GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı Tümünün görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:57
Tarih:09.03.2016

HDP GRUBU ADINA ÇAĞLAR DEMİREL (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında Halkların Demokratik Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlarken Genel Kurulu, ekranları başında bizleri izleyenleri ve özellikle 8 Martta alanlarda, evlerde, bulundukları iş yerlerinde ve bulundukları her yerde hak ve özgürlükleri için mücadele eden kadınları saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Bu yıl, yasaklara rağmen, ülkenin her yerinde kadınların 8 Mart için alanlara çıkması sanıyoruz ki iktidara önemli bir ders vermiştir. Kadınların polis, devlet ve erkek şiddeti karşısında biat etmeyeceğini, iktidarın yasakçı ve baskıcı zihniyetine sonuna kadar direneceğini bu 8 Mart bize bir kez daha göstermiştir. O yüzden, bir kez daha diyoruz ki: "Yaşasın kadın mücadelesi, yaşasın kadın özgürlüğü." "..."(x)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmelerini bugün tamamlamak üzere olduğumuz bu bütçe kanunu, her şeyden evvel, AKP Hükûmetinin yola çıkarken önümüze serdiği demokrasi vaatlerinin bir amaç değil, artık ihtiyaç duyulmayan bir araç olduğunun belgesi hâlinde önümüze çıkmıştır. Geçtiğimiz bir ay boyunca, bırakın sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarının tartışmalara dâhil edilmesini, muhalefet partilerinin bile devre dışı bırakıldığı, dikkate alınmadığı bir bütçe süreci yaşandı. Öyle ki bu antidemokratik tutum, HDP Grubu olarak hazırladığımız muhalefet şerhinin Komisyon raporuna alınmamasına kadar vardırıldı. Tarafımıza gönderilen 3 sayfalık yazıda, partimizin görüşlerinin skandal şekilde İç Tüzük ve Anayasa ihlali olarak değerlendirildiğini gördük.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; bakınız, Anayasa ve İç Tüzük'e esas aykırılık teşkil eden tam da Komisyon Başkanının bu kararıdır. Tarafsız olması gereken Komisyon Başkanı, bu kararla iktidarın tekçi anlayışını bire bir dayatmış ve muhalefet hakkımızı alenen çiğnemiştir. Fakat, biz bu konuyu burada bırakmayacağımızı bir kez daha ifade etmek istiyoruz. Anayasa Mahkemesine başvuru sürecini de başlatmış olduğumuzu buradan belirtmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, bütçenin Komisyon ve Genel Kuruldaki görüşmelerine geri dönersek, her alanda olduğu gibi bu alanda da AKP "Kendim çalar, kendim oynarım."cı bir mantıkla iş görmüştür. Sayın bakanlar ve iktidarın temsilcileri, geçmişte "katılımcılık", "demokrasi" demiş olabilirsiniz ama burada "Sadece kafama göre harcama yaparım, sonra da örtülü ödeneklerle, zamlarla, vergi artışlarıyla minareyi kılıfına uydururum." tavrını sergilediniz ve karşımıza, bugün oylanmak üzere tam bir savaş, talan ve sömürü bütçesini çıkardınız en nihayetinde.

