| Konu: | (10/2, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18) No.lu Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 09.12.2015 |
CHP GRUBU ADINA CANDAN YÜCEER (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle bir şehidimiz var, galiba Diyarbakır'da. Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum; ülkemizin başı sağ olsun.
Parlamentoda temsil edilen siyasi gruplarca verilen, boşanma olaylarının sebeplerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırma komisyonu kurulmasına yönelik verilmiş önergeler üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Değerli milletvekillerini ve ekranları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Meclisin ilk ayında önemli ve öncelikli bulunup verilmiş olan bu önergelerin, aileyi konuştuğumuz, boşanmaları, şiddeti konuştuğumuz bu önergelerin görüşmelerinde ilgili bakanlığın olmamasını, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının olmamasını yadırgadığımızı ifade etmek istiyorum. Herhâlde Sayın Bakan tarafından yeterince önemli ve öncelikli bulunmamış bu konu.
Bir selam da buradan Silivri'ye göndermek istiyorum. Yaptıkları mesleğe saygıları, yaşadıkları memlekete saygıları olan, sevgileri olan, halkına karşı sorumluluk duyan, daha iyi, daha güzel, yaşanabilir bir Türkiye için bedel ödemeyi göze alan, "Bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu." diyenlere bu bedeli şeref madalyası saydığını ifade eden, "Biz casus, hain, kahraman değiliz, sadece gazeteciyiz." diyen ve on dört gündür Silivri'de tutsak edilen onurlu, ilkeli, dürüst gazeteciler sevgili Can Dündar'a ve Erdem Gül'e selam olsun diyorum buradan. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)
Öncelikle, vahşice katledilen Özgecan Aslan'ın katillerine verilen -tabii ki, kadın mücadelesinin ciddi bir kazanımıydı bu- ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının diğer bütün katillere, kadın cinayetlerinin katillerine verilmesini ve buna emsal olmasını diliyorum. Özgecan'a bir kez daha Allah'tan rahmet, yakınlarına sabır diliyorum. Tabii ki biz 1 tane daha kadın cinayeti olmamasını diliyoruz. Bu verilmiş karar bizim yüreğimizi soğutmadı, Özgecan'ı geri getirmedi ama yüreğimizin daha çok yanmasına da engel oldu.
Özellikle kadın hareketinin takip ettiği, kamuoyunun gözünün önünde seyrettiği, kamuoyu oluşturan davalarda biliyorsunuz mahkemeler daha hassas davranıyor ve bu iyi hâl indirimlerini, tahrik indirimlerini uygulayamayabiliyor. Ama kamuoyunun oluşmadığı ve takip edilmeyen sayısız davalarda da bu tahrikler uygulanarak maalesef yeni cinayetlerin de önü açılıyor. Türkiye'de yargının inisiyatifine bırakılan bu indirimlerle maalesef cinayeti işleyen erkeklerin, işte, "Erkekliğime hakaret etti.", "Yemek tuzsuz olmuştu.", "Kadınlık görevini yapmıyordu.", "Bana küfretti.", "Tayt giyiyordu." demeleri ya da duruşmalarda kravat takmaları, efendi durmaları ya da öldürülen kadınların giydikleri kıyafetlerin rengi, rujları, telefonla fazla konuşmaları, eve birkaç saat geç gelmeleri maalesef tahrik ve iyi hâl indirimi olarak sayılıyor.
Bizim amacımız, isteğimiz, talebimiz tabii ki kadın saikiyle işlenen davalarda iyi hâl indirimlerinin, aynı Özgecan davasında olduğu gibi, tahrik indirimlerinin uygulanmaması.
Değerli milletvekilleri, bu durum yani ailenin güçlendirilmesi politikaları aslında yeni değil, 2008 yılında çocuk sayısıyla başlayan, akabinde kürtaj tartışmalarıyla devam eden, 17-27 yaş arası evliliklere prim gelmesiyle... Ve böylelikle, tabii ki kadın okumayacak, erken evlenecek, mesleği olmayacak, en az 3 çocuk doğuracak ve evinde oturacak. Ve bu politikalar "kadın" kelimesinin adının Bakanlığın ve yasaların adından çıkarılması, kürtajın fiilen olumsuz, imkânsız hâle getirilmesi, gebe kadınların takibe alınması, doğum kontrol araçlarına ulaşımın güçleşmesi, "Kadın-erkek eşit değildir." çıkışı ve maalesef onun yerine, kadın-erkek eşitliği yerine adaletin ve merhametin alması, aile paketi ve şimdi de verilen önergeyle kadınların makamının analık, mekânının evi, aile olduğu yani kutsal aile vurgusu.
