GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18) No.lu Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:12
Tarih:09.12.2015

ADALET BAKANI BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; boşanma olaylarının artmasının toplumsal dokuda meydana getirdiği tahribatın ve özellikle kadınlarımıza, çocuklarımıza, aile yapısına verdiği zararların, aile içi şiddet ve diğer bazı konuların araştırılmasına ilişkin Parlamentodaki siyasi parti gruplarınca ayrı ayrı verilen araştırma önergesi vesilesiyle huzurlarınızdayım, bu vesileyle değerli üyeleri saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, öncelikle böylesine ciddi ve ülkemiz, milletimiz açısından önem arz eden bir konuda Türkiye Büyük Millet Meclisimizin bir araştırma komisyonu kurarak konuyu bütün yönleriyle araştırmasının Hükûmetimiz bakımından da son derece önemli ve yol gösterici olacağına olan inancımı burada açıklıkla ifade etmek isterim.

Öncelikle, bu komisyonun bu konudaki bütün sorunların tespiti, çözüm önerilerinin değerlendirilmesi ve Hükûmetimize bulunacağı tavsiyeler bizim açımızdan verimli bir çalışma için yol haritası olacak ve bu rapor doğrultusunda bu konuda atacağımız tedbirler olacak ve o adımlarla hem aile yapımızı güçlendirmek hem kadınlarımızın toplumda daha güçlü bir konuma gelmesi hem geleceğimizin teminatı çocuklarımızın güçlendirilmesi, iyi yetiştirilmesi hem de toplumun temeli olan ailenin korunması bakımından önemli adımlar atılmasına vesile olacaktır.

Değerli milletvekilleri, boşanma olayları elbette ülkemizde artan nüfus ve başka nedenlerle artmaktadır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında 20 bin civarında olan evlenme sayısının 2014 yılı sonu itibarıyla 600 binlere ulaştığını görüyoruz ve yine 2 bin civarında olan ilk yıllardaki boşanma sayısının 130 bin civarına yaklaştığını da görmekteyiz. 2014 yılı TÜİK verileri incelendiğinde gerçekleşen 130.913 boşanmanın 126.732'sinin şiddetli geçimsizlikten kaynaklandığı, 107 boşanmanın zinadan, 31 boşanmanın cana kast ve pek fena muameleden, 36 boşanmanın cürüm ve haysiyetsizlikten, 200 boşanmanın terkten, 61 boşanmanın akıl hastalığı sebeplerinden, 1.280 boşanmanın da diğer sebeplerden gerçekleştiği şu andaki adli kayıtlardan da anlaşılmaktadır, TÜİK verilerinden de açıkça görülmektedir. Tabii, boşanma oranlarında Türkiye'de bir artış olduğu gerçek; bu artan nüfus ve başka sorunlar, pek çok şey bunda etki sahibidir, elbette bunların araştırılmasında fayda var.

OECD ülkeleri arasında Türkiye 34 ülke içerisinde boşanma oranının yüksekliği bakımından 27'nci sırada. Buradaki durumumuz iyidir ancak Türk toplumu bakımından baktığımızda durumumuzun iyi olmadığını da buradan ifade etmek lazım. Zira, bizim toplumumuzun sahip olduğu kültürel anlayışlar, değer yargıları, medeniyet tasavvuru diğer ülkelerle farklılık arz ettiğinden bu rakamın elbette aşağıda olmasında fayda vardır. Esasında, boşanma nedenlerinin verilerinin yanlışlığını da görüyoruz biz çünkü pek çok ailenin gerçek boşanma sebebi yerine yargılama süreçleri içerisinde onları gizleyerek "şiddetli geçimsizlik" çatısı altında bir boşanma veri bankası âdeta oluşturduğunu da görüyoruz çünkü sebepleri ailelerin de gizlediğini hepimiz müşahede ediyoruz. Onun için bu noktada sebeplerin gerçek olarak tespiti de çözüm arayışlarına yardımcı olacaktır. Hem Aile Bakanlığımız hem de Adalet Bakanlığımız yeni dönemde bu konuda gerekli adımları atmak için ayrı ayrı çalışmalar yürütmektedirler. İnşallah, bu komisyonun çalışması da bizim için yol gösterici olacaktır.

Değerli milletvekilleri, tabii toplumda aile yapısını güçlendirmek bakımından atılması gereken bütün adımları sadece erkek penceresinden, sadece kadın penceresinden değerlendirmek de fevkalade büyük bir yanlışlıktır. Bunu hem erkek hem kadın penceresinden değerlendirmek ve ikisini birlikte ele almak, kadının hakları ve sorumluluklarıyla erkeğin hakları ve sorumluluklarını birlikte değerlendirmek ve bu konuda atılacak adımların birlikte atılmasını, birlikte geliştirilmesini temin etmek son derece önemlidir. Ailenin korunması sadece kadının görevi olmadığı gibi sadece erkeğin de görevi değildir. Evliliklerin sürdürülmesi sadece bir tarafın omuzlarına yıkılacak bir yük değildir, her iki tarafın büyük bir sorumluluk içerisinde sürdürmesi gerekir, her iki tarafın da bu konuda ödevleri vardır; onların üzerinde de ciddiyetle durulmasında büyük faydalar olduğunu görüyoruz.

Tabii toplumumuzda erken yaşta evliliklerle ilgili de önemli veriler var. Bunların üzerinde de Parlamentomuz geçmiş dönemde kurduğu komisyonlarla da durdu, incelemeler yaptı; bunun üzerinde de belki bu komisyonumuzun bir kez daha durmasında fayda var. Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine baktığımız zaman 2002 yılı verilerinde 37.263 kız çocuğunun erken yaşta evlendiğini, 2.592 erkek çocuğunun erken yaşta evlendiğini veya evlendirildiğini daha doğrusu görüyoruz, aileler vasıtasıyla veya başka şekilde. 2014 yılına baktığımızda ise erkek çocuklarda 1.670, kız çocuklarında ise bu rakamın 34.629 olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Esasında hem erkek çocuklarda hem de kız çocuklarda hükûmetlerimiz döneminde erken yaşta evlilik konusunda az da olsa bir azalmanın olduğunu görüyoruz ancak bu yeterli değil, bunu daha ileri noktaya taşımamız lazım.

AK PARTİ hükûmetleri döneminde kız çocuklarımızın ve erkek çocuklarımızın erken yaşta evlenmelerini önlemek maksadıyla pek çok adım atılmıştır. Bunlardan en önemlisi nedir diye sorarsanız, bana göre en önemli attığımız tarihî adım 4+4+4 eğitim sistemiyle beraber zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılmasıdır. Zorunlu eğitimin on iki yıla çıkarılması, hem kız çocuklarımızın hem de erkek çocuklarımızın erken yaşta evlendirilmeleri konusunda en önemli güç kaynağı olacaktır, hem velilerin bu noktadaki anlayışlarını değiştirmesine etki edecek hem de devletin bu meseleyi yakından takibi konusunda da önemli bir imkân oluşturacaktır. Şu anda Türkiye'de lise mezunu olmayan pek çok evladımız var ama artık yeni Türkiye'de lise mezunu olmayan kızımız da lise mezunu olmayan oğlumuz da kalmayacak, hepsi en az lise mezunu olacaktır. Bu da bu konudaki olumsuzluğu değiştirme bakımından elimizdeki en önemli imkânlardan birisidir.

Elbette daha çok adımı atmamız lazım. Hem erkekleri hem de kadınları bilinçlendirme konusunda da bizim ciddi adımlara ihtiyacımız var.

Bizim, toplum olarak, insan olarak hepimizin kafasında ayrımlar olduğu gibi, bizim yasalarımızda da ciddi ayrımlar vardı. 2004'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ve diğer ceza adalet sistemine ilişkin mevzuat ve 2002 yılında yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu ve diğer mevzuatlar beraber değerlendirildiğinde esasında bizim hukukumuzda yer alan pek çok ayrımcılığın yasalarla himaye edildiğini görüyoruz. Ceza Kanunu'nda baktığınızda kız var, kadın var, karı var, dul var pek çok ifade var. Kadınları tek gözle görmeyen bir anlayış var, kadınları da kendi içinde ayrıma tabi tutan bir Ceza Kanunu, bir Medeni Kanun ve diğer pek çok kanunumuz var ve bu kanunlar bu ayrımcılıkları himaye ederken öte yandan kadına karşı ayrımcılıkla mücadele eden anlayışlar var. Bir yandan kanun himaye ediyor, öte yandan biz bu anlayışlara karşı mücadele ediyoruz. Hem mücadele edeceğiz hem de bu yanlışlardan hukukumuzu arındırmak için çalışmalar yapacağız. AK PARTİ hükûmetleri döneminde Ceza Kanunu'nda yapılan büyük değişimlerle -Cumhuriyet Halk Partisi'yle de uzlaşmayla yaptık, onun için onlara da buradan teşekkür ediyorum, beraber yaptık- bu ayıplardan ceza hukukumuzu temizledik. Bakın neler vardı, birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Tabii Ceza Kanunu içerisinde tecavüze uğrayan bir kadının tecavüz edenle evlenmesi hâlinde soruşturmanın, dava aşamasındaysa davanın, infaz aşamasındaysa infazın ertelenmesini öngören bir düzenleme vardı. Bir yandan kadın böylesi bir cinsel saldırıyla mağdur edilirken, öte yandan cinsel saldırıyı yapanı ödüllendiren bir evliliğe de razı edildiğini görüyoruz ve bunun da hukukumuz tarafından himaye edildiğini maalesef bir gerçek olarak hep yaşadık. Buna son veren adımı bu Parlamento attı, AK PARTİ hükûmetleri attı. Artık böylesi bir ayıp bizim hukukumuzun içerisinde bulunmamaktadır.

Aile içerisinde başka alanlarda da ciddi sorunlar vardı. Örneğin bir hanımefendi namus saikıyla çocuğu öldürdüğü zaman ona cezada büyük bir indirim yapılıyordu. Bizim Ceza Kanunu'muzda 2004'e kadar yürürlükte olan bir düzenleme. Masum bir çocuk gayrimeşru veya başka tür bir ilişkiden olmuş durumda. Onun hiçbir günahı yok. Sonra annesi veyahut da o çocuğa neden olan erkek onu öldürdüğü zaman buradan bir bakıyorsunuz bir himaye çıkıyor, cezada indir, indir, indir, indir... Ne yapıyor? Kanun diyor ki: "Cinayet işleyebilirsin." Böylesi hastalıklı bir anlayış olur mu? Oldu. Hukukumuzda var mıydı? Vardı. Hâkimlerimiz yıllar yılı bunu uyguladı mı? Bunu uyguladı ve bu ayıbı da hukukumuzdan 2004 yılında yaptığımız reformla kaldırdık. Kadınımızı güçlendiren karı, kız, dul ve benzeri ayrımların tamamına hukuk içerisinde son veren adımı attık ve yine Ceza Kanunu'nun içerisine ayrımcılıkla mücadele anlamında önemli bir adım attık ve orada cinsiyete dayalı ayrımcılığı suç sayan ve buna yaptırım uygulayan bir düzenlemeyi de hukukumuzun içerisine yerleştirdik. Biz biliyoruz ki kadını güçlendirdiğimizde -sadece erkeği değil aynı zamanda kadını güçlendirdiğimizde- aile yapısı daha iyi korunacaktır, ailelerin, karı kocanın birlikte mutlu olmaları daha iyi bir şekilde temin edilecektir. Bu anlamda önemli adımların atıldığını özellikle ifade etmek isterim.

Tabii, ailede boşanmaların nedenlerine baktığınızda şiddetli geçimsizliğin en üst noktada olduğunu görüyoruz. Şiddetli geçimsizliğe karşı da bizim ciddi adımlar attığımız ortadadır. Yeter mi? Yetmez, çünkü şiddetli geçimsizliği, bizim, sadece kanunlarda yapılacak düzenlemelerle ortadan kaldırma imkânımız yok. Esasında, bu, biraz da toplumun geneliyle de alakalı bir konu. Okul, iş yeri, üniversite, camiler, toplumun hayatını devam ettirdiği her yer şiddetli geçimsizliğe karşı bir eğitim yeri olarak görülmeli ve buralardan toplumsal bilinçlendirmenin bireyin gelişmesine etkisi bakımından da son derece istifade etmemiz gerekir.

İstatistiklere baktığımızda, zaman zaman eğitim düzeyiyle bunu ilişkilendirmeler var ama üniversite mezunları arasında eşine şiddet uygulayanların sayısının üniversiteyi bitirmeyenleri aratmayacak kadar yüksek olduğunu da hepimiz biliyoruz. Esasında bu sadece eğitim düzeyiyle de ilgili bir konu değil, bunun pek çok boyutları vardır. Son dönemlerde hükûmetlerimizce atılan adımlarla bu konuda ciddi mesafeler alındı.

Tabii, rakamlarda da büyük patlamalar oldu. Rakamlara bakıldığında, şiddetin çok yükseldiğini esasında görüyoruz, birdenbire büyük patlamalar var. Bunun üzerinde de durmak lazım. Neden patlamalar oldu? Bir defa, Türk Ceza Kanunu'nda aile içi şiddeti resen takip eden bir hukuksal düzenleme yaptık. Artık, ailenin şikâyetiyle sadece gündeme gelmiyor, bundan haberdar olan soruşturma makamları, savcılıklar resen harekete geçip bununla ilgili soruşturma yapma imkânı buldular. Yine, yayınlanan genelgelerle, atılan adımlarla, polisin karakollarda hemen buluşturup, barıştırıp gönderme devrine son veren, her şikâyeti kayda alan ve bununla ilgili işlem yapan bir döneme geçtik. Dolayısıyla, kayıt dışılık sona erdi bu alanda, her şey kayıt içine girdi. Bu da rakamların değişmesine, farklılaşmasına yol açtı.

Yine, bu konularla ilgili, hem hâkim ve savcılarımız hem de kolluk ayrıca eğitimlere tabi tutuldu. Bu alanda kim yanlış yaparsa ona müeyyidenin etkin uygulanması, şiddetin gizlenmemesi, üzerinin örtülmemesi, bu konuda alınacak tedbirlerden geri durulmaması konusunda da ciddi mesafeler alındı. Yeter mi? Yetmez. Bu konuda da yapacağımız elbette çok şeyler var. Umarım ki bu çalışma sırasında bunun üzerinde de ciddiyetle durulur ve önemli mesafeler almamıza yol açacak öneriler bizim Hükûmet olarak önümüze getirilir.

Değerli milletvekilleri, kadınla ilgili yaptığımız önemli düzenlemeler oldu. Hepsini burada sayma imkânım yok. Ama en önemlilerinden bir tanesi, Anayasa'nın 10'uncu maddesinde yaptığımız 2004 yılındaki değişikliktir. Eklenen bir cümleyle "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür." hükmünü getirip koyduk. Ondan önce kanun önünde herkesin eşit olduğunu söyleyen ama devlete bu konuda bir yükümlülük yüklemeyen, kadını erkeği ayrı ayrı zikretmeyen bir anlayış vardı. Şimdi hem ayrı ayrı burada ifade edildi hem de bu eşitliği hayata geçirmek için devlete bir yükümlülük yüklendi, "Bu eşitliği hayata geçirecek adımları at." dedi Anayasa. Ancak gördük ki bu bile yetmiyor çünkü eşitsizlik, ayrımcılık o kadar fazla ki eşitlik kuralına riayet ederek bu açığı kapama imkânımız yok. Bunun üzerine Anayasa'da 2010 yılında yapılan değişiklikle kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılmasının eşitlik ilkesine aykırı olmayacağına dair hükmü Anayasa'ya koyarak burada tarihî bir adımı attık çünkü bu alanda yapacağımız bazı düzenlemeler eşitlik ilkesine aykırı görülüp Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebilirdi. Onun önüne geçmek için böylesine önemli bir adımı attığımızı da buradan ifade etmek isterim.

Tabii, kadının eğitim hayatında kendi içinde eşitsizlik doğuran sorunları vardı. Türkiye uzun yıllar başı açık başı kapalı kadınları ayıran, birbirinin karşısına diken hastalıklı bir yapıyla maalesef yaşamak zorunda kaldı ve bunlar nedeniyle Türkiye'de partiler kapandı, nice hayatlar karardı ve atılan adımlarla önce üniversitede bu Orta Çağ anlayışı sona erdirildi, arkasından ortaöğretimde başörtüsü, başı açıklıkla alakalı herhangi bir sorunun olmadığı ortaya çıktı ve orada da bu sorun çözüldü, arkasından çalışma hayatında da eşitliği hayata geçiren adımlar atıldı. Bizde sadece kadın ve erkek arasında ayrımcılık yoktu, maalesef kadınlarımızın arasında da ayrımcılık vardı. İşin garibi Parlamentoda da, yargıda da, üniversitelerde de bu ayrımcılığı "adalet" diye savunan insanlar vardı, "hak" diye savunan insanlar vardı. Hamdolsun, Türkiye, bu ayıptan kurtulmuş oldu.

Tabii, parlamentoda kadınların temsiline ilişkin adım, Türkiye bakımından övünç kaynağı olan bir adım. Çok eski bir tarihte, pek çok başka ülkeden, Avrupa ülkelerinden önce, Türkiye, bu tarihî adımı attı ama başı örtülü kadınların Parlamentoda temsili ilk defa 25'inci Dönemde sağlanmış oldu. Böylece, Parlamento içinde de devam eden bir ayrımcılığa da son verilmiş oldu.

İnşallah önümüzdeki süreçte, kadın erkek arasında ayrımcılık yapan, kadınların kendi içinde ayrımcılık yapan, erkeklerin kendi içinde ayrımcılık yapan bütün anlayışlara karşı Parlamentomuz grup farkı gözetmeksizin birlikte hareket eder, birlikte adımlar atar ve bu konuda ülkemizi dünyanın örnek ülkelerinden biri hâline hep beraber getiririz diyor, ben tekrar böylesi bir komisyonun hayırlı olacağına olan inancımızı ifade ediyor, Parlamentoyu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)