Gerçi biz buna pek de şaşırmadık. Zira, 1998 yılında o dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ne demişti, bir hatırlayalım: "Demokrasi bizim için bir amaç değil, araçtır. Amacımıza ulaşana kadar demokrasiye bağlıyız." Belli ki bu bütçeden ülkemizin demokratik kesimlerine düşen, yine biber gazı, tazyikli su, bombaatar mermileri ve TOMA'lar olacaktır ve biz Kürtlere düşen ise bunlara ilaveten üzerimize yağan kurşunlar, tanklar ve toplardan atılan bombalardır, havan toplarıdır çünkü bu bütçede, geçtiğimiz sadece sekiz yılda yüzde 45 artırılan savaş harcamasının bu kez yüzde 20 daha yükseltilmesi vardır; kime, niçin ödendiği belli olmayan örtülü ödeneklerin ve özel hesapların daha da artırılması vardır; yani birikimlerimizin, kaynaklarımızın, Erdoğan'a secde eden Ethem Sancak gibi silah tüccarlarına peşkeş çekilmesi vardır.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Kelimelere bak, kelimelere, yazıklar olsun!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Neden peki? Ortada Kürtlerin kanından medet uman, başkanlığı, Kürtlere açtığı savaş sonucu kazanabileceğini sanan çığırından çıkmış bir yönetim anlayışı olduğu için, sayısız kez söylediğimiz, 7 Haziran seçimleri öncesinde de "400 vekil verin, bu iş huzur içerisinde çözülsün." derken de seçim sonrasında da "Süreç havaya uçmuştur." derken de AKP iktidarı esas niyetini belli etmiştir. Çözüm sürecini bitirmenizin ve kirli bir savaşa girmenizin ilk ve ana nedeni tam da bu sebepten, başkanlık hırsı ve takıntısından dolayıdır. Bu çok açıktır. Cumhurbaşkanı işi öyle bir hırsa bindirmiş durumdadır ki istediği Anayasa ve başkanlığı alamazsa, bu krizlerin ve gayrimeşru yönetim anlayışının bundan sonra hep devam edeceğini ima etmektedir.

Değerli milletvekilleri, uluslararası arenada işlerin iyice karıştığı, Anayasa'nın ihlaller silsilesiyle askıya alındığı ve ekonominin krize doğru sürüklendiği bu süreçte başkanlık kumarı da yeni bir evreye girmiş durumdadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan tam da Genel Kurulda bütçe görüşmelerinin başladığı günlerde belki de dikkatin kendisinden Parlamentoya kayabileceği endişesiyle Hükûmetten ve yasama organından rol çalma girişimini hızlandırmıştır ve bu kez de aklımızı hukukla sınamaya girişmiştir. Geçtiğimiz iki hafta boyunca Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesinin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği kararı aklınca büyük bir kurnazlıkla kullanarak eğer başkanlık sistemine geçilmezse yönetim krizinin süreceğini ima eden çıkışlar yapmıştır ardı ardına ve "Bakın, her şey tıkandı, bize başkanlık lazım." stratejisinin bir parçası olarak nasıl ki ağustosta yönetimin fiilî olarak değiştiğini ilan ettiyse bugün de Anayasa Mahkemesi kararlarına uymak zorunda olmadığını söylemektedir. Anayasa ve anayasal rejimin korunmasından bizzat sorumlu olan kişi, Erdoğan'ın bu rejimi gayrimeşru olarak ilan etmiş olması elbette ki Türkiye'de yeni bir eşiktir ve bu ayan beyan bir darbe yaptığı anlamına da gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda itiraf etmeliyiz ki Genel Kurulda iki haftadır süren bütçe görüşmelerinin oldukça hayırlı bir tarafı da olmuştur bizim açımızdan. Zira sarayın fiilî darbesinin AKP cenahında sebep olduğu kriz ve ayrışmaların da gün yüzüne çıkmaya başladığı bir süreç olmuştur. Bırakın Cumhurbaşkanını, Cumhurbaşkanının başdanışmanının bile Başbakanı paylayabildiği, Anayasa Mahkemesi kararları üzerinden güçler ayrılığı ilkesinin darmaduman edildiği ve âdeta parodiler eşliğinde sergilenen bu fiilî durum karşısında AKP içindeki huzursuzluklar da gizlenemez bir hâl almıştır. Her ne kadar bütçe görüşmelerinin başlangıcında Sayın Davutoğlu bu durumu inkâr etmiş olsa da kendisinin ilerleyen günlerde "Devletin başı Cumhurbaşkanı, Hükûmetin başı da benim." diyerek kamuoyunu aydınlatma mecburiyetinde hissetmesi de bu rahatsızlığın bir göstergesidir. Bunu hepimiz biliyoruz. Başbakan hepimize hükmü kalmamış bir güçler ayrılığı ilkesini hatırlatırken bir yandan da AKP'nin kurucu kadrolarının saray darbesine karşı bir ittifak oluşturması çabaları iyice açığa çıkmış bir süreçtir.

Tüm bunları anlıyoruz aslında.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Terörden nemalanmak bitti, AK PARTİ'den mi nemalanma başladı?

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - İktidarda ne kadar uzun kalırsanız, iktidarın zehrinden ne kadar çok içerseniz düşmekten o kadar korkarsınız. İktidarda kaldığınız bu on üç-on dört yıl boyunca o kadar çok yetki gasbına imza attınız, yasaları aşan o kadar çok eyleminiz oldu ki şu an savunma refleksinizin ne kadar gelişkin olduğuna çok da şaşırmıyoruz.

Yargılanmaktan korkuyorsunuz, biliyoruz, çünkü siz de biliyorsunuz ki yolsuzluklarınızı, yalanlarınızı, savaş suçlarınızı, IŞİD'le iş birliğinizi, tüm bu hukuksuzluklarınızı peşin peşin sıralasak, buradan taa Bağdat'a yol olur mutlaka.

Hâl böyleyken biz diyoruz ki: Haydi hodri meydan! Buyurun! Madem dokunulmazlıklar mı kaldırılacak, gelin buradaki 550 milletvekilinin dokunulmazlıklarını kaldırmayı oylayalım, hepimiz de "evet" oyu verelim. Biz halkımıza her türlü hesabı verdik, yine de veririz ama Kabine sıralarında oturanların burada iki hafta boyunca yalanlarına uyduracak kılıf bulamayışlarına ve bunun için çırpınışlarına şahit olduktan sonra siz hesap verebilecek misiniz, emin değiliz.

Burada, Genel Kurul görüşmeleri esnasında İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın Dolmabahçe mutabakatı konusunda artık, resmen, bir varmış bir yokmuş masalı anlatmaya başlamasını gözlerimizin önüne getirelim. Yine, Sağlık Bakanı Müezzinoğlu'nun IŞİD'lileri Türkiye sınırında tedavi edip sonrasında salıverdiklerini bir yanlışlık sonucu itiraf edişini hatırlayalım.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Öyle bir şey kastetmedi.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Ve Ekonomi Bakanı Sayın Elitaş'ın AKP-IŞİD arasındaki ticari ilişkiyi resmen kabul ettiği skandal açıklamaları da bunun üzerine koyalım. Tüm bu olanlar da Meclis çatısı altında görev yapan bizlerin ve demokratik kamuoyunun hafızalarına bir daha silinmemek üzere kazınmıştır. Bu durumu artık görelim.

80 milyon yurttaşı temsil etme iddiasında olduğumuz bu Meclisin barış için acilen ve kararlı bir irade oluşturması gerektiğini defalarca ifade ettik. Bu hususta, muhalefetle bir arpa boyu yol almayı inanın ki çok isterdik.

Değerli milletvekilleri, bakın, biz "Bir barış bütçesi yapalım çünkü barışın maliyeti sıfırdır." dedik her zaman. Ama artık meşruiyetini yitirmiş olan AKP iktidarı, ağustos ayından bu yana Cizre'de, Silopi'de, Silvan'da, Sur'da, İdil'de, Dargeçit'te, Derik'te, Nusaybin'de, Hakkâri'de, Yüksekova'da sınır tanımayan bir vahşete imza atmış, toplumun ve devletin sırtına hiç kimsenin altından kalkamayacağı maliyetler yüklemiştir.

Konuşmamın bu kısmına meşru bir iktidarın, meşru bir rejimin kendi yurttaşlarının meşru taleplerine karşı asla böyle büyük bir vahşeti göze alamayacağını söyleyerek başlamak istiyorum ve sizinle Cizre ve Sur'a dair izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. Yani, halkların kanından beslenerek oluşturulmuş bu savaş bütçesinin nasıl ve ne amaçla harcandığını anlatmak istiyorum burada sizlere.

