GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:54
Tarih:06.03.2016

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nın, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Kamu İhale Kurumu, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu bütçeleri üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın başında, Azerbaycan'ın millî kahramanı, ömrünü Azerbaycan Türklüğünün bağımsızlığına adamış, "Bir kere yükselen bayrak bir daha inmez." diyen Mehmet Emin Resulzade Bey'in vefat yıl dönümünde kendisini rahmetle anıyorum; ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Yine bugün, millî yazar ve düşünür Ömer Seyfettin'in de vefat yıl dönümüdür. Türklüğün varmak istediği ufkun ötesini "kızıl elma" olarak gösteren, "Ülküsü olmayan bir millet ölmüş demektir." diyerek Türk milletinin gelecek tasavvurunu ortaya koyan, eserleriyle millî şuurun şekillenmesine değerli katkılar sunmuş olan Ömer Seyfettin'i de rahmetle anıyorum; ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurulduğu yıllarda ekonomiyi güçlendirmek için yoğun bir çaba harcandı. Ancak, özel sektörün sermaye birikiminin yeterli olmaması nedeniyle, birçok sanayi tesisi devlet tarafından kuruldu.

1980'li yıllarda dünyada başlayan özelleştirme akımı, ülkemizde etkisini 1994 yılı sonrasında gösterdi ve kamu işletmelerinin bir bir elden çıkarılması şeklinde seyretti.

Özelleştirme uygulamalarında temel amaç, sermaye piyasalarında halka arz yoluyla satışların yapılarak sermayenin tabana yayılmasıdır. Oysa, AKP dönemindeki özelleştirmelerde, ağırlıklı olarak blok satış yöntemi kullanıldı. Özelleştirme sürecinde blok satışların toplam satışlar içindeki payı yüzde 33, tesis ve varlık satışlarının oranı yüzde 49 oldu. Halka arz yoluyla yapılan satışlar ise toplam satışlar içerisinde sadece yüzde 14 seviyesinde kaldı.

Blok satışlardan elde edilen gelir, yeni iş alanları açılmasını sağlamamakta, sadece kamu varlıklarının özel kişi ve şirketlere devredilmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu durum, servet dağılımında eşitsizlik ortaya çıkardığı gibi, sermayenin tabana yayılmasını ve rekabetçi piyasanın oluşmasını engellemekte, yabancı özel sektör tekellerinin oluşmasına yol açmaktadır.

Özelleştirme sonrası esas olan, üretimin ve istihdamın devam etmesi, kuruluşların daha verimli çalışacak hâle getirilmesidir. Ancak, hepimiz biliyoruz ki, birçok kuruluş özelleştikten sonra kapatılmış ya da çalışma alanının dışında farklı maksatla kullanılmıştır. Bu şekilde yapılan özelleştirmeler, üretimin devamı amacıyla değil, kuruluşun mal varlıklarının, arazi ve diğer gayrimenkullerinin satılması şeklinde tecelli etmiştir.

Kritik sektörlerdeki özelleştirmelerde millî stratejik tercih ve öncelikler göz önünde bulundurulmamış, aksine, bu sektörler yabancılara satılmıştır. Tekel konumundaki KİT'lerin özelleştirilmesinde rekabetin tesis edilmesi ve tüketicinin korunmasına yönelik herhangi bir tedbir alınmamıştır. Tarımsal özelleştirmelerde çiftçinin durumu düşünülmemiş, özelleştirmeler sonucunda ortaya çıkan işsizlik sorununun çözümüne yönelik kalıcı tedbirler alınmamıştır. Pek çok piyasada çarpık bir düzen meydana gelmiş, piyasalar ya devlet eliyle özel tekellere terk edilmiş ya da dışa bağımlı hâle gelmiştir.

AKP "mirasyedi" mantığıyla millî birikimlerimizi kime olursa olsun satmayı ilke edinmiş, ne dedelerimizin alın terini düşünmüş ne de torunlarımızın geleceğini hesap etmiştir. Günü kurtarma yaklaşımıyla millî varlıklarımız peşkeş ve talan ekonomisine malzeme yapılmıştır. Nitekim, bugün iktidar koltuklarında oturanlardan bazılarının dün yaptığı "Harun-Karun" karşılaştırması da bu talan ekonomisi nedeniyle yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, özelleştirmelerde ve diğer kamu ihalelerinde esas olan, millî kaynaklarımızın korunması, yetim hakkının ve kamu yararının gözetilmesidir. Bu sebeple söz konusu işlemler, yolsuzluklarla mücadele anlayışı içinde değerlendirilmesi gereken önemli faaliyetlerdir.

AKP dönemindeki özelleştirme uygulamaları ve kamu ihaleleri, maalesef, kamudaki çürümüşlüğün, siyasetçi, iş adamı ve bürokrat üçgeninde gelişen yolsuzluk ve usulsüzlüklerin kendini gösterdiği önemli bir alan olmuştur. Özelleştirmeler, büyük ölçüde, özel ilişkilerin gölgesinde şekillendirilmiştir. AKP'nin özelleştirme felsefesi, bir bakanın ifadesiyle "Babalar gibi satarız." ve "Biz bu ülkeyi pazarlamakla mesulüz." anlayışıdır. Oysa, bu anlayış, millî menfaatleri önceleyen, milletimizin alın terini ve tasarruflarını aziz bilen, onlara hürmet eden bir anlayış değildir. Global ekonomik konjonktürün imkânlarını değerlendiren stratejik akıl da değildir. Bu yaklaşım, devleti aile şirketine döndürme, devlet yönetimini kayıt dışına taşıma ve özel ilişkilere indirgeme anlayışıdır. Bu anlayış, özelleştirmede kamu kaynaklarını peşkeş çekmenin adının pazarlama konulması, yetim hakkının görmezden gelinmesidir. Nitekim, yaşananlar, özelleştirme adına atılan bütün adımların gerisinde, daha önce özel ilişkilerle oluşturulmuş bir altyapı olduğunu ortaya koymuştur. Bu sakat yaklaşım, Türk siyasetinde etik değerleri hiçe sayan "Benim memurum işini bilir.", "Sattıysam ben sattım." anlayışının devamıdır. Hazreti Ömer'in devlet işlerinde kullandığı mumu özel işlerinde kullanmayan anlayışıyla örtüşen bir tutum ise asla değildir.

Değerli milletvekilleri, AKP döneminde yapılan ilkesiz ve hesapsız önemli özelleştirmelerden birkaç örnek vermek istiyorum. 2004 yılında 2,5 milyar kâr etmiş; 1,1 milyar lira kurumlar vergisi ödemiş olan TÜRK TELEKOM'un yüzde 55'i, blok olarak, dört yıllık kârına Öger liderliğindeki Arap-İngiliz-İtalyan sermayesine 6,5 milyar dolara satılmış; 6 milyar dolar değerindeki AVEA da satışın yanında hediye edilmiştir. Baştan sona hukuki eksikliklerle dolu ve özel ilişkilere dayalı bu satış işlemi TELEKOM'u süresiz olarak satabilmek amacıyla başlatılmış, çok şükür ki Danıştay bu satışı yirmi bir yılla sınırlandırmıştır.

Diğer taraftan, kurumlar vergisi oranı 1/1/2006 tarihinden geçerli olmak üzere yüzde 30'dan yüzde 20'ye düşürülmüş, bu düzenlemeyle, 2006 yılında elde ettiği kâr dikkate alındığında, TÜRK TELEKOM'a yıllık olarak yaklaşık 330 milyon, toplamda ise 4 milyar dolarlık vergi avantajı sağlanmıştır. Vergi indirimi yapılması eğer ekonomik bir gereklilik idi ise, neden bu düzenleme özelleştirme süreci öncesinde ilan edilmemiş ve bu şekilde daha rekabetçi bir ihale ortamı sağlanmamıştır?

Yine, TMSF'nin portföyünde bulunan ATV televizyonu ve Sabah gazetesi 1,1 milyar dolara yandaş bir iş adamına satılmış, bunun 750 milyon doları da Halkbank ve Vakıfbank tarafından fonlanmıştır.

TÜPRAŞ'ın yüzde 14,76 hissesi bir gecede el altından Ofer'e satılmış, Ankara 12. İdare Mahkemesi satışı iptal etmiş olsa da bu satıştan dolayı alıcı birkaç ay içinde yaklaşık 500 milyon dolar kazanç sağlamıştır.

Eti Alüminyum AŞ, SEKA Balıkesir İşletmesi, Kuşadası ve Çeşme Limanları'nda satışların iptaline dair kesinleşmiş yargı kararları uygulamaya konulmamıştır.

Bu süreçte Tapu Kanunu'nda ve Sermaye Piyasası Kanunu'nda yapılan değişikliklerle herhangi bir şarta bağlı olmaksızın yabancılara mülk satışına imkân veren düzenlemeler yapılmış, ülkemizin millî güvenliği, stratejik öncelikleri göz ardı edilmiştir.

Diğer taraftan, 15/2015 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı'yla TEMSAN Genel Müdürlüğü ile TPAO'ya bağlı TP Petrol Dağıtım AŞ özelleştirme kapsam ve programına alınmıştır. Bu şekilde, yerli türbin yapan TEMSAN'ı da özelleştirerek yabancı firmaların piyasaya hâkim olmasına ve dev barajların ve santrallerin yapımında ülkemizin yabancılara mahkûm edilmesine zemin hazırlanmıştır.

2010 referandumuyla Anayasa'nın 125'inci maddesinde yapılan değişiklikle, başta özelleştirmeler ve kamu ihaleleri olmak üzere birçok alanda kritik mali süreçleri etkileyen yerindelik denetimi kaldırılmıştır. Bu şekilde, idari yargı, özelleştirme kararlarını neredeyse iptal edemeyecek hâle gelmiş; AKP'nin özel ilişkilerinin, keyfiliğinin ve ölçüsüzlüğünün önünde bir mâni de kalmamıştır.

Değerli milletvekilleri, bir yandan kendilerinden önce Türkiye'de, adeta taş üstüne taş konmadığını söyleyerek geçmişi karalayan AKP, bir yandan da cumhuriyetin kazanımlarını, Türk milletinin kıt kanaat tasarruflarıyla yapılan yatırımları bir bir elden çıkartmıştır. 1985-2015 döneminde toplam 66,9 milyar dolar tutarında özelleştirme yapılmıştır. Bunun 58,8 milyar doları 2003'ten 2015'e kadar olan AKP dönemine aittir. Peki, bu para nereye gitmiştir? On üç yılda 122 milyar dolar yurt dışına faiz ödemesine gitmiştir. Yapılan yaklaşık 60 milyar dolarlık özelleştirmeye rağmen, Türkiye'nin dış borcu 2002'deki 129 milyar dolarlık seviyesinden bugün yaklaşık 410 milyar dolara çıkmıştır.

AKP döneminde yapılan özelleştirmeler sonucunda devletin sahip olduğu imtiyazlar ve varlıklar satılmış ve geriye bir şey kalmamıştır. Bu satışlarda, özelleştirme ilkeleri yerine, yandaş burjuvazi oluşturulması öncelikli amaç olmuştur.

Bugün, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, 300'ün üzerinde personelin istihdam edildiği büyük bir kurumdur. Ancak, uygulamada kurumun asli görevlerini danışmanlık firmaları aracılığıyla yaptırdığını görüyoruz. Eğer işler danışmanlar aracılığıyla yapılacaksa, devasa bir teşkilata, bu kadar personele, araca ve binaya gerek yoktur. İşi kalmayan idare, aldığı imar yetkisiyle, kamuya ait kıymetli arazilerin ticaretinin yapıldığı âdeta bir emlak ofisi hâline getirilmiştir. Bu durumda, kaynak israfının önlenmesi ve kamusal faydanın artırılması adına, kurumun kapatılması hayırlı bir iş olacaktır.

Öte yandan, 4046 sayılı Kanun'un 22'nci maddesine göre, özelleştirilen kuruluşlarda çalışan personelin diğer kamu kurumlarına nakline ilişkin süreçte kayırmacılık anlayışına son verilmeli, yaşanan adaletsizlikler giderilmeli, objektif kriterler esas olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, özelleştirmede içerik bakımından şeffaflık temelinde sağlam bir hukuki zemine dayanan ve karanlık ilişkilere imkân vermeyen bir yapı oluşturulamamış, hukuki boşluklar, özel yasal düzenlemeler ve idari yetki aşımı suretiyle şahsi ilişkilere dayalı bir yapı tercih edilmiştir. Stratejik ne varsa satma telaşıyla, pervasız ve hukuk tanımaz bir anlayış içinde olunmuştur.

Burada Sayıştay raporlarına da değinmeden geçemeyeceğim. "Denetim Bulgularını Etkilemeyen Tespit ve Değerlendirmeler" başlığı altında yapılan uyarıda, idare bütçesinden yapılan satım ve kiraya verme işlerinin Devlet İhale Kanunu'na göre yürütülmesi gerekirken bu şekilde yapılmadığı, ayrıca imar planı değiştirilmeksizin satışı yapılan taşınmazlara yönelik olarak kamuda kalması gereken ve plan değişikliğinden kaynaklı değer artışının üçüncü kişilere aktarıldığı tespit edilmiş ve bunlar eleştirilmiştir. Bu tespitler kurumu ve kamuyu zarara uğratan önemli hususlar olduğu hâlde, raporda "denetim bulgularını etkilemeyecek unsurlar" olarak zikredilmesi Sayıştay denetiminin ne denli işlevsiz duruma getirilmiş olduğunu gösteren içler acısı bir durumdur.

Bize göre, özelleştirmede öncelikli olarak halka arz yoluyla özelleştirme yöntemi uygulanmalı, sermayenin tabana yayılması sağlanmalıdır. Devlet tekellerinin yerini özel sektör tekellerinin alması önlenmeli ve rekabetçi piyasaların oluşması temin edilmelidir. Uluslararası rekabet şartlarında üretim yapılabilmesi, tüketici hak ve menfaatlerinin korunması, bölgeler arasındaki gelişmişlik farklarının azaltılması ve kamuya ilave yük getirilmemesi özelleştirme politikasının belirleyici özelliği olmalıdır. Şeffaflık ilkesi tam anlamıyla uygulanmalı, kamu vicdanını rahatsız edecek hiçbir uygulamaya izin verilmemelidir. Özelleştirme uygulamalarında yargı kararlarını uygulanamaz kılmaya dönük girişimlerden vazgeçilmelidir. Şartnamelerde yer alan taahhütlerin yerine getirilmesi amacıyla etkin bir hukuki takip ve denetim sistemi oluşturulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, Milliyetçi Hareket Partisinin de ortağı olduğu 57'nci Hükûmet döneminde gerçekleştirilen yapısal reformlardan biri de kamu ihale alanındadır. O dönemde Türkiye'nin kamu ihale sisteminde önemli bir reform yapılmış ve Kamu İhale Kanunu ile Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu çıkarılmıştır. Yolsuzluklarla mücadelenin önemli bir parçası olan bu düzenlemeyle kamu ihalelerinde yolsuzluklara zemin hazırlayan unsurların ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.

Ancak, AKP iktidar olduğunda, kamu ihalelerini istedikleri gibi yönlendirebilmek için, önce ihale mevzuatını değiştirmekle işe başlamış, sonra da imar mevzuatında değişiklikler yapmıştır. İmara ilişkin yetkilerin çeşitlendirilmesi suretiyle rant paylaşımı kolaylaştırılmıştır. Mesela, belediye meclislerinden istenilen imar düzenlemesinin çıkartılamayacağı bir durumda imar yetkisini Özelleştirme İdaresine veya TOKİ'ye aktarabilmişlerdir.

2003 yılında Kamu İhale Kanunu yürürlüğe girdiğinde açık ihale usulüyle yapılan alımların oranı yüzde 82 ve pazarlık usulüyle yapılan alımların oranı yüzde 21 olarak gerçekleşmişken 2014 yılında açık ihale usulüyle yapılan alımların oranı yüzde 71'e düşmüş, pazarlık usulüyle yapılan alımların oranı ise yüzde 28'e çıkmıştır. Bu dönemde doğrudan temin yoluyla yapılan alımlar toplamı da 8 kat artmıştır.

Kamu alımlarının genel ihale usulleri yerine doğrudan temin suretiyle yapılması ve bazı kurum ve kuruluşların kanundan istisna tutulması yolsuzluk ve usulsüzlüklere açık bir ortam oluşturmakta, yolsuzluk iddialarını da beraberinde getirmektedir.

Yolsuzluklarla etkili bir mücadele için öncelikle yolsuzluğa zemin hazırlayan hukuki, idari, kurumsal eksikliklerin giderilmesi ve caydırıcı müeyyidelerin getirilmesi, etkin bir denetim mekanizmasının oluşturulması ve insan gücü kalitesinin geliştirilmesi gereklidir. Oysa AKP, bunları yapmak yerine, Kamu İhale Kanunu'nda 130'dan fazla değişiklik yaparak yatırımcı kuruluşları bir bir kapsam dışına çıkarmış, Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklikle görevi ihmal suçu âdeta hapis yatılan bir suç olmaktan çıkartılmış, denetim sistemi bütünüyle sulandırılmış, kamu ihalelerinde yolsuzluğu önlemesi ve adalet sağlaması için kurulan Kamu İhale Kurumu üyeliğine atanan kurul üyesi zincirleme olarak görevi kötüye kullanma suçundan tutuklanmış, yargılanması devam etmektedir.

Hukuku, teşkilatı, denetimi ve kadroları yolsuzluklara zemin hazırlayan bir anlayışla şekillendirilen ihaleler de güvenilirlikten uzak dolayısıyla şaibelerle dolu olmuştur.

Kamu İhale Kurumu, ihale sistemine yönelik olumsuz müdahaleleri önleme ve sistemi geliştirmede etkin değildir. Kurum icra bağımsızlığı içinde hareket edememekte, kuruluş gayesine hizmet eden bir yönetim sergileyememektedir.

Kurumun, artık, devreye girerek kontrolsüz istisna uygulamalarına derhâl son verilmeli, yatırımcı kuruluşların tamamı kanun kapsamına alınmalı, Avrupa Birliği mevzuatıyla da uyumlu olacak şekilde enerji, su, ulaştırma ve posta hizmetleri sektörlerinde faaliyet gösteren kuruluşların gerçekleştirdiği alımlar için de düzenleme yapılmalıdır.

TOKİ'nin misyonu, rant projesi ve otel yapmak değildir; bunlar için İhale Kanunu'ndan kurumu istisna tutmak, olsa olsa bu yolla rant devşirmek amacına matuftur.

Kamu İhale Kurumu verilerine göre, 2014 yılında 157.879 kamu ihalesi yapılmış ve 3.942 şikâyet incelemeye alınmıştır. İhalelerin denetlenmesi şikâyete bağlı olduğu için, yapılan ihaleler toplamının ancak yüzde 3'ü denetlenebilmiştir.

Yönetimin temel fonksiyonlarından olan denetimi ortadan kaldırarak yolsuzlukla mücadele etmek, kolluk kuvvetlerini karakollara hapsederek terörle mücadele etmek gibidir. Nasıl ki terörle müzakere sürecinde bu yanlışı yaptıysanız, denetimi etkisizleştirerek yolsuzlukla mücadeleyi de zaafa düşürdünüz.

Değerli milletvekilleri, finansal piyasalardaki derinlik ve ekonomik yapılardaki karmaşıklık, güvenilir bilgi elde etmenin önemini artırmış, mali bilgilerin uluslararası seviyede karşılaştırılabilirliğini zorunlu hâle getirmiştir. Spekülasyonlara açık, az miktarlarla bile manipülasyon yapılabilme imkânı olan finansal piyasalarda özellikle küçük yatırımcının hakkını korumak, güvenliğini sağlamak bu alandaki kurumların gerekli tedbirleri almasını zorunlu kılmaktadır.

Etkin bir kamu gözetiminin tesisi, katılımcı bir anlayışla, güvenilir bir finansal raporlama ortamı ve etkin bir denetim standardı oluşturulmasıyla mümkün olabilecektir. Bu nedenle, Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu işlevlerini yerine getirirken sektörün ilgilileriyle istişare edip görüşlerini değerlendirmesi, kamuoyunun bu konudaki kaygılarını giderecektir.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz bütçelerde kurumların geleceğine ve işlevlerine anlam katacak, yön verecek, vizyon ortaya koyacak bir anlayış görülmemektedir. Kısa, orta ve uzun vadede beklentilerin neler olduğu ve buna yönelik bütçede ne öngörüldüğü belli değildir. Özelleştirme ve ihalelerdeki yolsuzluklara zemin hazırlayan mümbit alanlar nasıl ortadan kaldırılacak, bunlara yönelik bir işaret yoktur. İdareimaslahattan bütçelerle karşı karşıyayız.

Bilinmelidir ki Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında siyaset, iş çevresi, bürokrasi, sivil toplum ve medya tarafından iş birliği içinde yapılan ve karşılıklı koruma ve kollama anlayışıyla örtbas edilen her türlü yolsuzluk ortaya çıkartılacak, makam ve mevkisi ne olursa olsun yolsuzluk yapanların, yetim hakkına el uzatanların, bağımsız Türk adaleti önünde hesap vermesi sağlanacaktır.

Bu düşüncelerle, konuşmamı bitirirken yine de 2016 yılı bütçesinin ülkemizin birliği, milletimizin dirliği ve devletimizin bekası için hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)