konuşmayalım.
Öncelikle bir şeyin altını çizmek gerekiyor: Devlet koruması altında olmak çocukların tercihi değil, bir zorunluluğu. Zaten hiçbir çocuk dünyaya gelişini kendi tercihiyle şekillendirmiyor, anne baba olabileceğini iddia eden bazı kadın ve erkekler olarak bu kararı bizler veriyoruz ve çocuklarımızı dünyaya getiriyoruz. Sonrasında belki kendi bazı zaaflarımızdan ötürü, belki kaderin bir sonucu olarak -belki ölümler, belki hastalıklar, belki ekonomik yetersizlikler- çocuklar tercih olarak değil, bir mecburiyet olarak devletin koruması altına giriyorlar. Bazen bunlara "kimsesiz çocuklar" deniliyor, aslında bunlar kimsesiz çocuklar değil, bunlar milletin çocukları, bunlar devletin korumasındaki çocuklar. Hani hep, bu, "Devlet nedir?" deniliyor ya, devlet aslında bizleriz, sizsiniz, benim, buradaki herkes, bizi izleyenler, milletimiz, 77 milyon. Birbirimizin gözetmeni olmak durumundayken, bu çocuklarımızı hiçbirimiz gözlemlemiyoruz.
Ülkemizde korunmaya ihtiyacı olan çocukların sosyal hizmet kurumlarında bakılıp yetiştirilmeleri ve meslek sahibi edilmeleri yönünde 2005 tarihli bir Çocuk Koruma Kanunu var biliyorsunuz. Bu kanuna atıfla da biz Sayın Bakana bütçe görüşmeleri sırasında sorular sorduk ve ben öncelikle o bütçe görüşmesinde sorduklarımızı kısaca sizlerin hafızalarınızı canlandırmak adına hatırlatmak istiyorum.
"Haklarında koruma kararı verilen, sosyal hizmet kurumlarına yerleştirilen ve devlet koruması altındaki çocukların koruma ve bakım hizmetini yürüten kişilerce şiddet, taciz, tecavüz gibi kötü uygulamalara maruz bırakıldığına dair haberler zaman zaman gündeme gelmekte, olayların ardından ilgili kişi, kurum veya Bakan tarafından gerekli soruşturmanın yapıldığı ve önlemlerin alındığı yönünde açıklamalar yapılmaktadır." diye bir cümleyi şahsen bu kürsüde aralık ayında kurdum ve ben şu anda üzülerek tekrar ifade ediyorum ki biz bu cümleleri kurarken bile bu yurtlarda hortumla dövülen, bağlanan, taciz edilen, evlere temizliğe götürülen, geceleri farklı yerlerde çalışmaya götürülen çocuklar olduğunu hepimiz şu anda endişeyle öğreniyoruz.
Hissediyorduk, basına yansıyan haberler vardı ama geçtiğimiz hafta bir şey daha oldu, altı yıldır süren bir olayı herkes kendi üzerinden atmak istedi. Bakanlık şu açıklamayı yaptı: "Bu soruşturma yürütülüyor, 2012 yılında bitmiş bir olaydı." Kurumun müdürü 2013 yılına kadar bir süre tanıdı. Bu işin ne zamana kadar sürdüğü konusunda Bakanlık ile müdür arasında bile bir fikir birliği yoktu.
Böyle bir haber çıktığı zaman ne yapılıyor? Böyle bir haber çıktığı zaman mağdur olmuş çocuklar başka yurtlara dağıtılıyor, o yurt ya da yuva kapatılıyor, ilgililer, haklarında soruşturma açılıyor diye ya açığa alınıyorlar ya da son örnekteki gibi sosyal baskı nedeniyle, toplumsal infial nedeniyle işten el çektiriliyorlar.
