| Konu: | BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GEÇİCİ GÖREV GÜCÜ BÜNYESİNDE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN 5 EYLÜL 2012 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL DAHA UNIFIL HAREKÂTINA İŞTİRAK ETMESİ HUSUSUNDA ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA HÜKÛMETE İZİN VERİLMESİNE DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 29.06.2012 |
MEHMET ALİ EDİBOĞLU (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orta Doğu'da yaşanan olaylar ve son uçak kriziyle ilgili sizleri bilgilendirmek, kamuoyunu bilgilendirmek üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, gerek AKP sözcüsü gerek Sayın Bakan dış politikanın millî bir politika olması gerektiği üzerinde durdu. Cumhuriyet tarihi boyunca da öyle olmuştu zaten; ne zaman dış politikayla ilgili bir sorun olsa, bu Mecliste bütün muhalefet partileri bir araya gelir, görüşürler, ortak karar alırlar ve hep birlikte, tüm 73 milyonu da arkasına alarak, hep birlikte arkasında durarak uygulamaya koyarlardı, ta ki Orta Doğu krizine gelene kadar.
Şimdi, geldiğimiz bu noktada, son bir buçuk, iki yıl içerisinde Orta Doğu sorunlarında millî bir politika izlendiğini söylemek mümkün değil maalesef çünkü bu politika -gerek Orta Doğu coğrafyasındaki "Arap Baharı" adıyla anılan olaylarla ilgili gerek Suriye kriziyle ilgili yapılan bütün uygulamalar- Hükûmet tarafından sadece NATO'nun direktifleri ve ABD Dışişleri Bakanı Bayan Clinton'la birlikte alınmış kararlardan ibarettir; kamuoyunun görüşlerine, sivil toplumun görüşlerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan diğer partilere hiçbir zaman danışılmadan bu kararlar alınmış ve geldiğimiz bu noktada da Türkiye itibarsızlaştırılmış, yalnızlaştırılmış ve bu nedenledir ki Sayın Başbakan muhalefeti hatırlamak zorunda kalmış ve muhalefet liderleriyle bu konuları görüşme ihtiyacını hissetmiştir.
Sayın Başbakanı bu duruma getiren çaresizliğe nasıl geldik, bunu şöyle bir hatırlamaya çalışalım. Dostlar, bu konuda medyanın da önemli kusuru var, medyanın da kötü bir sınav verdiğini anlatmak istiyorum sizlere.
Sayın milletvekilleri, hatırlayacak olursak, medya verilen görevini son bir buçuk yıl içerisinde belki çok iyi yapmıştır görev adına ama gazetecilik adına herhâlde tarihin son iki yılı kara bir leke olarak medya tarihinde yer alacaktır. İleride, gazeteciler bu iki yılı belki okumak istemeyeceklerdir, bunu ileriki tarihlerde göreceğiz çünkü yerel medyayla, ulusal medyayla uluslararası medyada "Orta Doğu Baharı"yla ilgili, Suriye kriziyle ilgili yazılanları yan yana koyduğunuz zaman, kesinlikle örtüşmediğine, Türk medyasında inanılmaz bir dezenformasyon, bir yönlendirme, toplumu başka yerlere kanalize etme gibi bir niyet olduğunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bu konuda, dünyanın en ünlü medya yöneticileri, köşe yazarları da Türk medyasını zaman zaman Türkiye'ye kadar gelerek eleştirmişlerdi, köşelerinde de eleştirmişlerdi. "Görevinizi yapın, gazetecilik yapın." diye uyarılara Türk medyası -korkudan mıdır başka nedenle midir bilemiyorum ama- kulaklarını tıkamış, sadece verilen görevleri, birilerinin hoşuna gidecek haberleri, toplumu ikna etmeye yönelik yalan yanlış haberleri yaymaya, yayımlamaya devam etmişlerdir. Örnek vermek gerekirse: Bir gözlemci heyeti gönderildi Suriye'ye Arap Ligi ülkeleri tarafından. 22 Arap Ligi ülkesinden 250 civarında gözlemcinin yaptığı çalışmalardan sonra yayımladığı rapor Türk medyasında yer almadı. Dünyanın bütün medyası bu raporda, Suriye'de şiddetin iki taraflı olduğunu, yani hem rejimin hem muhaliflerin sivil halkı katlettiğini yazarken Türk medyasında bu konuyla ilgili bir tek satırı, bir tek cümleyi göremedik. Demek ki Hükûmetimizin hoşuna gitmedi bu tür bir rapor. Dolayısıyla, yazılması istenmedi ve bu haberleri biz, Türk medyasında göremedik ama Türk halkı da medyaya olan güvenini yitirdiği için bunu yabancı medyadan okudu, merak edenler de bunu öğrendi. Daha sonra, Hula katliamı oldu. Hula katliamında Annan'ın ifadesi uluslararası medyaya düştü, dedi ki: "Bu olay bir provokasyondur ne rejimin işidir ne muhaliflerin işidir, üçüncü bir grubun varlığından söz ediyorum ilk defa." ve Blackwater'a, yani Irak'ta katliamlarıyla meşhur kiralık katiller ordusu, Blakckwater'a işaret etti. Bu da Türk medyasında pek yer almadı. Kürecik'le ilgili çok ciddi iddialar vardı uluslararası medyada, bunları da biz, Türk medyasında görmedik.
Dolayısıyla, bazı eleştirileri getirdiğimiz zaman belki bizlere kızdınız, belki tepki gösterdiniz ama medya, sadece Türk medyasından ibaret değil. Dünya her yerden izliyor medyayı, Türk halkı da yabancı medyayı izliyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, Dışişleri yetkilileri medyada yer alan her habere ciddiyetle yaklaşmalı ve ülkemizi rahatsız eden, millî bütünlüğümüze zarar veren, her türlü medyada çıkan habere yanıt verebilmeliydi diye düşünüyorum.
Şimdi, geldiğiniz noktada kendimizi bir değerlendirelim. Bundan bir yıl öncesine kadar, Arap Ligi toplantıları yapılıyordu. 22 tane Arap Ligi ülkesi sonuna kadar Türkiye'nin yanında yer aldığını açıklarken bugün Katar ve Suudi Arabistan dışında sesini çıkaran bir Arap Ligi üyesi kalmadı. Sürekli bize gaz veren NATO üyesi ülkeler, Avrupa ülkeleri ve ABD, sadece gaz vermeye devam ediyor "Biz bu işte yokuz, Türkiye bu işi halletsin." diyor ve bütün uluslararası medyada Türkiye'nin taşeron olduğu iddiaları yer alıyor. Türkiye'nin taşeron olduğunu aylardan beri söyleyen uluslararası kuruluşlara hiç yanıt vermeyen Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri yetkilileri, biz CHP sözcüleri bunu söylediğimiz zaman büyük tepkiyle karşılaşıyoruz. Dilerdik ki ve arzu ederdik ki bu tepkisini ABD'deki köşe yazarlarına, İngiltere'deki analistlere, Orta Doğu uzmanlarına, Almanya'da, İsrail'de yazılan yazılara da benzer yanıtları verebilseydi, "Biz taşeron değiliz." diyebilseydi. Sadece Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri "Siz taşeronsunuz, böyle söylüyorlar." dediğimiz zaman tepkiyi biz gördük.
Bir de son dönemlerde uçak kriziyle ilgili, uluslararası medyada çok ciddi iddialar yer aldı. Bu iddialara kulaklarını tıkayan Hükûmetten, biz "Bu iddialara yanıt verilmesi gerekir." dediğimiz anda "Bunlar hayal mahsulü." diye yanıt aldık. Ben, bu iddiaları gündeme taşıdım. Deniliyordu ki yabancı medyada, aynı anda dört beş ülkede yayınlanan makaleleri okuduğunuz zaman "Libya modeli bir operasyonla Suriye yönetimi düşürülecek." denildiğinde, altındaki açıklamalarda, Libya'dan Malta'ya, Libya operasyonundan, hava saldırısından bir ay önce 2 tane uçağın kaçırıldığını, o 2 uçağın şifrelerinin çözülüp 2 tane NATO uçağına yüklendiğini, o 2 NATO uçağıyla önce Libya hava savunma sistemlerinin felç edildiğini ve daha sonra NATO uçaklarıyla bombardıman edilerek zayiatsız geri dönüldüğünü, aynı operasyonun Suriye için düşünüldüğünü, bir aydan beri, Batılı köşe yazarları yazıyorlardı. Bu uçağımızın düşmesinden on gün önce de bir MİG-21 uçağı Suriye'den Ürdün'e iltica etti. Ailesinin de Türkiye'ye getirildiği yine yabancı medyada yer aldı, buna Türkiye'den hiçbir yanıt verilmedi. Bakın, Türkiye suçlandı burada. Ailesinin Türkiye'ye getirildiğini ve bu uçağın Ürdün'e kaçırıldığını, daha sonra, bu uçağın Ürdün'den önce Tel Aviv'e sonra İncirlik'e götürülerek şifrelerinin çözüldüğünü ve bunun bir Türk uçağına, yani düşen uçağa yüklendiğini, bu uçağın Suriye hava savunma sisteminde dost uçak olarak algılanacağını, orada çok rahat istihbari faaliyetler yapacağını ve oradaki hava savunma sistemlerini test edeceğini yabancı yayınlar yazdı; biz de merak ettik, Hükûmet kanadından buna yanıt bekledik. Hızla bu bilgiler uluslararası medyada yayıldı. Hiçbir yanıt gelmeyince ben basına verdiğim mesajda "Buna niye Türkiye Hükûmeti cevap vermiyor? Ciddi iddialar var burada." dedim, "Hayal mahsulü." dediler. Arkadaşlar, Kürecik Füze Kalkanı kurulurken de biz birtakım iddiaları gündeme getirmiştik, hepsine "Hayal mahsulü." denilmişti ama bunların hiçbirinin hayal mahsulü olmadığı, hepsinin gerçek olduğunu da zaman içinde, yaşayarak öğrendik.
Arkadaşlar, biz bu krizi fırsata dönüştürmeyi de bilen bir toplumuz. Bugün gerek 2 tane pilotumuzu gerek denize düşen uçağımızı arama çalışmaları yüzünden Suriye'yle bir iletişim içerisindeyiz. Bu iletişimi, bu trafiği dostluk için, dostluğa katkı sağlayacak hâle getirmek için uğraşmalıyız ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak "Savaşa hayır." demek için ve Türkiye halkının yüzde 95 oranında savaşa karşı olduğunu bildiğimiz için, savaşa karşı olan tutumuzu?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET ALİ EDİBOĞLU (Devamla) - Hep birlikte, Meclis olarak bu barış ortamına katkı sağlamak üzere iş birliği yapmamız gerektiği üzerinde duruyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.