| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 45 |
| Tarih: | 26.02.2016 |
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Konya) - Sayın Başkan, millî idareyi temsil eden değerli milletvekillerimiz, ekranları başında bizi izleyen saygıdeğer vatandaşlarım; sizleri saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum.
Millet iradesinin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden bütün vatandaşlarımıza huzur ve mutluluk diliyorum.
Bu aziz toprağı bize vatan kılan şehit ve gazilerimize minnet ve şükranlarımı ifade ediyorum.
2016 yılı merkezî yönetim bütçemizin şimdiden ülkemize, milletimize, insanlığa hayırlı olmasını diliyorum.
Sözlerime başlarken Komisyon çalışmaları esnasında ve bugünkü Genel Kurul görüşmelerinde eleştiri, öneri ve uyarılarıyla 2016 bütçemize katkıda bulunan herkese, bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Aynı şekilde Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımıza ve üyelerine, Maliye Bakanımıza ve ekibine ve bütün milletvekillerimize şükranlarımı ifade ediyorum. Bütçemiz hayırlı ve bereketli olsun. 2016 senesi Türkiye'ye huzur ve saadet getirsin.
Bugünün Hocalı katliamının yıl dönümü olması hasebiyle Hocalı şehitlerimizi de rahmetle yâd ediyorum. Can Azerbaycan'a buradan, onların Meclisinden, Türkiye Büyük Millet Meclisinden selamlarımı ve ebedi kardeşlik dileklerimi iletiyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Vatanları vatanımızdır, vatanımız vatanlarıdır; kaderleri kaderimizdir, kaderimiz kaderleridir; her zaman omuz omuza olacağız.
Bu vesileyle -belki biraz sonra tam gününe gireceğiz ama yarın geçmiş Başbakanlarımızdan Profesör Doktor Necmettin Erbakan Hocamızın da 5'inci ölüm yıl dönümü- selefim olan bütün başbakanları, rahmete kavuşmuş bütün başbakanlarımızı ve rahmetli Profesör Necmettin Erbakan Hocamızı bir kez daha Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden hürmetle yâd ediyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Şimdi, bize yakışan bir üslupla, eski bir gülbankten günümüze yansıyan bir sesle "Vakitler hayrola, hayırlar feth ola, şerler def ola." diyerek söze başlayalım ve kadim geleneğimize uyarak her işte olduğu gibi burada da söze başlarken "Haydi bismillah!" diyelim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Bu milletin çok güzel bir geleneği vardır. Ahilik geleneği mucibince biz her sefer rızk kapımızı besmeleyle açarız. Bütçe de bütün bir milletin rızk kapısıdır; bereketli olsun, hayırlı olsun ve geleceğe dönük olarak güzel hizmetlerin vesilesi olsun. Emeğimizi, alın terimizi, gayretimizi Allah'a ısmarlarız; gayret bizden tevfik Allah'tan. Bugün de bütçemizi ülkemizin, milletimizin hayrı için, bereket ve selamet için besmeleyle arz ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün dünya bugün tarihî bir kırılmanın eşiğinde. Ciddi bir dönüşüm süreci içindeyiz. Bir taraftan, modern dönemin en derin, en kapsamlı ekonomik kriziyle boğuşuyoruz bütün bir dünya olarak. 2008'de yaşanan ekonomik kriz, bütün şiddetiyle, dehşetiyle kıtaları, ülkeleri kıskacına almış durumda. Diğer taraftan, yüz yıl önce çizildiği düşünülen Orta Doğu ve Balkanlar düzeni çatırdıyor. Çevremizde jeopolitik depremler yaşanıyor. Çevremizde en az 6 ülkede fiilî olarak merkezî yönetimlerin kontrolü yok. Büyük bir ekonomik depremin ve yanı başımızda büyük bir jeopolitik depremin ortasında, merkezinde bu iki büyük meydan okumaya karşı üç asli, temel değerimize dayanıyoruz:
Birinci değerimiz insanımız. Biz, 78 milyon olarak... Ve bu kürsüden biraz önce maalesef nezaket sınırlarını aşan tartışmaları da geride bırakarak bütün insanlarımıza sesleniyorum: Bizim, çok zengin doğal kaynaklarımız yok, petrol ya da doğal gaz gibi; bizim, bazı devletlerin sahip olduğu şekilde sömürge döneminden kalan büyük sermaye birikimlerimiz de yok ama bizim bir değerimiz var, o da insanımız, o da 78 milyonun kardeşliği üzerinde ortaya çıkan insan potansiyelimiz. Bu insanlar bizim insanlarımız, her biri tek tek bizim insanımız, her birinin kaderi tek tek bizim kaderimiz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin kaderi, insanlarımızın topyekûn kaderinden bağımsız değildir. Bizim en büyük servetimiz, kıymetimiz insanımızdır. Bu nedenle, bütçemizin odağı da insanımızı teşkil ediyor; eğitimden sağlığa, sosyal güvenlikten ulaştırmaya kadar bu insanî sermayemizi zenginleştirecek adımlar atıyoruz.
İkinci büyük değerimiz, demokrasimiz, bu Meclis; demokrasimizin nihai tecelligâhı olan bu Meclis. Demokrasiyi, bize büyük bir güç olarak, en büyük güç olarak armağan edenleri ve özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı bize armağan edenleri bir kez daha yâd ederek söylüyorum: Bu Meclis her ne suretle olursa olsun mutlaka bu milletin nihai kaderini belirleyen en yetkili merci olmaya devam edecektir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Bu vesileyle, hain, hunharca yapılan Ankara saldırısı sırasında, grup başkan vekillerimizin temaslarıyla, hemen yanı başımızda bombalar patlamış olmasına rağmen Meclisimizin açık kalmasını sağlayan bütün milletvekillerine de bugün teşekkür ediyorum. Siz, hep birlikte o gün bir prensip ortaya koydunuz, bir destan yazdınız. Polatlı'ya yaklaşan düşman askerlerine karşı Birinci Meclisin çalışması gibi, ne olursa olsun Türkiye'de, bu Meclis her hâlükârda çalışacak ve her hâlükârda milletin kaderini belirlemeye devam edecektir. Bir daha bu Meclise, kimse, hangi gerekçeyle olursa olsun kilit vuramayacak, ara veremeyecek. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Rahmetli Adnan Menderes'i de bir kez daha rahmet ve hürmetle anıyorum. Onun Meclisinden bugüne kadar yaşanan bütün sıkıntılardan sonra, buradan, bu kürsüden bütün bir milletim adına sesleniyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi ebediyen bu milletin kaderini belirleyen nihai merci olarak açık kalacak ve hiçbir terör, şiddet, hiçbir tehdit bu Meclisin iradesini ipoteğe alamayacak.
Üçüncü asli değerimiz ise coğrafyamız ve tarihimiz. Çok, çok zor bir coğrafyadayız ama aynı zamanda çok kıymetli bir coğrafyada. Hepimizin bunun kıymetini bilmemiz gerekir, hepimizin bu zorluğu da takdir etmemiz gerekir ama bu zorluğun getirdiği büyük nimetleri de. Onun için tarih bizim civarımızda akıyor. Tarih, insanlık tarihi bundan sonra bu topraklarda ve bu toprakların etrafında şekillenecek. Ya bir özne olarak kendimizi tarihin merkezine koyup bu tarihi şekillendirecek gücü, kudreti göstereceğiz ya da bir köle zilleti yaşayacağız. Ne olursa olsun, etrafımızda hangi jeopolitik deprem yaşanırsa yaşansın, bütün bir Meclis adına, sadece AK PARTİ Grubu adına değil, bütün bir Meclis adına diyorum ki: Bu coğrafyaların kaderinde biz özne olmaya devam edeceğiz, biz bu coğrafyaların kaderinden ayrıştırılmayacağız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Bu sebepten, bütçeyi sadece teknik bir süreç olarak değil, bu değerlerimizi gözeten, insanımızı, demokrasimizi, tarihimizi, coğrafyamızı gözeten, büyüten bir araç olarak görüyoruz.
