| Konu: | Asya Altyapı Yatırım Bankası Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 06.01.2016 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; uluslararası sözleşmelerden, ticari anlaşmalardan konuşuyoruz. Uluslararası sözleşmeler uygulanmak için imzalanan sözleşmelerdir ama maalesef, bugün imzalanan uluslararası anlaşmalara itibar kazanmak için bir araç olarak bakılıyor. Örneğin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi cinsiyet temelli ayrımcılıktan, yaşam hakkı ihlalinden mahkûm ediyor -örneğin Opuz kararında olduğu gibi- sonra biz İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacısı olarak yeniden itibar kazanmaya çalışıyoruz. Ama şimdi de bu sözleşmenin uygulanmasına bakacağız çünkü kadın cinayetleri hızla, yine artarak sürüyor. İlk imzacısı olmak yetmiyor, gerçekten uygulanıp uygulanmadığına bakmamız gerekiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıçlarından Rıza Türmen bugünkü röportajında "Sokağa çıkma yasaklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?" diye sorulduğunda şöyle açıklıyor: "Sokağa çıkma yasağı geniş bir insan hakları sorunudur. Devletin kendi vatandaşlarına karşı birtakım temel yükümlülükleri vardır yaşam hakkıyla ilgili, kötü muameleyle ilgili. Mesela, devlet kasıtlı olarak öldürmeme yükümlülüğü altındadır. İkincisi, devlet vatandaşlarının yaşam haklarına yönelik bir tehdit görüyorsa yaşamlarını koruyacak tedbirleri almakla yükümlüdür. İnsanlık dışı kötü muamele yasağını delmemekle yükümlüdür. Bu açıdan baktığınızda sokağa çıkma yasağı bütün temel yükümlülükleri ihlal ediyor. Yani, sokağa çıkmadıkları için oradaki insanların yaşam hakları tehdit altında. Hastaneye gidemiyorlar, su bulamıyorlar. Devlet de asli görevlerinden olmasına karşın bu ihtiyaçların hiçbirini gideremiyor. Ve o duvarlara 'Türk'e itaat et.' gibi yazılar yazan ve suç işleyen görevliler hakkında soruşturma yapıp cezalandırma yoluna gitmiyor. Yani, kamu görevlilerinin işlediği suçlara kol kanat geriliyor. Cesetler günlerce ortada kalıyor; yakınlarına, akrabalarına verdiği bir acı var. Yani, insan haklarına dair her hak ihlal edilmiş hâlde."
Rıza Türmen kendisine sorulan "Peki, bu yasağın hukuki dayanağı var mı?" sorusuna hepinizin bildiği cevabı veriyor: "Yok." Bunu detaylı olarak açıklamayacağım çünkü bu kürsüden defalarca bunun hukuki hiçbir dayanağı olmadığı açıklandı.
Aynı şekilde "Hükûmet sokağa çıkma yasağı konusunda bir somut süre vermiyor. 'Son terörist de etkisiz hâle getirilene kadar' gibi belirsiz bir süre veriliyor. Bu keyfîlik değil mi?" sorusuna verdiği cevap da "Çünkü Hükûmet durumu bir savaş gibi görüyor ve açıkça -tırnak içerisinde- zafer kazanmak istiyor. O bölgeyi tamamen temizleyip insansızlaştırıp bulduğunu öldürme gibi algılıyor. Geçmişteki deneyimlerimizden, başka ülkelerin deneyimlerinden böyle bir yaklaşımın ne tür sonuçlara yol açacağını gayet iyi biliyoruz."
Son olarak da "AİHM'den bir tedbir kararı çıkar mı, böyle bir kararın hukuki sonucu ne olur?" sorusuna cevabı da "Eğer tedbir kararı vermeyecek olsaydı bu başvuruyu reddederdi. İncelemeyi kabul etmiş, karar çıktığı anda, yargılama bitene kadar Türkiye sokağa çıkma yasağını kaldırmak zorunda. Bu karara uymaz ise Mahkeme, Avrupa Komisyonuna bu karara uyması için baskı yapmasını ister. Böyle bir durum Türkiye'yi uluslararası alanda güç duruma düşürür." Yaşamadığımız bir şey değil. Oradaki davalar, tazminatlar, bizlere yol, su, elektrik olarak hep geri döndü ve insanların tabii yıllarca canı yandı, bu da cabası.
