GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:55
Tarih:07.03.2016

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, sevgili halkımız; ben iki gündür Cizre'deydim. Biraz da yalanları ben anlatayım Cizre'den hem de oradan bir hikâye size anlatayım diye bu resimleri getirdim. Bu fotoğrafı ben dün çektim, "Halime teyze" "Halime ana" veya "Halime" dersiniz, bilmiyorum, evinin önünde oturan yaşlı bir kadın -adı Halime gerçekten, öyle- ve evi başına yıkılmış. Şimdi, bunu bir şey hikâyesi olarak anlatmıyorum. Bir gazeteci arkadaşla beraber dolaştık ve çocukluğu orada geçmiş, orada büyümüş bir arkadaş. Giderken, ben Halime'nin fotoğrafını çektiğim zaman, bana dedi ki: "Çok huysuz bir kadındı. Çocukluğumuzda biz Dicle Nehri'ne yüzmeye giderdik ama onun evinin önünden hayatta geçmezdik. Sürekli çay, sigara içerdi ve yalnız başına yaşardı. Hiçbir zaman çocuklarıyla beraber yaşamadı." Hakikaten, kızının evi iki ev yanında -onun ki de- "Orada kalıyor." diyorlar. Orada nasıl kalıyor dedim çünkü o evin de aslında epey bir kısmı yıkılmış. Ama, o, kızının evinde şu anda mecburen kalıyor. Ama, gördüğünüz gibi kalamıyor aslında çünkü yaşlı kadınları bilirsiniz -benim annem de öyledir yani hiçbir zaman gelip de bizim evimizde oturmaz- kendi evlerinde oturmak isterler. Dolayısıyla, bu kadının da, aslında, gerçekten, evi başına yıkılmış ve gidip kızının evinde oturamıyor, geliyor gündüzleri kendi evinin önünde oturuyor.

Şimdi, evet, biliyorsunuz, ben feminist bir kadınım, kadın hakları için yıllardır mücadele etmiş bir kadınım. Aslında, ben bu kadının da öyle bir kadın olduğunu düşünüyorum. Yani, bu kadının da mağduriyeti sadece yoksulluk, yoksunluk, savaş değil, bir kendi yaşam tercihiydi aslında Halime'nin; gerçekten, ortadan kaldırılmış, inkâr edilmiş durumda.

Bunun dışında çok şey gördüm tabii. Gerçekten, hani, buna bu sıralardan hep "Ama terör, ama terör...", "Onlar yaptı, onlar yaptı..." diye karşılık gelmemesinden dolayı çok memnun olacağım bunun içerisinde çünkü gerçekten gördüğüm şeyler terörle falan adlandırılabilecek şeyler değildi. Yani bir şehir tamamen değil ama önemli bir bölümü parke taşları, dümdüz olduğu hâlde -yani parke taşları gerçekten- ne hendek var ne barikat var, hiçbir şey yapılmamış olduğu hâlde, onun yanındaki evler boş olduğu için yani 110 bin insan aslında göçe zorlandığı için orada ve 100 bin insan göçtüğü için kimi yakın köylere, kimi yakın şehirlere, boşalttıkları evlerde tahribat yapılmış. Yani nasıl birileri görev almış orada bilmiyorum gerçekten ama televizyona kurşun sıkılmış, klimaya kurşun sıkılmış, klima baltayla kırılmış ya da işte, çamaşırlar dışarılara atılmış. Bunlarla ilgili çok fazla fotoğraf da çektim, bunları burada göstermek niyetinde değilim çünkü beni gerçekten çok fazla etkileyen, özellikle bu 8 Mart haftasında, bu kadının kendi yaşam tercihini yaşayamaması ve evinin karşısında oturan, "Ben aslında orada yalnız yaşamak istiyorum." diyen iradesinin yok edilmesi oldu.

Evet, Cizre iyi değil. Cizre'ye kapıdan -kapıdan diyorum çünkü sanki bir kapı varmış gibi- girerken de aslında, hani, gerçekten herkesin tanıdığı Meclis Başkan Vekilimiz Pervin Buldan'a da kimlik soran, özellikle kimlik soran, "Ben yine de görmek istiyorum." diyen polis görevlileriyle, emniyet görevlileriyle karşı karşıya kalıyorsunuz. İnsanlar onarmak istiyorlar bir şeyleri. Yani, birisi küçük bir döner koymuş, işte, birisi arabasını park etmiş normal yolun üzerine ve orada o "akrep" denen ya da işte, zırhlı küçük araçlar geçiyorlar ve sürekli anons yapıyorlar, diyorlar ki: "Buraya araçlarınızı park etmeyin." Niye? Belli değil. Kendi dükkânının önüne aracını park etmiş olan insanlar. Yani sırf, sadece "Ben karar veririm, ben yaparım." demek için.

Ve oradaki kadınlar -birçok taziyeye gittik maalesef, orada hayatını kaybeden insanların yakınlarına; bir tanesi mesela evinden başını çıkarıp ölen Azime Aşan'ın ailesiydi- gerçekten, oradaki insanlar, kadınlar özellikle "Bize 'Suriye'ye gidin.' yani 'Burada işiniz yok artık.' dediler. Bizim topraklarımız burası. Biz neden Suriye'ye gidelim Suriyeli insanlar buraya gelirken." diyorlar.

2016'da, artık bu çağda, hani herkesin hakikaten bir hikâyesi var, o yüzden bu hikâyeyi anlatmak istedim ya da gördüklerimi. Sayılar çünkü hikâyeleri anlatmıyor yani "Şu kadar insan öldü, bu kadar insan yaralandı." demek hikâyeleri anlatmıyor. Ama, 2016'da, bizim daha önce gördüğümüz bu hikâyeyi, bu tarihi yaşamamız gerekiyordu diye düşünüyorum ve umarım artık buna bir "Dur" denilir ve bundan sonrasında daha barışçıl günlere hep birlikte geçeriz.

Şimdi, ikinci bir mevzu var tabii: Her yerde bir yasaklama furyası. Yani yıllardır yaptığımız mitingleri biz niye yapamıyoruz kadınlar olarak bunu anlamak mümkün değil. Bir gazetenin önünde protesto eden kadınlara yapılan -bunu, gerçekten başörtü hakkını da zamanında savunmuş olan biri olarak ifade ediyorum- çok acı verici; neden onlara aynı şekilde gaz sıkılıyor? Bir gazetenin faaliyeti engelleniyor. Niye, dün kadınlar Türkiye'nin her yerinde miting yapmak isterlerken... Ki zaten bu en doğal şeydir; 8 Mart, genelde hafta içine denk geldiğinde hafta sonu miting yapılır, bunun için başvurulur ve her yerde büyük bir coşkuyla bu yapılır. Dün defalarca aynı şekilde İstanbul'la görüştük, valilikle görüştük örneğin. Eş Genel Başkanımız başta olmak üzere kadınlar darbedildiler, gözaltına alındılar ve buna "hayır" deyince de slogan attılar. Artık dediler ki: "Miting yapmıyoruz, yürüyüş yapmıyoruz, bir basın açıklaması yapacağız." Konuşuyoruz, bu basın açıklamasına da "Olmaz." deniliyor. Ya, bunun üzerine, artık kadınlar "Evet, yani böyle bir şeyi biz kabul etmiyoruz." diyerek "Hayır." dediler ve "..."(X) diye slogan attılar. Ne demek biliyor musunuz? Aslında dünya âlem biliyor artık ama İstanbul polisi bilmiyor ve dediler ki: "Yasa dışı slogan atıyorsunuz." "..."(X) "Kadın, yaşam, özgürlük" demek. "Kadın, yaşam, özgürlük"; kadınlar bunu ifade ettiler Kürtçe, söyledikleri sadece buydu ve "Yasa dışı slogan atıyorsunuz." dediler. Yasa dışı olmasının nedeni aslında Kürtçe olmasıydı, başka bir şey değil. Yine, 2016'da tarihi yeni baştan yazdık, aynı noktaya geldik maalesef.

Sonra, bütün gün İstanbul'un ortasında ya da Ankara'da da bu yaşandı -sonrasında neyse ki kadınlar kutlayabildiler- ya da başka şehirlerde de oldu engelleme girişimleri. Bütün gün İstanbul'un ortasında darp, hakaret... "Dağıl, dağılma; toplan, toplanma; ayrıl, tekrar birleş." şeklinde bir 8 Mart kutlaması yaptı kadınlar ve direndiler gerçekten yani bundan vazgeçmediler.

Ben söyleyeyim, ilk mitingi biz darbeden sonra -12 Eylülden- 1987 yılında yapmıştık ve gerçekten, o tarihten beri Türkiyeli kadınlar da bu zulmü görmedi. Bu konuda da maalesef, tarihe adınızı yazdıran bir iktidar oldunuz. Ne o? Kadınlar en doğal hakları olan 8 Mart kutlamasını yapacaklar. Sonra bir başka vukuat geliyor polisten ve diyor ki, bunu izledim ben gerçekten: "Slogan atmayın, vururum!" "Slogan atmayın, vururum!" dedi polis. Yani bir polis memuruna, böyle bir hakkı, gösteri yapan kadınlara "Slogan atma, vururum." deme hakkını, cüretini kim veriyor?

Şimdi, bu 2 örneğe -tabii ki çok- darp, tehdit, gözaltılara bakınca soruyorum: Kim yasa dışı; kadınlar mı, Emniyet görevlileri mi, onlara bu talimatları veren savcılar mı, valiler mi yoksa onlara bu talimatları veren İçişleri Bakanı mı?

Ben diyorum ki: Yasaklar sizin, 8 Mart bizim; kadınlar bunu kutlamaya devam edecekler.

Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)