2002 yılında 119,6 milyar olan merkezî yönetim bütçemizin 2016 yılında 570,5 milyar Türk lirası olmasını öngörüyoruz. Dikkatinizi çekiyorum, 2016 bütçemiz 2002 bütçemizin tam 4,7 katı büyüklüğündedir, neredeyse 5 misli. Eğitim ve sağlığa bütçeden ayırdığımız payın toplamı 204 milyar lira. Bu da bizim insanımıza verdiğimiz değeri gösteriyor. Bu sene bütçemizde eğitime ayırdığımız pay 109,3 milyar. 2002'de, biz iktidara geldiğimizde toplam bütçe 119 milyardı. İnsanımıza kıymet vermek ona ayırdığımız kaynakla ölçülür.
Biz on üç yıldır yaptığımız her bütçede sadece ve sadece insanımızı odağa aldık, sadece ve sadece insanımızın refahını, mutluluğunu esas aldık. İnsan odaklı, vatandaş odaklı, adalet odaklı bir siyaset takip ettik. İç politikada, dış politikada, ekonomide, sosyal politikalarda insanı, hayatı, adaleti esas aldık. Biz, zulme uğrayan kim olursa olsun, etnik ve mezhebî kimliğini sormadık, "Sen Türk müsün, Kürt müsün, Arap mısın; Müslüman mısın, Hristiyan mısın; Sünni misin, Şii misin, Nusayri misin, Alevi misin?" demedik, hepsine bağrımızı açtık.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Hepsini sayıyorsunuz yani.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Biz sonsuza kadar bu topraklarda bir arada ve birlikte olacağız.
Demokrasinin tıkanmış kanallarını açmak üzere 2002'de iktidara geldik ve o gün bugündür hukuk ve adalet yolunu genişletiyoruz, o gün bugündür devlet ile vatandaşı birbirine yakınlaştırmaya çalışıyoruz. Biz kimsenin hayatına müdahil olmadık, olmayacağız. İdarede vesayeti, sokak çetelerini, paralel yapıları, gayrimeşru bütün aktörleri reddediyoruz. Biz gücümüzü, karanlık yapılardan değil, milletimizin ak alınlarından, secdeye gittiğinde bize dua edilen o ak alınlarından alıyoruz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Enerjimizi milletten alıyoruz, gücümüzü milletten alıyoruz, hesabımızı da sadece ve sadece millete veririz.
Geride bıraktığımız bir yıl zorlu bir süreçti. Geçen sene burada seçime hazırlanan bir ülkenin Başbakanı olarak huzurunuzdaydım. İki seçim yaptık bir yıl içinde; gururla, vakarla tekrar huzurunuzdayım. Bu iki seçim dönemince yaşanan bütün tıkanıklıklara, zorluklara rağmen bu ülkeyi bir an dahi sahipsiz, bir an dahi hükûmetsiz bırakmadık. 7 Haziranda tek parti olarak iktidara gelemeyeceğimiz anlaşıldığında birileri ellerine kına yaktılar, birileri mutluluktan uçtular "Kaos geliyor." diye; tekrar üzerinde duracağım. 7 Haziran akşamı AK PARTİ'nin demokrasi balkonundan verdiğim sözü, sizler adına verdiğim bütün sözü bugün yerine getirmiş olmanın gururunu taşıyorum. O zaman demiştim ki: Kim ne plan yaparsa yapsın, biz bu ülkeyi sahipsiz, bu devleti Hükûmetsiz, bu milleti geleceksiz bırakmayız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Sorumluluktan kaçmadık. Anayasa "Seçime gitmek gerekir." dediğinde, biz buradayız dedik; birileri terör için terör maşalarını devreye soktuğunda, biz buradayız, Ankara'dayız dedik ama Anayasa'mız, beğenmesek de hepimizin üzerinde yemin ettiğimiz Anayasa'mız "Seçim Hükûmeti kurmak bir zarurettir." deyip bütün partilere çağrı yaptığında bu çağrıya bir tek AK PARTİ Grubu ses verdi: "Biz buradayız, burada olacağız, burada kalacağız." dedi. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Anayasa partilere "Gelin Hükûmete temsilci verin." dediğinde, herkes kaçacak -neredeyse- delik aradı. Gelmediler, meydana çıkmadılar, mertçe Ankara'da bir sorumluluğu üstlenme görevi ve cesareti göstermediler.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Mektupları yanlış adrese gönderdin.
OKTAY VURAL (İzmir) - Çözüm ortaklarınızla neredeydiniz? (AK PARTİ sıralarından "Dinle" sesleri)
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Ama biz, her hâlükârda bu milletin kaderini hiç kimseye teslim etmeyeceğimizi gösterdik. Hamdolsun, milletimiz bunu takdir etti. Milletimiz kaçanları da gördü, kendisi için elini taşın altına koyanları da gördü.
OKTAY VURAL (İzmir) - Aynen öyle(!)
MUSTAFA KÖSE (Antalya) - Ayıp ya, ayıp!
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Milletimiz hamaset yapanları da gördü, gece gündüz kendisi için koşanları da gördü.
Şimdi huzurunuzdayım ve huzurunuzdan, Meclisimiz adına, hepimiz adına, bütün Meclis adına milletime bir teşekkürü borç biliyorum. Ne zaman 1 Kasımdan bu yana uluslararası bir platforma çıksam başım dik; sadece AK PARTİ Genel Başkanı olarak değil, yüzde 85 katılımla bir demokrasi dersi vermiş bir milletin Başbakanı olarak başım dik. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Ve Meclis olarak bütün Meclisi tebrik ediyorum çünkü bu Meclis, yine modern demokrasilerde görülmeyen bir orana, yüzde 97,5 temsile sahip. Demokrasi tarihimizin en yüksek temsili de bu Mecliste. Bunun için de bütün partileri ve bu partilere oy vermiş seçmenleri tebrik ediyorum ama özel bir tebrikim, özel bir gururum var: Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük seçmen oyunu alıp bu koltukları dolduran ve ülkemizin her bir yerini temsil eden yüzde 49,5 oyla tekrar millî iradeyi bu Mecliste yansıtan AK PARTİ Grubuyla gurur duyuyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) AK PARTİ Grubu farklıdır. Neden farklıdır biliyor musunuz? Üslubuyla, nezaketiyle, onlar ayrı ama sayısal bir fark var. Bakın, bazı rakamları sizlerle paylaşacağım: 1 Kasım seçimlerinde 22 milyon 959 bin 394 vatandaşımız bize oy verdi; bu, alınan en yüksek oy şu ana kadar. 7 coğrafi bölgemizin tamamında AK PARTİ 1'inci oldu. 81 şehrimizin 63'ünde, 970 ilçemizin 740'ında ve 396 beldemizin 290'ında 1'inci parti olduk. AK PARTİ'nin yüzde 50'nin üzerinde oy aldığı şehir sayısı 44 yani Türkiye'nin şehirlerinin yarısı AK PARTİ'ye yüzde 50'nin üzerinde destek vermiştir. Buna karşılık Cumhuriyet Halk Partisi 22 şehirde yüzde 10'un üzerinde oy alamamıştır, MHP 24 şehirde yüzde 10'u geçememiştir, HDP ise -hani Türkiyelileşecek diye ümitle beklediğimiz, bir gün bu şuura ulaşırlar diye- 58 şehirde yüzde 10'u geçememiştir, bunların 34'ünde ise yüzde 3'ü bile geçememiştir. Şimdi, bu Meclise baktığımızda bütün Türkiye'yi temsil ediyor ama ben sadece dönüp AK PARTİ Grubuna baktığımda Muğla'dan Artvin'e, Van'dan Edirne'ye bütün Türkiye'yi temsil eden tek partiyi görüyorum. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Şimdi, gerçekten, inşallah, bu önümüzdeki Genel Kurul tartışmaları nezih, nazik bir şekilde sürer ama Sayın Kılıçdaroğlu -kendisine yakıştıramadığım ve bir daha da ümit ederim ki olmayacak diye düşündüğüm bir şekilde- hitap ederken şöyle hitap etti: "Bunlar, bunlar, bunlar..." "Bunlar" dediği Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Ben kendisine bu konuşmam esnasında sadece "Ana Muhalefet Partisi Lideri" diye hitap edeceğim, başka bir söz kullanmayacağım, ümit ederim bir ders alır. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Ama daha önemlisi ne dedi biliyor musunuz? "Bunlar Türkiye'yi yönetemez, bunlar Türkiye'yi yönetemiyor." Sayın Kılıçdaroğlu, Türkiye'yi kimin yöneteceğine millet karar verir. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ve bu millet kararını 1 Kasımda verdi, 1 Kasımda verdi bu millet kararını. Size baktı, bize baktı; diğer partilere baktı, bize baktı; on üç yıla baktı, cumhuriyet tarihinin bütününe baktı; "Bu ülkeyi idare etse etse AK PARTİ idare eder." dedi, bize emaneti verdi. Size de böyle seyretmek düştü. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Milleti anlamayan, milletten emanet alamaz.