Peki, size sormak istiyorum: Bu çocukları başka yurtlara, yuvalara dağıttığınızda ne oluyor? Yaralı bir dokuyu başka bir yere sevk ederseniz ne olursa aynısı oluyor. Yaralarıyla beraber gittikleri yerlerde ya kendilerine yapılan taciz, tecavüzün bir örneğini güçlerinin yettiğine yapıyorlar ya da bilindikleri için gittikleri kurumda da benzer tacizlere maruz kalıyorlar. Yalnızca kız çocuklarımız mı? Hayır. Erkek çocuklarımız da bu şekilde ve devletin bu çocuklarımızla ilgili yapabildiği tek şey, gördüğümüz kadarıyla, yalnızca kurumlarını değiştirmek. Peki, çocukların kurumları değiştiriliyor da ne oluyor? Hiçbir şey. Oysa bunların bir kısmının rehabilitasyon merkezi diye geçiyor adı, aynı Elâzığ'da olduğu gibi. Kimin kimi rehabilite ettiği tartışılır. Eğer bir kurumun adında rehabilitasyon yazıyorsa o kurumda çalışanların bu konuda uzmanlaşmış olmaları gerekiyor. Nitekim, bütçe görüşmesinde de sorduk, daha sonra da ben Sayın Bakana soru önergeleri verdim. Şüphesiz cevaplamadı, hâlâ da cevaplamıyor. "Bu kurumlarda çalışanların bir standardı var mı? Bunların meslek dağılımı nedir? Ne iş yaparlar, hangi vasıflardadır? Bu kurumların bir kısmının adresleri bilinmiyor, aileleri bile çocuklarının nerede kaldığını bilmiyorlar, bunu neden saklıyorsunuz?" diye... Ama, ben o gün bir şey daha söyledim, şunu söyledim: "Yaşanılan kurumun adını istediğiniz şekilde değiştirebilirsiniz, 'sevgi evi', 'uğur böceği evi' diye ama bu kurumlardaki kızlarımızın özellikle akıbeti yalnızca adres değişikliğinden ibaret. Sevgi evinden çıkıp sığınmaevine gidiyorlar Sayın Bakan, bunu biliyorsunuz değil mi?" dedim. Ne biliyorum dedi ne de tedbirini aldı; maalesef durum bu.
Devlet koruması altında dediğimiz ama birçokları devletin koruması adına, devletin eli, gözü, kulağı olması gereken yöneticiler ve eğiticiler tarafından tacize ve şefkatsiz bir yaşama sevk edilmiş bu çocuklar gördükleri ilk şefkat hissi veren elle beraber başka mecralara kayıyorlar. Sonunda birçoğunun gittiği yer sığınmaevleri ya da hayal bile edemediğimiz yerler.
İşte bu çerçevede şunları da sorduk: Çocuklara yönelik koruma ve bakım hizmeti veren kamu sosyal hizmet kuruluşları ile bu kuruluşlarda çalışanların nitelik ve yeterliliklerine standart getirme konusunda ne yapıyorsunuz? Sosyal hizmet kurumlarında sunulan hizmetin yeterliliği ve kalitesi ölçümleniyor mu? Kuruluşlardan aldıkları hizmet sırasında şiddet, taciz ve tecavüz gibi kötü uygulamalara maruz bırakılan çocuklar ile kötü uygulamalar sonucunda çocukların yaşadıkları travmaların ve kötü uygulamaların yaşanmaması için alınan önlemler veya alınabilecekler konusunda ne yapıyorsunuz? Sosyal hizmet kuruluşlarından aldıkları hizmet sırasında hayatını kaybeden çocuklar; bunlar kimlerdir, nedendir, bunun bir daha olmaması için bir çalışmanız var mıdır? Kuruluşlardan kaçan ya da kaçırılan çocuklara yönelik, devlet tarafından, bunun tekrarlanmaması için stratejik bir çalışmanız var mı? Sosyal hizmet kuruluşları ve çalışanların hizmetlerine yönelik etkili bir izleme, denetleme işlemi yapıyor musunuz, böyle bir süreç çalışmanız var mıdır? Sosyal hizmet kuruluşlarından hizmet alan çocuklar hakkında toplumsal farkındalığın artırılması için topluma yönelik bir çalışma yapıyor musunuz? Açıkçası, bunların hiçbirine cevap almadığımız gibi -daha önce de söyledik- zihniyet değişmediği için akıbet yine aynı ve kaçınılmaz.
Özellikle kız çocuklarımız için tekraren söylüyorum: Bu çocuklar ileride toplumun geleceğini şekillendirecek çocuklarımızın annesi olmaya aday kadınlar. Bunları hayata ne kadar hazırlıyorsunuz Sayın Bakan? Hazırlamadığınız mutlak ama hazırlamak için bir çalışmanız var mı? Bu, yalnızca bina kiralamakla, binaların içini güzel mobilyalarla donatmakla olmuyor. Biliyorsunuz ki -uluslararası bütün ölçümlemeler de gösteriyor- sevgi ve şefkat çocukların zihni gelişimlerinde, zekâ düzeylerinde bile etkili. Bu çocuklarla ilgili yalnızca toplu törenler yapıp, Başbakanın, Cumhurbaşkanının veya first lady'lerin katıldığı törenlerde baş okşayarak bu işler olmuyor. Bu ülkede gün geçmiyor ki çocuğa dair bir taciz, bir tecavüz olmasın.