Şimdi, bugün ülkenin hâlini ifade eden tek bir söz var benim için, keder, gerçekten keder; ülkenin her tarafında bir keder var. Yanı başımızda olan Ankara katliamının kederini, Soma'da ölen 301 madencinin kederini, her gün aralıksız öldürülen kadınların kederini, savaşın, orada ölen çocukların kederini, arkadaşımız Tahir Elçi'nin kederini, dün öldürülen, burada arkadaşlarımın arkadaşları olan ve onları yakinen gördüğüm "Gerçekten öldüler mi, inşallah ölmemişlerdir." diye haber almaya çalıştıkları 3 Kürt siyasetçi kadının kederini sadece biz taşımıyoruz, sadece Kürtler de taşımıyor, aslında herkes taşıyor bu kederi ve buna sizin seçmeniniz de dâhil. Ülkeye yayılmış bir keder hâli var maalesef. Bizler birinin acısından, gördüğü eziyetten keyif alan insanlar değiliz, olamayız. Belki böylece idare ettiğinizi zannediyorsunuz, iki kuruş maaş zammının ardından onlarca tüketim maddesinde zam yapıyorsunuz, bunun kederini de bütün halkımız taşıyor. Yoksulluğun kederini de taşıyoruz hep beraber.
Şimdi, bugün kabul etseniz de etmeseniz de halkın önemli bir bölümü, iktidar partisine oy veren seçmenlerin de bir bölümü dâhil olmak üzere barış, müzakere masasına geri dönülmesini istiyorlar. Gerçekten insanlar bunu istiyorlar. Çünkü buna terör, terör diyerek bir yere varamıyoruz, yıllardır varamadık, yine varamayacağız.
Ben, yine, tanıdığım birisinin dün yazdığı bir yazıdan size örnek vermek istiyorum. İngiltere-İrlanda sürecini dün anlatan Chris Stephenson İrlanda'nın hikâyesini anlatırken İrlanda ve İngiltere'nin yirmi beş yıl kaybettiğini, binlerce insanın öldüğünü ve Türkiye'nin zaten bu kayıpları yaşadığını, aynı noktaya dönülmemesini ifade ediyor. "Kuzey İrlanda'da silahların nihai gömülüşü, barış anlaşması, yeni anayasanın yasalaşması, Katolik azınlığa eşit temsil hakkını garantileyen özerk hükûmetin kurulmasından tam dokuz sene sonra oldu." diyor. Yani, karşılıklı bir güven ortamından, bazen de güven bunalımından geçmiş bir süreç. Kuzey İrlanda bugün cennet olmadı ama eşitlik ve insan hakları mücadelesi politik ve sivil alanda silah kullanılmadan devam ediyor; evet, silah kullanılmadan devam ediyor.
Bir başka kederi sıralamak gerekirse, diyorsunuz ki: "Biz o sığınmacılara kapımızı açtık." Peki, öyle mi gerçekten, biz sığınmacılara bu ülkede kapımızı açtık mı? Daha dün çoğu çocuk 31 kişi öldü o sahillerde ve o sahillerde hakikaten insanlar nasıl yaşayacaklar? Denizlerimiz bile bugün artık gittiğimizde, yazları baktığımızda çocuk ölüleriyle anılıyor olacak. O denizlere baktığımız zaman biz çocukların cesetlerini göreceğiz gözümüzün önünde. Peki, biz hangi kapıyı açtık onlara, hangi şartları sağladık, hangi statüyü sağladık da bu insanlar ölümü göze alarak bu ülkeden kaçmak istiyorlar? Son bir yılda 3.800 sığınmacı öldü. Sadece Türkiye değil, Avrupa'nın da utanması gerekiyor bu durumdan. Suriye, Irak, Orta Doğu politikalarının, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını hiçe sayan korkunç kapitalist ve sömürgeci politikaların sonucudur bütün bunlar. Bu dünya hepimizin, sadece bir grup tekelci kapitalistin değil.
Ben, son olarak, bugün ülkemizde yapılan talihsiz bir konuşmaya da dikkat çekmek istiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı bugün dedi ki Suudi Arabistan'la ilgili olarak: "47 kişi idama mahkûm edilmiştir. Türkiye'de bir idam müessesesi yok. Doğrudur veya yanlış, ayrı bir müessese. Suudi Arabistan'daki idamlar bir iç hukuk meselesidir." ve ardından "Mısır'daki idamlara niye dünya ses çıkarmadı?" diye sordu.
Arkadaşlar, bugün, ister Amerika'da ister Suudi Arabistan'da ister Mısır'da ister Yemen'de, nerede olursa olsun idamlarla ilgili olarak "O ülkenin iç hukuk sorunudur." diyemeyeceğimiz evrensel hukuk kurallarıyla yaşıyoruz. Bunu yapmak zorundayız. Böyle yaşamak zorundayız. Bu nedenle, gerçekten, ben, bunun dahi söylendiği bir despotik anlayışın burada hâkim olmamasını diliyorum.
Sizlere, hepinize söylüyorum: Demokrasi, insan hakları, hukuk hepimize gereklidir, bu ülkeyi el birliğiyle, evet, el birliğiyle bu keder hâlinden çıkaralım senin seçmenin, benim seçmenim diye değil. Gerçekten, hepimize yansıyan bu keder hâlinden çıkaralım çünkü birimiz gülemediğimiz zaman hiçbirimizin gülmesi mümkün olmayacak. Bu, daha fazla sürerse, bu gülememe hâlimiz daha da uzayacak ve acılarımız daha da büyüyecek.
Hepinize saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)