Şimdi, bu vesileyle, yeri geldiği için; bakınız, ben, herhangi bir arkadaşımın benim yanımda bir başka genel başkana nezaketsiz bir üslupla soru sormasına izin vermem. Zaten arkadaşlarımız böyle bir şey yapmaz -ben sizleri biliyorum- ama grup başkan vekiliniz döndü, "AK PARTİ'nin lideri kim?" diye sordu ben buradayken, siz buradayken. Haddi değil, bu soru onun haddi değil. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Böyle bir şey söylemek istemezdim ama madem ki kapıyı siz açtınız, buyurun, meydan burası; evet, AK PARTİ siyasetinin on üç yıllık başarı hikâyesinin efsanevi kurucu lideri Recep Tayyip Erdoğan. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)
Ve ben, on üç yıllık genel başkanlık görevinden sonra, kurucu liderlikten sonra parti liderliğini kendisinden ilk olağanüstü kongremizde -bizde öyle sık sık kongreye ihtiyaç kalmaz- "vefa kongresi" adını verdiğim, benim kendisine ithafen "Bu bir veda değil, vefa kongresi." dediğim kongrede onurla delegelerimizin tamamının oyunu alarak partinin yeni lideri olarak seçildim. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)
Şimdi, şunun için bunu söylüyorum: Ben, partimin bütün delegelerinin oylarıyla efsanevi bir kurucu liderden liderliği devraldım, liderliğin gereğini her an yaparım. Benim liderliğe gelişimde kaset oyunları olmadı, olmayacak. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Böyle bir şey olmaz, hakaret bu!
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Hak ettiler!
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Ben, hiçbir zaman, onurla devraldığım, sadece siyasi dostluk anlamında değil, dünyevi ve uhrevi kardeş gördüğüm bir liderden "Aman ondan bahsetmeyin." diye daha önceki genel başkanlar hakkında da konuşulmasına izin vermem. Ben onurla bir görev aldım, onurla yapıyorum, günü geldiğinde de bir başka kardeşime onurla devredeceğim. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Aramızdaki fark bu.
Bizde az kongre yapılır, vakti geldiğinde, yeri geldiğinde yapılır. Ama şimdi, arkadaşlar çok zorladılar, dolayısıyla şimdi sormak vakti değil mi? Hani Türkiye'yi biz yönetemiyoruz ya iddiaya göre, bakın, iki ayda yaptıklarımı biraz sonra sayacağım, ne vaatleri yerine getirdik. Sadece şunu söyleyeyim istatistiksel olarak: Hani, 10 Aralıkta ilan ettim, bir hafta sonradan itibaren bir aylık, üç aylık, altı aylık, bir yıllık programlar. Elhamdülillah, son istatistiği söylüyorum: Üç aylık verdiğimiz sözlerin iki ayında şu ana kadar vaatlerimizin yüzde 82'sini, reformlarımızın yüzde 50'sini yaptık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Vaatleri sayacağım. Peki, iki aydır Cumhuriyet Halk Partisi neyi tartışıyor? Acaba, bu Meclisin ilk başkanı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün resmi bir odadan indi mi inmedi mi, ona karar verecekler. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Siz bırakın, kurultay oyunları oynamaya devam edin, biz ülkeyi yönetmeye devam edeceğiz. Grup başkan vekilimizin dediği gibi, inşallah, 14'ten 41'inciye kadar da, daha sonrasına kadar da bu emanet elden ele onurla taşınacak. Kimse de bir önceki genel başkana, liderine saygısızlık yapmayacak, kimse de bir sonrakine emaneti devrederken gözü arkada kalmayacak. (AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Ayrıca, şunu da gerçekten bu Meclisin nezaketine, zarafetine yakıştıramıyorum: Cumhurbaşkanımız, yüzde 52 oyla milletten destek alarak gelmiş bir Cumhurbaşkanı. Eleştirebilirsiniz beni eleştirdiğiniz gibi ama bu vakıayı kimse örtbas edemez. Naci Bey ilk konuştuğu için eleştirdiler, aslında öngördü; hani, külliye tartışması; onlar "saray" diyor, biz "külliye" diyoruz.
MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Ruhaniyeti de var.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Şimdi, bakın arkadaşlar, bu külliye, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi milletin malıdır. Biz hiçbir yere babamızdan miras gelmedik. Cumhurbaşkanımız bir reisin, bir kaptanın oğlu; ben bir esnafın oğluyum. Bizde aristokrat yollardan gelenler yok, biz milletten güven ala ala bu yolları katettik. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Ve bir gün gelecek, Cumhurbaşkanımız da kendisinden sonraki Cumhurbaşkanına orayı onurla devredecek. Şimdi, fark şu: Siz, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, kendiniz cesaret edemediniz, meydana çıkamadınız, bir çatı aday buldunuz, bir işe yaramadı. Şimdi size söylüyorum: Külliyeyi tartışmaktansa 2019 seçimlerine iyi hazırlanın, bu sefer cesaret gösterin, kendinize güvenin, meydana çıkın, kazanın seçimi, orada siz oturun, bu kadar basit. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Şunu öğrenmeniz lazım: Siyaset cesaret işidir, siyaset er kişinin... "Er kişi" derken hanımları ayırt ederek söylemiyorum, bizde er kişi gerçek anlamda yüreği olan kişidir, hanım veya erkek.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Adana) - Hanım değil, kadın.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - 2014'te meydana çıkmaktan korktuysanız vebali niye Cumhurbaşkanımızda ya da başkalarında ararsınız? Çıkın meydana, işte buradayız. 2019'a da yeterli süre var, hazırlanın. Dolayısıyla, bunları...
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Kongreleri biterse...
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Ha, kongreden vakit bulurlarsa tabii, olur. (AK PARTİ sıralarından gülüşmeler)
1 Kasım seçimlerinde milletimizin engin sağduyusu tezahür etmiştir. Yüksek bir katılımla 1 Kasım seçimlerinden sonra kendimizi ülke hizmetine adadık ve bu hizmetten de bir nebze geri durmadık, durmayacağız. 64'üncü Hükûmet olarak önceliğimiz, demokrasimizi, ekonomik istikrarla birlikte geliştirmektir. İnsan onurunu esas aldık.
Bakın, hani, Türkiye'yi yönetme tartışması bağlamında -bu listeyi artık hepiniz ezberlediniz ama milletimize bir kez daha söyleyeyim, özellikle de Sayın Kılıçdaroğlu duyar da bu sefer belki nasıl yönettiğimizi görür diye söylüyorum- sadece son iki ayda yerine getirdiğimiz vaatlerimiz, yüzde 82'sini yerine getirdik:
Emek ve değer üreten, alınlarını öptüğüm işçilerimizin asgari ücretini 1.300 liraya çıkardık. Çıkardık mı? (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ülkemize büyük katkılar yapmış saygıdeğer büyüklerimize, emeklilerimize yılda 1.200 lira zam yaptık. Biz, öyle seçim beyannamelerinde yapacağız, edeceğiz demeyiz. "Yapacağız." dedik mi yaparız, sonra da "Yaptık." deriz, elhamdülillah. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ekonomimizin omurgası olan esnafımıza 30 bin Türk lirası faizsiz kredi vermeye başladık.