O günkü konuşmamızda bir şeyin daha altını çizdik, dedik ki: "Bir yönetmelik yayınladınız, buna bağlı olarak da işe girmeyle ilgili bir öngörünüz oldu. 18 yaşından önce, erişkin olmadan önce iki yıl boyunca bu kurumlardan hizmet almış olma şartı getirdiniz. Bu iki yıl şartını lütfen kaldırınız Sayın Bakan, bu çok tehlikeli bir şey." diye örnek vermiştim. "17 yaşında tecavüze uğrayan bir genç kızı işsiz mi bırakacaksınız? 17 yaşında tecavüze uğramış bir çocuk 'Keşke daha küçükken tecavüze uğrasaydım.' dese, bu daha mı iyidir?" diye, bunların hiçbirine cevap almadık. "Resmen üç maymunu oynuyoruz ve bu bizim toplumsal vicdanımızın kötü bir fotoğrafı." dedim, bu fotoğrafla ilgili bir gelişme olmadı. Ha, Bakanlık zaman zaman bazı fotoğraflar paylaşıyor, kesik başların torbada olduğu fotoğraflar gibi. Ama Bakanlık hiçbir zaman koruma altındaki -tekraren söylüyorum bir tercih değil, bir zorunluluk olarak- bu çocuklarla ilgili bir iyileştirme yapmıyor.
"18 yaşından önce koruma kararı kaldırılmış kaç çocuk var ve gerekçeleri nedir?" diye de bir soru sorduk. Gördüğünüz gibi, bu konuda muhalefet olarak birçok defa sorularla -sözlü ya da yazılı olarak- Sayın Bakandan ve onun şahsında kurumlardan cevap istedik. Cevap vermeyerek bir şeyi yok sayamazsınız. Sizin yok saydıklarınız basında, farklı sosyal mecralarda, herkesin gözünün önünde, hatta gözlerimize sokularak gerçekleşiyorlar.
Erkek çocuklar... Onlar da kaçıyorlar, onlar da 18 yaşından sonra sokağa bırakılıyorlar ve ileride onlar baba olsun diye teşvikler yapıyorsunuz. Şimdi yine bir tasarı getirdiniz, evliliği teşvik yasası.
Şimdi, Türk filmlerini hatırlayınız, "Türk filmi" diye şablonlanmış bir hâl var biliyorsunuz. Bir kadın ve bir erkek koşarak ağacın altında buluşurlar, eller birbirine kavuşur, sonrasında "Mutlu son." yazar. Aslında film bitmez, film o zaman başlar. Ama ne için? Gerçek hayat için. Gerçek hayatta o eller buluştuğu zaman film başlıyor ve hayatın görünen yönü ondan sonra gerçekleşiyor.
İşte, siz, bu eller birleşsin diye, o ağaçların altında ya da farklı mecralarda birleşsin diye şimdi de çeyiz paketi hazırladınız, evlenmek isteyenlere çeyiz yardımı. Para biriktirin, kumbarada para birikmesin, ayakkabı kutusunda birikmesin, tamam, bankada biriksin, hayhay. Ama sonrasında bu evliliklerde ne oluyor? "Bu evlilikler içinde çocuklar doğsun diye kadınlara 400 lira, 600 lira, 300 lira para veriyoruz." diyorsunuz ki bu, kadını aşağılamadır, annelik veya babalık hissiyatına yönelik bir küçümsemedir. Bunu parayla ölçümlemek kadar akıl dışı bir şey olamaz ama bunu da yapıyorsunuz.
Peki, bu doğan çocukların akıbetini hiç sorguluyor musunuz? Yurtlarda yetişmiş çocuklarla ilgili bir izleme, değerlendirme biriminiz var mı? 2011 yılının Haziran ayında çıkan kanun hükmünde kararnameden sonra Bakanlığınızın farklı idari mekanizmaları için farklı torbalarda, tasarılarda düzenleme yaptınız ama hiçbir zaman, devlet korumasından sonra toplumsal hayatın içinde bu çocuklar ne oluyorlar, nasıl yaşıyorlar, bunları nasıl izleyebiliriz, nasıl değerlendirebiliriz diye bir çabanız olmadı. Tahmin ediyorum az sonra çıkıp burada bir rakamı vereceksiniz, devlet korumasından sonra görevlendirmeleri var, biliyorsunuz, kamuda göreve alınma, "Biz şu kadar çocuğu yerleştirdik." diyeceksiniz. Evet, bir atama kararı çıkardınız 2 bin küsur kadar çocuk için ama kaç tanesi başlayabildi, bunun rakamını da verin bize. Bunun soru önergesini de sorduk size, cevap alamadık henüz. Siz, kuralar çekilip atamalar yapılmasını onların göreve başlaması diye kabul ediyorsanız çok yanılıyorsunuz, o çocukların birçoğu hâlâ başlayamadılar. Bir kısmı rapor almak için para bile bulamadı. "Genelge yayınladık, para istenmeyecek." diyorsunuz, hastaneler para istiyor, sağlık raporu için para istiyor.
Bazı karıştıkları küçük suçlardan ötürü hükümlü diye atanamayan çocuklar var, bunların sayısı kaçtır Sayın Bakan, söyler misiniz? Ama siz yalnızca onları sayı olarak görürseniz, "Biz devlet korumasındaki çocuklar için kanun çıkardık, onları da kamuda göreve alıyoruz." diye toplumun önünde bazı kuralarla, rakamlarla gezerseniz gerçeklikten kopuyorsunuz, gerçek bu değil. Bu çocukların büyük bir kısmı işe başlayamadılar. Önümüzdeki günlerde aynı şeyi engelliler için de yapacaksınız, onların da büyük bir kısmı başlayamıyorlar ama siz hâlâ bunları söyleyerek bu toplumun hafızasıyla alay ettiğinizi düşünüyorsanız Sayın Bakan, kusura bakmayın, komik duruma düşen devlet oluyor böylece, sizin elinizle, sizin dilinizle devleti küçük düşürüyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu çocuklarına bakamaz durumda değil, Türkiye Cumhuriyeti devleti insanlarını aç bırakacak durumda değil; adalet olursa, hakkaniyet olursa, eşitlik olursa, sosyal devlet bilinciyle hareket edilirse bu çocukların hepsine bakılabilir, bunlarla ilgili acil tedbirler alınarak hızlıca ve çok küçük hareketlerle bunları gerçekleştirebilirsiniz. Mesela, bunlardan bir grup, dernekler, kurdukları platformlar, geçtiğimiz hafta sizinle görüşmek için talepte bulundular, özel kaleminizin verdiği cevap şu: "Seçim geliyor, artık Sayın Bakana ulaşamazsınız." Bunu ben söylemiyorum, özel kaleminiz söylemiş. Müsteşarınız da görüşmüyor, hiç kimse görüşmüyor, ilgili daire başkanınız da görüşmüyor, "Yeni geldim, daha konuya hâkim değilim." diyor. Bunları siz tabii ki biliyorsunuz, ben yalnızca burada size hatırlatıyorum.
Bir şey daha, bu evlerin görüntüsünü paylaşarak buralarda iyi hizmet verildiğine kimseyi inandıramazsınız. O evler lüks, bir kısmını ben de gezdim, sevgievlerinin, çocuk yuvalarının bir kısmını hepimiz geziyoruz. Gördüğümüz manzara... Evet, akılların almayacağı kiralar veriyorsunuz, kimlerden kiraladığınız da malum, aynı kendi Bakanlık binanız gibi. Bakanlığınızın kirasını bile daha izah edemediniz. Bunun benzeri şekilde kiralama yaptığınız sevgi evleri var, bu benzeri şekilde kiraladığınız küçük apartman dairelerinde evler var. Kaç liraya, kimlerden kiraladığınızı izah edemediğiniz bu evlerde muhteşem mobilyalarla bu çocukları yaşattığınızı düşünüyorsunuz.
Sayın Bakan, hani, çok bilinen bir sözümüz var, altın kafese giren kuş misali, altın kafese de koysanız insanlar sevgi, ilgi ve insan yerine konulmayı istiyor. Sizin ilgili kurumlarınızdaki yöneticileriniz eğer bu konuda bir farkındalığa sahip değilse yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Hızlıca bu insanları eğitmeye bakın. Mesela, bir rakam vermiştiniz bir soru önergesine cevaben: "227.126 kamu çalışanına eğitim verdik." diye. Sayın Bakan, bu 227.126 kamu çalışanı içinde hiç kendi kurumlarınızda çalışanlar var mı? Özellikle, sevgi evlerinde, çocuk yuvalarında, rehabilitasyon merkezlerinde çalışanları aldınız mı buna? Daha ötesi, kendi Bakanlığınızdakiler, bire bir Bakanlık merkez teşkilattakiler, bunları bu eğitime aldınız mı? Bu çocuklarla nasıl konuşacaklarını, bu çocukların derdini anlamak için empati yapmayı, duygudaşlığı onlara anlattınız mı? Anlatmak zorundayız. Şunu bilmemiz lazım: Bir nefes sonramızı, bir adım ötemizi hiçbirimiz bilmiyoruz. Evet, bugün evlatlarımızın başındayız, Allah herkesinkini daim etsin ama bunun bir garantisi yok. Hiçbirimiz yarınlarda çocuklarımızın ya da torunlarımızın ne olacağını bilmiyoruz. Çocuklarımız akıl sağlığını kaybetse, ekonomik durumları kötüleşse kime emanet edeceğiz bunları? Devlete. Siz devletin eliyken, siz devletin gözüyken bu çocuklara dokunmuyorsanız, bu çocukları duymuyorsanız, görmüyorsanız, bunlar sokaklarda basın açıklaması yaparken duymazdan geliyorsanız ne yapsınlar? Kendilerini mi yaksınlar? Antalya'da bir kız çocuğu kendini yakmayı düşünüyor uğradığı taciz için, bilgileri bende var, günlerdir konuşuyoruz telefonda "Yapma." diye. 16 yaşında tacize uğramış, 7 yaşında bir kız çocuğu var. Şimdi bu kız çocuğu, kendisi 23 yaşında ve tacize uğruyor, sizlere ulaşamıyor, hiçbirinize, yetkilere, hiç kimseye. Yetkili kimse hiçbirinize ulaşamıyor, ismi önemli değil, makamı önemli değil.
Sayın Bakan, yaptığınız görev çok önemli bir görev. Yaptığınız görevin alanı çok kutsal bir şey, sosyal politika. O çocuklar sizi anne, baba diye görmek istiyor, cinsiyetler önemli değil. Sizi sığınılacak bir liman diye görmek istiyor. Sizin kendilerini dinlemenizi istiyorlar yalnızca. Sorunlarını duymanızı istiyorlar, duyun onları. Onları yalnızca kulağınızla değil, gönlünüzle duyun ve o çocuklar için bir şey yapın çok geç olmadan. Çünkü zayi oluyorlar. Geceleri o çocukların nerelere götürülüp çalıştırıldığını siz de biliyorsunuz, tüylerimiz diken diken oluyor değil mi? 16-17 yaşında kız çocuklarının geceleri kurumlarından alınıp nereye götürüldüğünü tahmin edebiliyor musunuz? Hepimiz tahmin ediyoruz değil mi?
"Devletin koruması" denilince bu yalnızca yuvalardaki çocuklar değil, cezaevleri de böyle. Devlet, o çocukların can güvenliğini, beden bütünlüğünü korumak zorunda. Cezaevleri o çocukların rehabilite olması için. Rehabilitasyon böyle mi yapılır? Hayır, yapılmamalı. Gelişmiş, çağdaş, gerçek anlamda ilerlemiş, evrensel değerlere sahip hiçbir devlette bunların olmaması gerekir. Elbette ki önlenemez şeyler vardır. İnsandan kaynaklanan, insani zafiyetlerimizden kaynaklanan, kurumlarımızdaki personelin özel durumlarından kaynaklanan önlenemez hâller olabilir ama Sayın Bakan, bu konuda Hükûmetiniz on iki yıldır sınıfta kaldı. Sizden bir bakan, bir hanım, bir anne ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bir vatandaşı olarak herkesin bir ricası var: Bu çocukları dinleyiniz. Tekraren söylüyorum: Yalnız kulakla değil, gönlünüzle dinleyin ve gönlünüzden geçenleri yapın onlar için, kâğıtlarda yazılanları değil.
Partim olarak gensoru hakkında olumlu oy kullanacağız.
Saygılar sunuyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)