Birinci Dünya Savaşı esnasında söylenmiş ünlü bir sözü hatırlayalım öncesinde: "Savaş zamanı hakikat o kadar kıymetlidir ki yalanlardan bir duvarla korunur." derler. Cizre'deki hakikat tüm çıplaklığıyla önümüze serildi. Geçtiğimiz hafta Cizre'de hakikat seksen gün boyunca abluka altında bırakılmıştı. Hükûmet yetkilileri ve siz iktidarın temsilcileri, seksen gün boyunca devletin hukukun dışına çıkmadığını anlattınız bize burada ve her yerde; yaşananların tüm nedeninin hendek ve barikatlar olduğunu söylediniz, "Yaralananlar, ölenler sivil değil." dediniz, buzdolaplarında bekletilen ölü çocuk bedenleri, 35 günlük bebekler, vahşet bodrumundan gelen çığlıkları duymazdan geldiniz; Cizre'ye kendi anladığınız huzur ve güveni getirmeye ant içtiniz. Siz, bir şehrin tankla, topla yıkılamayacağını İsrail devletine "Ey İsrail!" diye başlayan cümlelerle bağırmıştınız ama Cizre'de kenti harabeye çevirirken "Bu bizim hakkımızdır." dediniz. Filistin'de, Gazze'de çoluk çocuk, kadın-erkek demeden İsrail devletinin zulmüne karşı direnenlere selam ederken Cizre'de, Sur'da devlet şiddetine karşı sokak sokak, ev ev dayanışma gösteren Kürt kadınlarını, gençlerini, çocuklarını bir an olsun anlamaya çalışmadınız, meşru görmediniz. Oysa ne demişti Filistinli ünlü kadın devrimci Leyla Halid, onu bir dinleyelim: "Eğer kanun zulümse o zaman direniş vaciptir." Bu sözü lütfen iyi dinleyin, tekrar edeceğim: "Eğer kanun zulümse o zaman direniş vaciptir." İşte, aynı, İsrail devleti gibi sizin hukukunuz da zulüm oldu Kürtlere ve hukuk zulüm olduğunda Cizre'dekilere ve Sur'dakilere de direnmek vacip oldu. Görmediğiniz budur işte. İşte bu yüzden yarın yüzüncü gününe girecek büyük bir direniş yaşanmakta Diyarbakır Sur'da. Sur'da sadece insanlar değil, IŞİD'ten farksız yöntemlerle tarihî, kültürel değerleri ve medeniyetler boyu biriktirilmiş bir mirası yıkmayı çalışanlara karşı çoluk çocuk, kadın-erkek demeden durdu Sur halkı. İşte, siz, Cizre'de ve Sur'da direnen, direnmeye mecbur bırakılan Kürtleri, evlerini, yerlerini, yurtlarını terk etmek istemeyen bu insanları görmediniz; görmediniz, görmediğiniz için de her bir zulmettiğiniz insanın yerine yenilerini yaratmaktasınız.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Onun için terör örgütü camileri Kur'an-ı Kerim'le bombalarken sesiniz çıkmıyor değil mi?

