GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Bakanlar Kurulu Programı'nın görüşülmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:6
Tarih:28.11.2015

HDP GRUBU ADINA ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok yakın çalışma arkadaşım olan Sayın Tahir Elçi'ye yapılan bu katliamı kınayarak başlamak istiyorum.

Daha dün bile birlikte, demokrasi ve özgürlük mücadelesi için çaba sarf eden ve bu uğurda yaşamını yitiren Sayın Tahir Elçi'yi anarak ailesine ve tüm halkımıza başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 64'üncü Hükûmet, halka kendisini zorla dayatan ve istikrarsızlık, çatışma, şiddet korkusuyla seçtirilen bir iktidardır. Çatışma, istikrarsızlık, tehdit, korku, yıldırma politikasıyla seçilen bir hükûmetin sivil anlayışta olduğu demokratik bir program yürütemeyeceğini söyleyebiliriz.

Halk iradesini yok sayarak her türlü hile, baskı ve sindirme politikasıyla seçmen tercihleri üzerine ipotek koyan bir iktidarın, 7 Hazirandan bu yana yaptıklarının hesabını vermeden, hiçbir şey yokmuş gibi çıkıp demokrasiden, özgürlükten dem vurması tam anlamıyla kendi suçlarını perdeleme çabasıdır.

Mevcut sivil dikta anlayışın, daha iki gün önce Suriye'ye taşınan silahlarla ilgili yaptıkları haberden ötürü Can Dündar ve Erdem Gül'ü tutuklayarak basın özgürlüğünü bir kez daha ayaklar altına aldığı bir ülkede lütfen bize masal anlatmayınız.

Evet, biz bunları 2009 yılında, Kürt siyasetçilerinin tutuklandığı dönemlerde de dinledik. O zamanki AKP Hükûmetinin anlayışı şuydu: "Tutuklamasak da 90'lı yıllar gibi katletsek mi?" Aynısı bugün Tahir Elçi'ye yapıldı, Tahir Elçi tutuklanmadı ama katledildi.