Çiftçimiz için yemde ve gübrede KDV'yi kaldırdık, bu iki aylık. Genç çiftçilere proje karşılığı 30 bin lira karşılıksız destek veriyoruz.
Muhtarlarımızın, emniyet görevlilerimizin, askerî personelimizin özlük haklarında hayati düzenlemeler, iyileştirmeler yaptık.
Geleceğimizin teminatı gençlerimize hayatın birçok alanında kolaylıklar sağlayan düzenlemeler yaptık. Okuyan gençlerimizin lisans bursunu 400 liraya yükselttik. Şimdi, bir öğretmen olarak, bir hoca olarak söylüyorum, iftihar ediyorum, biz iktidara geldiğimizde 45 liraydı burs, şu anda 400 lira; 90 liraydı yüksek lisans bursu, şu anda 800 lira; 115 liraydı doktora bursu, şu anda 1.200 lira. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Dedik ya, ahilik geleneğiyle, besmeleyle açtınız mı Meclisi ya da rızık kapınızı, Allah bereketlendirir. Biz duayla açarız ve on dört yılda, Türkiye, petrol, doğal gaz, vesaire keşfetmedi, hiçbir şey keşfetmedi. Ne yaptık biliyor musunuz? Milletimizin bize verdiği her bir vergiyi -hani, siz vergi diyorsunuz- namusumuz bildik, namusumuz, her bir kuruşunu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun için biriktirdik, bunları gerçekleştirdik.
İş kuracak gençlerimize 50 bin Türk lirası hibe...
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - El insaf! Çelik kasa...
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Bakın Sayın Kılıçdaroğlu, kusura bakmayın ama bir şeyi söylemek zorundayım, ümit ederim, bundan sonra özen gösterirler. Siz çok ağır ifadelerle konuştunuz. Ben, dün milletvekillerimize bir mesaj gönderdim "Sayın Kılıçdaroğlu konuşurken ne derse desin kimse müdahale etmeyecek." dedim. Grup başkan vekillerimiz dolaştı, bunu duyurdular, siz konuşurken tek bir müdahale olmadı. Siyasi liderlik sadece sözle olmaz; siyasi liderlik, liderlik yaptığı insanlara sözünü geçirmekle olur. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Şimdi, yan tarafınızdaki arkadaşa söylüyorum: Siyasi liderlik, her şeyden önce, dönüp grubuna "Sus!" dediğinde susabilmesidir ve aynı şekilde bir disiplin içinde hareket edebilmesi, nezaket ve nezahet içinde hareket edebilmesidir. Söz söylemek gerektiğinde bu grubumuz mertçe çıkar, söyler, sözünü esirgemez, hiçbir sınır da yoktur. Ama bir başka genel başkan konuşurken nezaketsizlik yapılmasına izin verildiğinde buna "liderlik" denmez.
Önümüzdeki dönemde de geriye kalan bütün vaat ve reformlarımızı hayata geçireceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Bu çerçevede, önümüzdeki günlerde, siyasi etik kanunu, siyasetin finansmanında şeffaflığın artırılması, Alevi vatandaşlarımızın taleplerinin karşılanması, darbe dönemlerinden kalan antidemokratik hükümlerin mevzuattan kaldırılması, taşeronların kamuda istihdam edilmesi gibi reformlarımızı da Meclise sevk etmeyi hedefliyoruz.
Bu arada, torba yasa konusu... Evet, düşüncem, samimi kanaatim budur. Ama o zaman gelin, size bir teklifte daha buluyorum -zaten ziyaret ettiğimde söylemiştim- derhâl İç Tüzük'ü değiştirelim, birlikte değiştirelim. Bu Meclis zaman kaybedebilecek bir Meclis değil. Dünyada ekonomik kriz varken, etrafımız ateş çemberiyken...
Bakın, evvelsi gün, çarşamba gecesi -ben dakika dakika takip ediyorum- engellemeler yüzünden, bugün de gördüğümüz engellemeler sebebiyle sadece 1 madde geçebildi bu Meclisten. Eğer Meclis ana odağını engelleme yerine yasa çıkarmaya yöneltirse torba yasaya da gerek kalmaz, herhangi başka bir uygulamaya da. Onun için, gelin, İç Tüzük'ü hep beraber değiştirelim, yeni bir İç Tüzük'te istediğiniz kadar söz hakkı olsun ama engelleme, blokaj olmasın. Millet bizden bu Meclisin çalışmasını bekliyor. Meclisin etkin bir şekilde çalışması için gereken her şeyi yapmaya hazırız. Bu çerçevede, bizim 14'üncü bütçemiz bu, inşallah daha nice bütçeleri birlikte hazırlayacağız. Biz, bu on dört yıl içinde tutmayacağımız sözleri vermedik, verdiğimiz sözlerin de tamamını gerçekleştirdik.
Milletin kaynaklarını yine millete seferber ettik. 2016 bütçemiz, 2002 bütçemizin 4,7 katı demiştim, Türkiye son on dört yılda güçlendi ve önemli bir küresel güç hâline geldi.
Şimdi, bütçemizin anatomisine, kısaca çerçevesine bakarsak: En büyük payı yine eğitime ayırıyoruz. 2002 yılında 11,3 milyar Türk lirası olan eğitim bütçesini 2016 yılında 109,3 milyar Türk lirasına çıkartıyoruz. Böylece eğitime ayrılan kaynak 2002 yılında yüzde 9,4'ten 2016 yılında yüzde 19,2'ye çıkarıldı yani eğitimin payını 2 misli artırdık.
2016 yılında ikinci büyük harcama kalemi sağlık harcamaları. Kamu sağlık harcamalarına ayrılan kaynak bu sene 95 milyar Türk lirası, 2015 yılına göre yüzde 18 artırıldı. Sadece bu iki sahaya, eğitime ve sağlığa 204,3 milyar Türk lirası ayırdık ki bu, 2002 yılı bütçesinin neredeyse 2 misli ve eğitim ve sağlığın payı yüzde 36.
Bugün sunduğumuz 14'üncü bütçe, daha üç ay önce gidilen bir seçimden yüzde 50 oy alarak emaneti devralmış bir Hükûmetin bütçesi olarak geleceğe yepyeni vaatler ve güçlü bir perspektifle 2019'a, 2023'e Türkiye'yi hazırlama bütçesidir. 62'nci Hükûmetin bütçesinin programını burada sunarken "Sekiz aylık bir Hükûmet değil." demiştim, Rabb'im takdir etti, daha sonra 63'üncü Hükûmeti de kurmak durumunda kaldık, anayasal Hükûmeti; şimdi, 64'üncü Hükûmeti kurduk, onun bütçesindeyiz. Biz hiçbir bütçeyi, hiçbir programı bir yılla, bir dönemle sınırlamayız; ufkumuz ta derinlere kadar gider, bastığımız adım ise toprağın köküne kadar iner, köküne kadar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yere ne kadar sağlam basarsak gözlerimiz ufku o kadar kuvvetli tarar.
Şimdi, gelin, bazı rakamları siz zikrettiğiniz için, karşılaştırma yapalım, AK PARTİ iktidarları döneminde nereden nereye geldik. 1993-2002 yılları arasında toplam ortalama büyümemiz yüzde 3. O sırada dünyada, modern dönemde dünya ekonomisinin gördüğü en yoğun genişlemenin olduğu, parasal sistemlerin, finansal kaynakların da ekonominin de büyüdüğü bir dönemdi; yüzde 3 büyüyebildik. 2003-2016 yılları arasında ise yüzde 4,7 oranında büyüdük ki dediğim gibi modern dönemin sanayi devriminden bu yana yaşanan en büyük krizinin hâlâ içindeyiz.
2007-2015 yılları arasında istihdam, işsizlikten bahsedildi. 2007-2015 yılları arasında bütün çevre ülkeler ve Avrupa ülkeleri işsizlikten kırılırken biz 6,4 milyon istihdam ürettik. Sadece geçen sene, 2015'te, iki seçime rağmen ve etrafımızda bütün bu krizlere rağmen, 1 milyon vatandaşımızı iş sahibi yaptık.