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Değerli milletvekilleri, işte bu durum ifade edilerek seksen gün boyunca imha politikası uygulanan Cizre'de ablukalarla birlikte yalan duvarları da ortadan kalkınca birçok hakikat saçıldı ortaya: Düşman topraklarıymışçasına üstüne mermiler ve havan topları yağdırılmış bir kent; atılan havan toplarıyla enkaza dönmüş sağlık ocakları, okullar, camiler, evler, binalar; çok yoğun bir delil karartma çalışmasına rağmen bodrumlardan silinmemiş vahşetin izleri; yanmış bedenler, erimiş insan kemikleriyle yanık kokan sokakları; savaş suçlarını, işkence yöntemlerinin dürtüsünü denemiş JİTEM'cilerin, esedullah timlerinin işgal ettikleri evlerin içinde sergiledikleri sapkınlıkları. Tüm bunlar saçıldı Cizre'de önümüze. On gün boyunca onları bütün halktan dinledik ve gördük. "Bunlar daha önce yaşadığımız hiçbir şeye benzemiyor." diyordu Cizre halkı. Sur'daki halk da "1990'larda, köylerdeyken polis gelip kapımızı çalar, açmazsak kırıp girerdi ama evimizi kontrol ettikten sonra hayat normale dönerdi; oysa bugün polislerce bu halka dair başka bir dünya yaratılmış, tüm taramalar normal çıksa da bizimle ilişkisi normalleşemiyor, herkes düşman olarak bakıyor." diyorlardı.

Hukukçular, avukatlar Cizre'de hukukun, adalet ve mevzuatın işlemediğini belirtiyorlar. Savcının, kaymakamın hiçbir fonksiyonu yokken seksen gün boyunca olağanüstü bir idare ve özel ekibin yetkili olduğunu söylediler. Ne yaptı bu özel yetkili ekip Cizre'de bir görelim: Cenazeleri sokaklarda çürümeye bıraktı, cenazelere işkence edilmesini ve çıplak bedenlerin teşhir edilmesini gerçekleştirdi. Bedenleri bir bodrum katında canlı canlı yaktı, yakılmasına da izin verdi. Sonrasında toplarla, havanlarla, kepçelerle yakılmış, yıkılmış binalardan çıkan moloz yığınlarına insan uzuvları karıştı hepimizin bildiği gibi. Bir sandıktan ateşte kavrulmuş bir insan cesedi çıktı. Aileler tanınmayacak hâle gelmiş cenazeler için morg morg dolaştırıldı, âdeta ölüme razı edilmeye çalışıldı.

Değerli milletvekilleri, şimdi herkes sorsun kendine, yakın tarihte var mı böyle bir şey? En vahşi savaşlarda bile görülmemiş bir durum var Cizre'de ve Sur'da. Filistin'de yaşanmamış burada yaşananlar, Bosna'da da yaşanmamış. İstediğiniz kadar "Cizre'de huzur operasyonları yapıldı, Silopi'ye sevgi ekmeye gittiler." deyin durun; Kürt halkına reva görülen, bir soykırım girişiminden farklı değildir.

Cizre'nin son hâli Nazilerin Varşova'dan çıkarken tüm şehri yaktıklarını akla getirmiştir. Bütün bu gördüklerimiz ne yazık ki ancak Nazi Almanyası'nda örneği görülmüş bir vahşete benzetilebilinir. Ancak Cumhurbaşkanının 2011 yılında bizzat devlet adına özür dilediği 1938 Dersim katliamına benzetebiliriz.

Ve Yaşar Kemal ne demişti bir hatırlayalım: "Her savaş, adı ne olursa olsun bir yıkım, bir ölümdür; insanlığımızı çürütür, vicdanımızı çürütür." Amacım, bu çürümüş insanlıkları, vicdanları harekete geçirmek değildir. Bu vahşete kulak tıkayanlar, gözlerini kapayanlar olarak elinizi vicdanınıza koymak size kalmış. Biz, bu vahşet bu topraklarda sürekli tekerrür etmesin diye, hukuk devletinde yanıtlanması gereken soruları soracağız buradan size yalnızca. "Cizre'de huzur operasyonu yaptık." diyenlere soruyoruz, "Operasyonlarda gösterdiğiniz duyarlılıkla övünüyoruz." diyenlere soruyoruz: Cizre'de bodrum katlarının çökmesine neden olan mühimmatlarınızı neden sakladınız ve nereye sakladınız? Tanklarla, toplarla dövdüğünüz evlerin, binaların içinden çıkanları açıklayın bize. Eline 5 kilo kemik tutuşturulan ve "Al, bu senin eşin." denilen kadınların, 1,75 boyundaki kızlarından geriye 2 kemik parçası verilen anne babaların, birbirine karışmış ceset parçalarının bulunduğu ailelerin ne yapması gerektiğini söyleyin bana. Sizin emrinizdeki JÖH'leri, PÖH'leri, esedullah timlerini ve kim olduğu belirsiz birçok erkeğin Cizre'de girdikleri evlerde neler yaptıklarını anlatın.

Olağanüstü yetkilerle donattığınız özel ekipleriniz mi bıraktı şimdi okuyacağım şu mektubu bir evin mutfağında? Korkunç durumdaki mutfağın buzdolabına tutuşturulmuş mektupta şöyle yazıyordu: "Bizler Türkiye Cumhuriyeti'nin Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusunun mücahitleriyiz. Devletin ve milletin bekası yolunda Allah için verilen mücadelede rehberimiz daima kelamullah Kur'an-ı Kerim'dir. Görev icabı kullandığımız evinize karşılık olarak naçizane bedelini koyuyoruz. Hüsnügayemiz vatan topraklarının küffara karşı müdafaasıdır. Vatan sağ olsun.

İmza: Sungur Tekin"

Adını Sungur Tekin olarak açıklayan ve kendisini II. Mahmud'un ordusunun bir neferi zanneden bu zat, notun yanına da 5 TL sıkıştırmıştır. Cizrelilerin, gözünde ne kadar değeri olduğunu anlatmak için şimdi özellikle Sayın Davutoğlu'na sormak istiyorum: Adını Sungur Tekin olarak açıklayan bu zat bizim vergilerimizle ödenen maaşı karşılığında mı sunmuştur bu hizmeti Cizre'de? Savaş bütçenizde bu kendine "mücahit" diyen zatlara ayrılan pay da artacak mıdır?

Sayın Başbakan, Cizre'de görevlendirilen hiçbir polisin, hiçbir askerin hukuksuz davranışlar sergilemediğini söylemiştiniz bize. Bu zatlar, Cizre'de onlarca yurttaşın evlerini işgal ederken ev sahiplerinin rızasını alamadıklarına göre sizden mi izin almışlardır, sormak isteriz size. Neden Cizre'de işgal ettikleri evlerin odalarını hoyratça kullanmışlar, içlerini çöplük hâline getirmişlerdir?

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - İşgal edenler terör örgütü mensupları, çarpıtma!

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Peki, Sayın Başbakan, neden klozeti çalışan banyolarda idrarlarını pet şişelere biriktirmişlerdir? Biz bunun işkence amaçlı olabileceğini düşündük, siz ne dersiniz? Topların, havanların değmediği evleri neden gasp ve talan etmişlerdir? Neden klimalara ateş etmişlerdir, televizyonları baltayla parçalamışlardır; yatak, yorgan, yastıkları kasaturalarla delmişlerdir? Neden evden ayrılmadan evvel yatak odalarına, salonlarına dışkılarını bırakmışlardır? Cizre'de askerlerinizin, polislerinizin, mücahitlerinizin girip kaldığı her ev bu durumdadır. Tüm bunlar Cizrelilere olan sevginizden mi ileri gelmektedir, sormak istiyoruz size.

Ve Sayın Başbakan, bir de bu işgalciliğin kadın boyutu var elbette, yüzleşmekten devamlı sakındığınız bir boyut. Bedeni teşhir edilen kadın fotoğraflarının Cizre'de çekilmediğini yazılı olarak beyan eden Şırnak Valisini görevden aldınız mı, yoksa hâlâ görevde midir? Almadığınızı biliyoruz. Peki, duvarlara onlarca cinsiyetçi yazılamalar yapan, Cizre'de işgal ettikleri evlerden ayrılmadan önce kadınların iç çamaşırlarını ortaya seren mücahitlerinize de siz mi izin verdiniz? Eğer izin vermediyseniz, evlere "Kızlar geldik.", "Biz geldik, siz yoktunuz." diye yazılar yazanlardan hesap soracak mısınız? Cevabı yine ben vereyim size isterseniz: Sormadınız, sormayacaksınız çünkü siz ancak saraydan aldığınız emirle hareket edebilir bir hâldesiniz ve maalesef, sarayın ısrarıyla alet olduğunuz bu savaşta, zorba ve sömürgeci erkek aklının kadını ve kadın bedenini nasıl da hunharca hedef alabildiğini göstermiş oldunuz bize.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Sen emri nereden alıyorsun, onu açıkla. O metni kim tutuşturdu eline?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Grup Başkan Vekilisin. Ayıp ya!

