| Konu: | Genel Kurulun daha önce toplanılması kararlaştırılan 5 Nisan 2015 Pazar günü toplanmamasına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 7 Haziran 2015 Pazar günü yapılacak 25'inci Dönem milletvekili genel seçimine ilişkin kesin sonuçların 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu'nun 37'nci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 3'üncü maddesine göre Yüksek Seçim Kurulunca Türkiye radyo ve televizyonlarından ilanını takip eden beşinci gün saat 15.00'te toplanmak üzere 7 Nisan 2015 Salı (Salı günü dâhil) gününden itibaren tatile girmesine ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 91 |
| Tarih: | 04.04.2015 |
MEHMET NACİ BOSTANCI (Amasya) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; ben teşekkürü en baştan söyleyeyim, sonra unutabilirim. Meclis Başkanımıza, başkan vekillerimize, Meclisin çalışanlarına, bir kısmı isimsiz gibi ortalıkta dolaşan o temizlik işçilerine, o garsonlara, şurada bize çay veren çaycı Ali'ye, her yerde görev yapan güvenlikçilere, polislere, onlara çok teşekkür ediyorum.
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Bizimki de İsmail.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Evet, İsmail'e de teşekkür ediyorum, bu tarafta da İsmail varmış.
Aynı şekilde, 24'üncü Dönemi bitirirken burada birlikte görev yaptığımız bütün gruplara, onların değerli milletvekillerine, hepsine çok teşekkür ediyorum.
Bu, bir bitiş ve aynı zamanda bir başlangıç elbette. Yeni hayatları burada ya da başka bir yerde hayırlı olsun, güzel bir hayatları olsun. Eminim, şu dört yıl içerisinde yaşananlardan herkes gereken dersleri çıkartmıştır. İnsanoğlu, böyle bir varlık, ders çıkartarak ilerler. Başlangıç ve bitiş birbirinin kardeşidir. 24'üncü Döneme başlarken taze bir başlangıçtı, şimdi bitiriyoruz, aslında bir başka taze başlangıç için. Buna "diyalektik" diyorlar. "Her şey, zıddıyla kaimdir." diye bizim kadim geleneğimizde bir söz vardır. Zıtlar, bir birlik oluşturur: Siyah, beyazın kardeşidir; hayat, ölümün kardeşidir; bitişler, başlangıcın kardeşidir; birbirine inkılap ederler, birbirlerine dönüşürler.
Shakespeare'in Romeo ve Juliet'te ölümsüz bir repliği vardır. Romeo, Juliet'in balkonuna gelir, uzun uzun konuşur, vaktin nasıl geçtiğini bilemezler, sonuçta sabah olurken Juliet der ki: "Romeo, çok geç oldu, artık git." Romeo, tan yerine bakar, der ki: "Vakit o kadar geç ki artık erken sayabiliriz." Burada da vaktin çok geç olduğu erken saydığımız zamanlarda birlikte çalıştık. Bu çalışmaların hepsi ne söylenirse söylensin, biliyorum, milletimiz adınaydı. Buradaki arkadaşların hepsinin niyeti, kastı, sözü bu milletin geleceği içindi. Belki telaffuzlarımız farklıydı, belki yaklaşımlarımız farklıydı ama sonuçta bireyi olduğumuz, içinden geldiğimiz bu milletin çıkarları ve geleceğe daha güçlü bir şekilde ilerlemesi için konuşmaya çalıştık.
Zıtlardan bahsettim. "Muhalefet", biliyorsunuz, "iktidarın halifesi" demektir yani iktidarın hemen arkasında bir gün iktidar olma düşüncesiyle kendisini iktidarın yerine koyarak düşünen, öyle davranan, düşünmesi gereken, öyle davranması gereken çevredir. "Muhalefet", "halife"den geliyor.
Tabii, bir taraftan herkes kendi siyasal konumuna, pozisyonuna göre konuşacak ama diğer taraftan da gerçekliğin ne olduğuna ilişkin muhakeme edecek. İranlı bir düşünür vardır Daryuş Şayegan, İran'a gittiğimde kendisini ziyaret edemedim, "Yaralı Bilinç" kitabında diyor ki: "Biz Marksistler..." -kendisi Marksist olur- "...gündüzleri tarihî maddeciliğin yöntemiyle rakiplerimizin kafasını kopartırken geceleri gizli gizli Hâfız'ın şiirlerini okur, ağlardık." Biraz bizim millete benziyor bu İranlılar da. Zannediyorum, muhalefetteki arkadaşlar da burada konuşurken kürsüde bize amansız eleştiriler yöneltirken "iktidarın halifesi" olarak düşündüklerinde, herhâlde vicdanlarında "Acaba haksızlık mı ediyoruz, biz iktidar olsaydık ne yapardık?" diye mutlaka düşünüyorlardır, tıpkı Daryuş Şayegan'ın düşündüğü gibi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Kıymetli arkadaşlar, insani olan her şey, bizim bilgimiz dâhilinde. Biz kendimizi muhalefetin yerine koymaya çalışıyoruz, elbette, muhalefet de aynısını yapmaya çalışıyor. Zaman içerisinde biraz da birbirimize benziyoruz galiba çünkü insan, yumruğa yumrukla karşılık veriyor, tebessüme tebessümle karşılık veriyor, selama da selamla karşılık veriyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Burada da görüyoruz, selamlaştığımızda, hoş ortamlar oluştuğunda güzel güzel çalışıyoruz. Bazen bir ses yükseliyor, mukabil bir ses yükseliyor, sonra hep birlikte gerilimli bir ortama yöneliyoruz. Biraz da bana öyle geliyor ki... Bu kürsüyle şu oturduğumuz yer arasındaki kısa mesafede bazı arkadaşlar öylesine devrimci bir değişiklik yaşıyor ki her zaman buna hayret ettim, mesela çok öfkeli konuşmalar yapan arkadaşların iki adım geçtikten sonra gülümseyerek yerlerine oturması, beni her zaman "Nedir bu?" diye düşünmeye sevk etti ama galiba biraz da bu 17'nci yüzyıla kadar Avrupa'da "Theatrum mundi" derlerdi: "Hayat, bir tiyatrodur." Evet, hayatı temsil etmek gerekir, milletin yerine, milletin hisleri üzerinden muhakkak. Biraz da sanıyorum böyle bir anlayışla, insanlar milleti temsil etme arzusuyla, kendi kişisel takdimleriyle milletin temsili arasına bir parça mesafe koyarak böyle yaptılar. Ben, burada yapılan her şeyin gerçek ya da sembolik bir anlamı olduğunu düşünmeye başladım.
