| Konu: | Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 14.01.2016 |
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Askerlik Kanunu'ndan konuşuyoruz ancak ben biraz antimilitarist konulara değinmek istiyorum konuşmamda.
Her yıl ortalama 4.500 kişi bireysel silahlarla ölüyorlar, bireysel silahlarla, evlerimizdeki silahlarla.
Dünya Sağlık Örgütü Şiddeti Önleme Programı da ateşli silahlara erişimin kısıtlanmasını alınacak ilk üç sıradaki önlemler arasında öneriyor.
Türkiye'de 10 milyonun üzerinde silah bulunuyor ve son on yılda bu silahlar 10 kat artmış durumda. Kadınlar en çok evdeki silahlarla öldürülüyor, en fazla evlerde bulunan, erkeklerin silahlarıyla öldürülüyor kadınlar. En çok ölüm olan illerin başında da İstanbul, İzmir ve Ankara en başta sıralanıyor. Evde bulunan bir silah, zaten bir kadın için her an patlayabilecek bir tehdit anlamına geliyor ve ne acı ki aslında o kadınların ölümüne binlerce çocuk da aynı şekilde onlar öldürülürken -gerek annesi gerek kardeşi olsun- tanıklık ediyorlar.
Dünyada özellikle Amerika'daki 11 Eylül saldırısından sonra "Güvenlik mi özgürlük mü?" diye şekillenen politikalarda terazi hep güvenlikten yana oldu. Ancak şöyle bir şey var ki: Bu politikalar ne kadar güvenlikten yana olsa da hiçbir güvenlikçi politika, gerçekte güvenliği sağlayamıyor. Ne kadar özgürlük varsa aslında güvenlik de öyle sağlanabilir bir şey, tıpkı evdeki silahlar gibi çünkü onlar ancak cinayet aracı olabiliyorlar ve hiçbir güvenliği, aslında güvenlik için bulundurulan silahlar sağlayamıyorlar ancak kadınları ya da yakınları öldürmekte kullanılabiliyorlar.
Umut Vakfı, 28 Eylülün bireysel silahsızlanma günü olması için yıllardır uğraşıyor ve bunun için çaba veriyor, çok değerli çabaları var.
Bu nedenle, bireysel silahsızlanmanın Türkiye'nin ve dünyanın çok önemli ve gözden kaçan ya da gözden kaçırılmak istenen bir sorunu olduğunu düşünüyorum ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde de bununla ilgili önlemler almamız gerektiği kanısındayım.
Bireysel silahsızlanmanın yanı sıra, bugün, cesaretle, eline hiçbir silah almayarak vicdani reddini açıklayan, sivil itaatsizliğe başvuran ve "Öldürmeyeceğim, ölmeyeceğim, kimsenin askeri olmayacağım." diyen insanlar da var. Bu, gerçekten bir cesaret işi, çünkü Türkiye de dünya da antimilitarizmden nasibini çok almış değil.
Bu vicdani retçiler, maalesef Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına rağmen, yasal düzenlemeler yapılmadığı için, vicdan özgürlüğü nedeniyle antimilitarist ve savaş karşıtı oldukları için dinî inanç temelli olarak vicdani retlerini açıklıyorlar ancak onların haklarına saygı duyulmuyor. Ben, tıpkı bireysel silahların sonlandırılması gibi, aynı şekilde vicdani ret hakkının da tanınması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin gereken düzenlemeleri yapması gerektiği kanısındayım ve bunun görevimiz olduğunu düşünüyorum.
Türkiye'de ilk vicdani ret 1989 yılında açıklandı. Sözlerime son vermeden önce, 1989 yılında vicdani reddini açıklayan ve iki yıl önce kaybettiğimiz arkadaşım Tayfun Gönül'ü de anarak sözlerime son vermek istiyorum.
Hepinizi saygıyla selamlarım. (HDP sıralarından alkışlar)