GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Yasama Yılı:5
Birleşim:87
Tarih:31.03.2015

HDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 654 sıra sayılı Yasa Tasarısı üzerine grubum adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Görüştüğümüz bu tasarıyla Türkiye Uluslararası İslam Bilim ve Teknoloji Üniversitesi, İbn Haldun Üniversitesi ve İstinye Üniversitesinin kurulması öngörülüyor. Hiçbir hazırlık yapmadan, akademik, bilimsel eğitim verecek bir kurumun alışveriş merkezi açar gibi 6 tanesini birden açmak, üstelik seçimlere iki ay gibi bir zaman kalmışken, siyasi bir hesaptır. Bu, aynı zamanda bir seçim yatırımıdır.

Türkiye'de eğitimin sorunlarının çözülmesi, eğitim ve yükseköğretim kurumlarının nicelik ve nitelik olarak gelişmesi, kuşkusuz, gerekli ve son derece önemlidir. Hükûmetler de asıl olarak bunları yapmakla yükümlüdür ancak AKP Hükûmeti, bu yükümlülüğü şimdiye kadar yerine getirmek bir yana, eğitimde ve yükseköğretimde var olan sorunları daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir.

Mevcut üniversitelerin ekonomik, akademik, idari sorunlarının çözümü için hiçbir adım atılmadı, eğitimin diğer alanları gibi yükseköğretim de daha pahalı ve paralı hâle getirilerek ticarileştirilmesi için çaba gösterildi.

Yeni bir üniversite açmak, üniversitelerin evrensel ölçütlerle belirlenen altyapı hazırlıklarını tamamlamaktan, ekonomik kaynak, akademik ve idari personel planlamasını gerçekleştirmesinden geçmektedir. Bunlar yapılmadan üniversite açılması, liseler düzeyinde öğrenim veren, niteliksiz, diplomalı işsizler mezun eden üniversite sayısını artırmak dışında hiçbir işe yaramayacaktır.

Türkiye'de kimi kurum ve kuruluşların gerçekleştirdiği araştırmalarda üniversite mezunları arasında işsizlik oranının gittikçe yükseldiği görülmektedir. Umut kapısı olarak görülen üniversiteler artık gençlerin hayatlarını karartan yerlere dönüşmektedir. Bu alanda ihtiyaç, bilimsellikten gittikçe uzaklaşan, teknik bilgi ve beceri üzerine kurulu, akademik ve ekonomik yetersizlikler içerisinde eğitim veren üniversitelere aynılarından 6 tane daha eklenmesi değildir; özellikle var olan üniversitelerin sorunlarının çözülmesi, yeterli kaynağın kamu bütçesinden ayrılarak akademik, ekonomik ve bilimsel yeterlilikte öğrenim yapabilecek olan yeni üniversitelerin açılmasıdır. Önemli olan yeni tabela üniversiteleri kurmak değil, mevcut üniversitelerin akademik, bilimsel ölçütleriyle var olabilmeleridir. AKP Hükûmeti "tabela üniversite" projesinden vazgeçmeli, siyasi amaçları için, yine, yüksek lise konumunda kalacak, her yıl binlerce diplomalı işsiz mezun edecek üniversiteler açmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, iktidarda olduğu süre boyunca üniversite sayısını artırmakla övünen AKP "şirketleştirilmiş üniversite" anlamına gelen vakıf üniversitesi sayısını da artırmıştır. Temel hedefi bilimsel bilgiyi üretmek, bu bilgiyi üretecek insanlar yetiştirmek ve üretilen bilgiyi toplumla paylaşmak olan üniversiteler, eğitimde eşitsizlikleri derinleştiren kurumlar hâline gelmiştir.

