| Konu: | Yargıtay Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 88 |
| Tarih: | 01.04.2015 |
HDP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
704 sıra sayılı Yasa Teklifi'nde aslında Yargıtayda bir düzenleme öngörüyor. Faydalı şeylerde muhalefet hep sağduyulu davranmıştır. Biz de bu konuda sağduyulu davranıyoruz ama gerçekten yargının sorunu bu mu yani bununla mı çözülecek?
Şimdi, şuradaki gerekçeyi okuduğumuz zaman çok hukuki, çok felsefi, hepimizin altına imza atacağı bir şey: "Anayasa'ya göre -madde 141, IV. bölüm- adalet hizmetinin işlememesi, geç işlemesi ya da kötü işlemesi, toplumsal düzenin ve barışın bozulmasına neden olmaktadır." Evet, şu an Türkiye'nin yaşadığı budur aslında. Sadece o değil, bu nedenle "Geciken adalet adalet değildir." veciz sözüne de vurgu yapılıyor.
Eğer bir ülkede yargı bağımsız değilse, mahkemeler tarafsız değilse, makul bir sürede yargılama yapamıyorsa, makul süre içinde yargılama yapıp silahların eşitliğini, iddia ve savunmanın eşitliğini sağlayamıyorsa; tanıkları, doğru dürüst delilleri ikame edemiyorsa ve adalet, hukuk devletinin evrensel kurallarına göre işleyemiyorsa o zaman zaten sorunlu bir adalet sistemi var demektir.
Şimdi, HSYK'da yapılan değişikliklerden sonra, atanan hâkimlerden sonra, bunca yargıda yapılan bunca işlemden sonra, yargı reformunda avukatların dosya evrakını incelemesinin engellenmesinden sonra, CMK'da yapılan değişiklikle makul şüpheli durumu konulduktan sonra, güvenlik paketiyle savcıların görevleri valilere ve kaymakamlara devredildikten sonra yani şu paket, şu yasa geçmiş ne yazar, ne çözer, ne getirir; hiçbir şeye bunun bir faydası yok.
Şimdi, tabii ki dün kötü bir olay yaşandı, gerçekten acı bir olay ama bu acı olaydan hukuk adına, bağımsız yargı adına zerre kadar ders çıkarılmış değil. Yaşanan acı olayın üzerinden Cumhurbaşkanının, avukatları hedefe koyan açıklamaları insanı şaşırtıyor, üzüyor. Nasıl bir şey ki bu, yargının üçlü sacayağında olan savunma makamını dışlayarak nasıl bir bağımsız yargı olur, bunu birilerinin anlatması lazım. Yani, Cumhurbaşkanı bir şiir okuduğu zaman, eğer Diyarbakır DGM'de, olağanüstü mahkemede avukatları onu savunmamış olsaydı, savunmasına rağmen o olağanüstü mahkemede aldığı ceza, belediye başkanlığının düşmesi, Pınarhisar'da cezaevinde yatması gerçeğini bilmesek şunu derdik: "Ya, savunma hakkı gereksizdir." Napolyon hani diyordu ya "Avukatların dili kesilmelidir.", bir başka diktatör başka bir şey söylüyordu, aynı şey. 21'inci yüzyılda yaşıyoruz, bunu hak etmiyor 78 milyon, Türkiye'de yaşayan halkımız, yurttaşımız.
Şimdi, burada Yargıtay üyelerinin sorumluluğuna ilişkin bir Genel Kurul prosedürü var, onu dairelere, ön incelemelere tabi tutup hızlandırmak amaçlanıyor. Bakın, size şunu söyleyeyim: Sayın İyimaya tecrübeli, akademisyen yanı olan bir hukukçu ve 2005 Türk Ceza Kanunu, CMK reformu yapıldığı zaman Avrupa Birliği süreci vardı, üyelik süreci vardı. Hatta ondan önceki iktidara, koalisyon dönemlerine de buradan teşekkür etmek lazım çünkü rahmetli Ecevit'in koalisyonu döneminde Anayasa'da tam 17 madde değiştirildi, bunlardan biri de bağımsız yargıyla ilgiliydi. Şimdi, Avrupa Birliği Ulusal Programı çıkarıldığı zaman da çok önemli noktalara vurgu vardı. Bunlardan biri adli kolluktu arkadaşlar. Şimdi ben size bu adli kolluk olayının önemini dün yaşanan acı olayın üzerinden, siyasiler olarak Meclisteki herkesin sorumluluğu üzerinden anlatmak istiyorum.