Şöyle Meclise baktığımda, değerli arkadaşlar, aslında herkesin halk çocuğu olduğunu görüyorum. Evet, ben de postacı Osman'ın çocuğuyum. Babam, mektup dağıtırdı; annem, ümmi Elif Hanım'dı. Aslında benim hikâyem, buradaki herkesin hikâyesi. Aklıma vekil olmak gelmezdi bile. Bırakın vekil olmayı, arabamın olacağını bile düşünmezdim.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Dedeniz CHP'li miydi?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ama cumhuriyet ve demokrasi -işte borçlu olduğumuz budur arkadaşlar- milletin çocuklarını buraya taşıyor. (AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Ve biz, milletin içinden geldiğimiz için kesinlikle bu milletin birliği, dirliği ve geleceği için dövüşeceğiz, kavga edeceğiz, müzakere edeceğiz, uzlaşacağız. Her şey o diyalektiğin içinde ama birlikte koşmaya devam edeceğiz.
İlkel kabilelerde bazı kelimelerin konuşulması tabudur, yasaktır. İnsanlar onu konuşamaz, konuşmazlar. Onu konuşmak tehlikeli görülür. Mesela, ölen insanların isimlerini söylemek istemezler, ruhlarının kendilerini muazzep edeceklerini düşünürler. Modern toplumlarda da bazı sözlerin rahatsızlık doğuracağına dair bir duyguyla, o kardeş olduğumuz ilkel toplumlara has bir kaygıyla davranırız. Bence, Türkiye bunları aştı. Şu gök kubbe altında bu milletin içinde ne varsa her şey bu kürsüden konuşulabilmeli. İşte bunu sağlamak, demokrasi ve özgürlük yolunda ilerleyen bir Türkiye'nin, hepimizin bir parçası olduğu Türkiye'nin asli görevidir. Ve lütfen şunu söylememe izin verin: Gerçekten de bu demokrasi ve özgürlükler yolunda o Türkiye'ye geçişte 2002'deki o devrimci, arkasına toplumun rüzgârını alarak yaşanan siyasal değişim ve bunun aktörü olan sizlerin de katkısıyla elbette AK PARTİ'nin çok büyük yeri vardır.
Şehirleşme, zenginleşme, geleceğe daha güvenli bir şekilde bakma, bunların hepsi, bu ülkenin geleceğinin daha parlak olduğunu gösteriyor arkadaşlar. Türkiye ilerliyor. Kesinlikle demokrasi ve özgürlükler yolunda ilerliyor çünkü bu iki kavram var ya, bunlar "civitas", "city", "citizen", bunlarla bağlantılıdır. "Civitas", medeniyet demektir. "City", şehir demektir. "Citizen", vatandaş demektir. "Civitas", o şehirli normlardır. Bir ülke modernleşirken, şehirleşirken, zenginleşirken merak etmeyin orada totaliterlik olmaz. Orada özgürlükleri sınırlayan olmaz. Oralarda tahakkümcü siyasetler olmaz. Hele ki bu kadar tahakküme, otoriter anlayışlara, özgürlük düşmanlarına itiraz etmiş olanlar, halktan gelen bu insanlar, hiç kimse, ne siz ne de biz, buna izin vermeyiz, merak etmeyin. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) O yüzden, Türkiye'nin geleceği parlak, çok değerli arkadaşlar.
Öğrendiklerimizden bahsettik. Bazen kürsüden had bildirmeler oldu. Zannediyorum had bildirme de, had bildiren arkadaşlara bir şey öğretmiştir diye düşünüyorum. "Ne?" derseniz? Mevlânâ'ya diyorlar ki: "Bu kadar okudun, bu kadar öğrendin. Sonuçta ne öğrendin?", "Haddimi bilmeyi öğrendim." diyor Mevlânâ. Biz de hepimiz sonuçta haddimizi bilmeyi öğreniyoruz. En büyük had bildiren, milletin kendisidir; en büyük öğretmen, halkın kendisidir. Hepimize gerektiğinde -eğer bilmeyen varsa- haddini bildirecek olan da milletin kendisi. Sandıklar bu yüzden konulur.
Ve şuna emin olun: Bu "iktidar gemisi" dediğimiz, üzerine bir sürü laf ettiğimiz geminin yelkenlerini dolduran, tayfaların üfürüğü değil, milletin güçlü rüzgârıdır. O yüzden, milletin güçlü rüzgârlarıyla yelkenleri dolmuş iktidar gemileri de milletin hayrına işler, kim olursa olsun.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)