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Tabii, tabii. "Saraydan emir alacak." diyecek, buna ben sessiz kalacağım, öyle mi?

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Çık, oradan cevap ver.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Vereceğim.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Kadın bedeni aracılığıyla toplumu aşağılama, sindirme, geri çekme, özgürlük mücadelesinden alıkoyma yöntemlerine her gün yenilerini eklediniz. Latin Amerika'dan faşist bir general vermişti bu emri, evet: "Önce kadınları vurun." Çünkü, savaşın en ağır sonuçlarını yaşayan kadınlar, ona karşı mücadelenin de her zaman için en başında yer aldılar, barış için savaşmak gerektiğinin farkındalardı. Bunun için, savaşlarda her zaman yıkım ve acının yanında, kadınların direniş ve mücadelesine tanık olduk, her yerde; tıpkı Kobani'de, Sur'da, Cizre'de benzerlerine sık rastlanmayan bu devlet şiddeti ve baskısı karşısında kadınlar burada da susmuyor, direniyorlar. Evet, hem de sadece Cizre'de ya da kürdistanda değil, Cerattepe'de de, İstanbul'da da, Zaman gazetesinin önünde de direniyorlar. Sadece marjinal ilan ettiğiniz kesimler değil, hatırlatmak isteriz, kamuoyunda imajı olumlu olarak görülen başörtülü kadınlar da direniyor. Direniyor çünkü bugün bu coğrafyada, kadınlar biliyor ki size karşı, şiddete ve baskıya karşı baş kaldırmazlarsa hep daha fazlası gelecektir.

Yine, kadınlar ve tüm direnenler biliyor ki barış ve özgürlük ricayla, minnetle gelmez; kararlı olmakla, geri adım atmamakla gelir. Bu yüzden, yasaklanan bölgeler olsa da kadınları susturmaya heves eden hükûmetlerin biri gidip yenisi geldiyse de hiçbiri bunu başaramadı. Katliam boyutuna varan kadın cinayetleri karşısında kılını kıpırdatmayarak bunu normalleştiren, "ailenin korunması" adı altında ev içi erkek şiddetini meşrulaştıran, torba yasalarla güvencesiz ve esnek işleri kadınlar için kural hâline getirmeye çalışan bu Hükûmet karşısında susmadık, susmayacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetinin 2016 yılı bütçesinin sadece barış ve kadın düşmanı değil, aynı zamanda emek ve demokrasi düşmanı bir bütçe olduğunu, eşitsizliği ve aynı zamanda ayrımcılığı da daha derinleştiren bir bütçe olduğunu HDP'li milletvekili arkadaşlarım defalarca bu kürsüden belirtmişlerdir.

AKP Hükûmetinin iş ve yaşam güvencesini kaldırarak hayatımızın üzerinde daha fazla tahakküm kurmak için bu bütçeyi bir araç olarak kullandığını biz gayet iyi biliyoruz. Tam anlamıyla bir savaş ve talan bütçesi olan bu bütçe tasarısı, birkaç saat içinde, iktidar milletvekillerinin el kaldırıp indirmesiyle oylanmış olacak ve yasa hâline gelecektir. Ancak iktidar tarafından onaylansa bile, bilinsin ki bizler bu, savaş, talan ve darbe bütçesini hiçbir zaman onaylamıyoruz. Bizler Halkların Demokratik Partisi olarak ne barış talebimizden ne demokratik haklarımıza sahip çıkmaktan ne de adil, barışçıl ve toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe hakkımızı savunmaktan vazgeçmeyeceğiz. Tam da bu sebepten, Hükûmetin sürdürdüğü savaş ve güvenlikçi politikalarını bir an evvel terk etmesini, bununla birlikte halkların taleplerinin konuşulduğu bir ortamın yeniden yaratılmasını ve Kürt sorununda demokratik bir çözümün başlatılması gerektiğini bir kez daha ifade ediyoruz.

Evet, çözüm sürecinin tekrar, yeniden ele alınması, Parlamentonun bu konuda görev alması gerektiğini defalarca ifade ettik. Tekrar ifade ediyoruz ki: Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve müzakere masasına dönülmesinin gerekli olduğunu bir kez daha yineliyoruz.

Evet, Sur'da, Cizre'de ve birçok ilde yaşananlara ilişkin ifade ettiklerimizle birlikte, dün de, yine, Nazi kamplarında, cezaevlerinde, işkencelerde görülen bir tabloyla karşılaştık. Sur'dan yaralı olarak çıkanların çırılçıplak bir şekilde -Nazi kamplarında olduğu gibi- soyulduklarını ve yaralıların ancak yirmi dört saat sonra hastaneye götürüldüklerini gördük.

Sayın Başkan, o süreçte, Sur'da bulunduğum anda, ailelerin yaralılarla görüşmeleri sonucunda "Çıkarken soyunun." dedikleri an itibarıyla ben bizzat valiyi aradığımda bunu ifade edecektim ama, ne yazık ki vali telefonumuza cevap vermedi ve yaşananlar bir kez daha ortaya çıktı ki valinin ifade ettiği açıklamanın dışında, tekrar ifade edeyim ki insanlar çırılçıplak bir şekilde tekrar kamuoyuna deşifre edildi.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Bomba koymamaları için öyle bakmak istemiş olabilirler. Canlı bomba olabilirler, bellerine bir şey bağlamış olabilirler.

ÇAĞLAR DEMİREL (Devamla) - Bunların bir bütününü söylüyoruz, daha söyleyecek onlarca sözümüz var. Hepsini tek tek ziyaret ettik Cizre'de, aileleri ziyaret ettik, Miray bebeğin nasıl katledildiğini yerinde görerek söyledik. Yine, çıplak bedenleriyle teşhir edilen kadınların nerede, nasıl yapıldığını bir kez daha orada gördük, yaşadık. Yaşananları, yakan yıkanları bir kez daha orada gördük, bir kez daha tarih bize bunları gösterdi. Tarih bunları asla affetmeyecektir ve Genel Kurul da bu konuda sorumluluk almadığı için tarih Genel Kurulu da, bu şekilde buna izin vermeyen iktidarı da asla affetmeyecektir ve tarihe bir kara leke olarak bu bir kez daha geçecektir; Sur'da, İdil'de, Derik'te yaşananlar geçecektir. Derik Belediyesini vahşice talan eden anlayış da aynı anlayıştır. Yine, yaşananlar, bir bütün olarak ifade ettiğimizde, darbe hükûmetinin, darbe anlayışının pratikleştiği bir süreçtir. Herkesin Cizre'ye, Sur'a gidip orada yaşananları görmesi ve onları Genel Kurulda ifade etmesi gerektiğini bir kez daha ifade ediyorum.

Çözüm çok nettir: Orta Doğu'da, Rojava'da ve ülkemizde Kürtlerle bir arada olmak ve birlikte mücadele geliştiren bütün halkların taleplerini görmek, çözüm masasına geri dönmekle bu süreç ancak ortadan kalkabilir diyorum ve ülkemizde çatışmasızlığın, barışın hâkim olduğu bir gelecek umuduyla Genel Kurulu ve bizi ekranları başında izleyen, dinleyen bütün halkımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)