İyi hoş da siz bu büyük adliyeler yapıldığı zaman... Avrupa'nın en büyük adliyesi, biliyorsunuz -Avrupa Birliği fonlarıyla da yapıldı bu binalar- AVM gibi, betondan, demirden ve camdan fakat bunun işleyişi konusunda, maalesef -maalesef diyorum- ceza mahkemeleri orada, icra mahkemeleri orada, aile mahkemeleri orada, hepsi karmakarışık bir şekilde orada. Adli kolluk denen bir olayı sürekli tartıştık; adliyenin işlemesi, bağımsız yargı için adli kolluk zorunludur diye hep konuştuk bunu. Avukat olarak konuştuk, barolarda konuştuk; geldik burada, Mecliste konuşuyoruz. Maalesef, 2005'ten 2015'e kadar adli kollukla ilgili hiçbir düzenleme yapılmadı ve uygulanmadı arkadaşlar. Uygulanmayınca ne oldu? Bu AVM gibi büyük adliyelerin kapısına önce devletin resmî polisini koydular; sonra, içeri 7-8 kat tabii, her katta da özel güvenlikçileri -bakın, dikkat edin, özel güvenlikçileri- görevlendirdiler sözleşmeli olarak. Yani, özel güvenlikçiler şirketlerine bağlı çalışıyor. Yani, adalet komisyonları var adliyelerde, başsavcılar var, onların emrinde çalışmıyorlar. Polis, yine hâkim veya savcıların veya avukatların veya onların ortak bir kurulunun emrinde çalışmıyor. Nerede çalışıyor? Emniyet Müdürlüğüne bağlı, İçişleri Bakanlığına bağlı çalışıyor. Zaten bu güvenlik paketinden sonra bu da tamamen kaldırıldı. Şimdi, bu güvenlik paketiyle polis yapılandırılmasına da gidilmesiyle... Arada adli kollukla ilgili şöyle bir şey oldu 17 Aralık sürecinde yolsuzluklarla ilgili: Oradaki polisler ilgili Bakana soruşturma yapıyor, Bakanın haberi yok, Adalet Bakanının haberi yok, savcıların haberi yok. Bununla ilgili bir yönetmelik düzenlendi, bu yönetmelik de İstanbul Barosunun açtığı dava sonucu iptal edildi.
Peki, o dönemde savcılar ne diyordu? Savcıların dediği sözleri aynen size söylüyorum, bunu unutmayınız: "Bizi zabıtaya çevirdiler." Bütün savcılar böyle söyledi. Savcıları zabıtaya çeviriyorlardı o Adlî Kolluk Yönetmeliği'yle. Savcıları sadece zabıtaya çevirmediler, güvenlik paketiyle savcıları polisin emri altına koydular arkadaşlar. Bu paket buradan geçti. Dikkat edin! Güvenlik paketiyle savcılar baypas edildi, onların yetkileri valilere ve kaymakamlara verildi. Yani, zabıtalık bile çok görüldü, adliyede iddia makamı böylesine baypas edildi. Peki, hâkimler ne dedi? Adli kollukla ilgili hâkimlerin söylediği tek sözcük şudur: "Adli kulluk, kulluk, kulluk getirildi." dediler. Şimdi, savcısı böyle diyor, hâkimi böyle diyor, avukatı zaten karşı çıkıyor.
