| Konu: | HDP Grubu önerisi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 62 |
| Tarih: | 29.03.2016 |
GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tekirdağ F Tipi Hapishanesinden gelen bir mektupla konuşmama başlamak istiyorum çünkü aynı hapishanede iki kardeşin farklı uygulamalara nasıl maruz kaldığını anlatan bir mektup bu.
"Üç buçuk yıldır Ağabeyim Yasin Aktaş'la -iki kardeş- Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Kapalı Cezaevinde cezamızı infaz etmekteyiz.
Annem ve babam yaşlı oldukları ve maddi durumları iyi olmadığı için ziyaretimize hiç gelemediler. Ailem Afyon'da ikamet ediyor. Afyon'dan geliş gidiş otuz saati buluyor ve ailemin hiç geliri yok, sadece devletimizin üç ayda bir babama verdiği yaşlılık maaşıyla geçimlerini sağlıyorlar.
Dört yıldır annemin sesini duyamıyorum ve yüzünü göremiyorum. Bu nedenle, ağabeyimle birlikte Afyon'a yakın Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevine sevkimizi yazdık, Bakanlıktan kabul edildi ve kardeşim Yasin Aktaş'ı "parasız sevk" diye Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Cezaevi yönetimi Eskişehir H Tipi Kapalı Cezaevine gönderdi. Ben ise sevk diye ağabeyimle gönderilmeyi beklerken benden yol masrafı olarak 1.750 TL para istendi. Ailemin durumu olmadığı için karşılayamadım fakat sadece yakıtı karşılayabilirim dedim ama bir türlü gönderilmedim. Ağabeyim gideli yaklaşık beş ay oldu.
Sevk sürem dolmak üzere, sürem dolduğunda iptal edilecek, gönderilmeyişime dair hiçbir sebep yok. Keyfî olarak, para için, sevkim çıkmasına rağmen gönderilmiyorum. Üstüne bir de kardeşimle ayırdılar bizi, ailem tamamen perişan. Hesabımda 950 lira param var; ailem yiyecek ekmek parası olarak gönderdi.
Durum budur. Psikolojim bozuldu, artık dayanamıyorum. Bu sebepten dolayı gönderilene kadar sonsuz ölüm orucuna yattım.
Sayın Vekilim, sizin duyarlılığınızı biliyorum, yardımcı olmanızı istiyorum. Lütfen, yetkililere sesimizi duyurun.
Tekirdağ-Eskişehir arası 462 kilometre. Hesabımdaki parayı istiyorlar, askerlerin ve komutanların günlük yiyecek, içecek masraflarını da karşılamamı istiyorlar; beni o zaman göndereceklermiş. Böyle bir şey olur mu?
Vekilim, Allah rızası için bir an önce ilgilenin. Ölüm orucunun kalıcı hastalıklara ve zararlara sebep olduğunu biliyorum.
Cevap bekliyorum.
Evet, hapishaneler ülkemizde ne yazık ki hâlâ, her geçen gün artarak kanayan bir yara olarak devam etmekte. Son on dört yılda, cezaevlerinde ceza içinde ceza sistemi egemen olmuştur. Aslında, bugün gördüğümüz önerge de tam buna denk düşmektedir. Bugün, cezaevleri bir gözdağı ve had bildirme aracı olarak kullanıldığı için tutuklu ve mahkûm sayısı da hızla artmaktadır. 2016'da bu rakam 181.590 olarak -Bakanlık verisi olarak- bizlere verildi. Yani, on dört yılda, istatistiklere baktığımızda yüzde 206 oranında bir artış görmekteyiz. 2016'nın Ocak-Şubat ayları arasında yapılan çalışmada -bir aylık yapılan bir çalışmada- her gün 110 yeni tutuklunun cezaevlerine tıkıldığı görülmekte. Türkiye, dünya genelinde en çok mahkûm barındıran 9'uncu ülke, Avrupa ülkelerinde ise 2'nci ülke konumunda.
Ben geçen hafta, on gün önce Cezaevlerini İnceleme Komisyonuyla akademisyenleri ziyaret ettim. Bakırköy kadın hapishanesi, tutukevinde gördüğüm tablo şuydu: Akademisyen Sayın Esra Mungan'ı ziyaretimde kendisinin tek kişilik normal bir odada kaldığını gözlemledim. Ancak, üç dört gün önce yaptığım ziyarette, kendisini ağırlaştırılmış mahkûmların kaldığı, 2x3'lük, 6 metrekarelik bir odada 2 kişi olarak tuttuklarını, geçiş için bile yer bulunmadığını, bu şekilde küçücük bir odaya konumlandırıldıklarını söyledi. Sonra, devamındaki girişimlerimizle Bakanlık aracılığıyla bu sorun çözüldü ve normal koğuşa alındı. Ancak, aynı uygulama diğer 2 akademisyenimiz olan Kıvanç Ersoy ve Muzaffer Kaya'yla da ilgili söz konusuydu. Buradaki tablo da, tek kişilik odalara konulmuşlardı. Oysa biz biliyoruz ki aynı davadan yargılanan kişiler aynı odalarda cezalarına devam edebilirler tutukluluk süresince.
Ülkemizde cezaevleri tablosunun her geçen gün daha kötüye gittiğini görmekteyiz. Biliyoruz ki kalemden tutun boyaya, belli gazetelerden tutun belli kanallara, hatta belli renklere yasakların boyu aştığını görmekteyiz.