Diğer bir taraftan da güvencesiz ve eksik istihdamın, piyasanın mantığı doğrultusunda biçimlendirilen eğitim ve araştırma faaliyetlerinin merkezi hâline gelen özel üniversitelere dönüşmüşlerdir. Bu kurumlarda güvencesiz çalışma yaygınlaştırılmış, bilimsel çalışmanın en önemli unsuru olan akademik özgürlük ipotek altına alınmıştır. Özgür düşüncenin olmazsa olmazı olan bireysel özgürlükler yerini piyasa dolayısıyla tanımlanmış tahakküm ilişkilerine bırakmıştır. Bu tahakküm ilişkileri içerisinde ise YÖK'ün pozisyonu güçlenmiş, üniversitenin varlık sebebi kâr-zarar dengesine ve itaat ilişkilerine indirgenmiştir.

Değerli milletvekilleri, "vakıf üniversitesi" adı altında giderek yaygınlaşan şirket tipi üniversitelerde esnek ve güvencesiz istihdamın etkisi üniversitenin her alanında yoğun biçimde görülmektedir. Özellikle araştırma görevlileri ağır sömürü koşullarında çalışmaktadır. Vakıf üniversitelerinde çalışan araştırma görevlileri iş güvencesinin yokluğu nedeniyle âdeta kölelik koşullarında istihdam edilmektedir. Pek çok araştırma görevlisi "burslu lisans üstü öğrenci" statüsünde, "yaşam destek bursu" adı altında verilen ücretlerle sigortasız çalıştırılmaktadır. Güvencesiz iş gücü üzerinden kâr etmek vakıf üniversitelerinde gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Üniversite, akademinin en alt basamağında çalışan genç bilim insanlarına yeri geldiği zaman öğrenci, yeri geldiği zaman çalışan muamelesi yapıp bu muğlak yapıda her türlü angaryaya maruz bırakarak emeklerini değersiz kılıyor, haklarını hiçe sayan bir düzene zemin hazırlıyor.

Değerli milletvekilleri, az önce saydığım bu haksız uygulamalara karşı direnmek ve dayanışmak için bir araya gelerek asistan dayanışması oluşturan araştırma görevlileri ise üniversite yönetimleri tarafından tehlikeli olarak görülüyor, işten atılmayla tehdit ediliyorlar. Ayrıca, sendikalı olan öğretim elemanlarının ve işçilerin sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten atıldığı çokça görülmüştür.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikasının hazırlamış olduğu Asistan Çalıştayı Raporu'na göre, üniversitede asistan olarak çalışanlar "mobbing", taciz, düşük ücretle istihdam, uygun çalışma ortamlarının bulunmaması, gelecek kaygısı, akademik özgürlük gibi konularda sorunlar yaşıyorlar. Bunların temel nedeni ise esnek ve güvencesiz istihdam modeli ile üniversitelerin yapılarının değiştirilmesi olarak gösteriliyor. Yine bu rapora göre, kadro ilanları, araştırma görevlisi alım sınavları, bunların sonuçlarının açıklanması süreçlerinde hukuksuzluklar yaşanmaktadır.

Araştırma görevlileri, akademik olarak nitelenen faaliyetlerden çok, özellikle üniversitelerde yeterince idari personel olmaması nedeniyle idari işlerde görev almak zorunda kalıyorlar. Ayrıca, beraber çalıştığı öğretim üyeleriyle bir gerginlik yaşamamak için genellikle onların yerine derse giriyor ve ilgili derslerin sınav kâğıtlarını da okumak durumunda kalıyorlar. İş yükünün ağırlığıyla birlikte eğitimlerini yetersiz kütüphanelerle tamamlamaya çalışıyorlar.

Özellikle vakıf üniversitelerindeki araştırma görevlileri, öğretim üyeleri ve üniversite idaresi tarafından, burslu öğrenci, işçi ve araştırma görevlisi gibi, yerine göre farklı muamele görüyor. Bu durum konumlarında belirsizliğe yol açıyor ve psikolojik açıdan olumsuzluklar yaratıyor.

Vakıf üniversitelerindeki esnek ve güvencesiz istihdam biçimi devlet üniversitelerindeki istihdam modeline de yansımıştır. 2547 sayılı Kanun'un 50/(d) maddesi istihdam uygulamalarıyla birçok araştırma görevlisinin işten atılmasına zemin hazırlamıştır. 50/(d) uygulaması, araştırma görevlisinin lisans üstü eğitimi sırasında istihdamını sağlıyor, ancak tezini başarıyla bitirip öğrenciliği sona erdiğinde veya azami sürede tezini bitiremediğinde kadroyla ilişkisinin kesilmesine yol açıyor.

Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı, araştırma görevliliği kadrolarıyla ilgili uygulama dezavantajlarıyla öne çıkıyor. Atamanın Yükseköğretim Kurulu tarafından yapılması, araştırma görevlilerinin göreve başladıkları üniversitede genellikle soğuk karşılanmalarına neden oluyor. Ayrıca, ÖYP'li araştırma görevlileri yoğun bürokratik işlemlere maruz kalıyor, ödenek problemleri yaşıyorlar.

Yurt dışında yüksek lisans ve doktora eğitimi yapmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı burslarıyla gönderilen adaylar da ÖYP'li araştırma görevlileriyle benzer sorunlar yaşıyorlar. Yurt dışına giderken bir yıla karşılık iki yıllık mecburi hizmet yükümlülüğü altına giriyorlar. Ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığı bursu için gerçekleştirilen mülakatlar liyakat ilkesinden uzak olarak gerçekleştiriliyor.

"Her ile bir üniversite" söylemiyle plansızca açılan üniversitelerin, araştırma görevlilerinin problemlerine kaynak teşkil ettiği de dile getiriliyor bu raporda.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim yapmamız gereken, üniversitelerde çalışan bu eğitim emekçilerinin sesine kulak vermektir, onların sorunlarını çözecek politikalar gerçekleştirmektir. Bu bağlamda, Yükseköğretim Kanunu'nda 50/(d) maddesi uyarınca asistan alınmasına son verilmeli ve iş güvencesiz çalıştırmanın biçimleri olan öğrenci asistanlığı, proje asistanlığı, 50/(d), 33/(a), 35, ÖYP gibi tüm ayrımlar kaldırılarak güvenceli çalışma ilkeleri yaşama geçirilmelidir.

Araştırma görevlilerinin görev tanımı net olarak belirlenmelidir. Eğitim emekçilerinin kadro sorunları çözülmeli, kadrolar sürekli olmalı, yükseköğretim emekçilerine gelecek kaygısı yaşatılmamalıdır.

Doktorasını tamamlamış araştırma görevlileri, ek koşul aramaksızın güvenceli kadrolara atanmalı, akademik yükselmelerinin önündeki engeller de kaldırılmalıdır.

Tüm karar ve denetim süreçlerinde üniversite bileşenlerinin tümü yer almalı, karar ve denetim süreçlerinde kişilerin değil kurulların egemenliğini esas alan özgürlükçü, demokratik öz yönetim ve öz denetim modeli hayata geçirilmelidir.

Eşit işe eşit ücret verilerek ders ve araştırma sürecinde eşit katkıların eşit değerlendirmesi yapılmalı, ek göstergeler yoluyla hiyerarşik ücretlendirmelerden vazgeçilmelidir. Üniversite öğretim elemanları ve çalışanları, insan onuruna yakışır, mesleklerinin karşılığı bir ücrete kavuşturulmalıdır. Ücretlendirmede hakkaniyet ölçülerine uyulmalıdır. Akademik topluluğun ana motifi bilgi üretimi ve öğretimle yoğunlaşmalıdır. Ücret arayışında toplum ve doğa yararına bilgi üretimi, ortak bilgi üretimi, uzun erimli araştırma ve çalışmalar kurban edilmemelidir.

Üniversite, piyasanın ihtiyacı olan bilgi ve elemanı üretmek yerine, evrensel kültürün ve eleştirel aklın verildiği bir kurum hâline getirilmedir.

Bilginin ürün ve teknolojiye dönüştürülmesinde kamu yararı gözetilmeli, araştırma ve geliştirme çalışmaları kamu yararı önceliğiyle yeniden düzenlenmelidir. Bireyci, rekabetçi bilgi üretimi yerine kolektif bilimsel üretim, bilginin özel mülkiyeti yerine kamusal mülkiyeti esas olmalıdır.

Akademik özgürlüklerin, ifade özgürlüğünün, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki tüm engeller bu anlamıyla kaldırılmalıdır. Özgür düşüncenin önüne engel koyan disiplin mekanizmaları terk edilmeli, yerine tüm bileşenlerce oluşturulan ortak yaşam ilkeleri hayata geçirilmelidir.

Üniversitede etnisite ve cinsiyet başta olmak üzere her türlü ayrımcılığa son verilmeli, bu amaca yönelik etik kurullar oluşturulmalı, var olan kurulların da etkili çalışması mutlaka sağlanmalıdır.

Üniversitelerde "mobbing", başta iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kişilere aşırı yetkiler tanınması ve mevcut hiyerarşik yapıdan kaynaklı olarak ciddi bir sorun hâline geldi. Bunun önüne geçecek politikalar ve mekanizmalar üretilmeli, kurullar oluşturulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, TÜRGEV, adını yolsuzluklarla bu ülkeye duyurmuş bir kurumdur, kurucuları ve yöneticileri de malumdur. Adı yolsuzluk ve usulsüzlüklerle anılan bu vakfın kuracağı bir üniversite bilimin ve aydınlanmanın yuvası hâline gelebilir mi?

Bakın, Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı İbn Haldun Üniversitesini kuracak, 21. Yüzyıl Anadolu Vakfı İstinye Üniversitesini kuracak. Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesi de kurulacak fakat bir vakıf yok, bir yıl içerisinde burada bir de bir vakıf kurulacak. Bu vakfın resmî senedini, tesciline ilişkin işlemleri Vakıflar Genel Müdürlüğü takip edecek ve sonuçta vakıf kurulacak ve "Türkiye Uluslararası İslam, Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Güçlendirme Vakfı" adıyla bir vakıf oluşturulacak. Bu vakıfta mütevelli heyeti bulunacak -yine devlet bunu kuruyor, Hükûmet bunu kuruyor- kırk dokuz yıllığına gayrimenkuller kendisine irtifak hakkı tanınarak devredilecek, 10 milyon civarında bir para kendisine verilecek. Böylelikle önce üniversite kurulmuş olacak, ondan sonra da buna uygun bir vakıf uydurulacak yani atların önüne araba konulacak. Böyle bir üniversite olsa olsa TÜRGEV gibi bir fonksiyon üstlenir. Artık bundan sonra biz bu tür üniversitelere herhâlde "Hükûmet üniversiteleri" adını takmak durumunda kalacağız.

Bakınız, geçtiğimiz on iki yıl içerisinde üniversitelerde öğrenci sayısı 2 kattan fazla arttı. Yükseköğretim kurumlarının bütçesinin bu artışa paralel olarak artmamış olması da dikkat çekicidir. Üniversiteler siyasi iktidar tarafından şirketlerle belli projeler üzerinden iş birliğine zorlanmakta, kendi kaynaklarını kendilerinin yaratması için peş peşe adımlar atılmaktadır.

Genel bütçeden yeterince kaynak ayrılmayan üniversitelerimiz, son yıllarda bilimsel üretimleri tehdit eden, kendi kaynağını yaratma arayışları içerisine itilmiştir. Bu durumlarda ortaya çıkan problemlerde, YÖK'ün danışma kurullarında sermaye temsilcilerinin de olduğu göz önüne alınırsa problem ve problem alanlarının neler olduğu da tahmin edilmelidir.

Yapılmak istenen yeni düzenlemelerle üniversite yönetimlerinde iş adamlarının, sanayi temsilcilerinin yer alacak olmasıyla, üniversitelerimiz, bilime ve halka değil, tamamen sermayeye hizmet eden kurumlar hâline getirilmek istenmektedir.

Değerli milletvekilleri, AKP iktidarı dönemince Millî Eğitim Bakanlığının YÖK'le uyumlu çalışmaması, öğretmen ihtiyacı ile öğretmenlik bölümü kontenjanları arasında bir türlü sağlıklı bir şekilde kurulamayan arz-talep dengesi ve iktidarların yanlış politikaları nedeniyle bugün 400 bine yakın ataması yapılmayan öğretmen bulunmaktadır. Bu rakam Millî Eğitim verilerine göre 250 binin üzerindedir. Millî Eğitim Bakanının bizzat açıklamasına göre ise bu sayı yaklaşık 120 bindir. Bugün, bu kadar ataması yapılmayan öğretmene ve öğretmen ihtiyacına karşılık Millî Eğitim Bakanlığı 55 bin ücretli öğretmeni ucuz iş gücü olarak güvencesiz bir şekilde istihdam etmeye kalkışmaktadır.

Geçtiğimiz on iki yıl içerisinde eğitim ve bilim emekçilerinin aldıkları maaşlar rakamsal olarak artmış gibi görünse de insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşmadığı görülmektedir. Eğitim emekçilerinin üçte 2'si insan onuruna yaraşır bir yaşam sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda bırakılmışlar, özellikle öğretmenlerin satın alma gücü belirgin bir şekilde azalmıştır.

Üniversite öğrencilerinin en büyük sorunu da yoksulluktur değerli milletvekilleri. Yapılan araştırmalar, her 4 öğrenciden 1'inin maddi olanaksızlıklar nedeniyle okulunu bırakmak zorunda kaldığını ortaya koyuyor.

Yine, yurt ve barınma meselesi çözülmüyor. Devlet yurtlarının toplam kapasitesi 310 bindir. Açık öğretim hariç, lisans ve ön lisans öğrencilerinin toplam sayısının yaklaşık 1 milyon 900 bin olduğunu düşünürsek Kredi ve Yurtlar Kurumu mevcut ihtiyacın ancak yüzde 16'sını karşılayabilmektedir. Bu çok düşük bir rakam. 1,5 milyondan fazla öğrenci kendi kaderine terk ediliyor. Bugün bir üniversite öğrencisinin barınma, beslenme ve ulaşım masrafları toplamı bin liradır. Binbir güçlükçe bitirip, mezun olup iş bulmak neredeyse imkânsız bir hâle gelmiştir üniversite öğrencileri için.

Bu sorunların yanı sıra, 12 Eylülün ürünü olan YÖK'ün ve üniversitelerin öğrenci disiplin yönetmelikleri Demokles'in kılıcı gibi öğrencileri sürekli tehdit etmektedir.

Keza, önemli bir konu da son dönemlerde özellikle yurtsever Kürt öğrencilerine yönelik bir bütün olarak tüm üniversitelerde yapılan ırkçı, faşist saldırılardır. Demokrat, yurtsever, muhalif düşünceli öğrenciler fişleniyorlar, polis gözetiminde saldırılara maruz kalıyorlar, bu da yetmiyormuş gibi gözaltına alınıp tutuklanıyorlar. Bunun son örneği bu sabah Ankara'da öğrencilere karşı yapılan operasyonlardır. Şu an itibarıyla Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde 10 öğrenci haksız bir şekilde gözaltında tutuluyor. Bu haksız gözaltıları buradan kınadığımı da belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, konuşmama son verirken... Bilim insanlarının insanca yaşayabileceği bir ücret almasını sağlamak gerekir. Üniversitelerdeki idari personelin maddi ve özlük haklarının iyileştirilmesi gerekiyor. Üniversite öğrencilerinin özgürlükleri önündeki tüm engellerin kaldırılması gerekiyor. Üniversitelerin yönetim kurullarına öğrenci meclislerinin de katılmasının sağlanması hususlarını düzenleyecek Meclis çalışmalarının yapılmasını öneriyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)