Şimdi, bu sistemde bu adliyelerin güvenliği kime emanet siz biliyor musunuz arkadaşlar, kime? Hukukçu arkadaşlarıma sesleniyorum: Yani, adliyelerin güvenliği yok, bunu iyi biliniz, kimsenin güvenliği yok adliyede; avukatın da yok, hâkimin de yok savcının da yok, davacının da yok, davalının da yok, tutuksuz yargılanın da yok, tutuklu yargılananın da yok. Şimdi, böyle bir sistemi getirip koyduğunuz zaman, bu sistem her gün provokasyona açık sıkıntılar yarattığı zaman siz neyi çözebilirsiniz? Burada çözülecek bir şey yok. Siz sistemle uğraşmazsanız sistem size arıza üretir, arıza üretmeye devam etmiştir. Bu bağımsız yargının, hukuk devletinin olduğu adliyelerde güvenlik yekten kaybolmuştu; sadece dün yaşanan olay acı bir olay değil, ondan önce de mafya hesaplaşmaları bu adliyelerde yaşandı, birçok insan vuruldu, hesaplaşma alanlarına döndü; orada mağdur ve müştekilerin dövüldüğü sahneler yaşandı. Peki, bunun güvenliği ne olacak? Kim yapıyor bunun güvenliğini? Yok. Peki, bunun çözümü ne? Bunun çözümünü hiç kimse doğru konuşmuyor; lanetlemek, telin etmek, kınamak çözmüyor hiçbir şeyi arkadaşlar. Çok açık söylüyorum: Bu sistemin değişmesi lazım. Eğer bağımsız yargının kendi güvencesini, kendi özgür işleyişini, yargının bağımsızlığını istiyorsanız onun adli kolluk sistemi içinde savcının vereceği emri yapacak, mahkemenin verdiği kararı uygulayacak, avukatın talep ettiği talebinin inceleneceği bir sistemi getirmek zorundasınız. Bunu getirmediğiniz zaman olağanüstü mahkemelerde yaşanan rezaletleri her gün yaşarsınız. Dün Balyoz davası vardı, beş sene yatan subaylar, generaller beraat etti, şimdi çıkıyorlar, "Cezalandırın." diyorlar. Şimdi, burada çok net bir durum var arkadaşlar. İdari kolluk ile adli kolluğu birbirine karıştırmanın bir anlamı yok, birbirine karıştırdığınız zaman çok ciddi sıkıntılar doğuyor.
Burada şunu da açıklıkla ifade etmek istiyoruz: Çağlayan'da dün yaşanan olayda oradaki polisin müdahalesi var mı? Yok. Oradaki özel güvenliğin müdahalesi var mı? Yok. "Özel harekât çağrıldı." dediler, onu kim yönetiyor? Yok. Sonra "TEM şubesi müdahale etti." dediler. Ya, şimdi, arkadaşlar, böyle büyük adliyelerde böyle bir sistem olduğu takdirde siz neyi çözeceksiniz? Bunun çözülmesi için öncelikle adliyelerde güveni sağlamak gerekiyor, adliyelerde güvenin tesisi gerekiyor.
Şimdi, diyeceksiniz ki bu mümkün mü? Evet, mümkündür. Biz gördük, ben uluslararası hukuk alanında çalışırken birçok ülkedeki yüksek ceza mahkemesine gittim. O yüksek ceza mahkemelerinin giriş kapıları farklıydı. Bir giriş kapısından hâkim, savcı ve avukat girerdi. Hâkim, savcı ve avukat arasında ayrım olmadan x-ray cihazından geçerdi ve cihaz öttüğü zaman çantasını aratırdı. Ne hâkim savcıdan üstün ne savcı avukattan üstün ne avukat savcıdan ne savcı hâkimden. Eğer siz bu düzeni kurmazsanız hâkim de, savcı da, avukat da o kapıdan giriyor. Ayrıca, özel güvenlik silahlı zaten giriyor, polis zaten silahlı giriyor, orada binlerce personel çalışıyor. Şimdi, siz neyin kontrolünü o dev adliyelerde, büyük binaların içinde sağlayabilirsiniz? Sağlayamazsınız.
Şimdi, yüksek ceza mahkemelerinde bir kere tutukluların getirildiği asansör ayrıdır, ayrı bir bölümden sanık bölümüne alınır. Tanıklar ayrı bir bölümden alınıyor. Basın ayrı bir bölümden alınıyor ve bunlar alındığı zaman görevliler onları yerlerine alıyor, bırakıyor, yerlerinde görev yapıyorlar. Hâkim öndedir; savcı ve avukat eşit, marangoz hatası olmayan bir düzeyde yan yana otururlar çünkü iddia ve savunmanın eşitliği budur. Biz, avukat olarak hep savunmanın iddia karşısındaki eşitsizliğinden bahsederdik; silahlarımız eşit değildir, bütün yetki savcılardadır. Şimdi, ne diyeceğiz biz avukatlar? Savunma hakkı kutsaldır; sözleşmeler böyle diyor, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi böyle diyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi böyle diyor. Böyle diyor demekle bir şey çözemeyiz. Şimdi, marangoz hatası mekanik hataya döndü. Valiler ve kaymakamlar savcıların yerini aldı, emirleri onlar veriyor, emirleri onlar uygulatıyor; onların verdiği emirler sonucu suç işleyen güvenlik görevlilerini de hangi olay olursa olsun, hangi görüş olursa olsun, nerede olursa olsun valiler ve kaymakamlar artık korumak, kollamak ve temize çıkarmak zorundadır çünkü onlardan birisi hüküm giydiği zaman emri veren kaymakam ve vali aynı suçun azmettiricisi olarak içeri gireceği için onları koruyacaktır.
Bakın, Gezi olayları sırasında veya toplumsal olaylarda veya Güneydoğu'da hangi davaya bakarsanız bakın, faili eğer güvenlik görevlisi ise dava sürgüne gidiyor: Bir dava Kayseri'ye gidiyor, bir dava Eskişehir'e gidiyor, bir dava İzmir'e gidiyor. Bu ülkenin her yerinde güvenliğini tesis edemeyen bir devletten bahsediyoruz. Ankara'daki davayı, Eskişehir'deki davayı alıyor, Kayseri'ye gönderiyor, başka yerdeki davayı da güvenlik nedeniyle Eskişehir'e gönderiyor.
Şimdi, bunca ciddi sorunları olan bir yargı mekanizmasından bahsediyoruz. Bu yargı mekanizmasında adil yargılanma hakkı, bağımsız liman olma hakkı çok ciddi bir sorundur, sistemsel bir sorundur. Siz istediğiniz kadar "reform paketi" adında baskı paketlerini getirin, sizi konjonktürel olarak bugün, bu yıl, bir yıl, iki yıl belki koruyabilir ama bunlar evrensel hukuk kuralları olmadığı için aşınır ve çabucak terk edilirler ve bu kanunlar kalkar ama siz temelini sağlam kurmadığınız zaman bağımsız yargının, istediğiniz kadar yargıyı çabuklaştırmak, kırtasiyeyi kaldırmak, bürokrasiyi kaldırmak için çabaların içine girin, çözüm getiremezsiniz.
Şu an Türkiye'nin en büyük problemi adaletsizliktir arkadaşlar, çok açıkça itiraf ediyorum burada. Otuz yıl ceza avukatı olarak çalışmış bir arkadaşınız olarak, yirmi beş yıl uluslararası hukukta çalışmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum: Şu an Türkiye'de yargı felç olmuş durumdadır, felç, işlemez durumdadır. Düşünebiliyor musunuz, Hükûmet, AK PARTİ on iki yıldır iktidar, Anayasa Mahkemesinin en az 12 tane yargıcının seçimini kendi yapmıştır, kendi seçtiği yargıçlara güvenmiyor. HSYK'ya seçilen yargıçlarda da aynı durum oldu. "Paralelci" dedi dün beraber yürüdükleri, beraber iş yaptıkları kişilere. HSYK değişikliğinde bu sefer muhalefetle uzlaşarak seçimlere girildi, karma listelerle yönetimler oluşturuldu. Hiçbirisi bu olayların çözümü değildir. Çözüm, doğru olan, evrensel hukuk kurallarında bu adil yargılamayı sağlayacak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni uygulayacak bir sistemi kurmaktır. Biz bu sistemi kurmadığımız zaman toplumsal barış olmaz arkadaşlar. Toplumsal barışın olmadığı yerde güven olmaz, güvenin olmadığı yerde demokrasi yeşermez, demokrasinin yeşermesi için uygun bir iklime, uygun bir ortama ihtiyaç vardır.
Seçim dönemi yaklaşmış, iki ay kalmış, bu iki aylık seçim döneminde herkes çıkıp en ufak şeyi propaganda aracı olarak kullanılabilir ama bu bile yargıya zarar verir, bu bile yargının bağımsız işlemesine zarar verir. Emrinizdeki güçlere bugün güvenebilirsiniz, iktidarsınız ama 7 Haziranda iktidarınızı yitirdiğinizde emrinizdeki güçlerin kimin emrine gireceğini de düşünmek zorundasınız. Ben bunu düşünmek istemiyorum, hiç kimsenin kimseye karşı kan davası güdeceğini siyaseten düşünmek istemiyorum. Sizler iktidar olarak beraber yürüdüğünüz cemaatle çok çok çok kavgalı oldunuz. Bu davalar ne olacak bilmiyoruz ama eğer bağımsız bir yargı varsa arada masum insanlar... Kuruyla beraber yaş yanmaz; onlar kendi masumiyetleri çerçevesinde aklanırlar. Burada çok ciddi bir kritik durumla karşı karşıyayız. Seçimlere giderken seçim güvenliği sorunu yaşanacak, provokasyonlar için çok uygun bir iklim var, çözüm süreci açısından sıkıntılı anlar var. Bütün bu konularda Meclisin üzerine düşen bir görev vardır; ilk işi, bağımsız yargıyı bu ülkede tesis etmektir. Herkesin sığınacağı bir tek liman vardır, o da bağımsız yargı.
Saygılarımla. (HDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kaplan.