| Konu: | Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz'ın, Musul'daki Türk askerî varlığına ilişkin Hûkümet adına gündem dışı açıklaması nedeniyle AK PARTİ grubu adına konuşması |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 17 |
| Tarih: | 22.12.2015 |
AK PARTİ GRUBU ADINA TAHA ÖZHAN (Malatya) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Kıymetli milletvekilleri, malumunuz olduğu üzere, bugün, oldukça sorunlu bir ülkeyi, Irak'ı ve Irak'taki Başika kampı vesilesiyle son yaşanan gelişmeleri konuşmak üzere bir aradayız. Cümlelerime böyle başlamak istedim çünkü bahsettiğimiz bölge, gerçekten, uzun yıllardır ciddi anlamda kaosun içinde olan, diktatörlük dönemlerinde bile uzun süreli çok totaliter istikrar anları bile yaşamakta zorlanmış bir ülkedir. Irak, bölgemizde kurulduğu günden bu yana istikrarsızlıktan bir türlü çıkamamış kaotik ülkelerin başında geliyor. Özellikle son otuz beş yıldır savaş, işgal, iç savaş, ambargo, geçen yüzyılın hem bölgesel düzen anlamında hem de ülke içindeki yönetim krizlerinden dolayı ortaya çıkan siyasi, insani ve ekonomik maliyetlerin gerçekten eşsiz olduğunu kayda geçirmek gerekiyor.
Irak'ın 20 Mart 2003'te Amerika tarafından işgaliyle öncelikle Irak'taki devlet yapısı tam anlamıyla çöktü, muazzam bir iktidar ve güvenlik boşluğu doğdu. İşgal sonrası ortaya çıkan iktidar boşluğu hem Irak iç siyasi dengelerini hem de bölgesel dinamikleri derinden sarstı. O gün yaşanan deprem pek hissedilmedi ama ardından gelen tsunamiyle etnik, mezhepçi bütün fay hatlarının ciddi anlamda ortaya çıktığına şahitlik ettik, hatta bunu Arap isyanları öncesi ilk hareketlenme noktası olarak okuyanlar da oldu. Irak'ı kuşatan etnik ve mezhepçi çatışma süreci bütün bölgeyi etkilemeye başladı; Irak bir taraftan siyasi birliğini korumaya, diğer yandan da işgalin çok ağır sosyoekonomik maliyetleriyle baş etmeye çalıştı, hâlâ da baş etmeye çalışıyor. Yani, dile kolay, son otuz beş yıl içerisinde üç savaş ve ambargo yaşayan Irak, uzun yıllar boyunca da bu restorasyonla ve yeniden toparlanmayla uğraşacak gibi görünüyor. Zaten, daha ilk başta, 1921'de, bölge dışından güçlerin Bağdat ve Basra vilayetleriyle başlattıkları, beş yıl sonra da Musul'u dâhil ederek kurdukları Irak, bütün modern Irak tarihini çatışmalar ve savaşlarla geçirdi ve son otuz yıl içerisinde, özellikle Saddam dönemi ve sonrasını hesaba kattığınızda Irak'ta 2 milyona yakın insanın öldüğü tahmin edilmektedir.
Irak, Orta Doğu'da suni sınırların yarattığı sorunların en can alıcı şekilde tecrübe edildiği ülkelerin gerçekten başında gelmektedir. Âdeta Sykes-Picot düzeninin bitmez tükenmez maliyetleri Irak'a musallat olmuştur. Bunda Orta Doğu'da olup da Irak'ta olmayan hiçbir ekonomik, siyasi ve toplumsal unsurun olmamasının çok ciddi payı vardır.
Tampon bir dondurulmuş çatışma alanı olarak da değerlendirilen Irak, Amerikan işgaliyle gerçekten yeni bir döneme girdi. Âdeta işgalle birlikte hem Irak'ta hem de Orta Doğu'da Pandora'nın kutusu açıldı, Irak'ta Baas yönetimine Amerikan işgaliyle son verilirken yeni bir otoriter ve kanlı dönemin de önü maalesef açılmış oldu. Kazanımlar ciddi maliyetlerle beraber geldi. Siyasi bütünlüğü çok kanlı bir şekilde bozulan Irak çok ağır bir faturayla karşı karşıya kaldı. Hem oluşan güç boşluğunun yarattığı kaosun hem de iktidar açlığı içerisindeki grupların çatışmasının bedelini Irak halkı çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kaldı. Bu kaos ortamı içerisinde büyüyen direnişçi gruplar ile Amerikan işgal güçleri özellikle 2004-2006 arasında çok derin bir hesaplaşma içerisine girdiler ama bu hesaplaşma çok daha büyük bir şekilde iç savaşı andıran dönemin başlamasına da sebep oldu.
Bugün, Irak'ta karşı karşıya olduğumuz manzaranın arka planı unutularak yapılan değerlendirmelerin gerçekten sağlıklı sonuçlar vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla, son, Başika kampındaki hareketlenmeyle ilgili olarak da en azından 7 Mart 2010 Irak seçimleri sonrası oluşan ikinci kaotik ve işgalin ötesinde maliyetler ortaya çıkaran dönem göz ardı edilerek gerçekten sağlıklı değerlendirme yapamayız. Son otuz beş yılını Saddam diktatörlüğünden Amerikan işgaline, oradan da etnik, mezhebî kaosa sürükleyerek yaşayan bir ülkeden bahsediyoruz ve bugün, Birinci Dünya Savaşı düzeninin icat ettiği her unsur gibi Irak da krizini ağır bir şekilde yaşıyor. Musul'da yaşananlar, son beş yıl boyunca türeyen farklı örgütler, bu örgütlerin Amerikan işgali ve Şii aktörlerle olan çarpık ünsiyetlerini var eden ortamın bizatihi kendisi sorgulanmadığı sürece bugün biz DAİŞ'i konuşuruz, Irak Merkezî Yönetimi'nden kaynaklanan sıkıntıları konuşuruz, Irak'taki siyasi birliğin sıkıntılarını konuşuruz ama bir türlü sorunun yapısal sebeplerine eğilmemiş oluruz. Irak işgalinin ve 2010 sonrası Maliki yönetiminin var ettiği DAİŞ, bölgede Birinci Dünya Savaşı düzenini nihayete erdirme ihtimali olan her gelişme karşısında provokatör veya muhalifler karşısında bir hareket olarak karşımıza hep çıktı. Suriye isyanını ve halkın değişim talebini kirleten, hatta muhaliflere karşı zaman zaman Esed'in en önemli kozu, Batı'nın da en önemli mazereti hâline gelen DAİŞ, Irak'ta ve Suriye'de etnik, mezhepçi fay hattını hayata geçirmek için Şam ve Bağdat'ın mezhepçi politikalarının meşruiyet zeminini hazırlayan bir aktör ve kisveye dönüşmüş durumda. Bugün DAİŞ'e karşı mücadele için oluşturulan koalisyon tarafından 9 binden fazla hava saldırısı gerçekleştirilmiş olmasına rağmen hâlen DAİŞ Irak'ın üçte 1'ini kontrol altında tutmaya devam ediyor. DAİŞ'le mücadelede yerel unsurların etkin şekilde yer alması bu açıdan kilit bir önemi haizdir.
Irak'ta Sünni ağırlıklı vilayetlerde DAİŞ'in etkinlik kazanmasının altında, geçmiş Irak Hükûmetinin mezhepçi uygulamaları sonucunda Irak güvenlik güçlerinin yerel halk tarafından benimsenmemesi, hatta bu güçlerin bir nevi işgalci olarak algılanması da yatmaktadır. Haziran 2014'te Musul düşerken şehirde yer alan 72 bin güvenlik mensubu birkaç yüz DAİŞ teröristine karşı çarpışmadan, silahlarıyla şehri terk etmişti. Bu hazin manzara bile aslında sürecin nasıl işlediğinin en basit delillerindendir.
Bu itibarla, Türkiye, Irak'ta yerel unsurlardan müteşekkil ulusal muhafız birliklerinin kurulması ve işgal altındaki şehirlerin bu kuvvetlerce kurtarılmasını desteklemektedir. Bu genel çerçeve, ileride Musul ulusal muhafız kuvvetinin çekirdeğini oluşturmak amacıyla dönemin Musul Valisiyle de istişare hâlinde Başika-Zelikan kampında oluşturulan kuvvete on aya yakın bir süredir yani Mart 2015'ten bu yana eğitim desteği sağlanmaktadır. Kamptaki eğitim ilk günden beri Irak Hükûmetinin ve kamuoyunun bilgisine açık bir şekilde icra edilmektedir. Kampta bugüne kadar 2.441 personelin eğitimi tamamlanmıştır. Bunların içerisinde yaklaşık bin kişilik bir grup kamp içinde kendilerine ayrılan yerde sürekli kalmakta, kalanlar ise temel eğitimin ardından çağrılınca gelmek üzere kamptan ayrılmaktadır.
Son dönemde, kampın çatışma alanına yakın mesafede olması, DAİŞ ile PKK terör örgütünden gelebilecek tehditlere karşı önlemleri artırma gereksinimi nedeniyle kampın, eğitilen Iraklıların ve askerî eğitmen personelimizin korunması amacıyla ekstra bir sevkiyat gerçekleştirilmiştir. Sevkiyatın oldukça abartılı, maksatlı ve provokatif bir şekilde basına yansıtılmasıyla beraber konu kamuoyunun gündemine yerleşmiş ve haberler Iraklı makamların da yorumlarına konu olmuştur.