Yine aynı şekilde, on üç yılda devlet ve erkek şiddetiyle gerçekleştirilen kadın cinayetleriyle, iş cinayetlerinde katledilen işçilerle, Soma'yla, polis kurşunuyla öldürülen çocuklarla, Roboski'yle, Diyarbakır, Suruç, Ankara'da patlayan bombalarla, Silvan'la, Cizre'yle, Sur'la, Nusaybin'le, Derik'le, halkın iradesiyle seçilmiş belediye eş başkanlarının ve siyasetçilerin tutuklanmasıyla, hak ihlalleri ve cezaevinde ölüm ve terk edilmiş hasta tutsakların durumuyla, yoksullukla, yolsuzlukla, işsizlikle, emeğin sömürülmesiyle, ekolojik tahribatla, kültürel değerlerin yok edilmesiyle ve daha da sıralayabileceğimiz yüzlerce şeyle yüzleşmeyen bir Hükûmetin adil ve özgür bir geleceği inşa edemeyeceğini, dahası etmeyi de hedeflemediğini çok iyi biliyoruz ve görüyoruz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bugün, AKP iktidarı, hayatın her alanında her geçen gün yoğunlaşan saldırılarla, bizi, geleceğimizi tasarruf edemez, kendi yaşamımızı düzenleyecek kararları kendimiz alamaz bir pozisyona getirmeyi hedeflemektedir. Oysaki, bizi bugüne getiren süreç, yüz yıllık katı merkeziyetçi anlayışın, yerini yerel demokrasi ve öz yönetimlere bırakması gerektiğini açıkça göstermektedir. Türkiye halkları kendi yaşadıkları yerleriyle ilgili kararların merkezindeki tek adam ve bir avuç sermayedar tarafından değil, kendilerinden kaynaklı olmasını istemektedirler. Gezi'de, Silvan'da, Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de, Yüksekova'da, Derik'te, Karadeniz'de, Ege'de yani ülkenin dört bir yanında yerel demokrasi talepleri hızla yükseltilirken bu talebe kulak tıkamak, yerelden yönetime kulak tıkamak ve bu talebi kriminalize ederek yerine getirmekten kaçmak mümkün değildir. Bir kez daha ifade etmeliyiz ki bu talep ve irade bir şiddet döngüsünün değil, siyasi müzakere ve zamanın ruhunun konusudur. Bu meşru talebi ve iradeyi Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Yüksekova'da, Derik'te, Yırca'da, Karadeniz'de bastırmak için devletin zor aygıtlarıyla devreye koymak sorunları derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramayacaktır. Bunu sokağa çıkma yasaklarıyla bir kez daha görmüş durumdayız. Bunun yerine, yerel ihtiyaçları, ortak değerleri ve farklılıkları gözeten bir yerinden yönetim anlayışını açık yüreklilikle tartışmamız gerekmektedir. Defalarca bahsini ettiğimiz üzere, bu anlayış, merkezî hükûmeti yok sayan değil, ona bağımlı olmadan ortak vatanda demokratik cumhuriyeti tabandan tavana doğru örgütleyen bir anlayıştır. Öz yönetim anlayışı, üçüncü köprünün, Validebağ Korusu'nun, Gezi Parkı'nın ve vapurların akıbetini İstanbul halkının belirlemesi anlayışıdır; Silvan'da, Cizre'de, Nusaybin'deki halkın vali, kaymakam ve emniyet mensuplarının baskıcı ve dayatmacı uygulamalarına karşı kendi kararlarının alınabilmesidir; Havva Ana'nın Yeşil Yolu durdurabilmesidir; Kolin'in Yırca'da 6 bin zeytin ağacını kesmemesidir; Soma'da madenleri madencilerin yönetmesidir; metal işçilerinin kendi sendikalarını özgürce kurabilmesidir, ulusal güvenlik sebebiyle grevlerinin iptal edilmemesidir; patronsuz işçi yönetiminden fabrikaların kurulabilmesidir, yaygınlaştırılmasıdır. Özcesi, halkların kendi yerellerinde öz yönetimlerini kuracak kendi kararlarını alabilmesidir. Peki, bu mevcut Hükûmet Programı bu mevzuda herhangi bir yol alabilmiş midir? Ayrıntılara girmeye hiç lüzum yok, bunu çok net olarak, yaşanan bu son süreçte çok net olarak görmekteyiz; özellikle de sokağa çıkma yasakları ilan ederek halka saldırılar düzenlemek ve bununla birlikte halkı ya keskin nişancılarla hedef almak ya da tanklar ve toplarla evlerini başlarına yıkmaktır.

Ayrıca ayrıntılara girmeden de başka bir örnek vermek istiyoruz. Ne yazık ki Hükûmet programında yer alan "Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'yla uyumlu olarak merkezî idare ve yerel yönetimler arasındaki ilişkileri yeniden düzenleyeceğiz." ibaresine bakmak gerekir. Uluslararası bir belge olan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndan bahsedilirken, 64'üncü Hükûmetimizde "özerklik" ibaresinin çıkarılması uluslararası sözleşmelere, Hükûmetin imza attığı maddelere ya da çekince koyduğu maddelere de uymamaktadır. İmza attığı maddedeki, uluslararası sözleşmedeki "özerklik" kelimesinin 64'üncü Hükûmette "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı" olarak ifade edilen maddeden çıkarılması manidardır.

Bu durum, bize, AKP Hükûmetinin bu konudaki ciddiyetsiz ve korkak tutumunun en iyi göstergesidir. Açıktır ki AKP, 64'üncü Hükûmet "özerklik" kelimesinden korkar bir hâle gelmiştir. Üstelik yerel yönetimler konularında atılacak adımların ağırlıklı olarak merkezî yönetim, denetim ve kontrol mekanizmalarının güçlenmesi çerçevesinde ele alınması da göstermektedir ki "Vesayeti kaldırdık." diyenler, mevzubahis Kürtler olunca en âlâ vesayetçiliğe dönüşmektedirler.

Bu, çok net ifade edebiliriz ki Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'yla yetkilerin yerellere, belediyelere verilmesini talep eden bir anlayış ve yaklaşımın ne yazık ki 64'üncü Hükûmet döneminde ele alınmadığının bir kez daha göstergesidir.

