GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Suç Gelirlerinin Aklanması, Araştırılması, El Konulması, Müsaderesi ve Terörizmin Finansmanına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:35
Tarih:29.01.2016

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarı, Suç Gelirlerinin Aklanması, Araştırılması, El Konulması, Müsaderesi ve Terörizmin Finansmanına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin onaylanmasını içermektedir ve önemli bir sözleşmedir.

Bu sözleşme, 16 Mayıs 2005 tarihinde imzaya açıldı değerli milletvekilleri ve 28 Mart 2007'de de Türkiye bu sözleşmeyi imzaladı. Aradan kaç yıl geçti? Ben diyeyim sekiz yıl, siz deyin dokuz yıl. Peki, acaba sekiz yıldır neden bekledi, bugüne geliyor bu sözleşme, Genel Kurulda görüşülüyor?

KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, salonda sessizlik, sükûnet lütfen...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatip kürsüde konuşuyor. Lütfen hatibin insicamını bozmayalım.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Belki de bugün görüşeceğimiz uluslararası sözleşmelerin en önemlilerinden birisi. Türkiye'nin 2007 yılında imzaladığı bir sözleşmenin onayı ancak bugün geliyor. Bu imza, Hükûmetin terörle ve suç gelirleriyle mücadeledeki iradesini göstermesi açısından çok önemlidir değerli arkadaşlar. Aslında, bugüne kadar ki geliş süreci, iktidarın, Hükûmetin terörle mücadele anlayışını berraklaştıran, billurlaştıran bir onay çünkü aradan sekiz yıl, dokuz yıl, geçiyor. Bir ihmal, açıkça ifade ediyorum, bir savsaklama söz konusu burada. Bu, en geç 2008 yılında çıkması gerekirdi ve ayrıca, tabii, Anayasa'nın 90'ıncı maddesine göre bu imzaların geçerliliği ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinde onaylandıktan sonra kabul görüyor. Kamuoyu ve Meclis gündeminden ısrarla kaçırılan bir uluslararası belgeden söz ediyoruz.

Şimdi, bu sözleşmenin Meclis serüvenine kısaca bir göz atmamız gerekir. İlk olarak, 7 Temmuz 2008'de Meclise sunuluyor bu sözleşme ve Dışişleri Komisyonundan dahi çıkamadan hükümsüz kalmış. İkinci olarak, 22 Eylül 2011'de yine Meclise gelmiş, Dışişleri Komisyonu 7 Ekim 2011'de Komisyon raporunu vermiş, tasarı Genel Kurul gündemine girmiş ama bu sefer de 28 Mart 2013'te gündemden geri çekilmiş. Üçüncü olarak, 7 Kasım 2014'te 24 tasarı yeniden gönderiliyor ve Dışişleri Komisyonu 6 Mart 2015'te Komisyon raporunu vermiş, tasarı Genel Kurul gündemine girmiş ama bu sefer de Genel Kurulda görüşülmeden tasarı yine hükümsüz kalmış. Şimdi, yine 3 Aralık 2015'te Meclise gelen sözleşme, Dışişleri Komisyonunun 7 Ocak 2016'daki raporunu vermesinden sonra, Komisyon raporu 51 sıra sayısıyla basılmış ve nihayet Genel Kurul gündemine bugün gelmiştir.

