GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:59
Tarih:22.03.2016

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Birkaç saattir ortak değerler üzerine bazı tartışmalar yürütüldü. Evet, Mustafa Kemal Atatürk bütün millet olarak hepimizin ortak değeridir, Seyit Onbaşı hepimizin ortak değeridir ama biz buradan iktidar sahibi bazı konuşmacıların Seyit Rıza'yı ve Şeyh Sait'i de ortak değer olarak ifade ettiğini de biliyoruz, tutanaklara da geçti. Adalet ve Kalkınma Partisi bu konudaki zihniyetini, fikrini, görüşünü lütfen berraklaştırsın. Bunu tekrar olarak hatırlatıyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlar, iktidar partisi, Hükûmet, Sayın Başbakan muhalefetten bazı yasaların çabuk geçmesi için destek istiyor. Buna ilişkin görüşlerimizi geçtiğimiz hafta da, ondan evvel de defaatle ifade ettik. Elbette ki Türkiye'nin yararına gördüğümüz bütün bu düzenlemelerin bir an evvel çıkması için elimizden gelen gayreti gösterir, katkıyı da veririz. Geçmişte bunun örnekleri de çoktur. Öyle temel yasalar oldu ki bir saat, iki saat içerisinde belki de bin maddelik Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu gibi kanunlar geçtiği gibi, sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok kanun da muhalefetin katkısıyla, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizlerin gayretiyle geçmiştir.

Yalnız, Hükûmet destek istiyor ama bilgi vermiyor yani neyin desteğini isteyeceğini, bu bilgileri son derece açık bir şekilde vermesi lazım ve bu bilgileri de bu kürsüden Hükûmetin ifade etmesi gerekir.

Tabii, bu konuda Sayın Millî Eğitim Bakanı son derece şanssız, en olmadık bilgiler istendiği zaman nöbetçi kendisi oluyor, o da ancak bir cümleyle ifade etmekle yetiniyor ama bu konuda Avrupa Birliği Bakanlığının, Dışişleri Bakanının veya bir Hükûmet sözcüsünün dersini çalışarak Türkiye Büyük Millet Meclisini aydınlatması gerekir. İktidar partisi ne zaman iç politikada ve kamuoyunda sıkıntıya girse mutlaka, gündemi değiştirecek, Avrupa Birliğiyle ilgili bazı ilişkileri kamuoyunun gündemine getiriyor. Biz buna "naylon ilişkiler" diyoruz. Yine, bunun emareleri de var.

Şimdi, tarih 3 Ekim 2005. Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakereleri bu dönemde başladı yani AKP döneminde. O günlerde tam üyelik için 2013 yılı işaret ediliyordu. Şimdi hangi yıldayız? 2016. Tam üyelik mi konuşuyoruz? Hayır, vize tartışması içerisindeyiz. Peki, 18 Mart günü Brüksel'de Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki bu zirve toplantısında ne elde edildi, ne kazanıldı, bu konuda ayrıntılı bir bilgi verdi mi Hükûmet? Hayır. Sanal zafer naraları atıldı, böyle bir sanal söylem geliştirildi. Ortada zafer mi var, hezimet mi var veya ne var, pek aydınlanmış değil. Ha, "tarihî" olarak nitelendirildi, tamam yani bu görüşmeler elbette tarihîdir ama âdeta geçmiş kapitülasyonlardan taşeronluğa geçen birtakım anlaşmaların, düzenlemelerin yapıldığı ve yapılacağı anlaşılıyor. O nedenle, biz de sormak da hakkımız diyoruz. AKP 17 Martta anlaşma için öne sürdüğü şartların hangilerini kabul ettirmiştir, bunu mutlaka bu kürsüden açıklamaları gerekir. Bunu kamuoyuna bir zafer gibi sunuyorsunuz ama mesela, Rum tarafı öyle söylemiyor, onlar kendi zaferlerini yazıyor kendi basınlarında ve Alman basını da maalesef "Mülteci sorununu Türk halısının altına süpürdük." diye karikatürler yapıyor. Karikatür deyip geçmeyin değerli arkadaşlar.

18 Mart zirvesinden sonra Yunan Başbakanı anlaşmayı olumlu bir gelişme olarak tanımlıyor ve ülkesinin mülteci deposuna dönüşme tehlikesinden kurtulduğunu söylüyor ve aynı açıklamasında Yunan Başbakanı Türkiye'nin aleyhine on gün sessiz sedasız çalıştığını ifade ediyor. Bunu Yunan Başbakanı söylüyor, açık açık "Türkiye'nin aleyhine çalıştım." diyor. İyi de bizim Başbakanımız 8 Martta İzmir'de ağırlamadı mı Yunan Başbakanını? Simit, çay, kahve ikram edildi; hatta "İzmir'deki Başbakanlık çalışma ofisi de emrinizdedir, ne zaman isterseniz çalışabilirsiniz." ifadesi kullanıldı. Buna rağmen, Yunan Başbakanı Türkiye'nin aleyhine bir gayret gösterdiğini söylüyor.

Şimdi, malum, bir Kayseri pazarlığından bahsedilmişti. Bu 3 milyar avronun yanına bir 3 milyar avro daha almaktan bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecinde Avrupa Birliğinden alacağı hakkı tam 9,5 milyar avroyu buluyor ve Hükûmet bu 9,5 milyar avroyu bırakıp 3 milyar avronun peşine düşüyor. Bunu özellikle hatırlatmak istiyoruz.

Diğer bir konu değerli arkadaşlar: Bu dokunulmazlıklar konusunda da işi hiç sulandırmaya gerek yok değerli arkadaşlar. Kimin ne söylediği belli, bütün partilerin dokunulmazlıkla ilgili programında neler var, seçim beyannamelerinde neler var, neler vadedilmiş o da belli ve bu dokunulmazlık tartışmasının en son neden, hangi sebeple çıktığı da ortada. İşi hiç sulandırmaya kalkmasın kimse; İlkeli bir şekilde, önceliklerini de ortaya koymak suretiyle tavrını, tutumunu belirlesin.

Şimdi, değerli arkadaşlar, biraz evvel de tartışıldı, terör olayları karşısında millet olarak, ülke olarak ve siyasetçiler olarak teröre karşı ortak bir tutum içerisinde olmamız önemlidir ve bunun için zaman zaman açıklamalar yapılıyor. Ve son 2 saldırıda, gerek 17 Şubat gerekse 13 Mart saldırısında da Türkiye Büyük Millet Meclisinde 3 siyasi parti; Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi olarak bir ortak açıklama yaptık ve 2 ortak açıklamanın da ortak özelliği, bugüne kadar yapılan bütün terör eylemlerinedir ve bütün terör örgütlerinedir; şu örgüt, bu örgüt diye ayrım yapılmamıştır. Bunu özellikle dikkatlere sunmak istiyorum. Ve ayrıca, tabii, bu açıklamalara imza atmak veya açıklamaları yapmak iktidar partisinin, Hükûmetin sorumluluğunu asla ortadan kaldırmaz, bütün eleştirilerimiz bakidir, bu eleştirilerimiz bakidir ancak maalesef, ülkemizin içinde bulunduğu durum da aciliyeti nedeniyle bu ortak tutumu zorunlu kılmaktadır. Ülkemiz âdeta, terör örgütlerinin cirit attığı bir ülke hâline getirilmiştir; saldırıların biri bitiyor, öbürü başlıyor, vatandaşlarımız can ve mal endişesi içerisindedir. Bir kere, bu güvenlik duygusunu bütün vatandaşlarımızda ve milletimizde hissettirmemiz lazım. Bunun da yolu Hükûmetin, devletin tavrından ve bu güveni verebilmesinden çıkar değerli arkadaşlar.

Şimdi, şu elimde gördüğünüz belge, değerli arkadaşlar, terör örgütünün haraç isteme yazısı, bunu vatandaşlara gönderiyor. Terör örgütünün pervasızca haraç yazısı gönderdiği bir ülkede, şehirde, kasabada can güvenliğinden, mal güvenliğinden, devlet otoritesinden bahsedebilir miyiz? Edemeyiz. Ve artık, namazların kılınamadığı camiler ve futbol maçlarının oynanamadığı statlar yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Şimdi, biraz evvel Hükûmet Sözcüsü Sayın Kurtulmuş vardı, bu Galatasaray-Fenerbahçe maçının ertelenmesiyle ilgili olarak önce "Aldığımız çok ciddi istihbarat nedeniyle seyircisiz oynanacak." sonra, "Maç tamamen ertelendi." dedi. Şimdi, tabii, bizim de sormak hakkımız değerli arkadaşlar, "çok ciddi istihbarat" demek ne demektir? Kimin, ne zaman, nerede, nasıl eylem yapacağı saldırıda bulunacağı konusunda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Tamamlayabilir miyim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bitirin Sayın Akçay.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Bu konuda bilgisinin olduğu varsayılır ve sorumu şöyle yöneltiyorum Hükûmete: Madem ciddi bir istihbarat alındı, bu istihbarat doğrultusunda herhangi bir operasyon yapılmış mıdır, zanlılar yakalanmış mıdır?

Hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)