Değerli milletvekilleri, kadınlara ilişkin, özellikle de Hükûmetin programında kadınlar nereye konulmuştur, "kadın" kavramı nasıl kullanılmıştır, ona bakmak istiyoruz. Mevcut erkek egemen sistem nedeniyle ülkemizde ayrı bir önemi olan kadın sorunu 64'üncü Hükûmet Programı'nda sosyal politikalar bağlamında ele alınmış ve kadınlar yaşlılar, engelli, çocuk gibi dezavantajlı gruplardan biri olarak tanımlanmıştır. Bu da yetmezmiş gibi program boyunca eril bir yaklaşımla defalarca kez "kadınlarımız" ifadesi kullanılmıştır. Açıktır ki AKP Hükûmetinin böyle bir dil ve anlayış üzerinden cinsiyet eşitliğini temel alan bir yaklaşımı geliştirmesi mümkün olmayacaktır. Sadece bu iki örnek bile AKP iktidarıyla kadının mevcut ötekileştirilme ve ezilme durumunun devam edeceğinin göstergesidir.

Hepimizin bildiği üzere, Türkiye için yeni değil, sürekliliği olan bir durumdur. Özellikle AKP Hükûmeti bu programında da kadınların her alanda uğradığı şiddet, sömürü ve ayrımcılığı görmezden gelmektedir. Oysaki on üç yıllık AKP iktidarında kadın düşmanlığını tırmandırılarak kadın cinayetleri, şiddet, taciz ve tecavüzü çok daha yakıcı boyutlara ulaşmıştır. 2015 yılı içerisinde en az 255 kadın akrabaları, yakınları ya da hiç tanımadığı erkekler tarafından öldürülmüştür. Kadınların öldürülmediği tek bir gün bile yaşamadığımız bu on üç yılda ülke âdeta bir kadın mezarlığına dönüştürülmüştür.

Kadınların yaşam hakkı Tarsus'tan Nusaybin'e, erkekler ve devlet tarafından gasbedilmiştir. Kâh Özgecan aslan gibi tecavüze uğrayan kâh Selamet Yeşilmen gibi evinin merdivenlerinin önünde polis kurşunuyla katledilmişlerdir.

Devletin kadına yönelik zihniyetinin en açık göstergesi ise Kevser Eltürk'ün yani Ekin Van'ın Varto'da devlet tarafından katledilmesi, katledildikten sonra çırılçıplak bedeninin sokaklarda teşhir edilmesi ve bu durumu görüntüleyenlerin, yapanların değil bunu yayanların yargılanmasıdır

Ekin Van şahsında tüm kadınlara yönelen bu yeni şiddet konseptini görmezden gelemeyiz. Kadına yönelik şiddeti engellemek üzere var olan İstanbul Sözleşmesi gibi yasal mevzuatı uygulamaya geçirmek yerine siyasetçilerimizden emekçilere tüm kadınlara yönelik nefret söylemi ve pratiğinin bir an evvel sonlandırılması gerekmektedir.

Evet, olay Kürt kadınları olunca birinci hedef olarak seçilmektedir. Bunu çok net Silvan'da, başta Eş Başkanımız Sayın Figen Yüksekdağ olmak üzere tüm kadın milletvekillerine ve tüm milletvekili arkadaşlarımıza AKP Hükûmeti bir kez daha göstermiştir.

Değerli milletvekilleri, 64'üncü Hükûmet Programı, insanı dehşete düşüren korkunç bir tablo ve rakamlar karşısında çözüm yolları üretmek şöyle dursun, kadına aile dışında var olma hakkı dahi tanımayan otoriter erkeklik alanı olarak geleneksel aile yapısını güçlendirme politikasını sürdürmektedir. Yani, kadını ya aile mekanizması, geleneksel yöntemle ailenin içine hapseden ya da ötekileştiren bir durum söz konusudur. "Dinamik nüfus yapısının korunması" adı altında kadını, çocuk doğurmaya, zamanının çoğunu ev işi ve çocuk bakımına ayırmaya, geri kalan az zamanını da esnek, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde çalışmaya mahkûm etmektedir. Kadınlara dönük sömürü ve ayrımcılığı derinleştiren bu neoliberal politikalara bir an önce son verilmesi, kadının sosyal hak ve güvencelerinin çocuk ve aile tartışmasının dışında ele alınıp genişletilmesi gerekmektedir. Kadınların çalışma hayatına katılımının sağlanması ve çalışma hayatında kalmalarının güvence altına alınması için iş güvencesi ve bakım hizmetlerinin kamusal bir sorumlulukla ele alınması bir zorunluluktur. Ayrıca ifade etmek gerekir ki "Önümüzdeki dönemde kadınların karar alma mekanizmalarındaki etkinliğini artıracağız." iddiasında olan bir Hükûmetin yerel yönetimlerde cinsiyet eşitliğini sağlayan ve kadının karar alma mekanizmasındaki önemini artıran eş başkanlık sistemine karşı açtığı savaş, Hükûmetin bu konuda samimi olmadığının en büyük göstergesidir. Yeni Hükûmetin kadınların büyük mücadele sonucu elde ettikleri haklara saldırmaktan bir an evvel vazgeçmesi ve kadın haklarını engelleyen değil, bu hakları çoğaltan ve kadınları güçlendirecek bir programının olması gerekmektedir. Özellikle Kürt kadın hareketinin, feminist hareketlerin ve Türkiye'deki tüm kadın örgütleriyle birlikte hareket edecek ve onların önerileri doğrultusunda bir programa yönelinmelidir.

64'üncü Hükûmet Programı'nı "eğitim" başlığı açısından incelediğimizde ise eğitimde özelleştirmelerin, piyasacı uygulamaların eğitimin ticarileştirilmesinin hız kesmeden devam edeceğini açıkça görüyoruz. Aynı zamanda AKP'nin kendi hegemonyasını güçlendirmek için eğitim sistemine yönelik ideolojik müdahalelerinin devam edeceğini de rahatlıkla söyleyebiliriz. Yeni programda, eğitim emekçilerinin yaşadıkları sorunların, ataması yapılmayan öğretmenlerin, Kürtçe öğretmenleri sorununun, kamu okullarının fizikî ve donanım eksikliklerinin, kamu okulları arasındaki eşitsizliklerin, eğitimde bölgesel, sınıfsal, dinsel, inançsal, etnik ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıktan kaynaklı sorunların, eğitimdeki siyasal kadrolaşmanın, üniversite öğrencilerinin yaşadıkları sorunların, eğitim müfredatındaki cinsiyetçi dil ve yaklaşımların, kısacası eğitimin temel ve kronik sorunlarından hiçbirinin çözümüne ilişkin tek bir paragrafın yer almadığını görüyoruz.

Net bir şekilde ifade edebiliriz ki bu sorunların başlıcası cumhuriyetin kuruluşundan beri yok sayılan ana dilde eğitim hakkıdır. Günümüzde dünya ülkeleri incelendiği zaman Birleşmiş Milletler üyesi 194 ülkenin 113 tanesinde birden çok resmî dilin olduğu; İngiltere, İspanya, İtalya, İsveç, Almanya, Çin, Hindistan, Rusya gibi birçok ülkede ana dilde eğitim ve öğretim yapıldığı görülmektedir. Türkiye'de ise ana dilde eğitim hâlâ yasaktır. Türkiye, ana dilde eğitimin bir hak olduğunu savunan uluslararası metinlerin birçoğunda ana dilde eğitimle ilgili maddelere ya çekince koymuştur ya da bu metinler hiç imzalanmamıştır. Hükûmet Programında, temel bir insan hakkı olan ana dilde eğitim hakkını yok sayan AKP iktidarı bugüne kadar yaptığı uygulamalar ile halkın talebini seçmeli ders ya da özel liselerde birkaç dersin ana dilde verilmesi aldatmacası ile ötelemeye çalışmaktadır. Bunu özellikle Kürtler için, Kürtlerin kendi ana dili taleplerini reddeden bir yaklaşım olarak ele alıyoruz.

Ana dilde eğitim kadar hayati bir başka konu ise özellikle Kürdistan'da yaşayan eğitim çağındaki çocukların yaşam hakkı dahi olmamasıdır. Evet, çocukların katledildiği, kadınların katledildiği bir ülkede yaşıyoruz. Eğitim öğretim dönemi başladığı günden beri 21 defa sokağa çıkma yasağı ilan edilen 13 Kürt ili ve ilçesinde okul çağındaki 45 çocuk yaşamını yitirmiştir; 148 sivil ölümü gerçekleşmiş, bunların 20'si kadındır. 70 yaşındaki, 80 yaşındaki, 12 yaşındaki insanlardan bahsedebiliriz. Biz diyoruz ki: 7 Hazirandan bugüne devletin kasti tutumu ya da ihmali sonucu bu kadar çocuk ölüyor ve Eğitim Bakanlığı bu konuda hiçbir girişimde bulunamıyor. Bir açıklama dahi yapılamıyorsa, böyle bir ülkede eğitime dair tüm göstergeleri, Hükûmetin hedeflerini alıp çöpe atabiliriz.

Yine, bu ilçelerde yaşayan on binlerce öğrencinin eğitim hakkı kamu idareleri tarafından toplamda yetmiş gün askıya alınmışken ve son olarak Nusaybin'de on dört gün süren yasak sürecinde 2 bin 700'e yakın öğrenci TEOG sınavlarına girememişken eğitimde fırsat eşitliğini istisnasız olarak sağlamaktan söz eden bir Hükûmet programına sahip olmamız AKP'nin ne kadar derin bir hayal gücü olduğunu yansıtmaktadır.

Sağlık açısından 64'üncü Hükûmet Programı'nda "sağlık" başlığını incelediğimizdeyse, mevcut sağlık sorunlarının hiçbirine çözüm yolları aranmazken Türkiye'de sağlık alanında âdeta bir çığır açmış gibi resmedildiğini görüyoruz. Oysa ki AKP'nin on üç yıldır yürüttüğü, sağlık politikasında yürüttüğü temel anlayış ticarileşme ve "paran kadar sağlık" olduğu aşikârdır. Herkesin ulaşabildiği parasız sağlık hizmetinin sosyal devlet kavramı içinde tartışmasız yer alması gerekirken devletin bir şirket gibi yönetileceğini açık seçik söyleyen AKP Hükûmeti, Türkiye'de sağlığı doğrudan piyasa koşullarına terk etmiştir. Sağlık sektöründeki piyasalaşma saldırısının hem hastaları hem de çalışanları sağlıksız koşullara mahkûm ettiğini çoktandır biliyoruz. Taşeronlaşma, güvencesizlik, performans baskısı, esnekliğin sayısız biçimiyle ilişkilenmeye kadar sömürülen sağlık emekçileri için 64'üncü Hükûmet Programı'nda özlük haklarının iyileştirilmesi de söz konusu olmamıştır. Bundan önceki hükûmet programlarında olduğu gibi 64'ünü Hükûmet Programı'nda da AKP'nin koruyucu sağlık hizmetlerini artırması yerine, poliklinik ağırlıklı bir sistemi, tıbbi teknoloji ve ilaç enstitüsüne yatırımı artırmayı, daha fazla özel hastaneler açmayı hedeflediğini görmekteyiz. Var olan devlet hastaneleri son derece bakımsız ve donanımsızken, hastanelerdeki emekçilerin çalışma koşulları oldukça ağır ve emekçilerin görüşü alınmadan sevk, idare ve yönetime Hükûmete yakın kişilerin atanması sağlık hizmetlerini sektere uğratırken sağlık konusunda boyalı vaatlere gidilmesini hiç de inandırıcı bulmamaktayız.

Henüz sağlığa erişim konusunda herhangi bir standardı yakalayamamış bu sistemde yeni programın en can alıcı vaatlerinden biri de Millî Aşı Üretim Projesi'dir. Buna karşın, yerli ve millî milletvekilleri, yerli ve millî savaş uçaklarının ardından şimdi de yerli millî aşının üretimine soyunan AKP iktidarına belki sadece şunu sorabiliriz: Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği çok geniş bir coğrafyada sağlık hizmetleri durma aşamasına gelmişken, Nusaybin'de, Cizre'de, Silvan'da diyaliz hastaları, kronik hastalar hastanelere gidemediği için yaşamsal tehlike altına girmişken, acaba üreteceğiniz millî aşınızı hangi milletin çocukları için oluşturacaksınız?

Evet, gerçekten de yaşanan bu durumda, bizzat Sur'da, Silvan'da birçok alanda olduğumuz süreç içerisinde yaşadıklarımızı gördük. Ambulansların hastaları almasına izin verilmeyen bir sistemdir AKP Hükûmetinin önümüze koyduğu sistem.

Yoksullukla mücadelede de yine aynı şeyi ifade edebiliriz. Yine, aynı şeyi yaşanabilir şehirler, sürdürülebilir çevre ve kalkınmada da ifade edebiliriz. AKP İktidarının on üç yıllık pratiğiyle bunların hepsini gördük ve cevap olacak hiçbir yönü de yoktur diyebiliriz.

Evet, bilim ve teknolojide özellikle de yaşananların -zamanım kalmadığı için özetle geçeceğim, bir kez daha ifade etmek istiyorum- özellikle de şehirleşmede, Hükûmet Programında şehirleşme ve çevre planlamasına ilişkin biz yetkilerin yerele verilmesini derken, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden bahsederken ne yazık ki Plan ve Bütçede, imarda da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demirel, iki dakika içinde lütfen tamamlayınız.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - İki dakikada toparlayacağım.

Ne yazık ki 64'üncü Hükûmet döneminde de şehircilik ve planlama kapsamında da yerel yönetimlerden var olan yetkilerinin de geri alınarak, oradan gelen gelirin de aynı zamanda merkezî hükûmetin kasasına aktarılması belirtilmiştir. Yerele daha fazla ekonomik güç ifade eden idari ve mali aktarımı gerçekleştirmesi gereken AKP Hükûmeti ne yazık ki bunların hiçbirini gerçekleştirememiştir.

Dolayısıyla, son olarak ifade edersek, bu yaşananlar, özellikle kürdistanda yaşanan kadın ve çocuk katliamları ve yaşadığımız bu süreç içerisinde bu sorunun çözümünün adresinin müzakere olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Çözüm adresinin müzakere ve Meclis olduğunu, yasal ve anayasal sürecin değişikliğinin burada gerçekleşmesi gerektiğini bir kez daha buradan ifade ederek söylemek istiyoruz. Kadınları ve çocukları öldürerek... Düşünce özgürlüğünü, kendi özgürlük mücadelesini, barışı, demokrasiyi sonuna kadar gerçekleştirmeyi umut eden Tahir Elçi ne yazık ki bugün katledilmiştir. Bunu hiçbir yerde, hiçbir demokrasi anlayışında göremeyiz. Bunları ortaya çıkartmak birinci derecede Hükûmetin görevidir ama ne yazık ki bunların hepsinin üstü kapatılmıştır, aynen diğer dönemlerde olduğu gibi bunda da üstü kapatılmıştır.

Ben, esadullah timine geçerek bitirmek istiyorum. Evet, arkadaşlarımız ifade etti, buradan sormak istiyoruz, cinsiyetçi anlayışı sormak istiyoruz. Ben ifade etmek istemiyorum, arkadaşlarımız söyledi, burada yazıyor. Devletin gücünü görmek, cinsiyetçi anlayışlarla kadınlara hakaret etmek hangi devlet anlayışında vardır, bunu bir kez daha hepinize sormak istiyoruz.

İkincisi, bu devletin anlayışında esadullah timi olarak kendisini ifade edenlerin kim olduğunu sorduk, 19/10/2015 tarihli soru önergesini kendim bizzat vererek... Araştırma önergesinde -grup üzerinde verdiğimiz- bu duruma neden hâlâ bir yanıt bulamadığımızı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Meclis ya da Hükûmet...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - ...esadullah timinin kim olduğunu ya da Türksen övün, değilsen itaat et anlayışının nereden kaynaklandığını, hangi devlet anlayışından kaynaklandığını ifade etmek zorundadır.

Bunların hepsinin mücadelesini yürüteceğimizi ve sonuna kadar bu mücadeleyi devam ettireceğimizi bir kez daha sizlere ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)