Bitti mi? Hayır. En önemlisi, ceza ve infaz kurumlarındaki mahkûmların çifte mahkûmiyet yaşamalarıdır. Çifte mahkûmiyeti doğuran en önemli faktör de hiç kuşkusuz ki insanların uzak cezaevlerine yollanmalarıdır, bunu öncelikle kabul etmemiz gerekiyor hepimizin. Bakın, çok acı bir örnektir; uzak cezaevinden yollanan gene bir mektupta, Kocaeli Kandıra'dan bir mektupta bir anne 8 yaşındaki kızını 19 yaşına kadar 3 kere görebildiğini söylüyor, maddi durumları olmadığı için kızının ziyaretlerine gelemediğini anlatıyor. Bu mektupta o annenin gözyaşlarını görmemek mümkün değil. Hepimiz anneyiz, hepimizin vicdanı var, buna kayıtsız kalmamalıyız diye düşünüyorum.
Uzak hapishanelere sürülen mahkûm ve tutukluların aileleri yoksul aileler olmaları sebebiyle bu maddi külfeti kaldıramamaktalar. Bu durum, tutuklu ve hükümlülere görüşü de yasak hâle getirmekte tabii ki. Dar gelirli aileler çocuklarını ayda bir kez bile ziyaret edememekte. Bu tip tecrit yöntemlerinden hızla vazgeçilmesini istiyoruz bizler.
Yine, bazı tutuklular mahkemeye uzaklık nedeniyle getirilemedikleri için SEGBİS'le konferans şeklinde yargılamaya tabi tutulmaktalar. Bu tip yargılama adil bir yargılama şekli değildir, ayrıca birçok aksaklığa da vesile olmaktadır; yargılayan için de yargılanan için de sorun yaratmaktadır. Örneğin, Ethem Sarısülük'ün davasında, Sarısülük ailesinin avukatı aynı sistemi kullanarak bir imza göstermek istedi; sanık imzayı göremediği için, imzanın kendisine ait olup olmadığını söyleyemedi dolayısıyla mahkemeye ara verildi, duruşmanın sonunda sanığın getirilmesine karar verildi.
Yine, mahkûmlar için, bu uzun yollardaki geliş gidişlerde ring araçları ciddi bir sorun. Hatta, birçok mahkûm sağlık sorununu çözmek için bile bu ring araçlarına binmemek adına sağlık sorunlarını öteliyor; bu ağrıları çekmeye, sızıları çekmeye, sorunları çekmeye maruz kalıyor.
Ben, hatırlarsanız, bütçe görüşmelerinde Sayın Bakana kürsüden bir davette bulunmuştum, "Gelin, tüm partiler bir komisyon oluşturalım. Biri temmuz sıcağında, diğeri şubat soğuğunda, Silivri'den Anadolu Adliyesine tıpkı mahkûmlar gibi, onların koşullarında, ellerimiz kelepçeli gidelim; üşüyor muyuz, pişiyor muyuz, uyuşuyor muyuz, nefes alabiliyor muyuz, görelim." demiştim. Ve görelim ki soru önergelerimize "İyi şartlarda gidiyorlar." böyle "Güzel hizmet veriyoruz." şeklinde komik cevaplar almayalım. Ancak, hâlâ bir cevap alamadık.
Diğer bir sorun da çocuk mahkûmlar. Çocuk mahkûmlar için 5 hapishane var, bunun dışında kalan çocuklar, hepimizin bildiği gibi, erişkinlerin bulunduğu alanlara, hapishanelere yollanıyorlar dolaysıyla burada birçok istismara, tecavüze, tacize maruz kalıyorlar. Oysa, aileleriyle görüşme imkânları olan yerlerde olsalar belki bu süreçte yaşadıkları sorunları daha rahat aşabilme direnci bulacaklar.
Sonuç olarak ben diyorum ki: Bazı şeyler birileri için hak görülürken ülkemizde, bazı şeyler de, o haklar başkaları için hak olarak verilmiyor. Dolayısıyla, adil yargılama, insan haklarının doğru işletilmesi ve herkese eşit sunulması her geçen gün daha da önem arz ediyor. Ülkemizde hak ihlalleri bir kesim için hak hâline gelmiş, cezasızlığa dönüştürülmüş. Abdullah Cömert'in, Dilek Doğan'ın, Uğur Kurt'un, Berkin Elvan'ın, Ethem Sarısülük'ün yaşam hakkını gasbedenler bugün, ellerini kollarını sallayarak geziyorlar. Bugün, hukukun nasıl katledildiğini hep birlikte görmekteyiz. Bir mahkûm mektubunda diyor ki: "Adalet, kendisini insan olarak tanımlayan herkes için en yakıcı taleptir. Adalet istemek, onun için çabalamak bir vicdan meseledir." Oysa, insanlarımız sistematik bir şekilde suçlulaştırılıyor. Bu gidişattan sizler de kaygı duymalısınız. Bugün siyasallaşan yargı yarın kontrolden çıktığında sonuçları hepimiz için felaket olur. İşte o gün, hapishanelerin kapısına "Susmak özgürleştirir." yazıldığında herkes için, her şey için çok geç olmuş olacaktır.
Saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar)