GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter ve 21 milletvekilinin; FATİH Projesini zamanında bitiremediği, projeye dair birçok yolsuzluğa sessiz kaldığı iddiasıyla Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/54)
Yasama Yılı:5
Birleşim:82
Tarih:24.03.2015

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Millî Eğitim Bakanı hakkında verdiği gensoru üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, on iki yılda eğitimi ilgilendiren bütün alanlarda eğitim kalitesi ve eğitime erişim, fırsat eşitliği ülkemizin en önemli sorunları olmaya devam etmektedir. Şu anda da gensorunun gündemini ki hâlâ ne olduğunu ne bizim anladığımız ne de Millî Eğitimin anladığı, ailelerin, öğretmenlerin de anlamadığı bir FATİH Projesi oluşturmaktadır. Özellikle FATİH Projesi yılların, hatta yüz yılın fiyaskosuna dönüşmüştür. Zira, en başta planlanan kaynak kullanımı konusunda TÜBİTAK, Ulaştırma Bakanlığı ve farklı bakanlıklar mevcut fondan pay almak için siyasi yolları kullanarak projeye müdahale etmişler ve projeyi içinden çıkılmaz bir hâle çevirmişlerdir. Firmaların bakanlık işlerine aşırı müdahale etmeleri artık kontrol edilemez bir noktaya gelmiştir ve firmaların ticari çıkarlarına göre iş süreçleri yönlendirilmeye başlanmıştır.

Bunun dışında, FATİH Projesi'nde güya etkileşimli akıllı tahtanın tasarımcısı olarak patentini Millî Eğitim Bakanlığı alacak ve bu patent sayesinde Bakanlık gelir elde edecekti. Hangi aşamada olduğu hâlâ bilinmemektedir. TÜBİTAK'sa, yapılan protokolde, FATİH Projesi için yazılım ve modüller üretecekti. Bu iş için 2013 bütçesinden 20 milyon TL TÜBİTAK bütçesine aktarım yapılmıştır. Ortada tamamlanmış ve öğretmenlerin kullanımına açılmış hâlâ bir yazılım mevcut görülmemektedir. 2013 yılında alınan ve dağıtılan 600 bin tabletin onuncu sınıf uygulamalarına ilişkin hiçbir veri üretilememiştir, sadece tabletler dağıtılmıştır, kontrol yoktur. 2011-2012 yıllarında dağıtılan tabletlerse çöp kutusuna atılmıştır. Diğer uygulamalarda olduğu gibi, kısaca, Millî Eğitim Bakanlığı FATİH Projesi'nde raydan çıkmış bir tren gibi savrulmakta ve tüm Türkiye ve iktidar da bunu seyretmektedir. Tabii ki bu raydan çıkma olayı yalnızca FATİH Projesi'nde mevcut değildir, diğer bütün projelerde, Millî Eğitim Bakanlığının elini attığı bütün projelerde bu görülmektedir.

Özellikle, uluslararası kurumların veya organizasyonların her yıl yayımladıkları raporlara göre, eğitim kalitesi, teknoloji kullanımı, mühendislik, fen ve matematik gibi alanlarda hem çok gerideyiz dünya standardından hem de her yıl geriye gitmekteyiz. Çünkü, PISA sonuçları öğrencilerimizi başka ülkelerin öğrencileriyle mukayese imkânı verirken sahip oldukları nitelikleri de gözler önüne sermektedir. Özellikle, OECD tarafından düzenlenen 15 yaşındaki öğrencilerin temel becerilerini ölçmeye yarayan bu test sonuçlarına göre, 65 ülke arasında 45'incilik yüz karası olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle, ülkemizde on iki yılda gittikçe kan kaybeden bu eğitimle ne küresel rekabette ne de üretimde ön plana çıkabiliriz.

Avrupa Komisyonunun yayınladığı Avrupa'da Eğitimi Terk Durumu Raporu'na bakıldığında ise inanın çok dikkate değer sonuçlar karşımızda durmaktadır. Özellikle kız çocuklarının eğitiminde hâlâ yeterince başarı sağlayamadığımız ortadadır. Bu rapora göre Türkiye'de kız çocuklarının yüzde 40'ı, erkek çocuklarının ise yüzde 35'i eğitimi erkenden terk etmektedirler. Bu duruma göre Millî Eğitim Bakanlığından gelen açıklama ise çok komiktir, gerçekten vahimdir. Bu rapora karşılık olarak Millî Eğitim Bakanlığı yetkililerinin verdiği cevap ise "Eğitimdeki okullaşma oranlarımız şu, şu, şudur." diye, böyle, gerçekten, yüzde 224 gibi komik rakamlardır. Birbirleriyle mukayese edilmeyecek değerler birbirlerine karşılık olarak verilmektedir. Bu komediden artık çıkılmak gerekiyor. Gerçekten meramın çok daha doğru ve net bir şekilde anlaşılması gerekmektedir.

Millî Eğitim Bakanlığı yetkililerine sormak istiyoruz "Uluslararası sınav sonuçlarına göre acaba verebilecek daha mantıklı, daha aklı başında cevaplarımız yok mudur?" diye. Yine, Dünya Ekonomik Forumunun 2014-2015 Küresel Rekabet Raporu'na baktığımızda ise 144 ülke arasında yasal haklar açısından 96'ncı sırada, ilkokul eğitim kalitesi açısından 94'üncü sırada, eğitim sistemi kalitesi açısından 89'uncu sırada, fen ve matematik eğitimleri açısından 98'inci sırada, okul yönetiminin kalitesi açısından ise 100'üncü sırada olduğumuz yüzümüze çarpılmaktadır ve daha o kadar çok örnekler var ki uluslararası boyutta biz tekrar ülkemizde olan ve dikkat çekilmesi gereken durumlara dönmek istiyoruz.

Özellikle, geçen hafta YGS sonuçları açıklandı, belki sizlerin de çocukları girmiştir burada ve sonuçların çok vahim olduğunu artık saklamaya gerek yok. İnanın gerçekten burada söylerken on iki yıllık icraatı açısından AKP adına ben utanç duyuyorum çünkü dört yıldır burada dilimizde tüy bitti, sürekli söyledik "Sınav sonuçları, öğrencilerin nitelikleri ve okul kaliteleri açısından millî eğitim kan kaybediyor." diye ama kimse dikkate almadı.

Şimdi, bakıyoruz, özellikle ÖSYM'nin YGS verilerine bakıldığında baraj puanını geçemeyen öğrenci sayısında ciddi bir artış olduğunu görebiliyoruz. Sınava giren öğrencilerden 180 barajını aşan öğrencilerin oranı geçen yıl yüzde 75 iken bu yıl yüzde 70'e düşmüştür. Yani bu ne demektir? Puanı hesaplanan 1 milyon 944 bin öğrenciden yani 2 milyona yakın öğrenciden 575 bini barajı geçemedi. Peki, acaba Millî Eğitim Bakanının bütün evrakları önüne koyup, biz nasıl bir eğitim yapıyoruz... Hatta, bu, artık Bakanlığın da ötesine geçerek, iktidarın artık şapkasını çıkartıp, önüne koyup bir tahlil yapması lazım. Çünkü, 97 ve 98 doğumlu çocuklar bu eğitim sistemiyle mahvedilmiştir. Her yıl sınav değişikliğiyle karşı karşıya kalmışlardır ve sistem değişikliğiyle karşı karşıya kalmışlardır.

180 barajını geçen öğrencilerin yüzdelerine yıllar itibarıyla baktığımızda; 2010 yılında barajı geçenlerin yüzdesi yüzde 82 iken, 2011'de bu yüzde 79'a düşmüştür, 2012'de yüzde 73'e düşmüştür, 2013'te yüzde 68'e düşmüştür, 2015'te ise yüzde 70 olmuştur. Gerçekten bu hazin bir tablodur. Puanı hesaplanamayan öğrencilerde yine artış olduğu görülmektedir.

140 barajını geçemeyen öğrenci sayısı ise 2015 yılında 165 bin oldu. Acaba bu çocuklar hangi soruları yapamadılar veya yapmaları gerekiyordu? ÖSYM ve Millî Eğitim kendine güvenemediği için, aslında istatistiki verileri bile paylaşamadı. Bu yılki sınav sonuçlarını paylaşmalarının arkasında da sınav sonuçlarının kendilerinden izinsiz olarak açıklanmaları yatmaktadır. Ama biz şunları sürekli olarak sormamıza rağmen; bölgelere göre, illere göre, okullara göre ve cinsiyete göre başarı durumlarını istememize rağmen Millî Eğitim Bakanlığı ve ÖSYM'den çıt çıkmamaktadır. Bu da aslında bu gibi şeylerle başarısızlığın arkasına saklanma girişiminden başka hiçbir şey değildir.

2011 yılında, bir de, derslere göre, alanlara göre soruların cevaplanma ortalamalarına baktığımızda vahametin boyutu iyice artmaktadır. 2011 yılında Türkçe sorularının sınav ortalaması -dikkatinizi çekiyorum çok değerli arkadaşlarım- 21,9 soru iken, 2015 yılında bu rakam 15,8'dir. Yani, çocuklar 40 sorudan ortalama olarak 15 soruya cevap vermişler, doğru cevap vermişler. Yani, artık bunun gerçekten bir millî problem olarak gündeme alınması gerekiyor.

Yine, 2012 yılında -bu düşüş yıllara göre artış göstermektedir- bu düşüş aynı zamanda matematik alanında da kendini göstermektedir. Yine, 2010'dan itibaren, 2010 yılında 40 soruda 11 soru çözülürken, 2015 yılında çocuklar 40 soruda ortalama olarak 5 soruyu doğru çözmüşlerdir.

Yine, fen bilimlerine baktığımızda, 2010 yılında 4,6 olan 40 sorudaki doğru soru ortalaması, bu yılsa 3,9'a düşmüştür. Yani, 40 sorudan 3,9 soru, 4 soruyu doğru yapıyor bu çocuklar. Bu, gerçekten eğitimin kalitesini ve ÖSYM'nin sınav sonuçlarını açıklamamadaki ısrarının da arkasında yattığı gerekçeleri ortaya çıkarmıştır. Çünkü, YGS'nin ortaya koyduğu bu düşündürücü tablonun arkasında sınav sisteminin on iki yılda 5 kez değiştirilmesi ve yine 5 kez Millî Eğitim Bakanı, 6 kez müsteşar değişikliğinin yattığını da görebiliriz. Hakikaten, Bakanın da belirttiği gibi, Millî Eğitim yapboz tahtasına çevrilmiştir. Ama bu olumlu anlamda bir yapboz tahtası değil, her gelenin at koşturduğu ve eğitimcilere bırakılmayacak kadar önemsenmeyen bir sistem hâline getirilmiştir.

Eğitimde kaliteyi artırmak tablet dağıtmakla olmuyor. İlk çıkışlarınızı bir hatırlayın, tablet dağıtınca bu eğitim sistemi çağlar atlayacaktı ama bir gördük ki, bu tabletleri bırakın, insani boyutta birçok olumsuzlukların gündeme geldiğini de yine eğitim ortamlarında bile görebiliyoruz.

Şimdi, sormak istiyoruz: Acaba 1997, 1998 yılında okula başlayan ve şu anda üniversiteye gelen bu çocukların yüzüne nasıl bakacaksınız? Nasıl kendinizi ifade edeceksiniz? Nasıl "pardon" diyeceksiniz? Yani bu işin içinden nasıl çıkacaksınız? Psikolojilerini bozduğunuz bu çocuklara ne cevap vereceksiniz? Ailelerine ne cevap vereceksiniz? Bu neslin hesabını nasıl ödeyeceksiniz?

Yine, özellikle liseye geçişte de aynı problemlerle karşı karşıya kaldı bu çocuklar, özellikle deneme tahtasına çevrilmişti. 2005 yılında liseye giriş sistemiyle başlayan sınavlar, 2005'te OKS'ye çevrildi, 2008'de SBS adı verildi, 2009'dan itibaren de üçlü aşamayla başladı OGES'le, daha sonra TEOG'a dönüştü. Şimdi, bakıyoruz ve YGS'de de hiçbir alanda soru çözme yüzde 50'nin üzerine çıkmadı. Geçen yıl A ve B kategorileri varken, bu sefer B kategorisi kaldırıldı. Tekrar bu yıl ne uygulanacak, onu da bilmiyoruz, artık Sayın Bakanın veya Millî Eğitim bürokratlarının ağzından çıkacak ifadeleri bekliyoruz hangi değişiklikle karşı karşıya kalacağız diye.

Şimdi, soruyoruz: TEOG sınavında 43 bine yakın 1'inci varken, YGS sınavında ise 7 yanlışı olan öğrenci 1'inci geliyor. Bu, nasıl bir tenakuzdur yani nasıl bir sınavdır? Bunun artık cevabını bekliyoruz. Sorduğumuz sorulara hiçbir cevap alamıyoruz Millî Eğitim Bakanlığı tarafından.

Yine, sınav rezaletiyle devam etmek istiyorum. Özellikle üniversite giriş sınavında yani YGS sınavında, sanki çocuklar potansiyel tehlike gibi çocuklar böyle irdelemeden geçirilmektedir. Çocukların en ufacık evrak eksikliği onların bir yıllarına veya geleceklerine mal edilmektedir. Sınav öyle bir despotik ortamda, öyle bir kuşatılmış ortamda yapılmakta ki çocukların normal ihtiyaçlarını gidermesine bile müsaade edilmemektedir. Siz, öbür taraftan, soruların çalınmasına müsaade ederken, pervasızca bütün kadroları sınavsız bir şekilde dağıtırken, sınavsız üniversite girişlerini sağlarken, sınavsız iş başvurularını yaparken bir taraftan da sınava girmek için heyecanlanan öğrenciye tuvalete gitme imkânı vermiyorsunuz. Bu nasıl bir tenakuzdur? Bu çocukları nasıl potansiyel suçlu olarak görebilirsiniz? Ondan sonra, tuvalete gitmediği için altına kaçıran öğrencileri acaba mutlulukla mı basında seyrediyorsunuz? Veya sınava alındıktan sonra, yarım saat sonra, kırk dakika sonra, gelip çocuğun başına "Sen yanlış sınav evrakıyla girdin." deyip hiçbir mazeret göstermeden, başka evrak istemeden çocuğu sınavdan dışarıya çıkartabiliyorsunuz. Hiçbir otokratik ülkede bile bu yapılmaz. Ondan sonra da cevap vermiyorsunuz ve bir gencin istikbalini karartabiliyorsunuz, ondan sonra özür dilemeyi bile gerçekleştiremiyorsunuz. Bu hiçbir ülkede gerçekleşmez.

Çok değerli arkadaşlarım, empati yapın, bunun kendi çocuğunuzun başına geldiğini düşünün. Bu, birçok öğrencinin başına geldi, sınavdan çıkartıldı veya hastalığı dolayısıyla sınavda ilacını almasına müsaade edilmedi. Yani bir gencin hayatını karartmak bu kadar kolay olmamalı. Bunların tekrar düşünülmesi gerekiyor.

Ve diyoruz ki, millî eğitim sisteminin tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor ve yine, OECD'nin 2014 tarihli araştırmasında ne eğitimde ne de çalışma hayatında olmayan gençler bakımından Türkiye'nin en kötü durumda olduğu istatistiksel olarak verilmiştir. Buna göre, 15'le 19 yaş aralığındaki gençlerin yüzde 22'si, 20'yle 24 yaş aralığındaki gençlerin ise yüzde 36'sı ne eğitimde ne de çalışma hayatında bulunmamaktadır. Acaba bu gençler nerede? Yani bu çocuklarımız kimdir? Millî Eğitim Bakanlığı hiç merak etti mi bu çocukları; kimdir, nerededir, ne yapıyorlar? Ve bu sayıların da gittikçe yıllara göre artış kaydettiği de görülmektedir.

Yine, son bir yıldır, özellikle iktidarın ve yönetimin toleransıyla, taviziyle üniversitelerdeki olaylarda artış görülmektedir ve yine dikkatinizi çekmek istiyorum, bir terör örgütüne mensup yandaşların okullardaki eğitimi sabote ettiği, olaylar çıkardığı ve yönetimin de bunlara toleranslı davrandığı bütün medyada haber olarak sunulmaktadır. Yarın, Allah korusun, üniversiteler kan gölüne çevrilebilir, buradan Hükûmeti uyarıyoruz, buradan dikkatleri çekmek istiyoruz. Onun için "karşıt gruplu öğrenciler" demek yerine, bir terör örgütünün okulları istila ettiğini ve buna yönelik güvenlik tedbirlerinin alınması gerektiğini, biz burada bahsederek uyarmak istiyoruz sizleri.

Onun için diyoruz ki öğretmen atamalarında veya yönetici atamalarında yaptığınız haksızlıkların giderilmesi lazım. Yine, işte, dünkü torba kanun görüşmelerinde görüldü, tekrar öğretmen atamaları için kadro tahsisi yapıldı ama diyoruz ki öğretmen atamalarını lütfen siyasi malzeme olarak yapmayın; ne kadar ihtiyaç var, 90 bin mi, 150 bin mi, atayın; gerçekten bu ülkenin eğitim sisteminin baştan itibaren yeniden dizayn edilmesi lazım ve bu sokakta perişan hâlleriyle üniversitelerden veya Millî Eğitimden kadro bekleyen öğrencilerin de ihtiyaçlarına cevap verin.

Evet, AKP iktidarı, geldiniz, gidiyorsunuz, millî eğitimde hiçbir şey yapmadınız, yapmadığınız gibi on iki yılda da kurum kültürünü mahvettiniz. Canınızın istediği zaman istediği şekilde davrandınız, ama nerede vicdan diyoruz, nerede kul hakkı diyoruz, nerede Hazreti Ömer'in adaletinden bahsedenler diyoruz. Ve önemli olan hak ve adalettir, biz hakkın ve adaletin yanındayız ve özellikle Türkiye'de isminde "adalet" olup da en büyük adaletsizliği AKP'nin yaptığını da buradan söyleyebiliyoruz.

Teşekkür ediyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)