Buna mukabil, meselenin ikili düzeyde çözülmesi ve artan tansiyonun düşmesi için Türkiye tarafından ivedilikle gerekli adımlar atılmıştır. Sayın Bakanımız burada dile getirdi ama bir kez daha sıralamak gerekirse: Sayın Başbakanımız 6 Aralıkta Irak Başbakanı Ebadi'ye bir mektup göndererek Irak'ın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyduğumuzu, hassasiyetlerin göz önüne alınacağını iletmiştir. Aynı şekilde, Sayın Millî Savunma Bakanımız da 5 Aralıkta ve Dışişleri Bakanımız da aynı şekilde 8 Aralıkta Iraklı muhataplarıyla istişareler yapmışlardır. Dışişleri Bakanlığı ve MİT Müsteşarımız Sayın Başbakanımızın özel temsilcisi sıfatıyla 10 Aralıkta Bağdat'a gitmişler, Irak Başbakanı Ebadi, Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi ve Savunma Bakanı Halid Ubeydi'yle görüşmeler gerçekleştirmişlerdir.
Bu ziyaretlere ilişkin açıklamalar 11 Aralıkta yapıldı ve tamamının içeriğine bakıldığında pozitif bir istişare ortamının gerçekleştiği görülür. Bu görüşmeler neticesinde, Irak'ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne duyduğumuz saygının vurgulandığı, DAİŞ'le mücadeleye katılacak Iraklı gönüllülerin tarafımızdan eğitildiği, Başika kampına yönelik son dönemde yoğunlaşan güvenlik riskleri nedeniyle artırılan koruma gücüne mensup askerî personelin alandaki eğitim ve güvenlik durumuna göre yeniden tanzimi, Irak Hükûmetiyle güvenlik alanında iş birliğinin derinleştirilmesini teminen yeni mekanizmalar oluşturulması için bir çalışma başlatılması konusunda da mutabık kalınmıştır.
Söz konusu görüşmeler neticesinde Başika'daki kamptaki askerî varlığımıza ilişkin 14 Aralık tarihli yeni bir düzenlemeye gidilmiş ve kuvvetin belli bir kısmı kamptan ayrılmıştır. Dışişleri Bakanlığımız tarafından 19 Aralıkta yapılan açıklamada ise Irak tarafının hassasiyeti dikkate alınarak DAİŞ'le mücadelenin gerektirdikleriyle uyumlu olacak bir şekilde mevcut iletişim kopukluğunun kaynağını teşkil eden koruma kuvvetlerinin Musul vilayetine intikali için başlayan sürecin devam ettirileceği ifade edilmiştir. Bu açıklamaya ilişkin olarak Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi bunun iki ülke ilişkilerinin güçlenmesine yardımcı olacak, doğru yönde atılmış bir adım olduğunu ifade etmiş ve kayıtlara bu şekilde geçmiştir.
Diğer taraftan, 16 Aralıkta Başika'ya DAİŞ unsurlarınca top ve havanla saldırı düzenlenmiştir. Aralıklarla 60 kadar top ve havan mermisi kampa düşmüş, bunlardan 10 tanesi kampa isabet etmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özhan, size de ek beş dakika süre veriyorum.
Buyurunuz.
TAHA ÖZHAN (Devamla) - Saldırıda yaralanan 4 TSK personeli ülkemize tahliye edilmiştir ve yaralılarımızın hiçbir hayati tehlikesi bulunmamaktadır. Saldırıya kampta bulunan unsurlarımızca gerekli şekilde mukabele edilmiş, tespit edilen bazı DAİŞ mevzileri imha edilmiştir. Bu saldırı kampın güvenliği konusundaki endişelerimizin ne kadar yerinde ve buraya konuşlandırmak istediğimiz koruma unsurunun da ne kadar gerekli olduğunu göstermiştir. BM Güvenlik Konseyi, Irak'ın Konsey Dönem Başkanına gönderdiği mektup çerçevesinde konuyu ele almak üzere 18 Aralıkta Irak makamlarının talebince toplanmıştır. Meselenin ikili çerçevede çözülmesi çağrısında bulunmuşlardır. Dolayısıyla Irak'ın beklediği tarzda uluslararası bir destek ortaya çıkmamıştır ve toplantı neticesinde de herhangi bir belge kabul edilmemiştir.
Kıymetli arkadaşlar, tam da bu noktada Türkiye'nin pozisyonunun Irak'ın kaderinde etkili olacağını söylemek gerekiyor. Başika, işgalinden başından beri yaşanan süreçlerin, yaşanan olayların sadece son halkalarından bir tanesi. Eğer 2003 işgalinden bu yana Irak'la Türkiye'nin ilişkilerine gerçekten geniş bir perspektiften bakılırsa işgalin ve Irak'ın daha sonrasında yaşadığı sürece bir şekilde paydaş olan bütün unsurlardan Türkiye'nin pozitif bir şekilde ayrıştığı görülecektir. 2003'te 20 Martta Irak işgal edilmeye çalışılırken Türkiye işgalden çok önce Irak'a Komşu Ülkeler Konferansı'nı toplayarak bölgedeki devletli ve devlet dışı bütün aktörlerin sürece katılmasını sağlamıştır. O gün o konferansların yoğun bir şekilde devam ettirilmesiyle 20'ye yakın kez bir araya gelmiştir bu unsurlar. 2005'te Irak'ta gerçekten yeniden bir toparlanma için ilk moment yaşandığında sistem dışında kalacak ve seçime girmeyecek birçok unsur Irak'a komşu ülkeler konferansları neticesinde oluşan siyasi sermayenin kullanılmasıyla bir şekilde 2005 seçimleri hayata geçmiş ve ilk kez Irak'ta yasal bir süreç işgal sonrası başlayabilmiştir.
Aynı şekilde 7 Mart 2010 seçimlerinde Türkiye'nin de büyük bir şekilde destek verdiği, hayata geçmesi için ciddi emek sarf ettiği ve ilk kez Irak'ta bütün unsurları; Şiileri, Sünnileri, kısmen Kürtleri, Türkmenleri, Hristiyanları, hepsini içine alan tek hareket olan Irakiye seçimlere girmiş ve seçimlerden başarıyla çıkmıştır. Birinci parti olarak seçimleri kazanmış ama buna rağmen bölgedeki mezhepçi damar ve küresel müdahalelerle, bölge dışından müdahalelerle seçimi Irakiye hareketi kazanmış olmasına rağmen Iyad Allavi'nin Başbakanlığında Irak'ı da gerçekten kaosa götürecek bir hükûmetin kurulması on ay gecikmeyle olsa da mecburen sağlanmıştır. Ardından da Irak, gerçekten, işgal sonrası yaşadığı o kanlı süreci bir kez daha, 2010 seçimleri sonrasında yaşama durumunda kalmıştır.
Burada da Türkiye, gerçekten, Irak için tek kurtuluş reçetesinin Irak'taki bütün farklı unsurların bir arada yer alacağı, Irakiye tarzı veya başka bir isimle bir yönetim olduğunu söylemiş ve Maliki yönetimi de Türkiye'nin bu pozitif beklentisini olabilecek en üst düzeyde negatife çevirmek için neredeyse ülke içerisinde kavga etmediği, savaşmadığı, tutuklamadığı, tutuklamaya çalışmadığı unsur bırakmayacak kadar, başta Şii gruplar olmak üzere, kaotik bir dönemin önünü açmış, on binlerce insanın ölmesine yol açmıştır.
Dolayısıyla, burada sık sık zikredilen, Irak Merkezî Hükûmeti diye bahsettiğimiz şey, 2010 sonrası, Iraklıların belli bölgelerde gerçekten artık Saddam'ı arar noktaya geldikleri, akıl almaz bir mezhepçi ve kanlı dönemin başladığı merkezî hükûmet politikalarıdır. Dolayısıyla, eğer Irak'ta merkezî hükûmet ve bölgesel yönetim arasındaki sorunlar, aynı şekilde, üçüncü unsurların, Irak dışındaki ülkelerin merkezî hükûmetle ve bölgesel yönetimle kurdukları ilişkilerde belli krizler, sorunlar ve gelgitler yaşanıyorsa bunun baştan aşağıya müsebbibi Irak'ta, sıfatı "merkezî" olan ama hiçbir şekilde ne toplumsal ne siyasi ne de ekonomik merkezi temsil etme kabiliyeti bulunmayan mezhepçi yönetimin bizatihi kendisidir.
Dolayısıyla, Türkiye'nin, bölgesindeki ülkelerle dış politika anlamında kurduğu ilişkilerin inişleri çıkışları salt Türkiye'nin kendisinden kaynaklanan durumlar değildir; her aklıselim yaklaşımın kabul edeceği üzere, bu unsurların da kendi içlerinde yaşadıkları gelgitlerden de kaynaklanmaktadır. Bütün bunlara rağmen Türkiye, Irak işgalinin başlangıcından beri sürdürdüğü pozitif yaklaşımını hâlâ sürdürmeye devam etmektedir ve gerçekten niyeti de eylemi de samimi bir şekilde, Irak'ta istikrarın sağlanması için hayata geçirmeye çalıştıkları politikaları açık bir şekilde bölgesel ve küresel kamuoyuna sunan bir ülke durumundadır. Türkiye bu pozitif ayrıştırmasını da sürdürdüğü sürece orta ve uzun vadede kazanan aktör olacaktır.
Çok teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)