Suç Gelirlerinin Aklanması, Araştırılması, El Konulması, Müsaderesi ve Terörizmin Finansmanına İlişkin Sözleşme imzalanmasından tam 3.230 gün sonra Genel Kurul gündemine gelmiştir. Sözleşmenin bu uzun ve dolambaçlı yolculuğundan sonra şimdi son durağa yaklaştık. Dolambaçlı diyorum çünkü 24'üncü Dönemde iki defa Meclise gelmiş, birinde geri alınmış, diğerinde hükümsüz kalmış. Peki, sözleşmeyi bu kadar farklı kılan nedir? "Türkiye Cumhuriyeti olarak suç gelirlerinin aklanmasıyla ve terörizmin finansmanıyla uluslararası iş birliği içerisinde mücadele edeceğiz." dedi bu imzayla Türkiye ama sekiz yıl neden gecikti? Bu sözleşmeyi imzalayan da Meclise getiren de Meclisten geri çeken de hükümsüz bırakan da AKP iktidarıdır.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisinin baldıran zehri içmeyi dahi göz önüne aldığını söylediği, "Umut verici gelişmeler oluyor." diyerek milletimizi oyaladığı, "Analar ağlamayacak." dediği hâlde neredeyse ağlamayan ananın kalmadığı, "Hazmedilmeyen bazı durumlara rağmen operasyon yapmıyoruz." diyerek ihmalin açıkça itiraf edildiği, sonradan da "Bunlar çözüm sürecini silah stoklama süreci olarak değerlendirdi." diyerek milletimize nasıl bir oyun oynadıklarını gözler önüne seren ve sonra da "Buzdolabına kaldırdık." dedikleri bir sürecin içerisinden geçtik ve geçmeye de devam ediyoruz. Bu süreci 1 Ağustos 2009 tarihinden beri hep birlikte yaşıyoruz. Oslo'yu gördük, İmralı tutanaklarını gördük, Habur rezaletini gördük, İmralı canisinin mektuplarının mitinglerde okunduğunu gördük, sonra Dolmabahçe mutabakatını gördük.

Yeri gelmişken, bu İmralı tutanaklarıyla ilgili Adalet ve Kalkınma Partisi cenahından ne bir ses ne bir nefes... Eğer, birkaç gün daha sessiz kalınırsa bu "tutanak" diye açıklananların artık doğruluğuna hükmedeceğimiz de biline.

Yani bunları gördük fakat görmediğimiz tek şey, terörle mücadeleydi. Terörle mücadeleyi bir türlü görmüyorduk çünkü yoktu. Teröristlerin finans kaynaklarıyla da mücadele edilmedi, işin püf noktası burada. Neden? "Hendek" dedikleri çukurların kazılması; cephanelerin, silahların, patlayıcıların depolanıp tuzaklanması nasıl görmezden gelindiyse terör örgütlerinin haraç toplaması, finans temin etmesi de görmezden gelinmiştir. "Yok, biz öyle göz yummadık, mücadele ettik." diyorsanız, o zaman -2007- bu sözleşmeyi imzaladığınız tarihten bu güne kadar neler yaptığını Hükûmet açıklamak zorundadır.

Şehirlerde, her yerde terör örgütleri neredeyse aleni finans temin ediyor, haraç topluyor. Adına "vergi dairesi" dedikleri haraç birimleri bile oluşturdular, bunlar yazıldı çizildi ama uzun süre seyredildi, herhangi bir adımını görmedik. Mali Suçları Araştırma Kurulu ne yapmıştır, bilen yok. Terörle mücadele edilmediği gibi, müzakere edilme yoluna gidildi ve finansman kaynaklarıyla da mücadele edilmedi. Bu terör örgütlerinin finans kaynakları engellenmediği sürece, terör örgütleriyle etkili bir mücadele yapmanız mümkün değildir.

Bu görüştüğümüz tasarının gerekçesinden çok kısa bir bölüm okumak istiyorum değerli arkadaşlar: "Terörizmden en çok zarar gören ülkelerin başında gelen Türkiye, devletlerin terörizmi önlemek ve ortadan kaldırmak için gerekli önlemleri almaları ve terörizmle mücadelede ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde iş birliği yapılması gerektiğine inanmakta ve bu yönde yoğun çaba harcamaktadır." Kim söylüyor bunu? Hükûmet. Ne kadar masum bir ifade değil mi? Türkiye'nin terörle mücadelede uluslararası iş birliği için istekliliğini ne kadar güzel bir şeklide ortaya koyuyor, değil mi? Ama değil, aradan sekiz yıl geçmiş.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu dönemde, 7 Haziran 2015 sonrasında terör saldırılarındaki artış dikkat çekicidir. AKP, iktidarı alırken terör sıfır noktasındaydı. Ancak, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ve AKP terörle mücadele etmek yerine müzakere etmeyi tercih eden bir anlayış getirdi ve 2009 yılından itibaren de bu süreci milletimiz nezdinde meşrulaştırmak için sürekli isim değiştirdiler ve 12 Ağustos 2015 tarihinde Sayın Erdoğan'ın "Bundan sonra ne devletin ne Hükûmetin vereceği bir taviz -tabii bu tavizlerin de neler olduğunun açıklanması gerekir- atacağı bir adım yoktur çünkü yapılması gereken her şey yapılmıştır..." Bir taraftan itiraflar gelirken diğer taraftan terörle mücadele ediliyormuş gibi bir hava yaratılmak isteniyor. AKP'nin "mış" gibilerle kamuoyunu oyalarken her geçen gün kaos, terör olayları ve şehadetler devam ediyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, bir yandan kendi içerisinde uluslararası bir şebekenin parçası olarak bölücü terör örgütüyle mücadele ederken, bulunduğu coğrafya itibarıyla da pek çok terör örgütünün birinci hedefi konumundadır. Bununla birlikte, iktidar, son yıllarda birtakım uluslararası terör örgütlerine verdiği iddia edilen örtülü ya da açık desteklerle uluslararası kamuoyunda da hedef hâline getirilmektedir. Bir örnekle somutlaştırmamız ve hafızaları tazelememiz gerekir.

Yasin El Kadı, diğer terörist oluşumlarla olan finansal ilişkileri nedeniyle Birleşmiş Milletler, ABD ve Avrupa Birliği tarafından yaptırımlara tabi tutulmuş bir Suudi iş adamıydı. Uluslararası kamuoyunun "terörist" diyerek damgaladığı bu kişiye, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan "Yasin Bey'den kendim kadar eminim. Yasin Bey'in bir terör örgütüyle ilişkisi olması veya ona destek vermesi mümkün değildir." sözleriyle sahip çıkmıştır. Bunu bilmeyeniniz yoktur. Bu örnekten dolayıdır ki Türkiye, uluslararasında teröre destek veren ülke konumuna getirilmek istendi neredeyse, yani böyle bir algı oluşturulmak istendi. Örneğin, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı bünyesinde faaliyet gösteren Mali Eylem Görev Gücü, kara para aklama ve terörizmin finansmanı konusunda koyu gri listede yer almaktadır. Bu listede Suriye, Cezayir, Etiyopya, Ekvador, Endonezya, Myanmar, Pakistan ve Yemen var. Bu listenin bir üst basamağında ise kara liste var. Kara listede yer alan ülkeler ise İran ve Kuzey Kore. Türkiye, kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele etmediği için bu listede, kara listeye dahi düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki Mali Eylem Görev Gücü, 19 Ekim 2012'de Türkiye'yi kara listeye alabileceğine dair bir açıklama dahi yapmıştır. Bugün görüştüğümüz sözleşmeyi ülkemizin uluslararası itibarı açısından önemli görüyoruz. Sözleşmenin bugüne kadar onaylanmamış olmasını da büyük bir noksanlık ve yanlışlık olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Sonuç itibarıyla, söz konusu sözleşmenin onaylanmasına ve gerektiği gibi uygulanmasına büyük önem veriyoruz.

Terörle mücadelenin topyekûn bir mücadele olduğunu, bu mücadelenin en önemli aşamasının da terörizmin finansmanıyla mücadele olduğunu tekraren ve son olarak belirtmek istiyorum.

Açılım süreci arkasına gizlenerek bugüne kadar yapmadıklarının sonuçlarını her geçen gün ağır bedellerle ödüyoruz. Terörle mücadelenin en önemli yönü terörle mücadele konusundaki iradedir, sağlam iradedir. Bu iradeyi göstermesi açısından görüşülmekte olan bu sözleşme de önemlidir. Ancak sormadan edemiyoruz: Çözüm süreci buzdolabından çıkarılıp tamamen yok edilecek midir? Bir kısım AKP'li milletvekillerinin söylediği gibi Öcalan'la görüşmeler devam edecek midir? Bu sorulara verilecek cevaplar, terörle mücadeledeki samimiyeti ve iradeyi göstermesi açısından da ipucu teşkil edecektir.

Konuşmama burada son veriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)