Peki, ne oluyor? Çünkü Türkiye'nin nüfusu dinamik, daha çok insan iş gücü olarak piyasalara giriyor, istihdam oranımız da yüzde 40,4'ten yüzde 46'ya yükseldi.
Mali disiplin: On dört yıldır her konuda disiplinliyiz zaten ama mali disiplin konusunda dünyanın takdirini kazanıyoruz. Sizden takdir beklemiyoruz ama herkes biliyor ki 2002'de bütçe açığımız yüzde 11'di, şu anda yüzde 1,2 ve geçen sene itibarıyla da devlet bütçe kalemleri arasında gider-gelir dengesini sağlama başarısını da gösterdik. Bu tabloyla 28 Avrupa Birliği üyesi içinde 6'ncı durumdayız.
Kamu borç stoku yüzde 74'tü biz devraldığımızda, şimdi yüzde 33,5. Avrupa Birliği üyelerinde bu kamu borcu stoku yüzde 88, avro bölgesinde yüzde 94, OECD'de yüzde 90, Türkiye'de sadece yüzde 33,5. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Bankacılık sektörü: 1997-2002 yılları arasında -ki aranızda o dönemin mimarları da bulunuyor, onlara da sorabilirsiniz- batan 22 bankanın maliyeti 30,2 milyar Türk lirasıydı. Bütün bu maliyeti karşıladık. Bankacılık sistemini güçlendirdik, bankacılık sisteminin gücünü gösteren tek, en önemli kriter sermaye yeterlilik oranıdır, bu da yüzde 15,5; G20 ülkeleri arasında en iyi üç beş ülkeden biriyiz.
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bari bir teşekkür edin 57'nci Hükûmete Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Şimdi, 2002'den 2015'e bazı rakamları milletimiz de tekrar duysun diye zikredeceğim, nereden nereye geldik.
Üniversite: Bir akademisyen olarak gurur duyuyorum, 76 üniversitemiz vardı biz iktidara geldiğimizde, şu anda 193 üniversitemiz var. 249 bin derslik yaptık.
Havalimanımız: 26 havalimanı vardı, hava yolunu kullanmak bir ayrıcalıktı, bir sınıf atlamaktı; biz, hava yollarını halkın yolları yaptık, 26 havalimanını 55'e çıkardık. Eğer bazı barbarlar olmasaydı, büyük bir onurla açtığımız Yüksekova Havalimanı da bugün barışı, insanları birbirine buluşturan bir havalimanı olarak çalışacaktı ama o barbarlara rağmen Yüksekova'yı da bütün doğu ve güneydoğuyu da havalimanlarıyla bundan sonra dünyaya bağlamaya kararlıyız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Yolcu sayımız 34,4 milyon idi 2002'de, 2015'te hava yolunu kullanan sayısı 182 milyon.
Bölünmüş yol, 6 binden 18.179'a çıktı. Arkadaşlar, yani bunları unutuyoruz, bölünmüş yollara sahip il sayısı sadece 6'ydı, şimdi 75. Sadece 6 ilde bölünmüş yol vardı, şimdi 75 ilde bölünmüş yol var. İnşallah, yakında 81'i tamamlarız. Biz başladığımız işi hiç yarım bırakmadık, yarım bırakmayız.
Ankara- Eskişehir-İstanbul, Ankara-Konya hattındaki hızlı trenden 24 milyonluk bir nüfusun istifade ettiğini söyleyelim. İnşallah gün gelecek, hani 2001'de, o dönemlerde iktidarda olanların "Torunlarımız bile görmüyor." dedi hızlı treni biz gördük, torunlarımız bu hızlı trenin Kars'tan Edirne'ye, Urumçi'den Londra'ya gittiğini görecekler; biz bunu yapacağız, Asya ile Avrupa'yı biz bağlayacağız. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar)
Dev projeler... Gururla ifade ediyorum, Marmaray, Avrasya, dünyanın en yüksek asma köprüsü olma özelliğine sahip üçüncü köprü, dünyanın en büyük havalimanı olacak olan üçüncü havalimanı, körfez geçişi, Ordu-Giresun, Avrupa'da bir ilk; bütün bunları şu anda vaktimiz yetmeyeceği için saymıyorum ama siz karşı çıksanız da bu yollardan eminim konfor içinde gidiyorsunuz ve bir gün herhâlde bir kadirşinaslıkla "Allah bu yolları yapanlardan razı olsun." da dersiniz, ümit ederiz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından alkışlar) Siz belki demeseniz de eminim, diğer partilere oy veren İstanbullu hemşehrilerimiz, Marmaray'dan her geçişte, bize oy vermeseler bile, mutlaka bir hayır duası ediyorlardır. Bir gün onların oylarını da alırız. Bana seçimden önce soruldu: "Ne kadar oy bekliyorsunuz, yüzde kaç?" Dedim ki: Yüzde kaç oy söylersem söyleyeyim, seçmene haksızlık ettiğimi düşünürüm. Sanki şöyle bir kanaat hasıl olur: Ben bazı seçmenlerimizin gönlüne giremem gibi bir kanaat. Bizim için iki seçmen vardır: Bir, bugün AK PARTİ'ye oy verenler; bir, yarın verecek olanlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Onun için, buradan bütün seçmenlere, hangi partiye oy vermiş olursa olsun, bize oy vermeyenlere de özellikle sesleniyorum: Hukukunuz, şerefimizdir. Hiç kimsenin hukukunun çiğnenmesine izin vermeyiz. Bize oy verebilirsiniz, vermeyebilirsiniz ama biliniz ki sizin hukukunuz bizim şerefimizdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Yine, gelelim istatistiklere: Yoğun bakım yatağı, bütün Türkiye'de 869'du biz iktidara geldiğimizde, sadece 869, 3 haneli. Şimdi 12.489 yoğun bakım yatağına sahip hastanelerimiz, 5 haneli. Bazı illere gidildiğinde, MR cihazının olmadığı, imkânların hiç bulunmadığı illere... Şimdi gururla ifade ediyorum, Dışişleri Bakanı olarak birçok şeyle gurur duymuştum ama en çok da Somali'de bir çölün ortasında yaralanan bir TİKA mensubunu birkaç saat içinde helikopterle merkeze, oradan da ambulans uçağımızla Ankara'ya getirip ameliyata almamız; işte dedim, büyük devlet bu. Millet bu büyük devleti hissediyor, dünya bu büyük devletin ayak seslerini hissediyor. Biz yüreğimizde bunu yaşatıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, organize sanayi bölgesi... Organize sanayi bölgesi sayısı 65'ti biz iktidara geldiğimizde, şimdi 166. Sayın Kılıçdaroğlu AR-GE'ye çok önem verdiklerini, bunun için çaba sarf etmek gerektiğini söyledi. Bir rakam söyleyeyim de içi şenlensin. Biz iktidara geldiğimizde toplam teknoloji geliştirme bölgesi sadece 2'ydi, şimdi 63. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Elektrik enerjisi 31.846 megavattı, şimdi 73.148 megavat.
Bu arada, Sayın Kılıçdaroğlu'nun, tabii, ben bir hususiyetini daha fark ettim, istatistikler aralığı çok fazla. "78-80 milyon" dedi nüfusumuzla ilgili; onu anladım. "Enerji bağımlılığı konusunda da yüzde 50'lerden -Rusya'ya bağımlılığı kastediyor- yüzde 60'lara, 70'lere, 80'lere çıkabilir." Ya, bunun tek bir rakamı yok mu Allah aşkına? Yüzde kaçtan kaça çıkacaksa söyleyelim, bu kadar geniş aralıkla konuşulmaz ki. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Enerji santralleri: Yüz yılda 300 santral yapılmıştı, bizden önce, yüz yıl. On üç yılda biz 1.181 santral yaptık, enerji santrali.
Doğrudan yabancı yatırım: 1984-2002 arası, yani yirmi sekiz yılda 19,8 milyar geldi Türkiye'ye, on sekiz yılda. 2003-2015'te ise on iki yılda 165 milyar doğrudan yabancı yatırım geldi, 10 mislinden fazla. 2014 yılında -bakınız, hani "Türkiye ekonomisi nereye gidiyor?" diye soranlara cevaben söylüyorum- 12,8 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım gelmişti, 2015 yılında 16,6 milyar. Hem bir taraftan seçimle uğraştık -bütün illerimizi dolaştım, 81 vilayeti dolaştım 7 Haziranda, ondan sonra 1 Kasımda da bir tur daha attık bazı vilayetlerimize- bu arada da dünyaya Türkiye'yi anlattık. 1 Kasımdan sonra, bir taraftan terörle mücadele ediyoruz, bir taraftan dünyayı dolaşarak yabancı yatırımcı çekmeye çalışıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki bu ülkede tek boyutlu düşünenler hiçbir şeye çözüm bulamazlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bizim zihnimiz, gönlümüz her an meşgul olacak.
Müteahhitlerin yurt dışında aldıkları müteahhitlik hizmetleri: 1974-2002 yıllarında, yirmi sekiz yılda 46 milyar; 2002-2015 yıllarında, on üç yılda 273 milyar, bizim dönemde. İhracat 36 milyardan 143,9 milyara; bütün bu etrafımızdaki ülkelerin çökmesine ve ihracat pazarlarımızın daralmasına rağmen ihracat "volume", hacim anlamında yüzde 1,4 arttı geçen sene. İnşallah kısa zamanda da toparlayacağız.
Dış ticaret açığı 2014'te yüzde 25,2 oranında düştü. Cari açık -ki en temel meselemiz- 32,2 milyar dolara geriledi ve yüzde 26,1 oranında düştü; millî gelire oranı da yüzde 5,8'den yüzde 4,4'e düştü. 2002'de biz bu ülkeyi düşük orta gelir ülkesi olarak almıştık, şimdi üst orta gelir ülkesi oldu, inşallah yakında üst gelir grubuna da sokacağız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Satın alma gücü, millî gelir oranlarında en önemli faktörlerden biri. Şimdi, bakınız, bizim satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen millî gelirimiz Avrupa Birliği ortalamasının yüzde 35'iydi biz iş başına geldiğimizde, şimdi yüzde 53'ü. Dolayısıyla, biz ülke ekonomisini bir uçurumdan, bir kuyudan aldık, aydınlık bir yola, aydınlık bir ortama taşıdık, taşımaya da devam edeceğiz.
Şimdi, yine bazı rakamlarla ekonomik boyutu bu anlamda bağlamak istiyorum. İktidarlarımız döneminde asgari ücreti yüzde 606,1 artırdık ve 1 Ocak 2016 tarihinden itibaren net 1.300 liraya çıkardık. Böylece, asgari ücreti 2002'den bu yana yüzde 126,3 oranında reel olarak artırdık. En düşük memur maaşını, aile yardımı ödeneği de dâhil, yüzde 503,5 artırarak 2.365 liraya çıkardık. En düşük memur maaşlarında da böylece reel artış yüzde 93,5. Emeklilerimize ilk yılında 75 lira ila 100 lira arasında seyyanen zam yapmıştık, geçen sene de 2015 yılı Temmuz ayında SSK ve BAĞ-KUR emeklilerimizden bin liranın altında aylık alanlara 100 lira, bin liranın üstünde alanlara da 1.100 lirayı geçmeyecek şekilde 100 lira verdik. Ayrıca, 2016 yılında, 1 Kasımdan önce söz verdiğimiz şekilde, hepsine tekrar seyyanen 100 lira zam yaptık. Ancak, bunlar yetmez, biz halkımıza en müreffeh şartları sağlamayı boynumuzun borcu biliriz.
İnsanımıza önem verdiğimiz, insan kaynağımızı güçlendirdiğimiz bu bütçe dışında ikinci önemli hususa gelmek isterim: Demokrasimiz. Demokrasi bizim en büyük gücümüzdür. Belki ekonomik krizlerle, zor şartlarla karşılaşabiliriz ama aşarız; cari açığı kapatabiliriz ama demokrasi açığını kapatamayız. Arkadaşlar, bizim iktidar olduğumuz dönemlerde demokrasimiz hiçbir zaman açık vermedi, açık vermeyecek. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bakınız, demokrasimizin belki de 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra, 28 Şubat postmodern darbesinden sonra gördüğü en büyük tehdit, 20 Temmuz 2015'te yani 7 Haziran sonrasında Türkiye'de bir boşluk doğdu, hükûmet boşluğu, "Tek parti hükûmeti yok." düşüncesiyle aynı anda 3 barbar terör örgütünün düğmeye basmasıyla başlayan dönemdir, en büyük tehditlerden biri.
20 Temmuzda Suruç'ta canlarımızı alan DEAŞ saldırısı yapıldı, aynı gün PKK Adıyaman'da 1 askerimizi şehit etti. 21 Temmuz, DHKP-C İstanbul'da silahlarla sokağa çıkmaya cüret etti. 22 Temmuz, hani şimdi Cizre'de devleti suçlayanlar var ya, onlara dönüp, bir şey söylemeyip bize saldıran ana muhalefet partisi var ya, o günlerde hepsi yeni bir ayaklanma çağrısı yapan PKK'ya karşı suspustular. İşte, şimdi, çok konuşan ve sanki bu olaylarda hiç payı yokmuş gibi olan HDP'lilere sesleniyorum: Sizin eş başkanlarınız ile bütün partileri dolaşırken size de gelip 15 Temmuzda oturup konuştuğumuzda söylemiştim: "Bakın, ne yapmak istediğinizi görüyoruz. Ateşle oynamayın. Bu milletin sabrını taşırmayın." diye konuşmuştuk. Ben orada o görüşmeyi yaparken Kandil'den isyan çağrıları geldi, "Silahlanın." çağrıları geldi. 20 Temmuz-23 Temmuz arası Ceylânpınar'da 2 polisimiz haince, kalleşçe, alçakça enselerinden vurulup şehit edildiğinde herhâlde susmamızı bekliyorlardı. Biz 23 Temmuz günü alınması gereken kararı aldık. Mademki bu ülkeye meydan okunmuştur, meydan okuyan kim olursa olsun, bulundukları inlerde cezalandırmak bizim boynumuzun borcudur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Demokrasinin esası meşruiyettir, meşruiyetin makamı da yüce Meclistir. Hem Mecliste olacaksınız hem de Cizre'de, Sur'da, o aldatılmış masum çocukların cesetleri üzerinde bir piyonca, bir başka ülkenin piyonları şeklinde bir rol üstlenen terör baronlarının sözcülüğünü yapacaksınız. Bu olmaz. Herkes yerini, yurdunu, konumunu tespit etmek durumunda ve o günden bu güne şöyle dediler, hatırlayacaksınız, bizi tanımadıkları için, kendileri gibi olduğunu zannettikleri için: "Bu, yeni bir seçimi kazanmak için yapılan bir manevradır, bir taktiktir." diye düşündüler kendilerince ve "1 Kasımdan sonra bu durur, onun için yapıldı." dediler, savaş kışkırtıcılığı... İşte, gördünüz, 1 Kasımdan sonra da 2 Kasım günü halkından yüzde 50 destek almış, Kürt vatandaşlarımızın desteğini de almış bir Başbakan olarak aynı talimatı verdim: "23 Temmuzdaki talimatımız geçerlidir bütün güvenlik birimlerimize. Bu ülkenin dağları, ırmakları, vadileri, şehirleri, kasabaları, sokakları temizleninceye kadar bu mücadeleye devam edeceksiniz." dedim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bakınız, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir demokratik ülke, kendi sınırları içinde bırakın bir ilçeyi, bir sokağı, bir evin içinde dahi gayrimeşru bir silaha izin vermez. 2013'te çözüm süreci ki Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak onurla başlatmıştı, "Baldıran zehri içmeye hazırım." demişti, "Bütün asimilasyon veya eski retçi politikaları reddederek yola çıktık." demişti, biz de aynı şeyleri söylüyoruz. Kim bu ülkenin tek bir insanına yan gözle bakarsa, sen Türk'sün, sen Kürt'sün, sen Sünni'sin, sen Alevi'sin derse o yan gözü oyarız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Hiç kimseyi bir diğerinden ayırt etmeyiz.
Ama, 2013 Nevruz'unda "Biz silahları bırakacağız, bütün Türkiye'den silahlı unsurlar çekilecek." dedikten sonra 2015'te silahlanma çağrısı yapmanızın gerekçesi nedir? Kim size bu talimatı verdi? Hangi güçlerin, piyonların bir parçası oldunuz? Sonunda söyleyecektim ama şimdi söyleyeyim: Biz bu coğrafyayı dedelerimizden geçici bir şekilde emanet almadık, kıyamete kadar emanet aldık. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ve eğer demokratik ortamda bir şey söyleyeceksiniz -gururla söylüyorum- bu kürsüde her şey ifade ediliyor. On beş sene önce söylemeyi, kapalı bir odada sessizce kendi kendinize söylemekten bile çekindiğiniz şeyleri bu kürsüde açık yüreklilikle söyleyebiliyorsunuz. Kim getirdi bu ülkeye bu demokrasiyi? Biz getirdik. Sonuna kadar da koruyacağız, burada bu kürsünün dokunulmazlığını sonuna kadar koruyacağız. Herkes fikrini söyleyecek, hiçbir sınır olmayacak.
Ama, 29 canımızı alan bir haine, o can bedenleri... Ben gittim, hem GATA'da hem Kocatepe'de o ailelerin ellerinden tuttum. Türkiye'nin her köşesindendiler; kimisi Sünni, kimisi Alevi, kimisi Türk, kimisi Kürt. Bazı aileler o bedenleri...
MEHMET GÜNAL (Antalya) - Niye söylüyorsun; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Sayın Başbakan? 5 oldu bu ya!
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOLU (Devamla) - Toplu olarak dahi bedenlerini göremeyecek kadar o bedenleri parçalayan bir caninin taziye ziyaretine gitmek nedir biliyor musunuz? Bütün insanlığı katleden birini kutsamaktır. Biz buna sessiz kalır mıyız? Peki, buna ana muhalefet partisi sessiz kalacak mı? Sayın Kılıçdaroğlu bizi eleştiriyor. İşte söylüyorum, bizim, evet, patlama olduğu andan itibaren yaptığımız her açıklamayı baştan sona okuyun, parça parça okuyup bağlamından koparmayın benim ya da arkadaşlarımın yaptıklarını, bu yakışmaz. Ama, patlama akşam altıda olmuşsa ertesi gün on ikide, benim on birde Genelkurmay Başkanına verdiğim bütün istihbari bilgiler doğrudur. Türkiye'ye "Salih Neccar" ismiyle girmiş olan ve parmak izi belli olan şahıs, aynı şahıstır daha sonra bu cinayeti işlediğini ailesi üzerinden itiraf edenle. Ama, şunu soruyorum Sayın Kılıçdaroğlu'na: Bu hikâyeyi burada anlatırken niye PKK'yı PYD'den ayırt ettiniz, "Başka bir terör örgütü." dediniz? Niye dönüp Türkiye'ye bu caniyi sokan ve gidip de orada YPG militanlarıyla birlikte yetişmiş bu caninin karşısında "YPG de, PKK da aynıdır." deme cesaretini göstermiyorsunuz? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bakın, terör örgütü dahi sahiplenmedi bu cinayeti, "TAK" diye bir başka alt örgüte verdi, HDP'nin meşru siyasetçi olması gereken milletvekili gitti sahiplendi.
BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) - Salih Müslim, Salih Müslim.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - İşte, bunlar hepimize ders olmalıdır. Teröre karşı tek vücut olmadıkça bu ülkenin hukukunu koruyamayız. DEAŞ terörünü PKK teröründen, YPG terörünü diğerinden ayırt ederek bu ülkede insanımızın hukukunu koruyamayız.
HİŞYAR ÖZSOY (Bingöl) - Devlet terörünü de konuşalım.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, demokrasimizi taçlandırmamızın bir diğer yolu da yeni bir anayasayı birlikte yazmamızdır. Seçimlerden sonra hem terörle mücadele ettik hem demin zikrettiğim ekonomik reformları, tedbirleri, gerekeni yaptık, vaatleri yerine getirdik hem de anayasa sürecini başlattık. Değerli genel başkanları ziyaret ettiğimde ümitlenmiştim, bu sefer herhâlde bu iş olacak dedim çünkü her iki başkan da yani Sayın Bahçeli ve Sayın Kılıçdaroğlu "Evet, 12 Eylül anayasasına biz de karşıyız, gereğini birlikte yapalım." dediler. Sayın Kılıçdaroğlu "Darbe hukukunu da tümden temizleyelim." dedi. Buyurun dedik, hazırız fakat daha 2'nci toplantısında Komisyonun CHP hemen çark etti. Gerçekten alışkanlıklar değişmiyor, değişmiyor. CHP'yi değiştirmek çok zor, kalıplaşmış, illa ve mutlaka darbe anayasasına öyle veya böyle sahip çıkacak dolaylı olarak. Şimdi tekrar çağrıda bulunuyorum: Hiç birbirimize sınır koymayalım, siz istediğinizi söyleyin bizim arkadaşlarımız istediklerini söylesinler; özgürlükçü, katılımcı, güçler ayrılığı prensibine dayanan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı yepyeni bir anayasayı beraber yazalım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Diğer partilere teşekkür ediyorum, CHP'ye ayak uydurmadılar, ayak oyununa gelmediler ve Komisyonun devamı için beyanda bulundular. Sayın Meclis Başkanımız -zannediyorum- tekrar bir çağrıda bulanacağı kanaatini bize serdetmişti. Ümit ederim ki bu çağrıya herkes cevap verir, bir araya geliriz, siz parlamenter sistem dersiniz, biz başkanlık sistemi deriz, özgürce tartışırız ama sansürle bu iş olmaz. Siz "Başkanlığı burada tartıştırmayız." derseniz bir sansürcü zihniyettir. Biz parlamenter sistemi tartışmayız diyor muyuz? Gelin her şeyi tartışalım, yeter ki öyle bir anayasa yazalım ki gelecek nesiller 26'ncı Dönem milletvekillerini hayırla yâd etsinler. Biz buna hazırız. Ha, darbe hukukunu temizlemek anlamında ise bu çok daha kolay, biz bunun gereğini yaptık, yapıyoruz. 2007 yılında 1.085, 2010 yılında darbe döneminden kalan 17 genelgeyi iptal ettik. Şimdi de gerekli taramaları yaptık, 457 adet kanun ile 35 adet kanun hükmünde kararnameyi taradık. Efendim, elimizde envanter hazır, Anayasa gibi değil; 330 gerektirmiyor, çok daha kolay. Gelin, iki ayrı komisyon kuralım, anayasa yoluna devam ederken darbe hukukunu da tümüyle temizleyelim bu ülkeden. Öyle temizleyelim ki kimse bir daha "darbe" kelimesini bile telaffuz etmeye cesaret bulamasın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ama, tabii, bir ümitleniyorum, sonra Sayın Kılıçdaroğlu buraya geliyor, Mısır'daki darbeyi neredeyse savunurcasına "Türkiye ile Mısır arasında ne problem var ki ilişkiler bozuluyor?" diyor. Biz Mısır'da demokrasiyi savunduk, Mısır halkının iradesini savunduk, biz Mısır'da aslında 27 Mayısta asılan Adnan Menderes'i savunduk. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Çünkü biliyoruz ki demokrasi, ancak çevre ülkelerdeki demokrasilerle birlikte yeşerir.
Buradan da dış politikayla ilgili yaklaşımımıza gelmek istiyorum. Eleştiriler yöneltiliyor, amenna, burası eleştiri makamıdır, biz de milletimize ve milletin temsilcilerine her türlü hesabı veririz. Üç temel prensibimizi, Dışişleri Bakanlığım döneminde de, şimdi de, Cumhurbaşkanımızın bütün Başbakanlık döneminde de dış politikada hâkim olan üç referansımızı zikretmek isterim. Birincisi, çok boyutlu dış politika, hiç terk etmedik.
Bakın, şimdi, objektif şeyler söyleyeceğim; öyle subjektif şeylerle değil, sadece zirveleri vereceğim. Son, Ekim 2015'ten gelecek sene Ekim 2016'ya kadar olan zirveler: Ekim 2015'te Dünya Göç Zirvesi İstanbul'da yapıldı. Kasım 2015'te G20 Zirvesi Antalya'da yapıldı. Avrupa Birliği-Türkiye Zirvesi, on dört yıldan sonra ilk defa toplanan zirve Kasım 2015'te Brüksel'de yapıldı. Mart 2016'da, inşallah 7 Martta Türkiye-Avrupa Birliği Zirvesi'ni tekrar yapacağız. Nisan 2016'da İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi İstanbul'da yapılacak. Mayıs 2016'da insanlık tarihinin ilk Dünya İnsani Zirvesi İstanbul'da yapılacak, Ekim 2016'da Dünya Enerji Zirvesi İstanbul'da yapılacak; Botanik EXPO 2016'ya da ev sahipliği yapacağız. Botanikten göçe, insani zirveden Avrupa Birliğine, ekonomiye, her şey Türkiye'de konuşuluyor. Her yere biz ulaşıyoruz. Bu açıdan bakıldığında, hani bir yalnızlık iddiası alıp gidiyor. Ben durmuyorum, Cumhurbaşkanımız durmuyor davetlere yetişmekten ya da birilerini ağırlamaktan. Bu nasıl yalnızlık anlamadık? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Türkiye yalnız kalmadı, kalmaz ama birileri kendilerini millet nezdinde yalnızlığa mahkûm ediyorlar.
Bakınız, dünyada 252 temsilciliğimiz var ve dünya 6'ncısıyız, 5 daimî üyeden sonra biz geliyoruz artık. Yine, Afrika'da, Latin Amerika'da... Afrika'da 12 büyükelçiliğimiz vardı, şimdi 29 büyükelçiliğimiz var. Bunların detayları herkesçe malum.
İkinci boyut: İnsani ve vicdani boyut, değer boyutu. Bakın, beni çok duygulandıran iki hatıramı nakledeceğim ki bu Meclisin taşıdığı önem, bu ülkenin taşıdığı önem bir kez daha... 7 Hazirandan sonra, birkaç gün özellikle Bosna'dan, özellikle Somali'den, özellikle Filistin'den, özellikle Suriyelilerden, değişik liderlerden mesajlar geldi. Bazıları ağlayarak telefonda şunu söylediler: "Daha önce başımız sıkışırsa bizi kollayacak olan, aç kalırsak -Somali'de olduğu gibi- bize kucak açacak olan, -Suriye'de olduğu gibi- kimyasal silahlardan kaçarken sığınacağımız bir Türkiye var diyorduk, şimdi bizim hâlimiz ne olacak?" dediler. 1 Kasım günü aynı insanlar, hemen hemen dünyanın değişik bölgelerinde, aynı gönül coğrafyasında, bir Suriyeli ilim adamının deyişiyle söylüyorum, "Türk kardeşlerimiz oylarını elleriyle sandıkta kullandı, biz avuçlarımızı Rabb'imize açıp öyle oy kullandık." dediler. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, bu anlamda yurt dışındaki Araplar, Türkmenler, Somalililer, Kürtler hepsi bizim soydaşımız, hepsi bizim tarihdaşımız, hepsi bizim kardaşımız, beşeriyet kardaşımız. Artık Türkiye Cumhuriyeti devleti sadece belli sınırlar içinde olan bir ulus devlet niteliğinin çok ötesine taşınmıştır. Al bayrağı gözü gördüğünde kendi bayrağı gibi ona yakarıp onu öpen Somalililer varken, o bayrağın altına sığınmak için kilometrelerce yolu aşıp "Bir an önce kendimi Türkiye'ye atayım." diyen Suriyeliler varken, Gazze'ye gittiğimde, o bayrağı bombalar altında bağrına basıp "Bu benim bayrağım." diyen Gazzeliler varken bu kale düşmez, bu bayrak inmez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Dünya böyle, dünya böyle ama Sayın Kılıçdaroğlu beş senedir aynı şeyi söylüyor, "Durup dururken Suriye'yle niye düşman olduk?" diyor. Sanki durup dururken, yahu, Sayın Kılıçdaroğlu, Suriye'de 400 bin insan öldü, 6 milyon mülteci oldu, 12 milyon insan aç biilaç, Halep'ten eser kalmadı; hâlâ siz tekrar tekrar "durup dururken" diyorsunuz. Saatiniz bir yerde durmuş ama tarihin saati durmuyor, akıyor, biz bu akışı takip edeceğiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ve üçüncüsü: Gönül coğrafyalarımızda bu anlamda, arkadaşlar, bu yıl sembolik bir yıl. Gönül coğrafyamızda etkimizi, insani diplomasiyle birlikte etkimizi artıracağız. Birçoğumuz Çanakkale destanını biliriz de -2015'te 100'üncü yılını kutladık- Kutülamare'yi unutmuşuzdur; 29 Nisan 2016, Kutülamare'nin 100'üncü yıl dönümü. Kutülamare, Bağdat'ın güneyinde, şimdi, "Kut vilayeti" denilen yerde işgalcilere karşı Orta Doğu halklarının tümünün, Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Hristiyanların, Yezidilerin topluca işgalcilere karşı kazandığı son zaferdir ve orada omuz omuza bu toprakların onurunu korudu bu ecdat. Aynı günlerde, Sykes-Picot haritası çizildi bir yerlerde ve şehirlerimiz parçalanarak, bölünerek bağrımıza hançerler saplandı. Şimdi, Mardin konuşmasında da...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Başbakan, iki dakikada tamamlar mısınız.
BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU (Devamla) - Mardin konuşmasında da zikrettim, bütün bu gönül coğrafyası tarih boyunca iki grup gördü; birleştirenler ve parçalayanlar. Alparslan birleştirdi, Selahaddin birleştirdi, Sultan Selim, İdrisi Bitlisi birleştirdi, Çanakkale birleştirdi, Kutülamare birleştirdi. Parçalayanlar mı? Moğollar parçaladı, Haçlılar parçaladı, sömürgeciler parçaladı, şimdi de sömürgecilerin piyonları tekrar parçalamak istiyorlar. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Biz de diyoruz ki, işte bu yüce Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında, İstiklal Savaşı'nı verirken mazlum milletlerin son ordusu olarak verenlerin torunları olarak söylüyoruz: Kim, Sykes-Picot'nun parçaladığı o haritaları daha küçük parçalara bölerek kardeşi kardeşten ayırt etmek, Diyarbakır'ı Bursa'dan -Ulu Camilerini- ayırt etmek, Hakkâri'yi Edirne'den koparmak isterse 78 milyon olarak her birimiz son nefesine kadar onlara "Dur." deriz, modern Moğollara, modern Haçlılara, yeni sömürgecilere izin vermeyiz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Herkes safını belirlemelidir. Bu ülkenin çocuklarını barikatların arkasında ölüme mahkûm edenler, Kandil'den değil, Türkiye'ye düşman birtakım başkentlerden talimat alanlar... Kandil sadece bir üstür, istasyondur, talimatlar başka yerden gelir, Kandil birilerine iletir, onlar yapar. Onlara karşı, bilinsin ki biz bölmek isteyenlere inat, birleştireceğiz; biz, nefret dili geliştirmek isteyenlere inat, muhabbet dili söyleyeceğiz. Yunus Emre'nin güzel Türkçesiyle, Fakiye Teyran'ın güzel Kürtçesiyle, "sevda" diyeceğiz, "aşk" diyeceğiz, "muhabbet" diyeceğiz, "birlik" diyeceğiz, "kardeşlik" diyeceğiz, "kıyamete kadar kardeşlik" diyeceğiz. (AK PARTİ ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
2016 bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum.