GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 8'inci tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:53
Tarih:05.03.2016

MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN TANRIKULU (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2016 yılı bütçe ve kesin hesapları üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Öncelikle Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yıllık bütçelerin ekonomik ve sosyal geleceğin bugünden görülmesindeki önemi çok büyüktür. Bu yüzden de milletimize güven veren, ayakları yere basan, bilimsel temelde üretilmiş kaliteli bütçeler iktidarların da âdeta karnesi olmaktadır. Bugün burada da 2016 yılı bütçesini görüşürken bu kaliteli bütçeyi arıyoruz ama maalesef bulamıyoruz.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün başlangıç ödeneklerine baktığımız zaman, tıpkı geçen sene bu kürsüde de söylediğimiz üzere, yeterince ve dünya şartlarında çevre ve şehircilik hizmetinin maalesef bu bütçeyle de karşılanamayacağını görüyoruz. Son yıllarda, Bakanlık, bütçesini artırabilme becerisini gösteremeyip mevcut olan bütçesini de verimli ve etkin kullanamayınca çağdaş, gelişmiş çevre ve şehircilik faaliyetlerinde bulunamayarak bizim her sene burada belirttiğimiz eleştirileri de maalesef haklı çıkarmıştır. Günümüzde dünyanın ekonomik ve sosyal olarak ileri ve gelişmiş ülkelerinde en önemli farklar, diğer geride kalmış veya "gelişme yolunda" diye kibarlaştırılıp söylenilen ülke kategorileriyle mukayese yaptığımız zaman, ileri ülkelerde karar vericiler ekonomik ve sosyal politikaları birbirine bağlı bir şekilde ve bunun farkındalığını da ortaya koyarak yürütmekteler ve bu politikaları bilimsel bilgiler ışığında yönlendirmektedirler. Ama, öte yandan, gelişmekte olan ülkelerse bunun tam tersini uygulamakta ve bunların büyük çoğunluğu da üretim ve istihdamlarını artırmak için daha çok eski üretim tekniklerini kullanarak çevreye ve insan sağlığına da birtakım olumsuz etkileri ortaya koyup hızla büyüme çaresini aramaktadırlar. Tabii, bu bir çelişkiyi de beraberinde getirmektedir değerli milletvekilleri. Çünkü ucuz ve eski teknolojiler, neticede belki düşük maliyetli birtakım üretim yollarını bize açmaktadırlar ama öte yandan da bir tuzağın içine bizi itmektedirler. Bu tuzak da şudur: Ucuz üretim ve hızlı ekonomik gelişme uğruna çevre kirliliği yaratarak o ekonomilerde üretim yapan insanların sağlığını bozan ülkeler, bu davranışın bedelini gelecekte çok daha düşük ekonomik büyüme yaşayarak da ödemektedirler ve bu bize bir çevre sözü olarak da geri gelmektedir. Çevre ve ekonomi yönetiminin bu etkiyi dikkate almadığını, maalesef, biraz önce de söylediğim gibi, bu bütçe anlayışında da görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, 64'üncü Hükûmet Programı'nda... Ki, şu anda elimde olan Hükûmet Programı'dır bu doküman. Bu doküman ile 2016 yılı Programı, sayın milletvekilleri, şurada oturan sayın bakanların da imzasının olduğu birer dokümandır ve her sene de yayımlanmaktadır. İşin enteresan tarafı şudur: Şimdi, 64'üncü Hükûmet Programı'nda şöyle bir ifade var, bakın, hep birlikte üstünden geçelim: "İnsanların ortak hayat alanı olan çevreyi korumak temel önceliğimizdir." diyor bu doküman. Gene 64'üncü Hükûmet Programı'nın bir başka yerinde ise "Hükûmetimizin temel politika ve uygulama alanı çevre haklarına saygılı olmaktır." diyor. Şimdi, değerli milletvekilleri, enteresan olan, böyle bir temel öncelik alan Hükûmetin, şu gördüğümüz yıllık programda, sayın bakanlarının da imzası olan yıllık programda her ne hikmetse, her sene yılbaşında birtakım tedbirler alınıp bu tedbirlerin ilgili bakanlıklarca yürütüleceği belirtilmekte ve bir de süre konulmakta, bu süre de genellikle aralık sonu diye belirtilmektedir.

Şimdi, geçen seneki 2015 Yılı Programı ile bu seneki programı şöyle yan yana koyun, inanın, virgülü ve satırına kadar aynı tedbirlerin hep aralık sonunda alınacağı belirtilmiştir ve ne hikmetse de sayın bakanlar bunları gözü kapalı olarak imzalamakta ve bu tedbirlerin bir türlü de hayata geçirilmesine önayak olamamaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bu programda, yani Hükûmetin kendi programında "Çevre haklarına saygılı olacağız." diyen Hükûmetin geçtiğimiz yıl ve bu yılın başlangıç aylarında Türkiye'de yol açtıkları başlıca çevre felaketlerine şöyle bir göz atalım.

Değerli milletvekilleri, bunların en başında, 2012'de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Artvin'in Kafkasör Yaylası Cerattepe bölgesinde, kamuoyunda iktidara yakın olduğu söylenilen bir holdinge maden çıkarma izni vermesiyle başlayan bir olaylar zinciri var. Biliyorsunuz, 2015 Ocağında idare mahkemesi bu şirkete verilen ÇED olumlu raporunu iptal etmişti ancak imdada Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hemen yetişerek şirkete yeni bir ÇED izni verdi ve geçtiğimiz günlerde bunu yürürlüğe koydu. İşin ilginç tarafı, buralarda olaylar devam ederken Sayın Başbakan bu bölgeden gelen sivil toplum örgütü temsilcileri ve bu bölgede yaşayan insanların teşkil ettiği heyetle görüşürken aynı zamanda da şöyle bir söz verdi, dedi ki: "Hukuksal süreç bitene kadar bu çalışmalar duracak." Fakat ne hikmetse, Sayın Başbakanın bu heyetle görüştüğü anda bile Artvin Orman İşletme Müdürlüğü yaklaşık 77 bin metrekare bir alanda maden arama ruhsatı vermeye devam etti, şantiyeler kuruldu, şirket faaliyetlerine hâlen devam ediyor değerli milletvekilleri. Başbakanın sözünün de ne kadar geçerli olduğu bu işlemlerden görülmekte. Tüm Türkiye'yi ayağa kaldıran bu doğa katliamında, maalesef, işte şu gördüğünüz programdaki "Çevre haklarına saygılı olacak." sözü de bir kez daha çiğnenmiş oldu.

Bir diğer önemli olay, Antalya EXPO 2016. Şimdi, bakın, burada da çok ilginç bir olayla karşı karşıyayız. İzmir'in Ödemiş ilçesi Bademli beldesinde 1071 yılında dikilen ve "Türkiye'nin en yaşlı zeytin ağacı" diye bir unvan taşıyan ağaç, tam dokuz yüz kırk beş yıldır bağlı bulunduğu topraklardan sökülüp alınıp Antalya'ya taşındı ve orada da yine birilerine şov malzemesi hâline getirildi. Bir kez daha çevre ve doğa hakkı burada da çiğnenmiş oldu sayın milletvekilleri.

Bir başka konu, Türkiye'nin isteği üzerine Akkuyu Nükleer Santrali Projesi'yle ilgili olarak bir misyon çalışması yapan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu tespitlerini bir rapor hâline getirdi ve iktidara sundu, yıl 2014. Devlet sırrı gibi saklanan bu rapor bir süre sonra ortaya çıktığında görüldü ki iktidara bu alanda 24 tavsiye ve 15 öneride bulunulmuş sayın milletvekilleri ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı raporun güncelliğini yitirdiğini iddia etmiş ve rapordaki tavsiyelerin ve önerilerin hiçbirisi gene yerine getirilmemiş.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin dört bir yanında HES, kömürlü termik santraller, madenler, nükleer santraller, üçüncü köprü, üçüncü havalimanı gibi projelerle çevre ve doğa olumsuzlukları karşısında, şimdi komisyon sırasında oturan Bakanlık ve yetkililer maalesef vatandaşlarımız kadar bile gerekli duyarlılığı gösterememişlerdir. Gene hassas bir tabiata sahip olan İğneada'da nükleer santral yapılması tüm doğanın, longoz ormanlarının, korunması gereken türlerin son bulmasına neden olacak ama buna rağmen Bakanlık kendisine yöneltilecek olan bu yöndeki talebe karşı bile yine aynı duyarlılığı gösterememektedir.

Değerli milletvekilleri, AB standartlarında günlük ortalama 50 mikrogram/metreküp oranını aşmayan bir hava kirliği ölçümü var, buna "partikül madde 10" deniyor. Şimdi, Türkiye'nin birçok ilinde ve ilçesinde kat kat bu oranların arttığını görüyoruz. Daha enteresan olanı, yine AB standartlarında bu oranın yıl içinde günlük sınırı aşma sayısı eğer otuz beş günü geçiyorsa büyük bir sıkıntıyla karşılaşılıyor, otuz beş günü geçmemesi gerektiği kıstası da maalesef Türkiye'de yeterince uygulanmamaktadır.

Görüldüğü üzere, dengesiz bir kalkınma ve sanal bir büyüme etkisiyle on üç yıldır kentlerimiz, ormanlarımız, derelerimiz, doğal varlıklarımız ve yine tarım alanlarımız yok edilirken hava, su, toprak kirletilmekte ve doğal ve tarihî varlıklarımız da her geçen gün maalesef tahrip edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kamuoyunda sadece kentsel dönüşüm ve planlama yapan yani arazi ve bina rantıyla ilgilenen TOKİ benzeri bir kurum olduğu yönünde bir algı vardır. Bu algı maalesef, Bakanlığın kendi faaliyetlerinden çıkarılmaktadır. Bu algıya Bakanlığın icraatları yol açmaktadır. Şimdi, Çevre Bakanlığının çevreyle ilgili somut faaliyet ve yatırımlara daha çok yer vermesi gerekmektedir. Buradan da şuna gelmekteyiz, hâlen Türkiye'nin müstakil bir Çevre Bakanlığı ihtiyacı maalesef giderilememiştir. Hâl böyle olunca, şehircilik çevreyi yemekte ve yok etmeye de devam etmektedir; işin aslı budur.

Çevre ve şehircilik alanında uzun yıllardır biriken dağ gibi sorunların üstesinden gelineceği yerde, ortaya, yeni sorunlar -ki bunların büyük çoğunluğu Bakanlığın kendi eliyle yaratılmaktadır- ve hem rant kokusu hem de çevre ve şehircilik anlayışından, modern anlamdaki anlayıştan da giderek uzaklaşılması çıkmaktadır. Bu kapsamda ilk defa 1993 yılında yayımlanan ÇED Yönetmeliği'yle ilgili olarak bugüne kadar 18 kez değişiklikle karşılaşıyoruz sayın milletvekilleri ve işin ilginci, 18 kez değiştiriyorsunuz bu yönetmeliği ama AB mevzuatına ancak yüzde 3 uyum sağlayabiliyorsunuz. Hemen hemen her bakan değişikliğinde, Çevre ve Şehircilik Bakanı yeniden o koltuğa oturduğunda yenilenen yönetmelikte birtakım muafiyetler geliyor, birtakım istisnalar geliyor ve aynı zamanda, hukuksuzluklar da daha da artırılmış oluyor. Bakanlığın bugüne kadar verdiği olumlu ÇED raporlarıyla veya "ÇED iznine gerek yok." kararlarıyla başta, temsil etmekten onur duyduğum İzmir kenti olmak üzere ülkemizin birçok yerinde doğa alanlarının nasıl talan edildiğini de görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Aralık 2015'te Paris'te Birleşmiş Milletlerin gözetiminde İklim Değişikliği Taraflar Konferansı toplandı biliyorsunuz. Bu konferansta, Türkiye'nin sera gazı emisyonlarındaki pozisyonu tıpkı Doha kentinde yapılan toplantıda olduğu gibi maalesef iç açıcı değil. Çünkü Türkiye'nin iklim değişikliğine millî katkısı, sera gazı emisyonlarında net bir azaltım hedefi yerine, artıştan azaltım hedefiyle sınırlı kalmış, bu çok önemli. Paris'te yapılan bu iklim zirvesinde "Küresel Karbon Projesi" diye bahsedilen proje kapsamında sera gazı emisyonlarındaki trendleri gösteren bir de bütçeleme yapılıyor, buna da "Küresel Karbon Bütçesi 2015" deniyor. 2015'te yapılan bu bütçe çalışmalarında geçen seneye ait verilere baktığımız zaman, dünyada küresel düzeyde emisyon artışı gerilerken Türkiye'de maalesef, tam tersi bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Dünyanın en fazla sera gazı salınımı yapan 14'üncü ülkesi olan Türkiye'nin sadece sera gazı artışı olmuyor, aynı zamanda, sera gazındaki emisyon hızlarında da artış meydana geliyor. Türkiye'nin 2005-2014 yıllarına şöyle bir genel olarak baktığımız zaman, ortalama emisyon artış hızımız yüzde 4 iken geçtiğimiz sene yani 2015 yılında Türkiye'nin emisyon artış hızı yüzde 7,4 olmuş, demek ki ciddi bir artışla karşı karşıyayız.

İklim değişikliğiyle ilgili bu olumsuzluklar bir yandan Türkiye'deki iklim performanslarına yansırken, diğer yandan da uluslararası endekslere de olumsuz olarak maalesef yansımış ve her yıl iklim zirvesi yapılırken tespit edilen, Küresel İklim Ağı tarafından yapılan İklim Değişikliği Performans Endeksi'ne de Türkiye'nin durumu yansımış. Buraya baktığımız zaman, sera gazı emisyonlarının yüzde 90'ından sorumlu 58 ülkenin değerlendirildiği bu endekste Türkiye maalesef 50'nci sırada ve iklim performansı açısından da "çok kötü ülkeler" arasında gösterilmektedir.

Değerli milletvekilleri, son on üç yıllık dönemde çevre mühendisliğini seçmek direkt işsizliği tercih etmek anlamına geliyor. Niye bunu böyle söylüyoruz? Bugün sayıları yüzlerce olan ve atama bekleyen çevre mühendisleri 2014 KPSS'sine girdiklerinden bu yana Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2 tane merkezî atama dönemi geçirmiş ve burada da sadece 17 tane çevre mühendisi almış. Geçen seneki 3'üncü merkezî atama döneminde yani 2015 Kasım ayında yapılan atama döneminde de herhangi bir çevre mühendisi istihdamı gerçekleşmemiş. Şimdi, çevreyle ilgili tüm görevleri üstlenmiş olan Bakanlık bu alanda eğitim almış gençlerimizi niye acaba göz ardı etmeye devam ediyor, buna da bir ciddi ihtiyaç var cevaplandırılması noktasında. Hâlen çevreyle ilgili konularda ilgili personel yani bu bahsettiğimiz çevre eğitimi almış olan arkadaşlarımız sadece prosedür tamamlamak ve bu konuların devamını getirmek amacıyla imza attırılmak suretiyle bir bürokratik işlemi yerine getiriyorlar.

Bakanlık tarafından AB mevzuatına uyum sağlanması gerekçesiyle müktesebattan çeviri yapılmak suretiyle gerçekleştirilen yönetmelik uyumları da maalesef Türkiye'nin gerçekleriyle bağdaşmıyor sayın milletvekilleri. Mesela, bunlarla ilgili en son kamuoyuna da yansıyan çok dikkat çekici bir konuyu size getireyim. Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği 2011 yılında yayımlandı. Çevre ve şehircilik il müdürlükleri birtakım atık kâğıt alımı yapan firmalara tebligatta bulunarak dediler ki: "Sokak toplayıcılarından alırsanız 140 bin liralık para cezası size vereceğiz." Ve bunun devamını getirerek bir başka kısıtlama yaptı; toplama, ayrıştırma tesislerinin kendi aralarındaki ticarete de birtakım kısıtlamalar getirildi. Şimdi, hâl böyle olunca sayıları belki de on binleri bulan bu, kamuoyunda "sokak toplayıcısı" diye bilinen vatandaşlarımız yönetmelik kapsamında cezalandırılmaktadırlar ve alın terleri de hiçe sayılmaktadır. Şimdi, bunu niye önemsiyorum değerli arkadaşlar? Çevre Koruma Vakfı bu konuda yaptığı araştırmada sokak toplayıcılarının geri dönüşüm konusunda çok ciddi bir çalışma yaptıklarını ortaya koyuyor. Verilere göre, bunların kâğıt, karton, kompozit ahşap gibi geri dönüşüme gidebilecek olan malzemelerle ekonomiye kazandırdıkları ağaç sayısı yaklaşık 3 milyon 820 bin. Bakın, çok ciddi bir rakam. Bu itibarla, mevzuat yapıyorsanız bu mevzuatların Türkiye'deki şartlara uyumunu sağlamanız gerekir.

Değerli milletvekilleri, bugün yaklaşık 18 bin personeliyle yüz altmış sekiz yıldır hizmet veren Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğümüz var. Ancak bu genel müdürlüğümüz bugün vekâleten yönetiliyor. Hukuk müşavirliği, iç denetçilik gibi görevler normun altında kadrolarla çalışmaktalar ve kurumun üst yönetimi de âdeta siyaset kurumunun altında ezilmekte. Her yıl dile getirdik, geçen sene de burada söylüyoruz, tapu müdürlüklerinde çalışan personelimiz yıllık yaklaşık 7 milyon işlemin altında boğulmaktalar. Sayın Bakanım, bakın, bu personelin çok ciddi bir talebidir, size bağlı ilgili bir genel müdürlüğün de ciddi bir problemidir. Hâlen yeterli bir personel istihdamı sağlanamıyor burada çalışanlara ve burada çalışanlar döner sermayeden istedikleri ücreti de alamıyorlar, bir diğer sıkıntı. Sizin kendi tespit ettiğiniz normlara göre iş planlarında her memurun günde 4 işlem yapmasını öngörüyorsunuz ancak işin esasına baktığımız zaman bu memurlar günde 8 ila 12 işlem yapacak şekilde norm kadroları da düşürmekteler ve bu ağır iş yükünün altında da ciddi bir şekilde ezilmekteler.

Genel müdürlük, gayrimenkul değerleme yüksek lisans eğitim verilmesi için Ankara Üniversitesiyle bir protokol anlaşması yapmış. Bakın, burası da çok ilginç, burada personeline eğitim aldırmış ancak kurum Dünya Bankasından aldığı kredilerle bu gerçekleştirdiği Tapu ve Kadastro Modernizasyon Projesi 2'yi hayata geçirmesi gerekirken, onlarca memuruna eğitim aldırırken, daha sonra gayrimenkul değerleme birimini kapatarak süreci Sermaye Piyasası Kuruluna havale etmek istemektedir. Burası da anlaşılacak bir şey değildir. Siz, bir projeyi hayata geçiriyorsunuz, eğitim aldırıyorsunuz, bir maliyeti var ve sonunda o birimi kapatmayı düşünüyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, görüldüğü üzere, çevre ve şehircilik alanında yapılacak çok iş var ama Bakanlığın, maalesef, öngörülen bu yetersiz bütçesiyle birtakım işleri yapmak bugün için mümkün gözükmeyecek. Çevre ve şehircilik alanındaki beklentiler artık bir başka bahara kaldı.

Son tahlilde şunu söyleyeceğim: Bütçe bir tercihler demetidir. Eğer siz tercihlerinizi ekonomik ve sosyal düzenin veya istikrarın sağlanmasında kullanırsanız mesele yok ama tercihlerinizi çevre ve doğanın katledilmesine yol açmakta kullanırsanız işte o zaman, maalesef, gelecek nesillerimiz bu güzel ülkemizden yeterli pay alamayacaktır.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)