Hepinizin malumu, 25'inci Dönem çalışamadık, çalıştırılmadı Meclis. Aslında, 7 Haziran-1 Kasım arası Türkiye'de yaşanan, yaratılan kaos ortamının araştırılması; o patlayan bombaların, artan terörün, yitirilen canların, parçalanan ailelerin ve yitirdiğimiz canların araştırılarak başlamalıydı 26'ncı Dönem ama böyle başladık. 24'üncü Dönemin -burada değerli milletvekili arkadaşlarımız var 24'üncü Dönemden de- son günlerinde "aile paketi", "aile teşvik paketi", "annelik paketi" adı altında Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Sayın Başbakan Davutoğlu tarafından Meclise gönderildi. Tasarının gerekçelerinden biri de azalan doğurganlık oranının artırılmasıydı. Türkiye'nin nüfus yapısı itibarıyla artık yaşlanan bir ülke olarak kabul edilmeye başlandığı, bu yüzden de genç nüfusu teşvik etmemiz gerektiği ve bu yönde politikalar ve düzenlemeler gerektiği söylenerek, ifade edilerek doğurganlık teşvik ediliyordu. Oysa, Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu 2014 Dünya Nüfusunun Durumu Raporu'na göre Türkiye, nüfusunun bir bölü 4'ü, yani 19 milyonu oluşturan gençlerle Avrupa'nın en genç nüfuslu ülkesi Türkiye ve yine bu rapora göre 2050'ye kadar Türkiye'nin nüfus problemi yok, 65 yaş üstü nüfusumuz da sadece yüzde 8.
Doğurganlık oranlarına baktığımızda, 2008'deki oranlar 2,16 düzeyindeyken, 2013'te bu oranların 2,26'ya çıktığı, yani doğurganlıktaki azalmanın durduğu, azalmanın aksine artık durağanlaştığını gösteriyor.
Tabii, bu önergede, dinamik, çok nüfuslu Türkiye politikası dillendirilirken, 15-29 yaş arası kızların, kadınların yüzde 52'sinin çalışmadığını ve okumadığını söylemiyor. Türkiye'de her yıl 91 bin kız çocuğunun anne olduğunu söylemiyor. Evliliklerin bir bölü 3'ünün, her 3 evlilikten 1'inin çocuk evlilik olduğunu söylemiyor. Gelişmekte olan bölgelerde bulunan gençlerin yüzde 60'ının okumadığını, çalışmadığını ya da düzensiz işlerde çalıştığını söylemiyor. Yükseköğretimdeki net okullaşma oranımızın yüzde 38,5 olduğunu söylemiyor. Türkiye'de gençlerin iş gücüne katılımı yüzde 39,6 iken, genç işsizliğinin yüzde 19 dolayında olduğunu söylemiyor. Bu oranlar, bu sorunlar görmezden geliniyor, çok nüfus derken mevcut nüfusun iyi hâle getirilmesi için hiçbir şey söylenmiyor.
Ne söylüyor bu önerge? Kısaca şunu söylüyor. Kadınlara diyor ki: "Sizin asıl işiniz annelik. Eş, çocuk, yaşlı, hasta bakımı sizin asıl işiniz, ev dışında da çalışmak istiyorsanız eğer -tabii, asıl işinizi aksatmadan yapmanız gerekiyor bunu da- esnek, güvencesiz ve yarı zamanlı işlerde çalışabilirsiniz." Yani kadınlara uygun rolü ve toplumdaki yeri hatırlatılıyor. Ekmek parası kazananın erkek olduğu aile modeli yeniden kutsanıyor. Yani kadınların esas kariyerinin, asıl görevinin annelik olduğu ve bunun için de bu yönde konumlanması gerektiği, gerisinin teferruat olduğu söyleniyor.
Bakın, kadına şiddet -biraz önce de ifade edildi- yedi yılda 14 kat arttı. Her 3 evlilikten 1'i -biraz önce de söyledim- çocuk evliliği. 181.036 çocuk gelinimiz var, çocuk evliliği var. Tabii, bu, buzdağının sadece görünen kısmı. Genç kızların yüzde 41,5'i ne okuyor ne çalışıyor. Tecavüz ve taciz, cinsel istismar olaylarında son beş yılda yüzde 30 artma var. Bunların yüzde 50'si de 18 yaşın altındaki çocuklar; yüzde 90'ı kız çocukları, yüzde 10'u erkek çocukları. Bunların ancak yüzde 27'si cinsel istismara uğradığını ifade edebilen grup.
Her 5 kadından 1'inin okuma yazma bilmediği, her 3, 4 kadından 1'inin şiddete uğradığı, her gün 1-3 kadının cinayete kurban gittiği ve kadınların yüzde 50'sinin yaşadıkları şiddeti bırakın "Yeter." demeyi kimseyle paylaşamadığı, yüzde 92'sinin hiçbir kuruma başvuramadığı ve bildiğimiz üzere kadın cinayetlerinin yüzde 47'sinin ya eski koca ya da boşanmak üzere olduğu koca tarafından işlendiği.
Biz bu eşitsizliği, ayrımcılığı, şiddeti, tacizi, tecavüzü görmeyelim, neymiş bir önceki yıla göre boşanma oranları yüzde 4,5 artmış, evlilik oranları yüzde 0,1 azalmış. Bu kadar yakıcı sorunun içinde aileyi esas aldığınız için boşanmayla ilgileniyorsunuz. Aile içindeki eşitsiz ilişkiyle ve ezilen taraf olan kadının sorunlarıyla -boşanma aşamasında olsun ya da sonrasında olsun- ne sorunlar yaşadığıyla ilgilenmiyoruz. Aslında Türkiye'deki boşanma ve evlenme oranlarında dünya ortalamasıyla karşılaştığımızda öyle dramatik artma ya da azalma yok. Yani aslında paniğe gerek yok ama panik olacağımız bir yer var, ailede kadınların yaşadıkları.
Bakın, kadınlar en çok güvendiği yerlerde, ailelerinde, evlerinde ve en çok güvendiği kişiler tarafından, eşleri, babaları, erkek kardeşleri tarafından değişik derecelerde ve şekillerde şiddete maruz kalıyor.
Kadına yönelik şiddet, aile içi şiddet, kadını baskılayan, kadının öz güvenini yok eden, kadının benlik saygısını azaltan ve maalesef gelecek nesillere olumsuz modeller oluşturan, özellikle kadınların ve çocukların ruh ve beden sağlığını bozan, özellikle sosyal ve kültürel temelleri de ağır basan aslında toplumsal bir sorun, halk sağlığı sorunu. Her 10 kadından 4'ünün birlikte yaşadığı erkekler ya da eşleri tarafından şiddete maruz kalmaları, aslında aile ortamının kadınlar için onların hayatını zaman zaman tehdide kadar götüren, onların hayatını tehdit eden bir kurum hâline dönüştüğünü gösteriyor. İşte, biz bu noktada ailenin güçlendirilmesi politikalarını kadının güçlendirilmesi bakış açısıyla yeniden değerlendirmek zorundayız, sorunun kaynağı çünkü bu. Eğer biz çocukların, kadınların yaşadığı mağduriyete, yaşadığı eşitsiz ilişkiye gözümüzü kapatıp hâlâ "ailenin güçlendirilmesi" dersek kadınların ve çocukların haklarını, dolayısıyla aileyi de koruyamayız.
Bu öneride açıkça itiraf edilen bir şey var, diyor ki... Çeyiz, evlilik, doğum yardımları, evlilik okulları, aile sempozyumları gibi bu kadar teşvike, nasihate rağmen tablo değişmiyorsa o zaman yapılması gereken, kadını eğitimde ve çalışma hayatında güçlendirerek tüm toplumu içine alan bir zihniyet değişimi için hep beraber çabalamamız lazım. Vatandaşa 3-5 çocuk yapın diyorsunuz, nasihatler veriyorsunuz ama aile kalabilmek, aile kurabilmek gerçekten çok zor. 30 milyon yoksulun olduğu, 20 milyonun açlıkla mücadele ettiği, asgari ücretin hâlâ açlık sınırının altında kaldığı ülkede aile kurabilmek kolay değil.
Kadınlar bir yandan yoksullukla mücadele ediyor ama bir yandan da aile içindeki şiddetle, ayrımcılıkla mücadele etmeye çalışıyor. Bakın, evli kadın nüfusunun yüzde 39'u fiziksel şiddete, yüzde 15'i cinsel şiddete, yüzde 50'si duygusal şiddete maruz kalıyorken aile kalabilmek mümkün değil. Yani, her gün 1-3 kadının katledildiği, hem de en yakınları tarafından, eşi, babası, erkek kardeşi, amcası, kuzenleri tarafından katledildiği bir ortamda, kusura bakmayın, kutsal aile teziniz çökmüş oluyor. Yani, aslında bu boşanma oranları bu kadar şiddete, bu kadar baskıya, ayrımcılığa bence az bile. Tam tersi, bunu araştırmamız lazım. Kadınlar nasıl dayanıyor, kadınlar bu stresle, bu şiddetle nasıl mücadele ediyor, asıl bizim bunu araştırmamız lazım. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, aile içi şiddet kadın ile erkeğin birlikte yaşam isteğini azaltıyor. Nasıl bir ülkede terör -yaşıyoruz yıllardır- bir toplumun birlikte yaşam isteğini zayıflatıyorsa aile içi şiddet de kadın ile erkeğin birlikte yaşam isteğini azaltıyor. O yüzden de diyoruz ki -eğer aileyi korumak istiyorsak- aile içi şiddet, ayrımcılık, kadın-erkek ilişkilerinde, toplum ilişkilerimizde bir an önce aşılması gereken en önemli şey. Eğer biz mutlu aile istiyorsak, biz güçlü, büyük Türkiye istiyorsak bu şiddeti, bu ayrımcılığı bir an önce kadın erkek ilişkilerinde bitirmemiz, sonlandırmamız gerekiyor.
Bakın, kadınların şiddete, tacize, baskıya, tecavüze, ayrımcılığa uğramadığı bir yaşam en doğal hakkıdır, insanlık hakkıdır. Kadının insanlık onuru için mutlu, huzurlu, güvenli bir yaşam talep etmesi, bu talep doğrultusunda da bazı kararlar alması ve uygulamasından doğal bir şey yok. Yani boşanmak da evlenmek gibi, evlenmeye eşdeğer meşru bir hak aslında.
Ülkemizde ve dünyadaki ilerlemeyle beraber aile içindeki yaşanan sorunlara baktığımızda aslında bizim sorunumuz boşanmak değil, boşanamamak. Kadınlar şiddetten ya da mutsuz bir evlilikten kaçmak istediğinde, boşanmak istediğinde biliyorsunuz öldürülüyor. İstatistikler kadın cinayetlerinin yüzde 47'sinin -biraz önce de ifade ettiğim gibi- eski kocalar ya da boşanmak üzere olan kocalar tarafından işlendiğini söylüyor. Ama, biz ne yapıyoruz? İlgili ilgisiz kurumlarla kadına yönelik şiddette ara buluculuk yapıp hâlâ onları uzlaştırmaya, barıştırmaya çalışıyoruz.
Değerli milletvekilleri, 24'üncü Dönem boyunca 7 ayrı bölgede sayısız sığınmaevi ziyaretleri yaptım, buralarda mağdur kadınlarla ve çocuklarla görüştüm. Gördüğüm şu ki şiddet kadınlar arasında ayrım yapmıyor ve şiddetin yaşı da yok. 15'inde de kadın, 60'ında da kadın şiddete maruz kalıyor. Eğitimlisi eğitimsizi, çalışıp çalışmaması, işte kentlisi köylüsü ya da yaşlısı genci... Gerçekten şiddet ayırmıyor. Hikâyeler çok farklı ama kadın üzerindeki etkileri, sonuçları çok benzer hatta ortak. Burada şiddetin nasıl başladığından, neden olduğundan ziyade kadınlar yaşanmışlıktan bahsediyor yani aradan yıllar geçse de, onu artık geride bıraksa da o yaşanmışlığı, üzerinde bıraktığı izleri daha dün gibi hatırlıyor. Kadınlar şiddete ilk kez uğradığında kararlı bir tepki gösteremediğinde de maalesef şiddetin artarak ve uzun yıllar devam ettiğini görüyoruz. Kendini çaresiz hisseden, kendine olan güvenini yitiren, artık şiddete dayanamayan kadınlar için gerçekten tüm yetersizliklerine rağmen sığınmaevleri bir çıkış kapısı, ara bir istasyon. Bu anlamda da ama maalesef biliyorsunuz ki kadınların ancak yüzde 8'i bir kuruma başvuruyor, yüzde 92'si herhangi bir kuruma başvuramıyor. Ama, bu anlamda da kadınların son çare olarak sığınmaevlerine başvurması çok önemli. Sığınmaevlerindeki yetersizlikler sayısal olsun, fiziksel ya da personel anlamında muhakkak geliştirilmeli.
Şimdi, iktidarın özellikle kadın üzerinden uyguladığı nüfus politikası bu temeller üzerine oturuyor. Kürtaj, sezaryen konuşmalarıyla maalesef kadın bedeni siyasetin bir numaralı malzemesi yapılıyor. Eğer bizler "en az üç beş çocuk" dersek, işte kadın doğasının ilk işaretine, narinliğine işaret edersek, ardından da kadının esas görevinin annelik olduğunu söylersek ve aile yaşamının sınırlarına hapseden bir adalet anlayışı içinde "Eşit değilsiniz." dersek o zaman kadınlar öldürülmeye devam ediyor. Birileri çıkıp diyor ki: "Eşitlik politikaları aile bütünlüğümüzü, birliğimizi bozuyor." ya da işsizlikten yakınan kadınlara "Evdeki işler yetmiyor mu?" cümlesiyle karşılık veriliyor.
Çok fazla zamanım kalmadı. Diyorum ki sorun tabii ki çok büyük, çok ayaklı, bu sorunların aşılması için samimi olmamız gerekiyor, gerçekten samimiyetle çalışmamız ve gerçekten bu sorunu aşmayı istememiz gerekiyor. Ben şunu söylüyorum: Eğer bu konuda samimiyseniz, bizim ilk işimiz kadınların şiddete uğramasına, çocukların örselenmesine ve ne yazık ki annelerin hayatını kaybetmesine, babaların cezaevine gitmesine neden olan kadın cinayetlerini gündeme almak olmalı. Kadının toplumsal yaşamda birey olması için, kadının toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gidermek için ve en önemlisi de tabii ki çocuk evliliklerini ortadan kaldırmak için gelin adım atalım. İster şiddet gördüğü için olsun ister artık birlikte yaşamak istemediği için olsun boşanmayı seçen kadınların güçlendirilmesi ve korunması için gereken adımları atalım. Gelin hep beraber aileyi korumak, toplumumuzu güçlendirmek, ayrımcılık ile şiddetle mücadele etmek için bugüne kadar atılmış çok önemli adımlar olan CEDAW'ın, İstanbul Sözleşmesi'nin ve çıkardığımız yasaların hayata geçirilmesini sağlayalım. Bakın, elimizde ilk imzalayıcısı olduğumuz, bizim de şahitlik yaptığımız çok güçlü bir İstanbul Sözleşmesi var. Gelin 26'ncı Dönemde İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanmasına iktidarıyla muhalefetiyle öncülük edelim. Biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak ayrımcılığa karşı verilen her mücadelede, yürütülecek eşitlik mücadelesinde her zaman bu konuda tam destek olduğumuzu söylemek istiyorum.
Sayın Başbakanımız Davutoğlu, bugün kadına şiddet konulu bir konferansta konuşmuş ve orada Gazze, Suriye, Somali'deki kadınların ve çocukların yaşadıkları acıları unutamadığını ve çok etkilendiğini söylemiş. Aslında çok uzağa gitmeye gerek yok Sayın Başbakan, bu ülkede bir anne, "polisler destan yazdı" güzellemeleri arasında, 18 yaşında hepimizin gözü önünde, gözlerin içinde ve maalesef ağlaya ağlaya izlediğimiz şekilde, dövüle dövüle katledildi ve bu ülkede bir anne, 15 yaşında ekmek almaya yolladığı çocuğunun başında 267 gün onun komadaki hâlini izledi ve maalesef hayatını kaybetmesine şahitlik etti. (CHP sıralarından alkışlar)
RAVZA KAVAKCI KAN (İstanbul) - Yasin Börü'nün annesi de anneydi, ona hiçbir şey yok, o başkasının evladı.
CANDAN YÜCEER (Devamla) - Ben şunu söylüyorum, bir Afrika atasözü bu: Gözlerin rengi, biçimi farklı olabilir ama gözyaşının rengi gerçekten her yerde aynı. O yüzden biz önce kendi acılarımıza ortaklaşacağız, kendi acılarımıza gerçekten samimiyetle gözyaşı dökeceğiz, ondan sonra tabii ki tüm dünya için ağlayacağız, tüm dünya için sevineceğiz diyorum, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)